Eski büyüklerimizden kalan bu söze kimi yeni büyüklerimiz küçücük fakat kendileri için çok büyük ve çok önemli bir ekleme de yapmışlar devlet malına da doyulmaz demişler.

Hatta bu keşiflerinin temelindeki ve tepesindeki suç damgasını örtebilmek amacıyla bu sözlerine akıllarınca bir hafifletici neden bile bulmuşlar:

Devlet malı deniz yemeyen domuz demişler.

Yeryüzünde yalnızca bizim ülkemizde var olan ve yalnızca bizim insanlarımıza bir anlam ifade edebilen bu söze iki kuşu birden vuran kurnaz taşın marifetini de eklemişler ve yasa gücünde kabullendikleri devlet malı deniz yemeyen domuz sözüyle bir yandan devlet malını yeme eylemini bir suç olmaktan çıkarmışlar bir yandan da bu eylemin tam aksini suç sayarak devlet malını yemeyen kişileri domuzlukla damgalamışlar, onları birer suçlu konumuna düşürmüşlerdir.

Ünvana paraya doymayan ve evlatlarının semirmekle tatmin olmayan iştahlarıyla milletin sırtına her daim yük olan politikacı sermaye bürokrat üçgeni milletin ocağına incir ağacı dikmiş ve azgın azınlık yaratarak ahlak ve liyakat kesimi de sistemin dışına atmışlardır. Bugünkü ahvali şeraitimizin, hali pür melalimizin temel nedeni budur.

Ne diyordu Kurtlar Vadisinde Pala çete arkadaşlarına ve Yenidoğan çetesi ele başlarından ambulans şoförü olan:

Devleti soymak milleti soymaktan iyidir. Be ahlaksız vicdansız soysuz; devlet kimdir, devletin malı parası kimindir, kaynağı nedir? Tabii ki millettir. Ya vergi yoluyla ya para basma neticesinde oluşan enflasyon yoluyla.. 

İktidarların, hükümetlerin ‘umut dağıtması’ bir siyaset gerçeğidir. Olumsuzluk, başarısızlık hiç dile gelmez. Önemli olan Ankara’dan ülke sathına yayılan mesajlar değil, gerçeklerdir. Eğer gerçekler yakıcıysa ne umut vadeden sözcükler ne de iyimserlik yüklenen kelimeler işe yarar. Sözcüklerle gerçekler arasında uyumsuzluk olduğunu söyleyebilir miyiz? Evet…

Bugün ülkenin de siyasetin de gündemi ekonomi… Zaman zaman iç ve dış politika manşetlere çıksa da ekonomi gerçek ve değişmeyen gündem. Ekonomide işlerin yolunda gitmediğini söylemeye gerek var mı? İktidar uzun süredir, durumu toparlamaya çalışıyor fakat başarılı olduğu pek söylenemez. Bakanlar, Merkez Bankası başkanları değişti ama ülke bir türlü düzlüğe çıkamadı. Yıllardır ekonominin inişli çıkışlı yollarında bocalayıp duruyor.

Evet, bu uzun girişten sonra gelelim rakamlara… Salı günü TÜİK kasım ayı enflasyon rakamlarını açıkladı. TÜFE aylık düzeyde yüzde 2.24 arttı, yıllık bazda ise yüzde 47.09’a geriledi. En büyük artış gıda ve alkolsüz içecekler grubunda gerçekleşti. Erdoğan’ın ‘enflasyonun inişe geçtiği’ sözü sadece yıllık bazda geçerli. Kasım ayı fiyatlarında artış söz konusu. Rakamları analiz edecek değilim.
 
TÜİK’in enflasyon rakamı ile ENAG ve İTO’nun bulguları arasında büyük farklar hatta uçurum var. Aylık veya yıllık bazda artış ya da düşüşü TÜİK’e bakarak değil, sokak, çarşı, pazar ve marketlere bakarak değerlendirmek lazım. Vatandaşın rakamlarına bakmak lazım. En gerçekçi olgu vatandaşın yaşadığı enflasyondur. Acaba vatandaş yıllık bazda düşüşü hissetti mi? Bir başka ifadeyle TÜİK’in rakamlarını vatandaş doğruluyor mu? Hayır, bunun siyasetle, muhalefetle ilişkisi yok. Ortalama vatandaşın bütçesi ne söylüyor?

Rakamlar Ticaret Bakanı Ömer Bolat’ı çok memnun etmiş durumda. Şu cümle ona ait; “Yıllık enflasyon son 17 ayın en düşük seviyesine geriledi.” Siyasetçi rakamları işine geldiği gibi kullanmaya bayılır. Peki aylık enflasyon? Bakan’dan TÜİK’in rakamlarının ne kadar gerçekçi olduğunu sorgulaması beklenmez. Bu cümleyi bir müjde olarak çarşıda, pazarda söyleyebilir mi? Söyledi diyelim, ‘alkışlanır mı?’ Çok zor.

Ekonominin gündeminde ‘asgari ücret’ var. Rakamlar havada uçuşuyor. Yüzde 25’ten 40’a kadar iddia eden edene… Normal ekonomilerde en düşük ücret anlamına gelen ‘asgari maaş’ çalışanların küçük bir dilimini kapsar. Türkiye’de ise genel ve normal ücreti ifade ediyor. Çalışanların önemli bölümü asgari ücretle geçinmek ve hayatını idame ettirmek durumunda.

Ne diyelim Allah sonumuzu hayretsin, bu yetim malı yiyen soysuz azgınları ıslah eylesin ve biz iyileri de sıratı müstakimden ayırmasın. 

Son söz: Kötüye iyi dersek iyiye ne diyeceğiz, iyiyi nasıl çağıracağız!

Aforizma: Bizim düştüğümüz kuyu çok derin değildi ama tutunmaya çalıştığımız ip çok kısa geldi.

İşin özeti bu.

Hakikat: 'Büyüdük' derken haklılarmış! Küresel Servet Raporu'na göre Türkiye'de 2008-2023 arasında kişisel servet %1.708 arttı. Bayağı büyütmüşüz. 
Vatandaşta büyümüş! 2024 yılına bankalara 2 trilyon 689 milyar 608 milyon lira borç ile giren insanımızın borcu 29 Kasım itibarıyla 3 trilyon 687 milyar 265 milyon liraya çıkmış. 

Kulağa küpe: Tapınak Şövalyeleri ve Kudüs Krallığı tarafından “Yakub Seddi”nin inşasına 1178'de 4. Baldwin zamanında başlandı. Kendileri için güvenlik açısından stratejik öneme sahip bu sed Ürdün Nehri'nin batı kıyısında, Celile Denizi'nin kuzeyindeki eski tarihi bir yapının yeniden tahkim edilmesiyle oluşturulmuştu. Burası Ürdün'e geçişte Müslüman ve Hristiyan unsurlar açısından stratejik bir öneme sahipti.  Selahaddin-i Eyyubi’ye karşı bir adeta kalkan oluşturuyordu. Haçlıların “Chastelet” dedikleri bu kale,  1179'da Selahaddin-i Eyyubi’nin ordusu tarafından Kudüs’e giderken yıkıldı. “Chastelet” adı Fransızca “müstahkem kapı” demek. Latin’lerin “Vadum Jacob” dediği sedde Yahudiler “Ateret” der.

Not 1: Alt tarafı bir çiçek koklayıp bir hayvan sahiplenip birkaç insan tanıyıp sevip gidecektik bu dünyadan. Nasıl kötü bir zamana denk geldi ömrümüz... Vicdansızların, sapıkların, katillerin, nefretin, cehaletin ortasına düştük!
Nazım Hikmet

Allah sonumuzu hayretsin, Rabbim şaşırtmasın, sırat-ı müstakimden ayırmasın inşallah.

Not 2: 2025 bütçesi 14,7 trilyon TL. Bugünkü kurla 420 milyar $. GSMH yaklaşık 1.1 trilyon $ tahmin ediliyor. Rusya'nın 2025 bütçesi 395 milyar $. GSMH 2.1 trilyon $. Yani, Türkiye'de bütçenin GSMH'ye oranı korkunç yüksek. Devlet çok büyük. Yüksek enflasyonun 1 nolu sebebi bu.

Not 3: “Görünürdeki hükümetin arkasında, halka hiçbir bağlılık borcu olmayan ve halka karşı hiçbir sorumluluk kabul etmeyen görünmez bir hükümet oturuyor. Bu görünmez hükümeti yok etmek, yozlaşmış iş dünyası ile yozlaşmış siyaset arasındaki kötülük ittifakını bozmak, günümüz devlet adamlığının ilk görevidir.”
Theodore Roosevelt/ ABD'nin 25. ve 26. Başkanı.

Not 4: Kaldıraçlı işlem yapanların 
%90'ı
90 gün içinde
sermayesinin
%90'ının kaybediyor:

Bu işlerden anlamıyorsanız, anladığınızı düşünüyorsanız kaldıraçlı işlem yapmayın, kaldıraçlı fon almayın.

Not 5: Eğer dolara müdahale olmasaydı dolar daha çok düşerdi bir yandaş propagandasıdır çünkü işlerine gelen tarih aralığına bakarak bu yorumu yapıyorlar. Eğer seçim öncesinde müdahale olmasaydı dolar gene de düşer miydi?
Müdahale toptan yanlıştır.
Seçim öncesinde satış, seçim sonrasında alış yönünde müdahale olduğunu düşünebiliriz. 
Bu durumda erken faiz indirimi başlayınca müdahalenin de tekrar satış yönünde olmasını bekleriz.

Not 6: çelişkiyi benden al bu yokuşu bu düzü
bir dağa isim düşünmüş kadar yorgunum çoğu zaman
ve oldurmak istiyorum şeyleri
bozkırın ortasında soyunup
kelebekleri çağırıyorum tenimle
gelip örtüyorlar yüzümü her yerimi
hep bir rüya nakli
uçsuz kanat nakli aramızdaki.. 
Nilay Özer

Not 7: buraya nasıl ve neden geldiğimiz
arzularımızın bir otopsisini gerektiriyor
dosdoğru konuşalım öyle ki
cetvelle ölçülebilsin cümlelerimizin
evrende eylemsel tek kabiliyeti
ağır konuşalım
birbirinin ayağına taş bağlayıp
denize atlamış iki sevgili gibi
çünkü buraya nasıl ve neden geldiğimiz
bileklerimi kesiyor benim
sense bir güneş saatini onarıyorsun
sesinde daima esirgeyen bağışlayan
bir insan parçacığı var.. 
Nilay Özer

Not 8: İncitmek isteyen yüzleşmediği bir yaradan saklanıyordur. Başkalarını küçülten, kendi aşağılık duygusundan kaçıyordur. Dünyaya verdiğiniz zaten sizde olandır. 

Küp içindekini sızdırır.

Not 9: ileride bir gün birileri bugünkü muhafazakârları soracak olursa; "devlet adında, eleştirilemez, sorgulanamaz bir tanrıları vardı. yalnız ona iman edip ondan medet umuyorlardı" diyeceğim.

Not 10: siyaseten hiç anlaşamadığım bir akrabam var; Türkiye'de de, İsrail'de de, Amerika'da da devlet otoritesine karşı çıkan her türlü unsuru "terörist" olarak görür. hiç katılmasam da kendi içinde tutarlı bulurum. en nefret ettiğim insan tipi; ilkesiz, tutarsız, omurgasız insan tipidir. mesela türkiye'de devlete karşı en ufak itirazı "terörizm" olarak görür, ama Filistin'de sivili destekler, Amerika'da, İran'da meydana gelen meselelerde demokrat kesilir. dünyanın en leş, en kaypak, en samimiyetsiz insan tipidir bu. kendini "aydın" ve "entelektüel" zannetmesi de işin en acıklı tarafı.

Not 11: Vakt-i Şerifleriniz Hayrolsun.

“Yahudi, kendi adına doğrudan, Avrupa emperyalizmi adına vekâleten cürüm işliyor. Vicdan aklığını koruyabilen her insan ortaklaşa işlenen cürümlerin canilerine karşı hiçbir şey yapamıyorsa, en azından bir tavır alması, bunları içinden yargılayarak mahkûm etmesi, çağdaş insan olmanın gereğidir.”

Batı Notları/Nuri Pakdil

Not 12: Vakt-i Şerifleriniz Hayrolsun.

"Ve ateş gibi Batı gittiği yeri yakar 
Ruhunu kezzaba batırır insanın 
Artık insan onursuz ve idealsiz 
Yıllarca ve yüzyıllarca 
Amaçsız donmuş kalakalır 
Tanrı yardım etmezse 
Diriliş ne güç! 
Batı, ateş ve duman
Rus, kızıl buz 
Hint, boğucu su, 
Çin yutan kum çölü 
Tanrım, Müslüman ne korkunç âfetlerle çevrili!"

Alınyazısı Saati/Sezai Karakoç

Not 13: Hekim sayısındaki hızlı artış devam ediyor. Toplam sayı Ekim 2024’de 221 bin 649 olmuş. Bir önceki yıla göre artış 17 bin 426. Geçen sene yıllık artış 9 bin 535 idi. Tıp fakültelerine alınan öğrenci sayılarına bakılınca bu artış daha da hızlanacak ve yıllık 20 bini geçecek. 

Sağlık Bakanlığı son yıllarda hekim sayısındaki artışın Avrupa Birliği ve OECD ülkelerindekinin üç katından fazla olduğu ile övünüyor. Tamam da tıp eğitiminin niteliği nasıl olacak? Hekim dediğiniz tarlada yetişmiyor ki, “bu yıl fazla ekelim fazla çıksın” diyeceksiniz. Ancak belli ki nitelik kaygısı yok, çok yetişsin, ucuz iş gücüne dönüşsün de nasıl olursa olsun. Aynı durum diş hekimi, eczacı, hemşire, ebe, tüm sağlık meslek profesyonelleri için geçerli.
Toplam asistan sayısı bu yıl 53 bin 747 olarak veriliyor. Geçen yıl bu sayı 43 bin 549 idi. Asistan sayısındaki plansız artış tıpta uzmanlık eğitiminin niteliğini de tehdit ediyor.

Yoğun bakım yatak sayıları yenidoğan skandalının alt yapısının nasıl hazırlandığını gösteriyor. Çocuk yoğun bakım yataklarının yüzde 7,6’sı özel sektörde iken yenidoğan yoğun bakım yataklarının yüzde 50,3’ü özel sektörde. Nedense özel sektör yenidoğan yoğun bakımı işini sevmiş. Yoğun bakım yatak sayılarında dünya şampiyonuyuz. Yüz bin kişiye düşen yoğun bakım yatak sayısı Türkiye’de 38,4 iken AB ortalaması 19,6 ve OECD ortalaması 17,6. Almanya’yı, Fransa’yı, ABD’yi katlamışız. Kolay mı, dünyaya örnek olan sağlık sistemimiz var.

2023 yılında toplam doğum sayısı bir önceki yıla göre 82 bin azalarak 958 bin olmuş. Toplam doğurganlık hızı da bir yılda 1,63’den 1,51’e düşmüş. O kadar söylenmesine rağmen halkımız çocuk yapamaz hale gelmiş. Neden acaba?

Hekime başvurudaki akıl dışı artış devam ediyor. 2023 yılında toplam olarak bir milyara yakın, kişi başı ortalama 11,4 hekime başvuru olmuş. Bu sayı AB’de 6,7, OECD’de 6,4. Doktor doktor dolaşan, derdine derman bulamayan bir hâle düştük. Üstelik Sağlık Bakanlığı hekime müracaatı azaltmayı değil artırmayı planlıyor.  Kişi başı hekime müracaatı 2025 yılında 11,9, 2026 yılında 12,2, 2027 yılında 12,6 olarak tahmin ediyor.

Not 14: Son TUS 18 Ağustos 2024’de yapıldı, kontenjanlar sonuçlar açıklandıktan 40 gün sonra yayımlanabildi. Belli ki yetkililer karar vermekte zorlandı. Asistan hekimlerin yerleşecekleri yerleri ve sayıları belirlemede keyfilik hüküm sürmeye devam ediyor.

Hatırlayalım, Cumhurbaşkanı “varsın gidiyorlarsa gitsinler, bizler de üniversiteleri yeni bitiren doktorlarımızı buralarda istihdam ederiz” açıklamasını yaptıktan sonra asistan hekim kontenjanları bir anda fırlamıştı. 

Eylül 2021 TUS’unda 5 bin 655 olan asistan kontenjanı Mart 2022’de 12 bin 233 olmuştu. Sonuç; birçok bölümde asistanlar odalara sığmıyor, hasta ziyaretlerinde koridorlara taşıyor, birbirlerini tanımıyor. Sayılarının çok arttığı anlaşılmış olacak ki, 2024 birinci dönemde 10 bin 29 olan kontenjan ikinci dönemde 8 bin 114’e indirilmiş. Aile hekimliği toplam asistan kadro sayısı 712’den 2010’a çıkarken diğer branşlarda sert düşüşler var. Örneğin Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi aile hekimliğine 17 asistan alınırken halk sağlığına bir asistan alınıyor. Bu dağılımların nasıl bir planlamanın ürünü olduğu açıklanmıyor.

Not 15: Uzmanlık eğitiminde bir çığır açılıyor. Sağlıkta özelleştirmenin sakıncalarını yenidoğan bebek skandalında gördük ama vazgeçmiyor, seviye atlıyoruz. Vakıf üniversitesi tıp fakültelerinden 15’inin kendi hastanesi yok, özel hastaneler ile afiliasyon yapıyor. Oysa 16.10.2020 tarihinde yayımlanan bir yasa maddesiyle, vakıf üniversitelerinin tıp fakültelerine eğitim ve öğretim hizmetlerinin sunumu için asgari 200 yatak kapasitesine sahip ve YÖK’ün kriterlerine uygun bir hastanesi olması koşulu getirilmişti. Bu koşula uymayan vakıf üniversitesi tıp fakültelerine iki yıl süre verilmişti. İnanamazsınız, süre geçtiği halde kendi hastanesi olmayan vakıf tıp fakülteleri öğrenci almaya devam ediyor, yetmedi, şimdi de asistan alımına başlıyor. Bunların 10 tanesi son TUS’ta 30 asistan aldı. Örnek olsun, Altınbaş Üniversitesi Tıp Fakültesi dermatoloji, plastik cerrahi ve radyoloji bölümlerine alınan üç asistan Medical Park Bahçelievler Hastanesi’nde, Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi dermatoloji, iç hastalıkları ve nöroloji bölümlerine alınan üç asistan Medicana International Ankara Hastanesi’nde eğitim alacak.

Daha acayip olanı var. Haliç Üniversitesi Tıp Fakültesi eski sağlık bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun sahibi olduğu Özel Avcılar Hospital ile afiliasyonda idi. Bu hastane yenidoğan skandalı nedeniyle kapatıldı, ama son TUS’da pediatri, göz, kulak burun boğaz ve radyoloji bölümlerine dört asistan yerleşti. Nerede eğitim alacaklar? Bu tıp fakültesinin 4, 5 ve 6. sınıf öğrencilerinin klinik eğitimleri nasıl olacak? Üniversite çözümü bulmuş, hastane kapatıldıktan sonra dört gün içinde bu kez Şişli Memorial Hastanesi ile afiliasyon yapmış, YÖK Genel Kurulu da onay vermiş. Bir özel hastane dört gün içinde mezuniyet öncesi ve sonrası eğitim veren mekâna dönüşmüş. Hayırlı olsun.

Bu kontenjanlar verilirken Tıpta Uzmanlık Kurulu’nun yerinde yeterlilik incelemesi yapmadığını, hatta kimi kontenjanların da bu tıp fakültelerinin talebi olmadan verildiğini öğreniyoruz. Bu yaklaşımla nitelikli uzmanlık eğitimi ve sağlık hizmeti olur mu?

Not 16: Puan sıralamalarına bakınca en çok tercih edilen bölümler spor hekimliği, dermatoloji, plastik cerrahi, nükleer tıp, tıbbi genetik, göz hastalıkları ve biyokimya. En az tercih edilenler ise çocuk hastalıkları, aile hekimliği, acil tıp, çocuk cerrahisi, göğüs cerrahisi, kadın doğum, genel cerrahi, kalp damar cerrahisi, beyin cerrahisi. Boş kalan kontenjanların çoğu da bu bölümlere ait. Çocuk hastalıklarında 882 kontenjanın 351’i boş kalmış. Genç hekimler uzunca bir süredir yaşamımız için çok kritik branşları tercih etmiyor. Böyle değildi. Öne çıkan sebepler gelecek kaygısı, iş yükü, nöbet sıklığı, ekonomik sorunlar, şiddet, malpraktis davalarından çekinceler. Hekimler hastayla olabildiğince az temas eden, estetik girişimleri önceleyen, riski az bölümleri istiyor. Sağlık sisteminin ülkemizi getirdiği acı hâllerden biri de budur.

Her şey ortada. Asistan eğitiminde, geleceğin uzman hekimlerini yetiştirmede sıkıntılar yaşıyoruz. Planlamadan eğitim kalitesine yapılması gereken çok şey var, ancak sorunlar görmezden geliniyor, üstelik derinleşiyor. Bu da hepimizin sağlığına dair iyi işaretler vermiyor. Tekrarlayayım, çözüm akıldan, bilimden, sağlığı piyasa malı değil hak olarak gören bir anlayıştan geçiyor.

Not 17: Sağlığın belli alanlarında ağırlık özel sektöre geçmiş, kamu çekilmiş durumda. Son yayımlanan 2023 rakamlarına bakalım. İstanbul artık bir özel hastane diyarı oldu, 231 hastanenin 161’i (yüzde 70) özel hastane. Türkiye genelinde toplam hastane yataklarında hala kamu hastanelerinin ağırlığı varsa da yenidoğan yoğun bakım yataklarına gelince iş tersine dönüyor. Türkiye genelindeki 13 bin 657 yenidoğan yoğun bakım yatağının 7 bin 144’ü (yüzde 52,3) özel sektörde, 4 bin 907’si (yüzde 35,9) devlet hastanelerinde. İstanbul’da durum daha acayip, yenidoğan yoğun bakım hizmetleri çok büyük oranda özel sektörde, devlet hastanelerinin payı Türkiye ortalamasının yarısı, yüzde 18.

Özel sektörün yenidoğan yoğun bakıma ilgisine dair bir başka veri yazayım. Devlet hastanelerinde toplam yoğun bakım yatakları içinde yenidoğan oranı yüzde 19,9 iken özel hastanelerde yüzde 41,2’ye çıkıyor. Tüm bunlar özel sektörün yenidoğan yoğun bakımını bir kâr alanı olarak gördüğünü ve oraya yüklendiğini gösteriyor. Üstelik mevcut skandalda gördüğümüz gibi, özel hastanelerde yoğun bakım dahil birimlerin taşerona verilmesi de söz konusu. Bebeklerin sağlığını bu kadar özelleştirirseniz, SGK kaynaklarını oralara aktarır ve suistimale açık hale getirirseniz ne beklersiniz? Bebekler özel hastanelere sevk ediliyormuş, yatakların çoğu oralarda, başka ne olacaktı?

Büyük ölçüde özele bırakılan alanlardan biri de hemodiyaliz hizmetleri. Türkiye’deki toplam 19 bin 98 hemodiyaliz cihazının 10 bin 602’sini (yüzde 55,5) özel sektör işletiyor. Devlet hastanelerindeki cihaz sayısı 7 bin 265 (yüzde 38). Buraya sığmaz, benzer durum görüntüleme ve laboratuvar başta olmak üzere pek çok alanda var.

Not 18: Kâr amacına göre şekillenen sistemde insanlıktan, meslek ahlakından nasibini almamış kişilerin eline düşersek başımıza neler gelebileceği görülüyor. Denetim eksiğinden söz ediliyor, doğrudur, ancak bu sistemde denetimin tam yapılması da mümkün değil. Bu durumda hiçbirimiz doğru, nitelikli ve hak ettiğimiz sağlık hizmetini aldığımızdan emin olamayız. İçtiğimiz ilaca, olduğumuz ameliyata itimat edemeyiz. Bu ortam sağlıkta niteliği daha da düşürür, şiddeti daha da artırır. Paramız yoksa zaten yandık, varsa da rahat edemeyiz. Özel sağlık sigortası, tamamlayıcı sağlık sigortası yaptırsak da güvende olamayız. Dört gün sonra Cumhuriyetin 101. yılı tamamlanacak. Siyasal iktidarın söylediği Türkiye Yüzyılı bebeklerin sağlığı üzerinden ticaret yapılan bir düzense kabul etmiyoruz. Yaşadığımız bu tahribatı düzeltmek için hep beraber adım atmalıyız. İlk yapılması gereken samimi olmaktır. Aklın, bilimin yoluna dönmeli, sağlıkta kamunun ağırlığını artırmalıyız. Sağlığı yönetenlerin gecikmeden üniversiteleri, sağlık meslek örgütlerini, sağlık çalışanlarının sendikalarını, uzmanlık derneklerini toplaması ve Türkiye için doğru sağlık modelini ortak akılla geliştirmesi gerekir. Aksi takdirde bu bozuk düzende yeni skandalların yaşanması kaçınılmazdır.

Not 19: Vakt-i Şerifleriniz Hayrolsun.

“Ne çok yalan gördü son yüz yılın göğü,
Ne çok yalan dalgalandı bayrak yerine!
Balkanları kana bulayan akbabalar, 
yüz binlerle doymadı, milyonlara vardılar.
Milletler Cemiyeti yalanı yirmi yıl yaşamadan,
boğazlandı barış güvercini bir kez daha.
Caninin başına defne dalı takan sahtekârlar
Birleşmiş Milletler maskeli bir karnavalda
Irkçılığın daniskasını sahneliyorlar. 
Versaille (Versay) kandırmacaydı, Yalta kandırmaca!
Washington yalan, Londra yalan, Telaviv yalan! 
Moskova, Pekin, falan filan…
Uyan ey insanlık, uyan ey insan!”

Kudüs Ey Ey/İbrahim Demirci

Not 20: İnsanın bir DOĞAL HAREKET bandı vardır.

Hareket etmezsen, ömrün kısalır.

Aşırı hareket edersen, ömrün kısalır.

Her şeyin bir dengesi var.

Not 21: Mevsimsellikten arındırılmış aylık enflasyon dört ayın zirvesinde %3. Halkın hissettiği enflasyon da bu zaten. Bu ortamda faiz indirimi konuşuluyor. Faiz inerse harakiri olur.

Not 22: Sonunda Şam düştü ve Esed kaçtı. Allah'tan başka her şeyin bir sonu var. Hala sayın Esad diyen CHP önce bunu idrak etmeli. Bunlar ülkeyi yönetmeye talipler.

Not 23: Vakt-i Şerifleriniz Hayrolsun.
“güneşi rehin verdiler tefecilere
karaborsacılara sattılar mehtâbı
ömer’in kılıcını kırdılar
ayaklarından astılar tarihi
ayaklarından astılar tarihi
sattılar atı, beyaz örtüyü sattılar
gecenin yıldızlarını sattılar, ağaçların yapraklarını 
bedevîlerin gözlerindeki karalığı sattılar”
Nizar Kabbani

Not 24: Türkiye gibi ülkeler; DÜZELTİLEBİLEMEZ ve KURTARILAMAZ.

Kendinizi kurtarmaya bakın.

Burası, gittiği yere kadar...

Fazlası değil.

Üzücü ama, gerçekçi de olmak lazım.

Not 25: Duvarı nem insanı gam yıkar!

Not 26: "Yine akşam oldu,
Yalnızlık omuzlarıma çivisini çaktı yine,
Uzaklık aynı gerçi,
Her yerdeyken olan uzaklığın pek değişmedi,
Yine akşam oldu orda olduğu gibi,
Görebiliyorum seni burdan da,
Aynısıydı ordayken de,
Uzaklıktan korkmuyorum belki de,
Orada da aynıydı uzaklık gerçi
Donuklaşmış oldu artık bu,
Bir o kadar da hüzünlü romanlar gibi,
Galiba ben baştan kaybetmişim,
Belki de ben baştan kazanmışım, insanlık kaybetmiş…"
Sezai Karakoç

Not 27: Hani Şam’dan bir şamdan getirecektin
Dikecektin Süleyman Peygamber’in kabrine
Ruhları aydınlatan bir lâmba
İfriti döndürecek insana:
Söndürecek canavarın gözlerini
İfriti döndürecek insana..
S. Karakoç

Not 28: Tevrat çizgisi Zebur yankısı
İncil sesi Kur'an nefesi
Şam sokaklarının sabah öncesi
Ve güneşi yere indiren öğlesi
 
Atların aşık kemiğine kadar çıkmıştı
Seni son koruyanların kanı
Taşıdıkları yeşil Peygamber sancağı
Dalgalanmıştı sağnak sağnak tepelerinde

Ama, umutsuzluk yok, en yakın ve keskin günde
Sonunda dönecek talih, gelecek Büyük Atlı
Çileye batmış İslam halkı için kurtarıcı
Görünecek ilkin Şam'da der gelenek saati

Sezai Karakoç
(Alın yazısı saati, 1979-1988. Gün Doğmadan, Şiirler, Diriliş Yayınları)

Not 29: Vakt-i Şerifleriniz Hayrolsun.

“Düşen bir taşı sağıma kardeş yapıyorlar
Bu şehir elden ve gözden sakınarak uykuya
Dalan çocukların tırnaklarını yemenin masumluğuyla
Gölgeler içinden geçip kalbine ırmaklar çiziyor

Belki ikindi sonrası kolsuz kör bir katibin
Elinden çıkardığı zeytinlerin yeşilliğinde bir harita
Durmadan kutsal sular, yanık ekmek izleri ve ebabiller
Sonra harfi L ile başlayan bir ülkede kaybolur sabiler

Pişirilmiş toprak, kil, bakır tencerelerde kaynayan bıldırcın
Atlastan yeleleriyle surları kuşatan ordu bismillah diyerek
Tüm ayinleri, cumartesileri, yapmacık dilleri
Hanzala’nın gövdesiyle döneceği akşama raptedecek

Zeytin bana neyi anlatır Yahudi’nin ölüm korkusu neyi
İncirin incecik gövdesinden göğeren ayet iki nehri bölerek
Bir tufanı haber veren peygamberi işaret edecek 
Dağlara kaçan köylülerin halkası olmuştur belki tarih

Şimdi ben çıkıp Kudüs diye bağırsam, bağırsam ben Kudüs diye
Ama hiç ağlamasam elimdeki taşın sıcaklığına hiç kör olmasam
Ne Mursiler, ne İhvanlar, ne Meşaller biter içimde
Şam’da bir kubbenin başında Selahaddin diyerek ağlasam

Şam’da bir kubbenin başında Selahaddin diye ağlasam
İçimdeki bıçak cezbeye gelip Allah Allah diyecek
Allah geçince içimden kınından boşalan bıçak
Çak çak çak akıldan kaçarak seyir halinde
Dünyanın en güzel Arabistanı’ndan Kudüs’e kadar...

Baktığım gökyüzünde atlar ve berrak sular
Çocukların dili, ormanın üzerine giden yağmur 
Döndüğüm yerde kuşlar ve Filistinli kadınlar
Senin çok eski bir adını heceleyerek ezbere durdular
Ur-sa-lim, Ur-sa-lim, Ur-sa-lim”

Benim Adım Kudüs-Ursalim-/Mehmet Tepe

Not 30: * “Allah hanginizin daha güzel şeyler yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk, 67/2)
* “O gün insanlar, amellerinin karşılığı kendilerine gösterilmek üzere bölük bölük çıkacaklardır. Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir. Her kim, zerre kadar şer işlemişse onu görecektir.” (Zilzal, 99/6-8)
* “Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!” (Ankebût, 29/64)
*
* “Sevininiz ve sizi sevindirecek şeyler ümit ediniz. Allah’a yemin ederim ki, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin önünüze serilmesinden, onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyanın onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum.” (Buhârî, Rikak, 7; Müslim, Zühd, 6)