Osmaniye’de bir eve yapılan uyuşturucu operasyonunda şehir olan astsubayımıza rahmet diler, yaralanan iki güvenlik görevlimize acil sağlık ve şifa dilerim.

Devletin direksiyonunda olanlar son zamanlarda daha önce İstanbul’da da polis kardeşimizin şehit edildiği uyuşturucu operasyonunu dikkate alıp, ülkede uyuşturucu işinin kötüye gittiğini fark etmeliler. Daha önce bu tarz operasyonlarda güvenlik görevlilerimize ateş açılması çok nadir görülürdü. Şehitlerimizin kanını yerde bırakmamak ve gelecekte olabilecek sıkıntılar için uyuşturucu meselesiyle mücadelenin tekrar gözden geçirilmesi lazım. Şu an üzücü şekilde ülke uyuşturucu tacirleri için hem transit hem de tüketim merkezi olmuş durumda ve çok para kazanma aracı hale gelmiş durumda. Akılcı hareket edilip, gerekirse kol kanat kesilmeli, uyuşturucu bataklığı haline gelmesine izin verilmemeli ülkenin.

Eskide kalan güzel adamlar:

Bir erkek bir kadına asla şiddet uygulayamazdı. Kadına şiddet uygulayan erkek ayıplanır, acizlikle suçlanır ve toplumsal dışlanmaya maruz bırakılırdı.

Kul hakkı yemek, beytülmal kabul edilen ortak varlıklara zarar vermek çok büyük bir eksiklik ve hata olarak kabul edilir ve bu durumla karşılaşıldığı zaman çok sert tepkiler ortaya koyulurdu.

‘Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum’, anlayışı ile akademik ya da dini eğitim yapan öğretmenlere, din adamlarına, doktorlara hürmet edilir; onların sosyal hayatın içerisinde denge unsuru oldukları kabul edilir, sözlü ve fiziksel şiddet uygulanamazdı. Şiddet uygulayan kişiler sosyal hayattan dışlanır, ayıplanırdı.

Ticaret erbabı, siftah yapmayan komşusuna kendi müşterisini gönderirdi. Esnafın kâr marjı belliydi ve yüzde 300 kâr etme anlayışı yoktu. Esnaf, insanların parası olmasa da veresiye sistemini işletir, sosyal barışı ve huzuru devam ettirme yolunda rol üstlenirdi.

Başta kaymakamlar, hakimler, savcılar ve valiler olmak üzere kamu görevlileri hizmet verip çalıştıkları yerde ucuza mal kapatıp kendilerine verilen kamu gücünü kullanmaya kalkıp yatırım yaptıkları evlerin oldukları köyleri, sokakları kamu kaynakları ve millet parasını kullanarak ucuza aldıkları mülklerin değerini artırmazlardı. Eskiden mülki amirler, güvenlik görevlileri bu kadar mala mülke tamah etmeyen şeref izzet sahibi insanlardı. Hem devleti üst yönetimini işgal edenler bozuldu hem toplum. Allah selamet versin.

Son söz: 500 artış da iyi ancak enflasyonun bu kadar güçlü olduğu ortamda 750 yapmaları daha güçlü bir mesaj olabilirdi. Yüzde 30 faizle elbette bizdeki enflasyonla etkin mücadele etmek mümkün değildir. Umarım pozitif reel faiz vermeden artışları durdurma hatasına düşmezler. 500 baz puanlık faiz artışına faiz lobisi olarak yetmez ama evet diyoruz.

Not 1: Bana göre sıkıntılı durum, enflasyon düşüşü sağlanacak beklentisi ile kredi kartı vb. ürünler ile hayatını çevirmeye kalkan toplumun çok büyük kesimi olan bizlerde nelere yol açacağı. Kabul talebin kısılacağını düşünebiliriz ve yine kabul harcamaların daralacağı bir gerçek. Bu durumun talep açısından enflasyonda düşmeye sebep olması da tamam. Peki süreç böyle mi gerçekleşecek? Kağıt üzerinde görüldüğü gibi mi çözülecek? Şirketler dahil iflas ve icra sayılarında çarpan etkili bir artış olmayacak mı?

Enflasyonu bu şekilde dizginlemeyi düşünüyorsak, bekleyişlerin fiyatlar üzerindeki etkisini boş mu vereceğiz? Rasyonel kararlar aldığını düşündüğüm bir ekonomi kadrosu toplumsal etkiyi bu kadar göz ardı edebilir mi bunu anlayamıyorum.
Açıklamalarında kesinlikle katıldığım cümlesi “… krediyle, kredi kartıyla başkasının parası ile zenginlik olmaz.”

Ama bunu bu hale getiren bir dönem kendisinin de olduğu iktidar. Şimdi ikinci, üçüncü konuta kredi desteği olunmayacak diye açıklamada bulunuyor ama bu iktidar döneminde konut satışları bu kadar teşvik edildi. Konut piyasasının sürekli hareketli olabilmesi için bir o kadar beslendi bu sektörler.

Başka bir sektörden başka bir bilgi size. Araç aldınız kredi ile. Kredi faizleri haliyle artacak ama aldınız diyelim. Hesabı büyüğünden değil küçüğünden yapalım. Aracınıza trafik sigortası kestirmek istiyorsunuz. İlk aracınız bu araç. Sigortanız ortalama 7500 TL tutuyor. Taksit de olmuyor.

Araba almışsınız kasko da yaptırmak lazım. Ortalama bir araba diyelim bu, ikinci el değilse en uygun sıfır araba 700-750 bin lira civarında. Kaskosu da sizi sevdim biraz ondan biraz bundan indirdim 10.000 TL.  Bu taksitle ama yeni düzenleme ile kaç taksit olur bilemem. Eski haliyle 8 taksit.
Yani kartınızdan bir anda yeni keyfiniz için 17500 TL çektim. Kart limitiniz buna uygunsa tabi.

Masa başında düzenleme güzel de iş rakamsal hayata gelince sorunlar keşke sadece araç sigortanız kadar olsa. Elbette ben de tarafım kredi kartı ve kredi düzenlemelerine ama enflasyon sadece bu ürünlerdeki daraltma ile çözülebilecek gibi değil.

Senelerdir kredi kartı ile hayat kurmuş bir toplum var. Kredi kartını maaşı ile takla attıran, ay sonuna kadar dayanabildiği kadar dayanabilen bir kitle var karşınızda ve siz yapısal hiçbir temel soruna yanaşmadan buradan başlıyorsanız başka problemleri beraberinde getirirsiniz. Bu arada Mehmet Şimşek yaptığı açıklamaların birinde yapısal reformlardan bahsetti. Verimliliğin ihracatçılar için artması gerektiğini, sadece kur rekabetine dayalı ihracatın başarı getirmeyeceğini falan anlattı. Ama sanırım Sayın Şimşek, Türkiye’den fazla uzak kalmış. İhracatçının bu durumu bildiğinden eminim de ihracatçının mevcut olanaklarının verimliliği teşvik ettiğinden pek emin değilim. MB ’sına ihracatçıların aktarmak zorunda kaldığı dolardan, enerji maliyetlerinden, ithal hammaddeye dayalı hale gelen üretim yapısından, kredi bulma koşullarından, çalışan maliyetlerinden sanırım bahsetmek istemiyor.

Toplumun sabit gelirlilerine, fakirlere ve genim halk kesimlerinin kaderine düşen diğergamlık ve sabır.

Not 2: Tam da bu noktada geçenlerde sohbet ettiğimiz eski bir ihracatçı birlik başkanının şu sözü aklıma geldi: “Kamal bey. Enflasyonun çok altında faizlerle krediler verildi. Bana da geldiler. Almadım. Banka ‘al KKM’ye koy, dövize koy’ dedi. Ahlaksız teklif. Almadım. Ama alanlar oldu. Alana niye aldın diyemeyiz ama devleti soydular. Haksız kazançlar elde ettiler. Sistem yanlış kurulunca kaynaklar boşa gitti.” Yine halen görevde olan bir başka ihracatçı birlik başkanı da daha önceki bir sohbetimizde, “Ülkeyi soyuyorlar.” diye feveran etmişti.
 
Önceki akşam TÜSİAD Başkanı Orhan Turan’ın HaberTürk TV yayınında kanalın ekonomi müdürü Zeliha Saraç’ın “servet ve rant vergisi” sorusu üzerine sus pus kaldığı görünce bu sohbetler aklıma geldi. Sonra da açtım TÜSİAD’ın kurumsal sitesine bir baktım. Orada şöyle yazıyordu: “Kurumlar vergisinin yüzde 80’ini öder.”
 
Herkes Orhan Turan’a yüklendi ama kendisi de tanıdığım için neden sessiz kaldığını anladım. Başkan Turan kalkıp “Destekliyoruz” dese zaten üyeleri kurumlar vergisini aşağı yukarı hakkıyla ödüyor, ödemeyen kesimler yine bu servet ve rant vergisinden de bir şekilde kaçınacaklar. Kabak yine vergisini layıkıyla ödeyenlerin başına patlayacak.
 
İşte o eski birlik başkanı ile sohbet ederken dile getirdiği bir söylemi daha bu satırları yazarken hatırıma geldi: “Mecburen vergiden kaçınmak, kaçırmak zorundasın. Bunu yapmazsan rekabet gücünü kaybediyorsun. Devlet de bunu biliyor. Sistemi iyi kurmazsan, kanunu, kuralı uygulamazsan bu oluyor. Ödemeyenin yanına kalırken ödeyen haksız rekabete uğruyor.”

Oysa dünyada bile iş o hale geliyor ki ABD Başkanı Biden, ABD’de üç büyük otomotiv şirketinde etkili olan grevlerle ilgili şirketlere çalışanlarla kârlarını paylaşma çağrısı yaptı. Alman iktisatçı Isabella M. Weber’in bayraktarlığını yaptığı “şirketlerin aşırı kazançları kaynaklı enflasyonist etki” ve bu kazançların hakkıyla vergilendirilmesine yönelik akım gittikçe güçleniyor. Ülkemizde de bu yönde bir ses yükseliyor. “Vergide adalet” diyen Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz bakalım sözünü tutup gerçek bir reform adımını önümüzdeki günlerde atabilecek mi?

Not 3: Benim kafamda sayın Erdoğanın oyun planı şöyle şekilleniyor:  Muhalefetin kıçını kaldırıp yerel seçimleri alacağı yok. Seçmen zaten enflasyona duyarsız. Yani seçmen dalkavukluğuna da ihtiyacım yok. Yeter ki döviz krizi patlak vermesin. Öyleyse, bırakayım Mehmet’i ekonomiyi güzelce bir sıksın limon gibi, döviz talebinin gazını alsın. Seçimden sonra?  Eğer AKP-MHP İstanbul ve Ankara’yı geri alırsa, IMF’yle stand-by bile masaya gelir.

Not 4: İyimserlerle kötümserler arasındaki fark, temelde unutmayı başaramamakla ilgilidir. Olanları hafızanızda tutma gücünüz ne kadar büyükse, iyimser olma şansınız da o kadar küçüktür. Bizler hiç bitmeyen bir hafızadan mustaribiz. Yüzyıllardan bahsediyorum. Bir lanettir sağlam hafıza. Yaşlı Kıbrıslı kadınlar birine beddua ettiklerinde, 'asla unutamayasın' derler. "Mezara kadar her şeyi hatırlayasın."

Not 5: Kopar goncaları henüz vakit varken bugün.. Anlamazsın zaman nasıl kanatlanır, uçar gider.

Not 6: Muhabbet ve samimiyet içeren candan tavırlarıyla gönlümüzü şenlendiren hasbi insanlara Allah rast getirsin bizleri.

Not 7: İnsan bir güzelliğin farkına varamıyorsa o güzelliği hiç hak etmiyor demektir.

Not 8: Bazı insanlar vardır ki, kelamını ve kendisini yüceltirsin. Çünkü uzaktan tanırsın. Sonra bir yolculuk ve bir iş yaparsın. O büyü gider, çünkü zaaflar fâş olmuştur, söz eylem bütünlüğü yara almıştır. Bu sebeple uzaktan sevmek ve tanımak kâfidir çoğu zaman..

Not 9: Ve Anneniz karşınızda oturuyorsa,
Oturduğunuz yer tam olarak cennettir.

Cahit Zarifoğlu

Not 10: Banka müdürü olmayı yahut ağır ceza reisi olmayı ve yahut anayasa komisyonu  başkanı olmayı veya milletvekili olmayı ya da vali olmayı bir kısmet saydığınız zaman, muhsin olmaktan imtina ettiğinizi itiraf etmiş olursunuz. Çünkü bu sahada size verilecek olan, öbür sahada sizden esirgenen olacaktır. İstemez misin ya Ömer, dünya onların ahiret bizim garantisi veren habibullahın şefaatinden mahrum kalırsın.

Not 11: Eğer senin TÜİK’in, yıllarca halkına modifiye rakamlar sunmuş, var olanı az göstermiş kısaca doğruyu söylememişse, vatandaş da dünün enflasyonunu gelecekte de var olacakmış gibi algılar, senin “enflasyon beklentisi” de yalan olur.

Not 12: Görünen odur ki yeni  ekonomi yönetimine beklenen umutlar her geçen gün aşınmaktadır. Burada 2 faktör söz konusudur; 1-Şimşek ve Erkan ikilisine rağmen OVP’nin gürlediği kadar yağmadığı, 2-Üst yönetimin yine seçim sloganı tadında “AB’den çıkarız” kabilinden heterodoks popülizmine dönmesi…
Açıkçası “rasyonele dönmekten başka yol kalmamıştır” derken, bir de baktık ki yığınca yol varmış: Bir yandan sıkı para politikası (fren), diğer yanda vazgeçilmezimiz büyüme (gaz) söylemleri… Bu süreçte bugünün enflasyonu şekillenedursun geleceğin faizi de ister istemez “pozitif” noktaya koşacak.

Not 13: OVP’nin iddiasına göre 2026’da %8,5 olacak. Ancak 40 gün önceki yılsonu tahminini dahi %58’den %65’e çıkarmak zorunda kalan yönetim, nerede kaldı ki 3 yıl sonrasının hedefini tutturabilsin. Görünen o ki yıl sonu %80 ile 90 arasında (bir hesaba göre %92) olursa öpüp başına koy bence… Tabii bu arada makule döndüğü izlenimini veren TÜİK’in “Ajda Pekkan’ın yaşını 36 hesapladık” eleştirisindeki itibarsızlığına rücu etmemesi gerekiyor.

Not 14: KKM’den çıkmak için TÜİK +5 yerine ENAG +5 puan isteyen mudiler, eğer geldikleri dolara geri dönmeyecekse, negatif reel faiz bitmeli, pozitif reel getiri dönemi başlamalı… Her ne kadar bizler Merkez Bankası’nın artık “niyet kartı” olmaktan başka ağırlığı kalmayan politika faizini tartışaduralım, KKM’den gerçekten çıkılacaksa mevduat faizlerinin %85-95 bandına oturması gerekiyor.

Dolar aşığı mevduat sahibinin liraya dönmesi için bu aşkla baş edebilmesi gerekecek. Bunun da yolu negatif reel faize yol vermek olacaktır. Buraya kadar mantıklı fakat çözemediğimiz şudur ki faizi biliyor olsak dahi, reelini kavrayabilmek için güvenilir enflasyon verisine ihtiyaç duyulması…

Belli ki negatif reel faiz zor gidecek, pozitif reel faiz zor gelecek. Bu gel-git sürecinde mevduat sahibinin dolar aşkı, zor veda edeceğe benzer… Sahi, ne diyordu Cemal Süreyya; “Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin…” Bilmez miyim? KKM’nin boyuna bak ve aşk kaç beden giyer, gör.

Not 15: Artık bütün dünyada da, Türkiye’de de aileler “çocuk merkezli” halde ve bu, bildiğiniz manada dümdüz bir rezalet bana kalırsa. Evin “küçük bireyleri”nin ailenin bütün gündemini belirlemesi ve adeta ailenin “çocuk üzerinden inşa edilmesi” abukluğu bir yana, günümüzde velilerin hemen tamamı oğullarının ya da kızlarının “yaratılmış en önemi haiz varlık” olduğunu düşünerek delirdiler bence.

Şehzadeler ve prensesler dünyasında ebeveynler, insanlık tarihinde ilk kez “kendiliklerini çocukları üzerinden tatmin etmeyi” keşfettiler ve hal böyle olunca da aşırı yetenekli(!), olağanüstü zeki(!), yaşıtlarından çok farklı(!) bir “eblehler topluluğu” oluşturuldu Türkiye’de. Doğrudur, tam tamına öyle söyledim: “Eblehler topluluğu.” Oturmasını-kalkmasını bilmeyen, tek başına karnını doyurmayı beceremeyen, sosyalleşme konusunda felaket kötü çocuklara öğretmenlerinden ya da arkadaşlarından biri “öf” dese veliler dünyayı başlarına yıkacaklar. “Çocuklarının arkadaşlarını dövmeye giden veli var” diyeyim de anlayın gerisini.

Türkiye’de yükseköğretimin kalitesinin hemen hemen en düşük olduğu bölümlerden “öğretmen” mezun etmeye devam ediyoruz. Zira bugün Türkiye’de öğretmenlik “karı-koca öğretmen olurlar, ne uzar ne kısalırlar, geçinir giderler” denilen, saygınlığı epeyce hasar almış, sürekli değişen sistem yüzünden abandone olmuş, öğrencisine laf da diş de geçiremeyen bir yere geldi dayandı.

İşte pazar günü Ersin Çelik yazdı. İnsanlar devlet ilkokullarında “tecrübeli ve ilgili” öğretmen için 20 bin liraları, 50 bin liraları “bağış” adı altında gözden çıkarıyorlar ve haksız değiller. Okullarının tertip ve düzeni için bu sistemi kurgulamak zorunda olan okul idarecileri de haksız değil bana sorarsanız.

“Aman da çok zekiler, yaman da bu nesil çoook farklı” denile denile tepemize çıkartılan bu yeni kuşağın çok temel oryantasyon sorunları, çok kritik davranış eksiklikleri olduğunu, sosyal medya bağımlısı bu çocuklardan kelimenin tam anlamıyla “bilgili ama hödük” bir neslin doğmak üzere olduğunu, hatta doğduğunu görmemek için ya kör olmak yahut özel olarak kör taklidi yapmak lazım gelir bence. Öğretmenine gram saygısı olmayan; çünkü ailesi tarafından “dokunulmaz” kılınan bu çocuklarla da alabilecek mesafemiz yok.

Okullarda sınıf tekrarı gelmiş, müfredat elden geçirilecekmiş falan filan. Ne güzel, pek âlâ da, eğitimin bu en temel meselelerine ne zaman sıra gelecek, onu bilmiyoruz.

Not 16: Tekrar ve yine altını çiziyorum. İnşaat önemli bir sektördür. Fakat kalkınan bir ekonominin ihtiyaçlarından kaynaklanan inşaatlaşma sağlıklı olandır. Tüm sektörleri yok sayıp, hatta yasaya hülle yaptırıp tarım arazilerini bile inşaata açarsınız, o ekonomiden zenginleşme çıkmadığı gibi, fakirleşmeye paralel aşırı borçlu bir yapı, kronikleşen finans ihtiyacı ve istihdam problemi elinizde kalır.
Reel sektörünüz inim inim finansman peşinde koşarken ve ulaşamazken, ulaşanlar da yüksek maliyetlerle karşı karşıya kalırken, ödemeler zinciri ciddi problemlerle boğuşurken, firmalarınız kısa vadeli yüksek borca razı hale gelmişken, elde avuçtaki paraları tekrar konut alanına yatırmak büyük bir hatadır.
Şu an insanların konut problemi yok. Konuta sahiplik ya da kiralık ölçüsünde ulaşamama, ulaşamayacağı fiyatlarla muhatap olma problemi var. Sadece seçimde hoş gözükmek uğruna bu hatada ısrar ediyor olmak ne mantıksal ne de iktisadi bir fotoğraf vermiyor.
Daha acısı bu ısrarda devam edildiği sürece, dış kaynak kesileceği gibi, içte insanların normal işlerine yatırım yapmasının da engelleneceği bir ekosistem besleniyor. Şu inşaat yapma sevdasından vazgeçin.
Hatırlatıyorum; inşaatlar sadece gelişen ekonomilerin ihtiyacından kaynaklanıyorsa sağlıklı bir alan olur. Aksi takdirde tüm aracın durduğu, hatta el freninin çekik olduğu bir ortamda sürekli gaza basıyor olmanız, en iyi ihtimalle motoru yakar.

Not 17: Bankalar şirketlere düşük faizle kredi pompalıyor; büyümeyi sağlıyorlar. Fakat emek örgütsüz. Kaynak tahsisi ve bölüşüm tamamen bankaların ve şirketlerin denetiminde. Ortaya çıkan emek karşıtı ağır bölüşüm şokunu Saray fiilen hedefliyor. Ana muhalefet farkında değil.

Not 18: Başka bir Leyla’yı arıyorum. Kimsenin benden alıp götüremeyeceği. İstediğim zaman, kendisiyle konuşabileceğim, bize her şeyden daha yakın olanın.. Eğer aşık olursan, başka kimseye muhtaç olmayacağın (O Leyla’nın)... Khoda Nazdik Ast (2006) / Ali Vazirian

Not 19; gençtim almadın canımı/ölmedim genç olarak, ölmedim/ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende/demedim dilimin ucuna gelen her ne ise/ vay ki gençtim ölümle paslanmış buldum sesimi ..

İsmet Özel

Not 20: İnsanlar seçenekleri kadar sadıktır.

Not 21: Sen istesen de taş yürekli olamazsın. Sen daima güzeller güzeli olursun Lili ... 
Sezai Karakoç

Not 22: Endojen büyüme teorisi, iktisadi büyümenin öncelikle dışsal güçlerin değil, içsel güçlerin sonucu olduğunu savunur. Endojen büyüme teorisi, beşerî sermayeye, inovasyona ve bilgiye yapılan yatırımın ekonomik büyümeye önemli katkı sağladığını savunmaktadır. Teori aynı zamanda bilgiye dayalı bir ekonominin ekonomik kalkınmaya yol açacak olumlu dışsallıklarına ve kartopu etkilerine de odaklanmaktadır. Endojen büyüme teorisi öncelikle bir ekonominin uzun vadeli doğal büyüme oranının politika önlemlerine bağlı olduğunu savunur. Örneğin AR-GE harcamaları veya eğitime yönelik sübvansiyonlar, bazı içsel büyüme modellerinde inovasyon teşvikini artırarak büyüme oranını artırmaktadır.

Not 23: Hiçbir şeye olamaz demiyoruz ve şaşırmıyoruz.
Okuyoruz ve geçiyoruz.
Kime ne kadar dokunuyor, artık ondan da emin değilim.
Evli iş insanı, yabancı uyruklu kadını sevgili yapıyor.
Kadından ayrılmaya karar veriyor ve tüm iletişim kanallarından engelliyor.
Kadın ona ulaşamasın istiyor.
Kadın, bu adama ulaşamayınca, başlıyor adama IBAN’ından her gün 1TLyolluyor ve açıklama kısmından tehditler savuruyor.
Yani açıkçası kendi ibancell oluşturuyor.
Adamı tehdit ediyor, beraberken çekilen fotoğrafları yolluyor, para istiyor, şantaj yapıyor.
Şaşırdık mı?
Yoooo.
Adam köyde yaşıyor, 20 yaşında sapık, 9 yaşında kız çocuğuna 3 yıldır cinsel tacizde bulunuyor.
Kız bu durumu arkadaşlarına anlatıyor, arkadaşları annelerine anlatıyor, anneleri bu kızın annesine anlatıyor.
Aile taciz durumunu öğrenmiş oluyor.
Şikayetçi oluyorlar ve sapık tutuklanıyor.
Kızın ifadesini alıyor, "6 yaşında başladı cinsel istismar " diyor.
Sapığın ifadesini alıyorlar, "6 yaşındaki kız çocuğu ile cinsel içerikli videolar izliyorduk yapalım mı diyordum, tamam yapalım diyordu, kabul ettiği zaman ilişkiye giriyorduk.
Kaç kez ilişkiye girdiğini hatırlamıyorum, suç olduğunu bilmiyordum" diyor.
Ne kadar pişkin sapık değil mi?
İnsan bu benzeri haberleri okudukça, her gün karşısına çıkınca, şaşırmak duygusu kayboluyor.
Şaşırma duygusu da kayboldukça, gittikçe daha fazla kayboluyor.
İnsan kimseye güvenmez oluyor, böyle oldukça insan başka insanlara bilenir hale geliyor.
Sapıklık bir insanın çekirdeğine nasıl giriyor bilmiyorum.
Nedir bu tecavüz hikayeleri.
Nedir bu tecavüzcülerin, yüzüme tükürsen yarabbi şükür diyen halleri.
Bu utanmaz ahlaksızların yüzünden,
İnsanların anne ve babalarının vicdanları ve kalpleri şakır şakır kanıyor.
Bu kötü insanlar, bu tecavüzcüler sanki bu dünyanın ev sahipleri.
Adamlar ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşıyorlar.
Ayrıca yakalansalar ne olur ki.
Tecavüz eden adamın iyi hali olur mu?
Mahkemede bu konuşuyor ve karar alınıyor.
Hukukun üstünlüğü falan vardı ne oldu.
Bu sapıkların avukatları falan da var.
Çocukları yasalar koruyamayacaksa kim koruyacak.
Aileler tabi ki.
Çok önemli.
Küçücük kızlar, hatta küçücük erkek çocukları elden gidiyor.
Valla.
Cehennem kapıda sanki.
Çocuklarınız yara almadan, çocuklarınızı gözünüzün önünden ayırmayın.

Not 24: Bu hayatta bir kalbin olsun istiyorsan, bunun bedelini ödersin. İşte bu kadar.

Sylvia Plath

Not 25: Bazı insanlar vardır ki, kelamını ve kendisini yüceltirsin. Çünkü uzaktan tanırsın. Sonra bir yolculuk ve bir iş yaparsın. O büyü gider, çünkü zaaflar fâş olmuştur, söz eylem bütünlüğü yara almıştır. Bu sebeple uzaktan sevmek ve tanımak kâfidir çoğu zaman..

Not 26: hiçbir şey yozlaşmış insandan daha çirkin değildir.

Not 27: Şeytanla arkadaş olmadan tanrıyı oynayamazsın.

Westworld

Not 28: Bir adam var, işi gereği çok geziyor. İstanbul, Ankara, Adana, Bursa geziyor adam, işi bu. Bu adamın İstanbul’da da evi var, Ankara’da da evi var. Buralarda gittiği yerlerde evlendiği hanımlar var. Gittiği zaman orada kalıyor. Bunların her biri onun meşru hanımı. Bu bir nikah. Bazen öyle olur ki Ankara’ya 3 ay, 5 ay uğrayamaz. Bu nikahı düşürmez. Meşru bir evlilik bu. (Doç. Dr. Ebubekir Sifil)

Not 29: Cemil Meriç’in ifadesiyle “Düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı” ve de kalitenin hor görüldüğü bir vasata doğru ilerliyoruz. Doğal olarak ‘kaliteye düşmanlığı’nın neredeyse rutin hale geldiği bir ülkenin pozitif ve İslami bilimler dahil, kültürde, sanatta, fikirde yeni değerler üretmesinin imkan ve ihtimali yoktur.

Not 30: Türkiye, pek çok açıdan teşvik cennetidir diyebiliriz. Neredeyse her alanda ya bir teşvik modeli veya bir teşvik programı vardır. Hiç kimse “efendim teşvik yok, gelişemiyorum” diyemez. İyi de buna rağmen memleketin hali de ortada. Teşvik mi yetersiz, yöntemi mi hatalı, miktarı mı az, edilen mi yanlış?
Aslında hepsi veya hiç biri demeliyim. Vahşi sulama misali, elindeki kısıtlı suyu, hiçbir öncelik gözetmeden toprağa salarsan, ihtiyacı olsun olmasın demezsin; ürününden olursun, toprağı da kireçlersin. Yağmur sulama ile daha bilinçlisin ama aslında olması gereken; damla sulama yani önceliği, ihtiyacı olana, ihtiyacı kadar… Damla damla… Yerli yerinde… Haddini aşmadan

Akıllı teşvik bileşenlerine gelince; 1-Kimin, neyi, nasıl yaptığına dair güncel ve doğru bir envanter, 2-Akıl ve vicdan komisyonu ki bu sayede teşvik kişisel olmaktan çıkar, partizanlıktan uzaklaşır, yandaşa gitmez, yerini bulur, 3-Takip ve denetim. Eğer teşviki verip unutursan, o teşvik verimli kullanılamaz.

Not 31: Bir devlet için en büyük beka sorunu liyakat ehli bilgili kadrolar tarafından yönetilmemesidir.
Bunun iki önemli sonucu olur:
1. Liyakat ve bilgisi olan kadrolar olmazsa devlet işleri asla doğru düzgün yürümez. Devlet iyi yönetilemez en nihayetinde verimlilik ve rekabet gücü düşer, devlet zayıflar.
2. Kamuya işe alımlarda akraba ve yandaş kayırmacılığı yayılırsa toplumda gerçekten de liyakat ehli olan kişiler umutsuzluğa kapılır, ülkeden ve gelecekten umudunu kesen nitelikli kadrolar göçüp başka ülkelere gitmeye yönlenir. Beyin göçü dediğimiz bu olgu toplum için korkunç bir tehdittir. Nitelikli insan dokusunu kaybeden bir toplum küresel rekabette var olamaz ve yok olur gider, işte asıl BEKA sorunu da budur!
Bu saydığım nedenlerden dolayı kamuda mülakat çok istisnai durumlar dışında hiçbir şekilde kabul edilemez.

Not 32: Kamuya ilk atamalarda sadece KPSS puanının yeterli olması toplumun vicdanını rahatlatacaktır. Torpilin, iltimasın, adam kayırmanın okuluna dönüşen kurumlar var, belediyeler gibi. Bu milletin tüm fertlerinde, özellikle de etkili ve yetkili insanlara ulaşamayacak binlerce kişinin geleceğini olumsuz etkileyecek zeminlerden uzak durulması icap ettiği kanaati hâkim. Sahadaki baskın görüş; adalet duygusunun zedelenmemesi, daha fazla siyasi ve toplumsal maliyetin üretilmemesi gerektiğidir.

Not 33: İyi parti Ümit Özlale’yi aday göstermiş İzmir için. CHP eğer İzmir’de Tunç Soyeri aday gösterir, ve hdp İzmir’de Büyükşehir Adayı çıkarırsa; chp izmir belediyesini ak parti ya iyi parti adaylarına kaybedebilir. CHP İzmiri kazanmak istiyorsa tunç soyeri aday göstermemeli. Olaki gösterirse İzmir chp nin kalesi olmaktan çıkar. İnsanları çok zorlamamak lazım.

Not 34: Bir ölüm vefalı, bir de sonbahar. (Cahit Zarifoğlu)

Not 35: Rabbim ele ayağa düşürmeden beden sıhhati içerisinde evlat acısı göstermeden yaşatsın hepimizi, güzel ölüm verene dek inşallah.