Sivri Dil

Sivri Dil

Kemanın sesi..

Nasrettin hoca akşam dersleri verdiği medreseden aynı sokakta oturduğu öğrencilerden biriyle çıkmış, evlerine gidiyorlarmış. Yol üstünde tenha sokağın birinde elinde testereyle bir evin kapın kilidini kesmeye çalışan hırsız görmüşler. Hoca görür görmez kafasını öbür tarafa çevirmiş öğrencisinin kolundan çekerek yoluna devam etmiş.

Öğrenci sormuş: “Hocam o adam ne yapıyordu evin kapısında?”

Hoca: Keman çalıyordu evladım.

Yazının Devamı

İçim yanar..

Bir şarkının sözleri ateş olup yakıyor: “İçim yanar…”

Abdülhak Hâmit içinde bulunduğumuz hâli söylemiyor mu? “Kimden kime etmeli şikâyet/Bu müşkile kim verir nihâyet” Nihayeti olmayan cümleler boğazımızda. Kıymık olup batar mı sevgi sözcükleri? Batıyor, kanatıyor belki. Kan kaybından değil ama an kaybından gidiyor bir can.

Nâmütenâhî bakışlarda kaybolan ruhun içli şarkılardaki aradığı teselliyi kim verecek ki? Toprağın çağrısına uymayan yağmur damlası mıdır? Yoksa yağmura verilmeyen izin mi? Gizli bir müjde midir gelen? Teşhisi bilinen ama tedavisi mümkün olmayan müzmin ve muztarip bu hastalık…

Yazının Devamı

Rubicon’u geçmek..

Bu günlerde İngiliz yazar Tom Holland’ın Roma İmparatorluğu’nun Augustus’a kadar olan tarihini anlatan "Rubicon" adlı kitabını okuyorum ve eski çağlarla ilgili birçok kitaptan öğrendiğim bir gerçeği yeniden öğreniyorum.

Bu gerçek, özde hiçbir şeyin değişmediğidir.

Binlerce yıl önce tarih yazanlar ve o yazılanlarda büyük veya küçük oyuncu olanlar bugünkülerden farklı değildi.

Yazının Devamı

Taşla deniz doldurulmaz..

Çok az şey vardır ki insanı cinsel açlık kadar mutsuz etsin.

Fiziki açlığın nedeni kıtlık veya parasızlık nedeniyle insanın karnını doyuramamasıdır.

Cinsel açlığı yaratan ise kadın veya erkek darlığı veya parasızlık değildir.

Yazının Devamı

Ve geceyi delip geçen parlak yıldızlar gibi aydınlatırım karanlıkları..

Üzerim ama, gözlerin ufka dalıp gittiği, ve geçmişin sisli hatıralarının yavaşça yüzeye çıktığı bir an gibi, sessizliğin derinlerinde yankılanır düşüncelerim. Her kelime, bir sonbahar yaprağının çıtırtısı kadar narin ve gerçek, ama hiçbir zaman, dostluk ipliğini koparmam.

Öyle ki yüreğim, denizin ortasında bir ada, sığınılacak saklı bir cennet, fırtınalarla çarpışan bir geminin uzaktan gördüğü güvenli bir yer. Dostlarım, bu kıyıya hep hoş gelmiştir, çünkü bilirim ki, kardeşlik asla terk etmez.

Gürlerim, ama tıpkı bir gök gürültüsü gibi, sadece anlık bir yankıdır, ve ardından gelen yağmur, toprağı yeniden canlandırır, besler ve büyütür. Kalbim, her zaman dürüst, tıpkı dökülen yaprakların toprağa kavuşması kadar doğal.

Yazının Devamı

Bayram gelmiş neyime!

Kadir Gecesini idrak ettikten sonra sırada –nasıl bir moral ile kutlayacaksak- bir Ramazan Bayramı var.

Şimdiden kutlu olsun…

Gönlümüzden bayram için o kadar güzel şeyler geçiyordu ki, her şey bir anda altüst oldu. Bir yandan çocukluğumuzdaki bayramların neşesini ve izlerini, bir yandan insülin direncimizin şeker ve tatlı ile yaptığı kavganın nasıl sonuçlanacağını tartışıp duruyoruz.

Yazının Devamı

Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.

Aramızdan sonunda bir lider çıktı onun da diploması sahte çıktı.. Muhalif kitlenin hali pür melalini en iyi anlatan sözlerden biri bu başlık. Ekrem Başkanın diploması 18 Mart 2025 itibarıyla iptal oldu. Görünen köy kılavuz istemez. Şurası kesin. Başkan İmamoğlu bir sonraki seçimde Cumhurbaşkanı adayı olamayacak.

İşin en ilginci Ekrem İmamoğlu’na bugüne kadar defalarca dava açıldı siyaseten yasaklanmak istendi ama başarılamadı. Altın vuruş diploma konusunda geldi. Bu konuyu ortaya çıkaran isim ise Veryansıntv’den Erdem Atay oldu. En sert muhalif isimlerden biri. İktidar kanadının başaramadığını muhalif kitleden biri başardı. Bu bile iktidar bürokratları, gazetecilerinin ne kadar beceriksiz olduğunu ortaya koyuyor.

Diploma iptalinden sonra kendini Türk Milletine emanet eden İmamoğlu’na sabahın erken saatlerinde Medya A.Ş. ve Kent Uzlaşısı davalarından gözaltı kararı verildiği haberi geldi.

Yazının Devamı

Günde on yedi defa ölümünü düşünen şehitlerle haşrolur

“Ölüm, ölüm dediğin nedir ki gülüm, ben senin için yaşamayı göze almışım.”

Türk sinema tarihinin en efsanevi, en yüksek bütçeli dizisinin vakti zamanında dillere pelesenk olmuş muhteşem sözleri.

Ölüm kimsenin üzerine kafa yormaya yanaşmadığı bir kavram aslında her gün etrafımızda yaşanan realite. Ölümü perde gerisine atarak yaşamın dehlizlerinde kaybolmak ölümü düşünmeden hazların girdabında dolaşmak daha kolay gelir ve debelenmeden anlam bulduğunu zannettir insana..

Yazının Devamı

Bu gidişle CHP, sandalyeyi aday gösterse kazanacak..

Türkiye büyük bir gelir adaletsizliği yaşıyor.

Kasaptan 100 gram kıyma alanı da var aynı zamanda 5 kilo birden antirkot da alan.

12,5 lira verip fırından ekmek alamayıp halk ekmek önünde karda kışta kuyruğa girende var. Aynı şehirde 4 kişilik yemeğe 19 bin lira hesap veren de….

Yazının Devamı

Ekoltv ve kıyı kenar çizgisi..

Ekoltv özel haber yapmış. Yayın hayatına hızlı giren ve özel haberleriyle gündem yaratmayı başaran bir kanal oldu ve bu yolda oldukça zirvelere gideceği anlaşılıyor. Yönetim Kurulu Başkanı Emrah Doğru mesleğin ve yayın hayatının mutfağından gelen bir isim.

Emrah Doğru yıllarca Şırnak’ta TRT muhabiri olarak çalıştı. 2013-2015 çözüm sürecinde bölgedeydi. Cehennem Deresi'nden Uludere'ye, Gabar'dan Cudiye, Namaz Dağı'ndan Beytüşşebap semalarına ayak basmadığı yer kalmamıştır. Yıllar önce çok sevdiği bir dostu Emrah Doğru için; geleceğin yeni Türkiye’sinin Aydın Doğanı olacak; demişti. Oldukça afaki olarak değerlendirilen bu öngörüsü aradan geçen yaklaşık 7-8 yıl sonra gerçekleşmiş bulunuyor.

Emrah Doğru medya dünyasında kariyer basamaklarını hızla tırmanarak Ekoltv’yi baştan sona emek vererek kurmayı başardı. Bu arada hep mütevazi oldu. Çalışanlarına ve mesai arkadaşlarına hep cömert oldu. Güç sahibi olmayı yaşıyla ters orantılı olan olgunluğuyla dengeledi. Hep vefalı oldu yol yürüdüklerine. Vefa asil ruhların süsüydü ve ona tevazusuyla birlikte başka bir güzellik kattı hep. Pratik zekası ve bitmek bilmeyen enerjisiyle donattığı çalışmasıyla kurtlar vadisinde kendine yer edinmeyi başardı. Ekoltv’ye ve Ekoltv CEO’su Emrah Doğru ve ekibine başarılar ve mutluluklar diliyorum.

Yazının Devamı

Göçtü kervan kaldık kaosun ortasında..

Siyasetin bu kadar çürütücü, oyalayıcı, yorucu, icat edenlerin bile tanımlamakta zorlandığı bir eylem olduğunu bilsek bile gönül yorgunluğumuza çare olmuyor. Veba gibi… Sanata, basına her yere bulaşıyor. Mahalleyi aştı, öyle bir şehir baskısı var ki; “Yaşamın kendisi siyaset” diyorlar. Bulaşmazsan, “Ot”, bulaşırsan, “Adam”, bayrağını sallarsan, “Militan” diye diye sınıfların içinde sınıflara ayırıyorlar. Yorulmuyorlar da… Eskiden mahallede bir kavga olsa; kim haklı, kim haksız şrakkk diye bilirdik. Canlı MOBESE'ler gibi izlerdik.

Pijamayla çıkılırdı mahalle meydanına kavga etmeye…

Genelde küfür edene kızar, “Hop! ağzını bozma, çoluk çocuk var!” derdik.

Yazının Devamı

Oruç, içimizde batmayan bir ayın geceden gündüze taşınmasıdır..

Çok şükür bir sene daha Ramazan’a ermek nasip oldu. Ramazan demek hele bu zamanda tamamen farklı bir iklime kavuşmak demek. Bu hız çağının; akılsız, merhametsiz akışının dışına yani madde dışı dünyaya adım atmanın mutluluğuna ermek, inanan insan için ne büyük bir lütuftur. Elbette bu erişilen iklimden nasiplenebilmek ve sunulan bu imkânı değerlendirmek için bir çaba göstermek gerekir. Hele bu zamanın çabası her şeyden daha kıymetlidir. Çünkü Müslüman bir zihin için yeniden temizlenme, durulanma ve dahası çelikleşme sürecidir. Bu bizzat fiillerin baş aktör olduğu ve sözlerin pek geride kaldığı kutsal bir dünyanın içinde yaşanan mutlak gerçekliktir. Ramazan, hazır olunan zamanın sorumluluğunu yüklediği için omuzlara nostalji ile kültürel bir algı ile geçiştirilecek bir zaman dilimi değildir.

Bilakis muhataplarından aktif olmalarını ve zamanın sorumluluğunu yüklenmelerini ister. Bu ay da adeta insan kendini yeniler. Zekâ parlar, gönül bağı genişler, dimağlar arınır adeta iç dış temizliği yapılır. Bir bilinç ikamesi yapılır. İnsan yıl boyu tuttuğu paslardan sıyrılır. Adeta yeni doğmuş gibi bir neşe ve coşku içerisinde hayatın içerisine karışır ve de huzur doludur. Merhamet yüklüdür. Sezai Bey’in ifadesi ile “oruç, içimizde batmayan bir ayın geceden gündüze taşınmasıdır." Bütün zaman anlayışına, onun ortaya koyduğu düzene adeta meydan okumadır. Bu bakımdan insanları kendi farkındalıklarına çağıran ve dışarının gürültüsünü aradan çıkararak kendine yönlendirmesi ile adeta insana bahşedilmiş bir şifa kaynağıdır.

Akşam hilali bekleyenlerin camiye koşarak getirdikleri muştudaki berraklığı başka hiçbir müjdeyi taşıyanlarda göremezsiniz. İçinde davet, içinde bağışlanma arzusu ve yeniden kendi olabilme umudu taşır. Onun için eskiler hep Ramazan’a kavuşmak için dua ve temenni de bulunurlardı. Zaman geçtikçe bu istemdeki hasreti, kavuşmadaki vuslatı, içindeyken verilen kıymeti ve ayrılırken duyulan hüznü daha iyi idrak edebiliyoruz.

Yazının Devamı

Nereye gitti bu dünyayı kurtaracak adamlar?

Geçen gün bir arkadaşım dertli bir şekilde, “Nereye gitti bu dünyayı kurtaracak adamlar?” diye sordu. Aslında yaptığı şeydeki ironi “mücahitlikten müteahhitlik’e geçiş klişesini tekrarlamak değildi. O biraz daha işin düşünce boyutunu irdeliyor ve önemsiyordu. Haklıydı. Belki de üzerinde durulması gereken şey, ‘nerede yahu bu mürekkep ehli!’ diye sorgulama olmalıydı. Ancak bu noktada hemen savunma mekanizmaları devreye girdiği için bu sorgulama bir anda acımaya ve acındırmaya dönüyor. Oysaki herhangi bir savunmaya gerek duymaktan oldukça uzak görünen bugünün seçkinci takılan ve muktedire bel bağlayan entelektüel, akademisyen ve yazarçizer tayfasının dönüşümünü konuşabilmek gerekir. Ne yazık ki bu kitlenin yani kendini entelektüel/münevver görenlerin yaşamlarının giderek rutinleştirip, melankolik bir havada/ruhsallıkta geniş mevkiler arası yayılmış olmaları onlarda esnemeye ve gevşemeye neden oluyor. Bu yüzden de uğraşlarını pratik bir amaca dönüştürmeleri yüzünden boyunduruk altında yaşamaya razı görünüyorlar.

Sürekli alakasız her konuda birer fanatik gibi geçmişle kavga ederek yeni halin bedelini toplumun sırtına yüklemek gibi bir mesuliyeti kendilerine ödev biliyorlar. Bu bakımdan da her şeyi uzak bir maziye gömmek için gönüllü gibi görünüyorlar. Her şey tükeniyor diyor arkadaşım, haklı da. Sonuç olarak yaşanılan her şey gözler önünde sergileniyor, kültür, eğitim ve öğrettim hatta yüksekokullar bile birer tartışma konusu bile olamıyor. Uzun suskunluklar aslında her şeyi anlatıyor. İnanın sormadan edemiyorum: ‘Nerede bu insanlar?’

Okuduğum haber tüyleri diken diken ettirmeye yetip de artan cinstendi. Son 9 ayda Akdeniz’de en az 2 bin 500 kişinin hayatını kaybettiğini ve Akdeniz’in dünyanın en büyük göçmen mezarlığına dönüştüğünü söylüyordu. Daha da tedirgin edici boyutu ise 11 bin 600 refakatçisi olmayan çocuğun İtalya’ya ulaştığı yazıyordu. Bu durum, büyük bir trajedi olarak günümüz insanının önünde duruyor. Mülteci ve göç meselesinin, insan kaçakçılığı ve göçmen krizi diye adlandırılan bu durumların yeryüzündeki eşitsizliği, sömürüyü ve adaletsizliği en yalın şekliyle gözler önüne sarmasına rağmen insanoğlundaki duyarsızlığı anlamlandırabilmek de mümkün değil. Takımlar maçlarını kazanıyor, ekonomi iyi olsun olmasın herkes rutinini muhafaza ediyor hatta o kadar muhafaza ediyor ki muhafazakârlıktan kırılıyor adeta. Her şeyi normalleştiren zihinlerimiz ne zamandan beri bu donukluğa erişti de hiçbir zihinsel, vicdani, insani durumu göremez hale geldi. Artan fanatikliğimizin (her alanda) bizi körelttiği bir gerçek ama vicdanımızı da kuruttuğu başka bir gerçek. İnsanlık bizden geçti mi? Hoşça bakın zatınıza…

Yazının Devamı

Karakter zekadan üstündür..

“İyilikten maraz doğar” derdi büyüklerim.

Evet ben de 46 yıl gördüm, yaşadım bu dünyada. Hakikaten yardım yetime gün gelir koyar bir yerineymiş. İnsanların yaş aldıkça kalplerinin niçin katılaştığını insan insanlardan kazık yiyip tecrübe ettikçe anlıyor. Ve fakat yine karakteri düzgün olanlar iyilik yapmaktan yine de kendilerini alamıyorlar.

Burada karakterin önemini de unutmamak gerekir tabii ki...

Yazının Devamı

Gün ola harman ola!

Malum CHP cumhurbaşkanı adaylığı için ön seçim adaylık çalışması başlatınca çarşı karıştı. Özel, İmamoğlu ve Yavaş üçlü zirve yaptılar.

Zirve sonrası basına yansıyanlar büyük bir partiye yakışır görüntü değildi. Bir anlaşma çıkmadığı belliydi. Mansur Yavaş ön seçime katılmayacağını açıkladı. Hiç iyi bir görüntü verilmedi.

Bu durumda 3’lü zirvenin başarılı olduğu söylenebilir mi? Ayrıca Yavaş’ın illa da ikna edilmesi gerekmiyor. Bir Belediye Başkanı’nın parti politikalarının tümüne iştirak etmesi şart mıdır? Ve bir Belediye Başkanı’nın parti ön seçim konusunda karar vermişse kamuoyu önünde buna karşı çıkması doğru mudur? Bir Belediye Başkanı itiraz etti diye parti kararından döner mi?

Yazının Devamı

Nereden tutsan elde kalıyor!

Neticede büyük emeklerle kurulan bir devletin önce kolonları kesiliyor sonra bir gün hep birlikte altında kalınıyor ne olduğunu anlamadan.. Ve süreç tarih boyunca değişmiyor. Romadan beri Cumhuriyetlerin kaderi bu!

Herkes sakalının peşinde.. Maalesef bu hiçbir kimse veya taraf için fark etmiyor. Olan ülkeye oluyor..

Akıl kurumları terk edeli çok olmuş. Cehalet sızmaya başlamış... İkisi aynı anda aynı yerde olmazmış...

Yazının Devamı

Babamın ölümü..

Okuldan eve dönüyordum. Bugün matematik sınavımdan 100 almıştım. Babamla ben uzun bir süre boyunca bu notu almam için büyük bir çaba sarf etmiştik ve sonunda almıştım. Bu mutlu haberi babama iletmek için sabırsızca eve doğru ilerledim. Birkaç dakika içinde evdeydim. Evimiz en üst kattaydı. Hızlı adımlarla merdivenleri çıktım. Birkaç defa zile bastım, kapı açılmayınca çantamdan anahtarımı çıkardım. Kapıyı açıp içeri girdim.

“Anne! Baba!” Diye seslendim. Ses seda yoktu. Telefonumu çıkardım ve babamı aradım. Telefon açılmayınca annemi aradım. Telefon biraz çaldıktan sonra açıldı. Telefonu kulağıma götürdüm: “Alo, anne?” “Kızım baban araba kazası geçirdi şimdi hastanede seni birazdan almaya geleceğim.” “Nasıl yani? Anne! Anne!”

Telefon kapanmıştı. Çaresizce yanımdaki koltuğa oturup beklemeye başladım. Neler oluyordu? Gözlerim doldu. Çok endişeliydim. Biraz sonra kapı çaldı. Hızlı adımlarla kapıya doğru gittim. Annem endişeli bir şekilde karşımda duruyordu.

Yazının Devamı

İnsanlar birbirlerine muhtaç yaratılmıştır.

Âlemlere Rahmet Hazreti Muhammed (s.a.a.) Efendimizin sözü ile konuyu açalım ve böylece O'nun şefaatinden ve dostluğundan pay sahibi olalım: "Kişi arkadaşının dini üzeredir. O halde herkes kiminle arkadaşlık yaptığına baksın."(Ebu Davud, Tirmizi)

Yalnızlık ancak Allah'a mahsustur. İbadet ve itaat noktasında, "yalnız Allah'a kulluk ve ibadet edilir" ancak sosyal yaşantıda insanlar birbirlerine muhtaç olarak yaratılmıştır. Şöyle bir hafızamızı zorlarsak, insandan başka yaratıklar gerek yumurta olarak gerek beden olarak doğurduklarını doğaya bırakmakta, doğanın şartları içerisinde yaşamlarını sürdürmektedirler. İnsanoğlu diğer yaratıklara göre istisna bir özelliğe sahiptir. Onun belli şartlarda mutlaka başkaları tarafından bakıma muhtaç olduğu dönemler vardır. Doğumundan ölümüne, çocukluk ve ihtiyarlık dönemlerinde; beslenme, barınma, konuşma, eğitim, tedavi gibi olmazsa olmazları kendi dışında birileri tarafından yerine getirilmek zorundadır. O zaman insanoğlu toplumsal bir varlıktır. Mutlaka birbirine vesile olarak yaşamlarını sürdürmeye muhtaçtırlar.

Hazreti Ali Efendimiz günün birinde; "Allah'ım beni Sen'den başkasına muhtaç etme" şeklinde dua etmişti. Sevgili Peygamberimiz: "Ya Ali sen ölmek mi istiyorsun?" diyerek müdahalede bulunur. Sonra da "İnsanlar birbirlerine muhtaç yaratılmıştır. Allah'ım beni namerde muhtaç etme şeklinde dua etmen daha doğrudur" diye nasihatte bulunmuştur. Demek ki insanoğlu mutlaka diğer insanlarla birlikte yaşayacak ancak birlikte yaşayacağı, özel manada arkadaşlık yapabileceği kişileri iyi seçmek zorundadır.

Yazının Devamı

Dönmedin..

Ben kaç bin gece nöbetini tuttum gözlerinin, Ay ışığı vururdu yamaçlarıma, sigaram elimde gecenin tam orta yerinde... Sonra sabahları bekledim güneşle dönersin diye, Her doğan günde seni bekledim ben İklimleri götürdü zaman, Saç beyaza döndü sigaram küle... Dönmedin..

Kahrımdan can yakmak istedim, hasretinin tokmağı vurdukça zamanın ruhuyla Belki diner sinemin sızısı bir nebze diye Sapan aldım kendime kuş vurmak için Onda da ben kuşlara hiç kıyamadım. Penceresinde gül yetiştiren adam değildim amma Barışçıl insandım yaşadığım kırk altı boyunca Farkında olsamda bütün mağlubiyetleri barış zamanında aldığımın…

Herkes hak verdi sevdama Bir tek sen vermedin sevdiğim Tamam ben kötüyüm baş göz üstüne de Sen de kötüsün sevgilim hem de çok kötü İster kabul et ister etme sen de öylesin.. Yine de aşkım bakidir gül sıcak tenine Kahrında hoş lütfunda..

Yazının Devamı

Tanrılar hep iflas eder..

Zor zamanlar ve insanlığa dair zihinlerde oluşan evrensel değerler ve eşik ilkeler bir bir yere serilince hafızalar asrı saadet denilen dönemleri sık anımsar.

İslami literatürde asrı saadet peygamber efendimiz Hazreti Muhammed’in dönemi ve onun arkasından gelen Hulefai Raşidin dediğimiz olgun Halifelerin hükmettiği yaklaşık 40 50 yıllık bir dönemi kapsar. Hz. Ebubekir’le başlayıp Hz. Aliyle sonuçlanan bir dönem. Arada Hz. Ömer ve Halife Osman var.

Hz. Ömer Araplara devlet teşkilatını kuran adam. Sasanilerden ve Bizans'tan esinlenerek Ordu ve Devleti yapılandırıp, devlette ehliyet liyakat sistemini ve adaleti tesis etmeyi o döneme göre üst düzeyde başarmış biri. Gönlü yüce kendi de yüce ali bir zat..

Yazının Devamı

Bir hastane hikayesi..

Hikâye kabaca şöyle: “İki yaşlı adam hastanede aynı odayı paylaşıyorlar ve biri cam kenarında, diğeri ise duvar dibinde yatıyordu. Cam kenarındaki yaşlı adam, her gün camdan bakarak arkadaşına dışarısını anlatırdı.

– Bugün deniz sakin, yine de hafif rüzgâr var sanırım çünkü uzaktaki teknenin yelkenleri rüzgârla doluyor. Park bu sabah sakin, iki salıncak dolu, iki salıncak boş, dünkü sevgililer yine geldi, aynı yere oturup konuşmaya başladılar, el ele tutuştular, ne kadar da birbirlerine yakışıyorlar. Erguvan ağaçları ne kadar güzel açmış, her yer mor bir renk almış, erik ağaçları da beyaz çiçekleriyle onlara eşlik ediyor. Denizin üzerindeki martılar ne güzel de suya dalıyorlar, bugünkü yemeklerini arıyorlar.

Günler böyle geçip gidiyordu. Duvar kenarındaki hasta, diğerinin ne kadar şanslı olduğunu düşünüyor, onun yerinde olmayı arzuluyordu.

Yazının Devamı

Culupçu..

Askerde erat mesleklerine göre tasnif edilir. Çavuş sora sora askerleri mesleklerine göre tasnif etmiş. Son bir asker kalmış ona da mesleğini sormuş. Asker, “culupçu” olduğunu söylemiş.

Çavuş ‘culupçu”luğun ne olduğunu bilememiş utanmış sormaya da... Takım komutanının huzuruna çıkmış şunlar şunlar var, bir tane de ‘culupçu’ var demiş. Takım komutanı da bilememiş ‘culupçu’yu o da çavuşa soramamış. Sonra sıralı komutanların hepsi bir üstüne listeyi götürmüş kimse de ‘culupçu’ ne diye soramamış. Tümen komutanı çağırmış bu askeri ve “evladım sen burada yanımda duracaksın” demiş.

Asker askerliğinin sonuna kadar yatmış. Tezkeresine az bir vakit kala tümen komutanı askeri hatırlamış ve tekrar yanına çağırmış ve merakını gidermek için, “Bu culupçuluk nedir?” diye sormuş. Asker bir el arabası çakıl taşı istemiş ve bahçedeki havuzun yanına dökülmesini söylemiş. Sonra havuzun kenarına uzanmış ve bir çakıl taşı alıp havuza atmış, suya düşen taş ‘culup’ diye ses çıkarıyormuş. “Komutanım; işte ‘culupçuluk’ bu” demiş.

Yazının Devamı

Birine güç vermeden karakteri ortaya çıkmaz..

Askerliğimin acemi birliği kısmını Çanakkale 116. Jandarma Er Eğitim Alayında yaptım. O dönem üniversite mezunları 8 ay askerlik yapardı toplam. Sene 2002 idi. Acemi birliği eğitimimiz 2 ay sürdü.

Eğitim alanında bir gün Eğitim Çavuşumuz değişik bir uygulama yaptı. Er olarak görev yapanların her birine 5 dakikalık çavuşluk görevi verdi.

Eğitim Çavuşumuz: "Sizi yetkili kılıyoruz. İsteyen istediği komutları verebilir istediği uygulamayı yapabilir" dedi. Rol icabı çavuşluk sırası gelen adeta canavar kesiliyordu. Öyle manzaralarla karşılaştık ki er arkadaşına tokat atanı mı desem, yat-sürün, otur-kalk şuraya koş, buraya koş diyerek samimi arkadaşlarına bile kötü muamelede bulunanlar oldu. Bu uygulama çok uzun sürmedi.

Yazının Devamı

Aç gözlülük ağına takılanların hazin sonu ve bir Urgan meselesi..

Açgözlülük, psikolojide haz ilkesiyle yakından ilişkilendirilen bir kavramdır. İnsan, hazzını sürekli kılma isteğiyle daha fazla maddi ve manevi kazanç talep eder. Bu talep, bireyde güçlü bir rekabet duygusu ve bireysel başarı arzusuyla kendini gösterir. Hatta bu yapı, toplumsal normlar içinde açgözlülüğü bir tür kahramanlık olarak bile yüceltebilir. “Kazanan her şeyi alır” zihniyetiyle bireyler, sürekli daha fazla birikim ve statü elde etme kaygısıyla hareket ederler.

Kişi, doyumsuz bir şekilde “daha fazla” isteme eğilimindedir ve bu his, beynin ödül sistemini etkiler. Ödül sistemi büyük ölçüde dopamin hormonuna dayanır ve açgözlülük, bu sistemi aşırı aktif tutar. Dopamin, kişinin daha fazla ödül beklentisi içine girmesine ve benzer eylemleri tekrar etmesine neden olur. Örneğin, Knutson, Rick, Wimmer, Prelec ve Loewenstein (2007) tarafından yapılan bir fMRI çalışması, yatırım kararı öncesinde dopamin salınımının arttığını ve bunun kişiyi daha riskli, ancak potansiyel getirisi yüksek seçimlere teşvik ettiğini ortaya koymuştur. (Knutson, B., Rick, S., Wimmer, G. E., Prelec, D., & Loewenstein, G. (2007). Neural predictors of purchases. Neuron, 53(1), 147–156.)

Açgözlülük aynı zamanda “istemek” ve “sevmek” arasındaki nörokimyasal ayrımla da açıklanabilir. Dopamin, genellikle bir şeyi çok istemekle ilişkilidir. Bu nedenle açgözlülük, yoğun bir şekilde isteme dürtüsüyle açıklanabilir. Ancak kişi, kazandığı paradan veya elde ettiği statüden gerçek bir haz almaz; bunun yerine dopaminle tetiklenen “daha fazla” arzusuna kapılır.

Yazının Devamı