Merkezi idarenin yerel idareler üzerindeki vesayetini kaldırmak, 82 ilde 82 devlet kurmak demektir! Dışarıdan beslenen bir örgütün 40 yıldır terör eylemleri yapması, “Kürt sorunu” olarak gösterilemez. Yine “Alevi sorunu” diye bir yaklaşım da doğru değildir.

Cumhuriyetin kurucu değerlerini yeniden yorumlayıp hevesle ve cesaretle Türkiye’nin yeni yolculuğunu inşa edecek olanlar, değerleri yeniden yorumlarken devleti ayakta tutan kolonları kesme gafletine düşmemelidir. İmamoğlu, yerel yönetimler üzerindeki vesayetin kaldırılmasını talep ederek , kendisine yapılan “Atatürk ilkelerine bağlı bir tutumu öne çıkarmak” önerisine uygun davranmış olmuyor ki.. Belediye yönetiminin başından gelenlerin vesayet karşıtı ya da merkezi idareden bağımsız olma isteği süregelen bir gelenek gibi. Vesayet kelimesinin iticiliğini kullanarak politika yapmak siyasetçilere cazip geliyor. Aslında vesayet denetim, üst göz demek, tek devlet demek. Denetimden ve üniter devletten niye bu kadar rahatsız olunur ki! Güçlü devletin nesi kötüdür ki; eğer güvenlik özgürlük optimizasyonu, dengesi sağlanmışsa..

Gayemiz:

Merkez Bankası Başkanı Gaye Erkan, 2023 TÜFE tahminini yüzde 58’e yükselttiklerini açıkladı. Peki politika faizi nerede? Yüzde 17.50’de… Faizler insanların birikimlerini koruyacak kadar yüksek olmazsa ve biraz da zekâları varsa ne yapacaklar? Ya döviz ya arsa ya altın ya da borsa gibi alanlara kayacaklar. 

Enflasyon hedefi doğruysa bu politika faizi ne; yok eğer politika faizi doğruysa enflasyon hedefiyle uyum nerede?  Yüzde 58 ve yüzde 17.5… 

Yıl sonunda enflasyon yüzde 58 olacaksa, mevduat faizini yüzde 30’lara indirmek başarı mıdır? Bu durum bankacılara bir alan açar açmaya ama resmen yüzde 58 enflasyonun beklendiği bir süreçte vatandaş TL’den dövize ya da başka araçlara yönelmeyip ne yapacak?

Faiz konusunda bu günkü hükümetin temel yanlışı, nominal faiz üstünden politika oluşturmaya çalışmasıdır. Aynı tuzağa MB ‘da düşmüştür.

Yani tasarruf sahibi mevduata 100 lira yatırırsa, bir yıl sonra faizi ile birlikte 130 lira alacaktır. Ancak enflasyon yüzde 58 olduğu için 100 lirasının satın alma gücü 82,3 liraya gerileyecektir. Bu şartlarda TL’ de kim kalır? TL’ den kaçış hızlanır. MB görevi TL’ yi korumaktır. Demek ki görevini yapamıyor.

ABD, FED faizleri yüzde 0,25 artırdı ve 5,25-5,50 aralığına yükseltti. Yıllık TÜFE oranı da yüzde 3 oldu. Demek ki ABD’ de reel faiz yüzde 2,43 tür. Avrupa Birliği de faizleri artırıyor.

Türkiye’nin yapması gereken, gösterge faizini reel faiz seviyesine çıkarmak ve enflasyon düştükçe indirmek olmalıydı. 

O zaman Gaye hanıma soruyoruz: Böylesi kısıtlı şartlarda dinamik optimizasyon nasıl gerçekleşecek?

Not 1: Türkiye’de dürüstlük elinde imkan olmayanların sonuna kadar savunduğu, eline imkan geçenlerin bu kavramı delik-deşik ederken bahanelerle çevresini sarmaladığı bir duruş biçimi. Evet sen de öylesin sevgilim!

Not 2: Aklım nerde bilmiyorum bana yardımcı olsana
Beni düşünmelerini nasıl da seviyorum
Gülsene arada bana sıcaklığını alayım
Odalar mı çok küçük ben mi çok büyüdüm
Duymayınca sesini bir yere sığamıyorum
Ruhum doğum sancısında kanatlandı kanatlanacak
Kanatlansa ne olacak yanına varamıyorum
Tutup elimden kurtarsan ellerin nasıl da güzel
Sigaramı tutuyorum elini tutamıyorum..
A.Lidar

Not 3: düşmanlardan yardım dilenilen çağda
bazen insan soruyor kendine
hayat dizine yatamadıklarımıza bir şey anlatmamamız gerektiğini
ne zaman bana da öğretecek..
çünkü
kolay zaferlerden başı dönenlerin ve
her şeyi bir anda çok sevenlerin, her şeyi bir anda yok sevenlerin arasında
Bir gün yanımızda birbirimiz olmadan öleceğiz..

Not 4: Bir yanda seçimi kazanmak için büyümenin sürmesi (dolayısıyla istihdamın korunması ve hatta artması) zorunluluğu var. Diğer yanda da büyüme için gerekli olan döviz gereksiniminin karşılanması zorunluluğu. İkincinin yapılabilmesinin en kestirme yolu sert faiz artışı. Ancak bu ilk amaçla çelişiyor. Bunun yanında başka açmazlar daha var ama seçimlere kadar olan dönemde ekonomi politikaları bu ana kısıt içinde gerçekleşecek.

Ekonomi yönetimi, pozitif reel faiz politikasına yanaşmıyor. Zira bu yolun sonunda kredi çöküşü, firma iflasları, hatta ekonomik kriz ve işsizliğin artışı olabilir. Tıpkı 2018-2019 döneminde olduğu gibi. Ancak, 2021 sonrasındaki para politikası deneyine de devam edilemiyor. Zira döviz ihtiyacı, bu deneyin sınırını oluşturuyor. Bu durumda karşımızda yeni bir rota arayışının olduğunu söyleyebiliriz.

Bu rotanın para politikası ayağı, halen yüksek negatif reel faizle sürüyor. Dolayısıyla TL kademeli olarak değersizleşiyor ancak TCMB müdahalelerini yeniden rezerv biriktirerek yapıyor. Rotanın maliye politikası ayağı ise, faiz aracının işlevini ikame etmeye soyunmuş durumda. Yüksek vergi artışlarıyla, zaten alım reel ücretleri enflasyon karşısında erimiş geniş kitlelerin alım gücü daha da geriliyor ve talep sınırlanıyor. Burada amacın bütçe açıklarını kapatmaktan çok talebin kısılarak, enflasyonla mücadelede para politikasının ikame edilmesi motivasyonunun etkili olduğunu düşünüyorum.
Peki, bu politika amacına ulaşır, iç talep baskılanırsa; AKP’nin bugüne kadar başına gelmesinden en çok çekindiği gelişme olan işsizliğin artması da kaçınılmaz olarak gerçekleşmez mi? Evet, bunun gerçekleşmesini bekleyebiliriz. İktidar açısından bu sorun karşısında olası çıkış yollarından biri, yeniden net ihracatı büyümeye pozitif katkı yapar hale getirmekten geçiyor. Yani, fiyat rekabetçiliğine dayalı ve ihracat çekişli bir büyüme modeline dönüş, istihdamın ihracattaki büyüme sayesinde korunabileceği hesabına dayanıyor olabilir.

Kısacası, ekonomi yönetimi yüksek negatif faiz politikasını sürdürmek istemektedir. Bu nedenle yüksek oranlı bir faiz artışından beklenen iki sonuç (iç talebi kısmak ve sermaye girişlerini sağlamak) maliye politikasıyla (vergileri artırıp alım gücünü sınırlamak) ve ikili anlaşmalarla (Körfez turu) ikame edilmeye çalışılmaktadır. Bu formülasyon sonucunda baskılanacak olan iç talep ise, ihracatla yani dış taleple ikame edilmeye çalışılabilir.

Normalde, bu tip büyüme modeli değişimleri kolay değildir. Zira bu çalışanlar açısından reel ücretlerin daha da düşürülmesi ve enflasyondaki artışın sürmesi anlamına gelecektir. Siyasi maliyeti yüksek olabilir. Ancak, otoriter yönetimlerde büyümenin kaynaklarını değiştirmek daha kolaydır. Erdoğan yönetiminin bunu yapabilmesi, otoriter konsolidasyon doğrultusunda epey yol almasından kaynaklanıyor.

Not 4: Dinamik optimizasyon şart ama şartlar kısıtlı..

Not 5: Obezin biri zayıflamaya karar vermiş ve diyetisyene gitmiş. Diyetisyen ölçmüş biçmiş ve ona bir diyet menüsü önermiş. Obezin tepkisi; “bu menü, yemekten önce mi sonra mı?” olmuş. Fıkra burada bitmiyor. Obeze “tek yemeğin bu” deyince ikinci bir diyetisyene gitmiş ve böylece 2 yemeği olmuş.

Not 6: Para politikaları, faiz oranları ve döviz müdahaleleri gibi araçlar, ekonominin önemli değişkenlerinde istikrar sağlamak için kullanılır. Aynı zamanda, üretkenlik artışı ve yatırım ortamının geliştirilmesi gibi yapısal reformlar, enflasyon ve dolar kuru üzerinde olumlu etkiler yaratırken, ekonomik istikrarın sağlanmasına da katkı sağlar. Ancak işinizi istikrar cephesinden değil de tüketim odaklı büyüme cephesinden yaparsanız ne denge kalır ne de istikrar…

Not 7: Bugünkü enflasyon raporuna bakınca para politikasına dair iki temel siyasi kısıtın devam ettiği izlenimini ediniyorum:
1) Resmi faizde üst sınır var
2) Büyümede yavaşlamaya tahammül az
Bu iki kısıt devam ettiği sürece merkez bankasının enflasyonla mücadele konusunda işi zor.

TCMB döviz kurundan enflasyona geçiş tahminlerini paylaşmış. Yıllık %25 oranını düşük bulsam da geçiş katsayısının 2018 yılından sonra belirgin arttığı tespiti önemli.
Raporda çıktı açığı (kırmızı) bir türlü negatife gitmiyor, yani 2024 yılında büyüme %4, 2025 yılında %4,5 civarında öngörülmüş. Soru şu: bu durumda iki yıl içinde enflasyon %58'den % 15'e nasıl inecek?

Not 8: Tüketicilerin bugününe dönecek olursak, zamlar, hayat pahalılığı ve enflasyon gerçeği günlük hayata damga vuruyor. Hayatımız bu üçgen içinde geçiyor. Konuya bir dördüncü boyut eklemek isterseniz, kira artışları meselesini ele alabiliriz. Kiracılar kira fiyatlarının ulaştığı erişilmez seviyelerden dolayı sıkıntı yaşarlarken, ev sahipleri de kira artışlarının sınırlandırılmasının kendileri için adil olmadığını düşünüyorlar. 

Not 9: Eğer fakirlik, hastalık ve ölüm olmasaydı insanoğlunun kibirden başı eğilmez olurdu.

Hasan-ı Basri

Not 10: Diyor ki Gaye Hanım, “2025 yılı sonrasını ise istikrar döneminin başlangıcı olarak görüyoruz.”
Bütün bunlar, “Ekonomide rasyonelliği” ilke edinen bu yeni kadronun dezenflasyonist – enflasyonla mücadele politikalarını sürdürebilmesi ile bu takvimde ulaşılacak hedefler…
Buna rağmen “enflasyon ataleti” diye ifade edilen şeyin, toplum hayatının üstüne karabasan gibi abanmış olması, 2023 – 2025 aralığı gibi daha çok uzun süre her gün bir şekilde dudakları uçuklatacak. Döviz fiyatları ne oldu, akaryakıt fiyatları nereye fırladı, en düşük ev kirası kaç 10 bine çıktı…. Evet, ekonomist değiliz ama, başımıza gelenler ülkede yaşayan herkes gibi bizim gibi sade vatandaşları da etkiliyor.

Not 11: Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı/Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim/Bunu bana söylemediniz...
Sezai Karakoç

Not 12: Ağır ağır ısıtılan suda pişen kurbağa misali…
Yıllar önce, rektör yardımcılığı, bölüm başkanlığı yapmış bir öğrencimin emekliliğini istediğini duymuştum. Kendisini aradım. “Ne iştir?” diye sordum. Daha önünde verimli olacağı on yılları vardı.
“Hocam”, dedi, “Dört işlem bilmeyen mühendislik öğrencileriyle uğraşmaktan bıktım. Artık yapamayacağım.”
Yine üniversite giriş sınav sonuçları geldi. Yine yüzbinlerin sıfır çektiğini okuyoruz. Yine ortalama doğru cevap oranının dörtte birin altında olduğunu görüyoruz.
Bakınız, ortalama, bilmesi gerekenin dörtte birini biliyorsa yarısı, dörtte birden daha azını biliyor demektir.
Tabii kesirlerin o kadarcığını unutmadınız değil mi sevgili okuyucularım? Acaba bugünün öğrencileri şunu da anlar mı: Türkçenin dörtte birini bilen dörtte üçünü bilmiyor demektir!
Yukarıda, “Yine üniversite sınav sonuçları geldi.” diye başlayan paragraftaki ifadeler vahimdir ama en vahim tarafı, cümlelerin başında tekrarlanan “yine” kelimeleridir. Bu ne demektir biliyor musunuz? O Türkçenin dörtte birini, fen bilimlerinin beşte, altıda birini bilen ilk nesillerin üzerinden on yıllar geçti demektir. Bu on yıllarda bu gençlere ne oldu?

Artık onlar o kadar genç değiller. Sıfır çekerken, Türkçenin dörtte üçünü veya daha fazlasını, matematiğin yüzde seksenini, doksanını bilmezken gençtiler. Şimdi otuzlarında, kırklarındalar ve direksiyonun başındalar. Devama gerek yok müjdeleri içinde, geçen yıllarda okudular ve diploma aldılar.
Bir kısmı zahmet edip okumadan diploma aldı. Sonra mülakatlara girdiler, büyük bir mutluluk içinde kazandılar, tayin oldular! Şimdi bir kısmı yüksek yüksek mevkilerdedir.
Başta Millî Eğitim Bakanlarımız, geçmiş bakanlarımızın hepsi… Sonra onların üstündekiler, sonra altındakiler… Her sene onlar da tıpkı bizim gibi o sınav haberlerini alıyor. Bir tepki yok. Mevcut Sayın Bakan, kız okulları açmakla uğraşıyor. O zaman yükselerek arşa değecek belki başımız! Hep birlikte Türkiye Yüzyılı’nın hazırlığı içindeyiz.
Yakında hepimiz emekli olacağız. Okullara da sınavsız girilecek, sınavsız çıkılacak. Devam etmeden ve sınıfta kalmadan çıkıldığına göre, bal gibi sınavsız girilir de çıkılır da.
Bu eğitimsizlik ekonomiye nasıl yansır dersiniz? Yaşayan ölü yani zombi, yani hortlak şirket sayısında dünya birincisiymişiz. Dünya ikincisi, aziz dostumuz Endonezya imiş…

Orkestra çalıyor. Balo devam ediyor. Şom ağızlılar zeminin gittikçe eğildiğini söylüyor.

Not 13: TL’nin ve piyasanın yerine oturması için TL getirisinin nominalden reele dönmesi gerekiyor. Negatif faiz ve yüksek enflasyon ortamında hiçbir fiyatlandırma reel olamaz... Bugün konut fiyatları ve kira krizi dedikleri şey nerede ise tamamen negatif faiz politikasının sonucudur.
Türkiye’nin ekonomide gerçek sorunları keşke zam-enflasyon gibi şeyler olsa... Asıl sorunumuz YAPISAL YIKIMDIR ve uzun vadede bize çok daha büyük acılar yükleyecek.. Yüzde 52 ile işsizliği, yoksulluğu ve fakirliği biz tercih ettik.

Not 14: Yangın söndüren itfaiyenin kendisi yanıyorsa, ortada daha derin sorun var demektir.

Not 15: Tutsak değildik zamana/başına buyruk yaşardık/çocuklardık, parlak yıldızlardık o zaman.

Not 16: KAPİTALİZM, patronun işçiyi ezdiği ekonomik sistemdir.

Not 17: Türkiye'nin hiç bir zaman ORMAN ya da TARIM bilinci olmadı.
Rastgele takılıyoruz.
Haksız rant kovalıyoruz.
Para aksın da...
OSMANLI ekonomik modelinin devamı.
Sanki vatan değil de, uzak KOLONİ havasındayız.
Bu psikoloji ilginçtir.
Kafamız hala GÖÇEBE.

Not 18: MB Başkanı ‘’faizleri yüzde 8’den yüzde 17,5’e çıkardık, Mevduat faizini de yüzde 30’ a indirdik ‘’ diyor.
Faiz konusunda bu günkü hükümetin temel yanlışı, nominal faiz üstünden politika oluşturmaya çalışmasıdır. Aynı tuzağa MB ‘da düşmüştür.
Zira MB Hem yıl sonu enflasyon hedefini yüzde 58 ilan ediyor, hem de mevduat faizini yüzde 30’a indirdim diyor. Bu durumda mevduat reel faizi yüzde eksi 17,7’ demektir. Yani tasarruf sahibi mevduata 100 lira yatırırsa, bir yıl sonra faizi ile birlikte 130 lira alacaktır. Ancak enflasyon yüzde 58 olduğu için 100 lirasının satın alma gücü 82,3 liraya gerileyecektir. Bu şartlarda TL’ de kim kalır? TL’ den kaçış hızlanır. MB görevi TL’ yi korumaktır. Demek ki görevini yapamıyor.
ABD, FED faizleri yüzde 0,25 artırdı ve 5,25-5,50 aralığına yükseltti. Yıllık TÜFE oranı da yüzde 3 oldu. Demek ki ABD’ de reel faiz yüzde 2,43 tür. Avrupa Birliği de faizleri artırıyor.
Türkiye’nin yapması gereken, gösterge faizini reel faiz seviyesine çıkarmak ve enflasyon düştükçe indirmek olmalıydı. MB, 2018 yılında böyle yaptı. Gösterge faizini yüzde 24’e çıkardı. Bu yolla hem 2018 Eylül – Ekim’de yüzde 25 olan enflasyonu bir yıl sonra yüzde 9’a indirdi. Hem de dolar kuru 6,5 liradan 5,5 liraya geriledi. Merkez bankası enflasyon düştükçe gösterge faizini de düşürdü.
Aslında hepimiz boşa çene yoruyoruz. Zira sabah gazetesindeki bir köşe yazarına göre, Sayın Cumhurbaşkanı MB’na ‘’faiz artışında dikkatli olun, virajı geniş alın‘’ demiş. O zaman MB faizleri reel faiz seviyesine çıkaramaz, topu çevirmeye devam eder.

Not 19: Enflasyon Raporu’ndan Çıkarılan Dersler: 
1-Türk Lirası’ndan kaçın.
2-TL mevduata paranızı yatırmayın. Negatif reel faiz devam edecek. Paranız eriyecektir.
3-Enflasyon artmaya devam edecek. İhtiyaçlarınızı ertelemeyin. Bir an önce alın.
4-Kredi almak daha da zorlaşacak ve maliyeti de artacaktır. Gelir gider dengenizi çok iyi ayarlayın.

Not 20: Hollywood’da senaristler ve oyuncuların yapay zekaya karşı önlem isteğiyle çıktığı grev sürerken Netflix yeni bir yapay zeka uzmanı aradığını duyurdu. Maaş da dolgun: Yıllık 900 bin dolar (yaklaşık 24 milyon lira).

Not 21: Merkez Bankası’na bazı atamalar yapıldı. Atananlar ‘nitelikli’ hâleden seçilmiş, en azından ‘görünür’ olanlar. Devamı gelecektir. Baktım, sosyal medya muhtarlığının ihtiyar heyetinden iltifatlar gelmeye başlamış, öyle ya, ‘aranan liyakat’a ulaşılmaya başladı artık. Aynı heyet, maliye bakanı değiştiğinde de kendisine ‘yardım’ çağrısı yapmıştı. Nasıl edeceksek!

Muhalefetin muhalefetinde ‘liyakat’ sözcüğünün ne denli öne çıktığı malum. Diğeri hukuk devleti idi. Ekonomi kötü, neden, çünkü hukuk devleti yara aldı; halimiz harap, neden, çünkü liyakat kalmadı… Tarihten ve günümüzden istediğiniz kadar örnek bulup anlatın, zenginlik ve kalkınma için hukuk devleti ve demokrasinin şart olmadığını, 20’nci yüzyıl faşizmlerinin çok sayıda ‘liyakat sahibi’nin destek ve memuriyetiyle filizlendiğini, örneğin, Franco’nun, ‘demokratik’ Batı’nın desteğini yıllar içinde beceriyle sağlayıp günü geldiğinde göçüp gittiğini, sermayenin palazlanması için hukuk devleti ilkesine riayetin bir zorunluluk olmadığını, kâr elde etmek için demokrasinin gerekmeyebileceğini, 12 Eylül darbesine en çok TÜSİAD çevresinin sevindiğini ve bunu açıkça dile getirdiğini vs…

Hiçbir tarihsel-somut gerçeğin yararı olmuyor söz konusu zihniyete. Onlar bir insanın ideolojisiz de olabileceğine ya da tarihte yaşananların sınıf mücadelesiyle ilişkisizliğine iman etmişler bir kez. Şimdi olduğu gibi kötü kalpli sermayedar, iyi kalpli köylünün ağacını kesiyor.

Ve 12 Eylül darbesi de, sağ-sol kavgası ve meclis bir cumhurbaşkanı seçemediği için olmuştu zaten. Memleketin en prestijli ve şöhretli bilim insanlarından biri, 12 Eylül ve Kenan Evren’i övüp durmuyor mu yıllardır… Acep bu övgülerin sınıfsal aidiyetle, siyasi konumla, ideolojilerle bir ilgisi olabilir mi ki; yok hayır, ne ilgisi var, yoktur, yoktur. Bak aklıma geldi şimdi, yeri gelmedi ama sormak isterim; siz hiç, büyük âlim tafrasıyla “Halkımız cahil” diyen muhteremlerin, asıl çatılması gereken mevkilere çattıklarına, düşünsel konforlarından bir kez olsun ödün verdiklerine tanık oldunuz mu?

Muhalefet ve bir kesim muhalif seçmen, liyakat ve kültürel iktidar kavramlarına fazla sarıldı. Oysa ne bir tür kültürel iktidar var ne de liyakat her derdin ilacı. Muhalefetin ulaşabildiği liyakat sahibi insanlara iktidar ulaşamıyor muydu? Diyelim Rifkin, ücreti karşılığında iktidar danışmanlığı yapmaz mıydı? Saray, adı sanı bilinen iktisatçıları davet edemez miydi? Etse, davete icâbet edilmez miydi? Faiz siyasetinin, şu anki siyaset gibi, dönemsel bir ‘tercih’ olduğunu kabul etmek bu denli zor mu?
Kendi alanımdan sesleneyim; AKP ilk günden itibaren hiçbir anayasal-hukuksal değişikliği (ve uygulamasını) ‘liyakat’ yoksunluğundan yapmadı; tümü, incelikle hesaplanmış adımlardı ve sürüyor. Şu mahkeme kararları, hâkimler liyakatsiz olduğu için mi veriliyor?
Liyakat mı, işte size iyi eğitimli, hatta Boğaziçi mezunu, ‘piresınt continyus tens’te şakkadanak cümle kurabilecek kamu görevlileri, yeni yüzler.

İdeolojisizlik (ki ideolojisizlik propagandası başlı başına hâkim ideolojinin ürünüdür), hayatta ‘durulan’ bir yer olmaması, uzak ve yakın tarihte defalarca yanlışlanmış ezberlerin tekrarı, düşünsel-siyasal konfor ve beklenebilir sonucu, siyasetsizlik. Sonra? Böyle giderse, muhalefetsizlik. Gerçi ne fark eder, nasıl olsa ‘Aynı gemideyiz’ ve ‘Devlet ayrı hükümet ayrı.’

Not 22: Kimin neyi unutup neyi hatırlayacağını ya da neyi nasıl hatırlayacağını belirlemek mümkün bu dünyada.

Not 23: Türkiye’nin acılı ekonomi deneylerinden sonra geldiği yer, daha önce zaten defalarca geldiği ve fayda gördüğü yerin ta kendisidir. Kaybettik üzülmüştük, bulduk seviniyoruz. Toplumu; hatta toplumun siyasi ve ekonomik elitlerini sevindirmek, mutlu etmek bu kadar kolaymış… Bu, Erdoğan’ın sınırsız bir tercih imtiyazı sayesinde olabiliyor. Bazı tercihleriyle ekonomiyi krize sokabilir ve o tercihlerle seçim kazanabilir.

Sonra döner o tercihlerine tam aksine karar vererek yeniden kazanabilir. 2023 hedefleriyle bilmem kaç zafer kazandı ama bu hedeflerin hiçbirisinin yarısı bile tutmadığı halde; bu kez onların yarısını vaadettiği 2028 hedefleriyle yeniden kazanabiliyor. Hatta 2053, 2017 hedefleri gibi teknik olarak ulaşacağı noktaların belirsiz olduğu hedefler koyabiliyor; yine kazanıyor. Enflasyon bugünlerde yüzde 5 olacaktı, millet yüzde 20’ye de razı oldu; yetmedi şimdi yeni ekibi yüzde 58’i ilan etti… Bu da sadece Erdoğan’a ait benzersiz bir imtiyaz sayesinde sorun değil. Çünkü, hedef ne olursa olsun tutsun ya da tutmasın, o kazanıyor.
Bugün, yeni ekonomi ekibine açılan kredi de bu imtiyazın sonucu. Bir de böyle deneyelim imtiyazı… Mehmet Şimşek ve arkadaşları hem çok güçlü bir desteğe sahip, hem de eldeki fırsatı heba ederlerse sevimsiz eleştirilerin odağı olmak riskiyle karşı karşıya. Aklı başında herkesin slogan gibi seslendirdiği “rasyonel politikalar”ın işe yaradığını göstermek zorundalar. Çünkü bütün bu denemeler arttıkça Türkiye’nin sırtına taşımakta zorlanacağı ağır yükler biniyor. Her yanlışın maliyeti gelecek nesillerin hesabına yazılıyor.

Not 24: Bâtıl bir iş yapıyorsanız kıbleye dönüp secde etseniz ne olur, etmeseniz ne. Bu, genelev açılışında kurban kesmeye benzer..

Not 25: Bazen zaman size istediğiniz süreyi tanımayabilir.

Not 26: Şimdi LGS ve YKS sonuçları açıklandı. Gündemde üniversite tercihleri var. Sınava rekor sayıda 3 milyon öğrenci girdi. Bu rakam bir rekor. Bu durum karşısında hükümet kontenjanları artırdı. Sayıyı 1 milyona çıkardı. Bu bir eğitim cinayetidir. Dünyada liseden mezun olan herkesin üniversiteye gitmek istediği gelişmiş hiçbir ülke yok. Herkesin beyaz gömlekli olmak istediği bir düzen kurulmuş. Ama çoğunluğun böyle bir şansı yok.
Herkesin beyaz gömlekli olmak istediği bir düzen kurulmuş ama çoğunluğun böyle bir şansı yok. Bugün ülkemizde beyaz gömlekli olmak demek asgari ücrete yakın bir ücrete talim etmek anlamına geliyor, çünkü hemen her alanda istihdam fazlası eleman var.
Geriye tek yol kalıyor. İyi yetişmiş ya da fırsatını bulan gençlerimiz dünya piyasalarına açılırken açılamayanlar da içeride idare etmek zorunda kalacak.

Not 27: CHP eğer Ekrem İmamoğlu'nu yemezse ya da çok abuk bir aday çıkarmazsa, İstanbul'u kaybetmez.

TEVFİK GÖKSU, olabilecek en yanlış adaylardan birisi ve  Binali Yıldırım'dan hiç bir farkı yok, hatta daha kötü bir aday.

Haa, KEMAL bir mucize daha gerçekleştirirse, o ayrı.

Not 28: Türkiye’de Kur Korumalı Mevduat ivedilikle lağvedilmedikçe ve mevduat faizleri enflasyon seviyesine yakınsamadan hiçbir ekonomi reçetesi hastalığı tedavi edemez. 2.6 trilyon TL karşılıksız para örtülü sermaye kontrolü ile bloke ediliyor. Bunun tüketime değil üretime gideceği bir formül ortaya konulmadan ülke olarak bize rahat yok.

Not 29: Çiçeği burnunda hükumetimizden elbette beklentilerimizin başında, vatandaşın yaşadığı ekonomik sorunlar var.
Bir kısım vatandaş gerçekten çok ama çok zor durumda.
Evi barkı olmayan ve çalışamayanlardan başlamak üzere garip gurebalar için ivedi çare ve çözümler üretilmeli.
Sosyal devlet olduğumuz bilici hafızalarda tazelenmeli.
Fırsatçılar her dönemde maalesef varlar.
Geçen hafta memleketim Kahramanmaraş’ta fırsatçılar güruhunun hünerlerini dinledikçe pes dedim. Bu kadarı da olamaz dedim ama olmuş.

Not 30: Eşyayı dahi incitme" diyen bir medeniyetin mensuplarıyız. Su içtiği bardağı öpen Mevlevileri düşünelim. Ormana girerken, genç ağaçları korkutmamak için baltanın sapını bezle saran Yörükleri... Nereden nereye geldik!

Not 31: Burası dünyadır. İnsan sözünü tutamamış olandır. Yapmam diyen yapar, söylemem diyen söyler, gitmem diyen gider. Kalanlara selam olsun.

Not 32: Bu dünyadaki en dokunaklı şeylerden ikisi, heba olmuş yetenek ve ziyan edilmiş emektir.

Not 33: Menfaati bitenin muhabbeti de biter.

Not 34: Dünya hayatının kuralı bellidir:
Neyi seversen sev, ayrılacaksın.

Not 35: Utanması olmayanı mağlup edemezsiniz.

Asım Cüneyd Köksal

Not 36: İnsanın terbiyesi, musibet anında ortaya çıkar.

Not 37: Düzgün ve dürüst bir insan olarak dünya yolculuğunu tamamlamak, kazançların en güzelidir. Gerisi boş..

Not 38: Gönül rahatlığıyla peşinden gidebileceğimiz kaç insan varsa, işte o kadarız.

Not 39: İnsan için bu dünyadaki en acı şeylerden biri, emeğinin aleyhine dönmesidir. Vefa iyidir ve imandandır.

Not 40; İnsan muhabbet duyduğu kişinin kaderinden pay alır.

Osman Nuri Topbaş

Not 41: Kibrin şımarttığı, kinin şaşırttığı, hırsın başka bir şeye dönüştürdüğü insanlardan olmamak lazım.

Not 42: İyilik bazen, uzak kalabilmek inceliğini gösterebilmektir.
Orada olmak ama yarayı deşmemek...

Not 43: Yanlışın en ağır olanı, doğru insana yapılandır.

Not 44: Kalbinde Allah korkusu, davranışlarında insanlık görgüsü bulunmayan tek bir kişi bile hayatı çekilmez hale getirebiliyor.

Hem savcı hem hakim olup böylesi tipleri dipsiz kuyuya atmalı.

Not 45: Hava soğuyunca gölge veren ağaçları unutursun.

Japon atasözü

Not 46: 'Daha önce de sevdim insanları, daha önce de özledim.
Böyle değil.
Bu değildi.

Bir dünya ver bana, olduğum dünyayı aldın.'

Anne Carson

Not 47: Benim dudaklarımda arama dudaklarını,
Arama yabancıyı kapının önünde,
Gözyaşını gözde arama.

Paul Celan

Not 48: İki gencin hunharca katledilme görüntüleri memlekette güvenlik meselesinin şirazeden çıktığını gosteriyor, bu konudaki kaygıları ciddi manada artırmış durumda. Derhal her türlü önlem alınmalı ve idam getirilmeli. Allah hepimizi iyilere rast getirsin her daim.

Not 49: Yunus Emre'miz teşhisi ne de güzel koymuş: "Bunca varlık var iken, geçmez gönül darlığı.”

Not 50; 2 Ocak 2021’de “kayyım rektör” atamasından itibaren bu seçkin üniversitemizin başına gelenlerin 21. Yüzyılda bir örneği yok. Yine seçkin üniversitelerimizden Şehir Üniversitesi’nin kapısına kilit vurulması; bunun da 21. Yüzyılda benzeri yok…
Bilim bilimsel yayını olmadan rektörlüğe atananlar?..
Almanya yetişmiş eleman kazanmak için vatandaşlık kanununu değiştirirken, Türkiye’nin yurt dışına giden beyinlerini “gitsinlerr!” deme lüksü olabilir mi?
Neden yüksek katma değerli ürünlerimiz pek az?
Bunların hepsi geleneksel “rasyonelleşme” noksanımız yüzünden.
Birkaç “rasyonel” atama ve kararla sağlıklı büyümeye geçemeyiz. Bozulmuş her şeyi düzelten, devlet yönetiminde kuvvetler ayrılığını, kurumlarda liyakati ve görev bağımsızlığını esas alan, kaynak tahsisinde verimlilik ve teknolojiyi önemseyen “yapısal reformlar” olmadıkça, düzelmeler de sınırlı kalacaktır.

Not 51: Evet, şu an birçok gösterge iktidarın lehine gibi görünebilir. Ama biraz satır aralarına bakınca pek de öyle olmadığı söylenebilir.
Kitleler ekonomi başta olmak üzere birçok sorunla boğuşuyor. Ki bu sorunların gün geçtikçe şiddeti ağırlaşıyor. Omuzların taşıyamayacağı, canların dayanamayacağı cinsten.
Ve büyükşehirlerde bu sorunlarla baş etmek daha da zor. Dolayısıyla büyükşehirlerde başlayan duygusal bağdaki zayıflama seçimlere doğru daha da hızlanabilir.
Tam da bu noktada İmamoğlu’nun değişim kavramını ete kemiğe büründürmeye çalışmasının kıymetli olduğu düşüncesindeyim. Bazı eksikliklerle birlikte bir yola çıkılmış gibi duruyor.
Yani muhalefet hızlı bir şekilde hâlihazırdaki dağınık görüntüsünden kurtulup şöyle önüne bir bakabilirse… Görecek ki belki de birçok şey yeni başlıyor.

Not 52: Yangınlarla yok olan ormanların yeniden ağaçlanması için kampanyalar açılır, o kampanyalara siviller yanında devlet kurumlarının da katkıda bulunması için seferber olunurken, bir de bakıyoruz, yangınların erişemediği bölgelerdeki yüzlerce yıllık ağaçlar ile yangın-sonrası kampanyalar sırasında dikilip serpilmiş ağaçlar, bu defa devlet gözetiminde, şirketler tarafından tahrip edilebiliyor.
Söyleyecek söz bulmakta zorlanıyorum.
Ne olacak canım, onların yerine milyonlarca yeni ağaç dikeriz…
Verilen mesaj genellikle bu oluyor.
Oysa her ağaç o çevrenin insanları için kendi tarihlerinin de bir parçası… Onun için direniyor bölge insanları. 
Ülkemizin bir çok bölgesi kayıtların ilk tutulduğu yıldan bu yana görülmemiş yükseklikte sıcaklara maruz şu günlerde. Barajlarda su seviyesi ise en düşük düzeyde. Elbette bunların birden fazla sebebi var ama sebeplerden biri de çevre konusundaki duyarsızlık…
Kendi elimizle kendimize kötülük yapıyoruz ve bunun farkında da değiliz.
Biraz akıl lütfen.
Tabii biraz da iz’an…

Not 53: Bana göre ortada bu şirketleri suçlayacak hiçbir şey yok.
Sorun şirketlerde değil, suçlanması gereken şirketler değil siyaset.
Bu doğa katliamının önünü açan yasal düzenlemeyi yapanlar şirketler değil, maaşlarını bizim verdiğimiz vekiller.
Ülke ormanlarının katledilmesi için önlem alıp destek olanlar da o şirketin çalışanları değil maaşlarını bizim verdiğimiz Orman Bakanlığı çalışanları ve bu ülkenin dağını, taşını, toprağını, ağacını, kuşunu korumak zorunda olan jandarma.
Aynı şirket 45 bin geçiş garantili Çanakkale Köprüsü’nü yaptı.
Kabahat şirkette mi yoksa bu garantiyi verende mi! Sonuçta millet bu ülkenin kaynaklarını korusun, geleceğini güvence altına alsın diye şirketlere oy vermiyor.
Bu ormanların katledilmesi, doğanın yok edilmesi siyasi bir tercihtir.
En nihayetinde sağlıklı bir çevrede yaşamak isteyenler sağlıklı bir çevrede, bok çukurunda yaşamak isteyen bok çukurunda yaşar.
Çocuklarının nerede yaşayacağını herkes kendi karar verir.
Çoğunluk bok çukurunu seçtiyse yapacak bir şey yoktur.

Not 54: 100 bin dolayında adayın “sıfır çektiği” gerçeği bir yana, “test sonuçları” da, eğitimin ne kadar yetersiz olduğunu kanıtlıyor.

YKS-2023’ün “daha kapsamlı” sayılan Temel Yetenek Testi (TYT)’de  “doğru yanıt sayısı/ kişi sayısı” ölçümüyle alınan sonuçlar şöyle: 

Türkçe (40 soru) testinde 20,021; sosyal bilimler (20 soru) testinde 8,688; temel matematik (40 soru) testinde 8,218 ve fen bilimleri (20 soru) testinde 3,546 oldu. Soruların niteliği bir yana, bunun anlamı,  her beş öğrenciden dördünün Türkçe bilmediği ya da okuduğunu anlamadığıdır. Sosyal bilimler ve matematikte durum çok daha olumsuzdur. Fen bilimleri ise 3,546 ile yerlerde sürünüyor. Alan Yetenek Testi-AYT sonuçları da daha parlak değil.

Özetle, okuduğunu anlamayan; sosyal bilimlerden çok uzak; matematik ve fen bilimlerinin temellerini bile kavrayamamış milyonlar yükseköğrenime başlıyor.

İlkelleşme öyle bir süreç ki, bu çok önemli sayısal yetersizlikler birikimli bir biçimde niteliksel çöküntüye dönüşüyor.

Not 55: Bir yenilgiden sonra başkomutan savaşı yöneten komutana “Neden kaybettik?” diye sorar.  Komutan “Bunun 20 nedeni var” diye yanıtlar ve “Birincisi barut yoktu” diye başlar. Bunun üzerine başkomutan “bu yeter”, der “diğer nedenleri sıralamanıza gerek yok!”

Bir gerçektir ki,  çöken eğitim, yalnız kendisinin değil, tüm toplumun bedeniyle ve ruhuyla ilkelleşmesine neden olur.

Not 56: evliler daha mutludur. insan üremeye programlıdır. hayatta yaptığınız yapacağınız her şey farkında olun olmayın üremek içindir. evlenen insan üremeye yaklaşmıştır. üreyen insan var oluş amacını yerine getirdiği için daha mutludur.

Not 57: Cihatta ve fetihte askerin 'dava' ruhunu ateşleyen hep 'ganimet' olmuş demekki, bize yanlış öğretmişler.