Tutkunun bedeli çok büyüktür. Sıradan tavuklara ve horozlara imrenirsiniz. Bizim neslimiz bir kızın bile elinden tutmadı gençliğimizde. Halkın içinde olmazsanız ruhunuz hastalanır. Sıradan insanların içinde olmak boyunuzun ölçüsünü almak zorundasınız.

Mağarada aydınlanma olmaz. Aydınlanacaksak toplum içinde olacağız. İnsan toplumsallığın dışında yeteneklerini kazanamaz. Steril ortamlarda büyümenin bedeli ağır olur.

Tutkusu olmayan insan insan mıdır diye sormak gerekir.. Hangi büyük iş coşkunluk olmadan gerçekleştirilebilir! Mesele tutkuyu halk içinde içselleştirip beceriye dönüştürebilmek, o dengeyi bulmak. Sıradan halkın vasatlığında sıra dışı olmak tüm mesele.

Enflasyon Lobisi:

Arjantin gibi Türkiye de faizi enflasyonun altında tutuyor ve enflasyonu yenemiyor. Enflasyon lobisinin başlıca propagandalarından biri de "Arjantin de faizi arttırdı ama enflasyon düşmedi, yani faizi arttırmayalım nasıl olsa enflasyon düşmeyecek" olmaya devam ediyor.

Zamanında "Amerika da faizi arttırdı enflasyon düştü mü?" algısını kullanan lobi bugün faiz artarsa işsizlik artar diyor ama "Amerika da faizi arttırdı ama işsizlik artmadı istihdam güçlü" demiyor, diyemiyor.

Enflasyon lobisi paranın durduğu yerde değer kaybettiği gerçeğinin üzerini örtmeye çalışıyor. Örneğin şu kadar parayı faize yatırırsanız ayda şu kadar faiz alırsınız diyerek sadece alınan faizi öne çıkartıyor ama ana paranın değer kaybını yok sayıyor.

2024'te ekonomi için gördüğüm üç büyük risk bulunuyor:

1. Enflasyon hedefinin tutması için TL'nin reel olarak değerlenmesine bel bağlanmış. Bunun geçmişte sürdürülebilir olmadığını ve bu parlak fikrin döviz kurunda sert yükselişlerle sonuçlandığını gördük. Yine öyle olması yüksek ihtimaldir. O zaman ekonomi yönetimi "şapa oturmuş" olur: Ya enflasyonla mücadeleden vazgeçmek ya da daha fazla faiz arttırmak zorunda kalır. Enflasyonla mücadeleden vazgeçerse yabancı yatırımcı gider, döviz kuru daha da artar. Enflasyonla daha güçlü mücadele ederse zombi şirketlerin başı çektiği enflasyon lobisinin ekonomi yönetimine baskısı dayanılmaz hale gelebilir. Ekonomi yönetimi de enflasyon lobisine boyun eğmek zorunda kalabilir.

2. Bir başka risk enflasyonun çok üstünde arttırılmasına rağmen bütçenin israf nedeniyle yeterli gelmemesi ve ek bütçeyle israfın boyutunun arttırılmak istenmesi nedeniyle veya israfı finanse etmek için vergilerin arttırılması nedeniyle yıllık %36 enflasyon hedefine ulaşılamayacağının anlaşılması ve ek sıkılaştırma yapmak yerine hedefin yukarı yönde revize edilmesi ve enflasyonla mücadelenin zayıflamasıdır. Bu durumda TL mevduat faizi tatminkar olmaz, dövize talep artar. Geçmişte olduğu gibi enflasyonla mücadele başarısız olunca döviz kurunda sert yükselişler görülebilir.

3. En büyük risk yıllık %36 enflasyon hedefine ulaşılmadan faiz indirimlerine başlanması ve yakın geçmişte yaşadığımız enflasyonla mücadelede "battı balık yan gider" anlayışına geri dönülmesidir. Bu da enflasyonu patlatıp, döviz kurunda sert yükselişlere sebep olur. Zombi şirketlerin başı çektiği enflasyon lobisi rahatlar. Ücretli ve emeklinin alım gücü daha da azalır. Fakirden zengine servet transferi tekrar hızlanır. 

Kısaca 2024 için en büyük riskin ekonomi yönetiminin enflasyonla mücadeleyi kararlıkla sürdürmekten vazgeçmesi olduğunu düşünüyorum. Bu da azımsanmayacak bir risktir. Burası Türkiye'dir. Geçmişte "dolar bu yıl şu kadarı geçmez" diye hikaye anlatan nice çok muteber kişiler görülmüştür.

TCMB'nin 2024 yıl sonu enflasyon hedefinde bundan sonraki yukarı yönlü ilk revizyonu bize bu konuda net bir işaret verecektir. O zaman geldiğinde tedbir almada acele edilmeli ve TL cinsi varlıklardan döviz cinsi varlıklara geçilmelidir.

Son söz: Etrafa bakıyorum çalanların çırpan çırpanların ve uyuşturucu satıcılarının ve dahi kara para aklayacıların çocuklarından çıkmaya başlamış dert bela hastalık ölüm olarak haksız elde ettiklerinin bedeli. Çıkarsın da zaten. Benim çocuğumun hayalini çalıp kendi çocuklarına meze yapan mal yapan haksız servet imkanı sağlayanların, haksız avantaj sunan hırsız anne babaların kendileri çocukları ve torunlarından kan kızılcık olarak en feci en kötü şekilde çıkarsın Rabbim. Ömürleri kısa yaşamları engelli olsun, çaldıklarını yemek nasip olmasın.

Serzeniş: Kendini bilmez cahil bencil tipler çok yordu bu hayatta beni maalesef. Akıl veren de olmayınca çok yıprandık. Şükür gene kırklarda kendimiz bulduk. Ve fakat her işi tecrübe etmek yoruyor.

Sevginin Kanatlarında: Sevilen ne varsa güzelleşir. Sevmek zamanını geçirmeden sevmek… Sevgiyle bakılan çöl yemyeşil olabilir. Sevgide cömert, nefrette cimri olmak gerek. Güzelliği ortaya çıkaran sevgidir. Bir çocuk sevgiyle büyür. Bir kadın sevildikçe kendini keşfeder, güzelleştiğini anlar. “Terketmedi sevdan beni” diyen Ahmet Arif gibi söylemek gerek. Şöyle denilmişti bir masalda: “Sen sevdikçe ben güzelleşiyorum, sen sevdikçe ben kendimi buluyor ve tanıyorum.” Bu ancak kalbin ve ruhun buluşması ile olabilir. “Çünkü sevdikçe beni, sen kendini tanıdın.” diyordu Edip Cansever.


Hakikat: İktidar, muhalefetle birlikte yiyecekleri bir sistem kurdu. Birlikte yiyorlar! 

Not 1: Bir alanda en iyi olmak demek… Temel prensip, eksiklerini tamamlamak için eğitim almak yerine, zaten sende var olan kabiliyetleri geliştirmeye odaklanmak demek… Daha net bir tanımla, “sen olmazsan o işi başkası senin kadar iyi yapamaz” olma hali… Ziraat mühendisi olmuşsun, bitkiyi tanımıyorsun. Ancak bitkiyi tanıma kabiliyeti olan bahçıvanı havada kapıyor işletmeler…

Not 2: Açık; ihtiyacı karşılamama hali… Ayağa yetmeyen yorgan… Ya derin kuyu veyahut kısa ip… ManpowerGroup Yetenek Açığı Raporu’na göre 2024 yılı için yetenek açığı tahminleri tüm dünyada %75 olurken yetenek açığı beklentileri global ortalamanın bir puan üzerinde ölçülen Türkiye ise %76 ile 41 ülke arasında 22. sırada yer aldı.
Ülkemizde en fazla yeteneğe ihtiyaç duyan sektörler, %78 ile taşımacılık ve lojistik & otomotiv, tüketim ürünleri & hizmetleri ve sağlık&yaşam bilimleri sektörleri... Bunları %77 ile bilgi teknolojileri, %76 ile endüstriyel ürünler ve malzemeler, %74 ile iletişim teknolojileri, %70 ile enerji ve altyapı hizmetleri ve %69 ile finans ve emlak sektörleri takip etti.
Peki, tüm bu yetenek açıklarının diğer açıklarla ilgisi nedir? Şudur; eğer yeteneğin yoksa bütçen açık verir, cari açık verirsin… Zaten herkesin eline diploma tutuşturup onları işsizler ordusuna salmak, tam bir akıl açığı değil midir?
Son sözüm şudur; üniversiteler, işsizlik siloları gibidir. İnsan, 30’una dek hiçbir işe yaramayacak eğitim alır mı? Kaldı ki bizim 208 üniversitemiz, diploma fabrikasıdır ve işsizimizi sakladığımız antrepolardır.

Bu kadar işe yaramaz diplomayı, 184.566 öğretim elemanı üretmiş. Bunların 154.981’i devlet üniversitelerinde, 29.338’i vakıf üniversitelerinde, 247’si vakıf meslek yüksekokullarında… Öğretim elemanlarının 34.280’i profesör, 22.462’si doçent, 44.216’sı doktor öğretim üyesi, 37.039’u öğretim görevlisi ve 46.569’u araştırma görevlisi olarak görev yapıyor.
O halde merak ediyorum; mademki işe yaramıyor, insan kaynakları neden diploma şartı koşuyor? Az sayıda marka üniversiteler hariç, yüzüne dahi bakmadığı diploma için neden gençlerin hayatı 4-6 yıl harcanıyor?

Not 3: Liramıza sahip çıkması gereken Merkez’in elinden gelen bu kadar… Bağımsız değil, faizi zorla yönetebiliyor, bu yüzden lira, kafasını suyun üstünde dahi tutamıyor. Ha bir su yutup duruyor.
Kaygıdeğer büyüklerim; kaygılarım yersiz değil. Daha önce dolar alıp başını gittiğinde başımıza gelenleri hatırlıyorum.
Kaygıdeğer büyüklerim; abarttığımı sanmayın, endişeliyim.
Kaygıdeğer büyüklerim; dolarizasyona benzin taşıyoruz.
Kaygıdeğer büyüklerim; dolarla maaş almıyorum ama maaşı ile dolar almaya koşanlar hayli fazlalaştı etrafımızda.
Kaygıdeğer büyüklerim; ‘ne güzel dolar arttıkça cari açık azalıyor’ diyenlere kanmayın, ihraç mal maliyeti artıyor.
Kaygıdeğer büyüklerim; ekonominin gidişatından, ülkemin geleceğinden hayli endişeliyim. Maruzatım budur.

Not 4: Kim çıkaracak bu beyaz koridordan beni?
donmuş bir bakışım zamanın avuçlarında
bakışımsız aynalarda hayatım paramparça,
gittikçe uzun, beyaz; giderek bembeyaz
o dar kapıdan geçebilmek için eriyorum..

Not 5: Bütün bedeninle susardın
sen susunca dönmekten vazgeçerdi dünya
unuttuğun gülüşünü çizerdim yıkık duvarlara
sen sustukça büyürdü kalbimdeki gedik
Deltası’na birikirdi söylenmemiş tümceler
geçip gitmiş bir zamanın içinden bakarken
satır araları, tedirgin gölgeler…
boşluk tamamlanırdı
sen sustukça uzatırdı içimizin akşamı..

Asuman Susam

Not 6: Bir ihtimal olmaktan çoktan çıkmıştın
aşktın düpedüz ayak direyen
pupa yelken bir yürek isterdi sana
ayna, fırdönen kelebeğini seyretmek için
annelerin bit yeniği aradığı yerlerimden
derinden sancıyor kavak yellerim
kim korkmaz büyüttüğü ütopyadan
yardan gelip yar’a giden..

Not 7: Olduğum yerdeyim işte korkumdayım
yalnızca dağları gösteriyor haritam
fenayım çekip gidememekten
uçurumlara bırakamamaktan gövdemi..

Not 8: umuda gölgeydi yaşanan
yitirdim kimliğimi / sorulmadı adım
göçmendim / adresim bilinmedi
hiç yazılmamış mektuplar almayı özledim
özgürlük gibi içimde savrulan
kâğıtlardan yelken yapmayı
yürümeyi özledim sevişerek sokaklarda
kalbimde gök rengi bir düş büyüttüm.

Çiğdem Sezer

Not 9: kaç hayattır burada oturuyorum
hem dünyalı hem değil
tuhaf bir şey her sabah
aynı mektubu okuyorum
tanrı’nın el yazısıyla yazılmış
bir lekeymişim tavanda, kendime
bakıyorum. rüya
gördüğümü söylüyor dışımdaki
yalnızca rüya…

Not 10: İki yıl önce ben de Beyrut’un güneyinde Dâhiye
sokaklarında
Bir haç sürüklüyordum apartman büyüklüğünde

Fakat, bugün kim kaldıracak Kudüs’te
Bitap düşmüş birinin sırtından haçı?
Yeryüzü üç çividir
Ve çekiçtir merhamet
Vur ey Rab
Sen de vur uçaklarla birlikte

Var mı fazlası?

Necvan Derviş

Not 11: Başını göğsüme koy
Toprağı duyuyorum
Toprağı yarmakta olan otu
İkimiz de bir aşkta kaybettik başlarımızı
Ve artık kaybedecek bir şeyimiz yok.

Not 12: Evimde Yunanistan’a açılan bir pencere var. 
Rusya’yı
işaret eden bir ikon.
 Hicaz’dan esen ebedi bir koku.
Ve bir ayna ki her durduğumda önünde, baharı
Düşlerim Şiraz’da, İsfahan’da, Buhara’da.
Ve Arap olunmaz bütün bunlardan daha azıyla..

Necvan Derviş

Not 13: Yeryüzünü boğazlanmış bir hayvan gibi gördüm,
Dediğimde
Bunlar kâbus, bitecek dediniz
Bitecek bahar varınca evinin eşiğine

Bahar çok gecikti
Kâbusum bahar oldu
Ne indirebilirim yeryüzünü
Ne de bilebilirim onu kimin astığını.

Not 14: …Atın Üsküdar’ı geçtiğini görüyordum
Hayret ettim
Nasıl birleşmişti pişmanlık şimdiki zamanla
Yemin ederim ki onu gördüm
Koşuyordu Moğol duvar resimlerinde
Selçuklu kaplarının kırıntılarında
Ve kardeşimin kanında.

Not 15: nehirlere düğüm atan dağları saçıp savuran
değil miyiz bu garip halimizle yaşayan
sözümüzdür
safi bir kelime bizi yaşatan
başka bir numaramız mı yok
elbet o da olur..

Not 16: ey siz kendi rüyasından dahi kovulanlar
başladığı şarkıyı bitiremeyenler anahtarını kaybedenler
tıfıllar davetsiz gelenler
o kılıcı ağzınızdan kan damlatarak çıkarmayı
altınıza gerilmiş zaman ipinden ağı yırtmayı
öğrenin artık..

Not 17: en son ne zaman nefes aldım ben
en son ne zaman farkındaydım soluklandığımın
buraya gelmeden önce
deşilmiş bir dalağa dönmemişti henüz sokaklar
sevinçle çıktığımız tepeden hayat taksim ediliyordu.

Not 18: sizi temin ederim ki güneşin altında yeni bir şey yok
bu kabullenişi
bir yaprağı dahi kımıldatmayacak bu açıklığı değil
katlanılmaz bir sinsilikle çekmeceleri

Not 19: her yerden gözleri çıkan onlar
bakıyor bakıyor
kendini var ettikçe tüketen
bu patavatsız beraberlik anlatmakla bitmez
her yapışkan gözden çıkan onlar..

Not 20: dünyanın bir yüzü yoktur. / Görüldüğü de çok su götürür. / Görülmeyen de görülmez.

Not 21: Siz siz olun,
Bu ülkenin Atatürk Sevgisini hafife almayın.

Not 22: “Her çöküş, entelektüel ve ahlaki bozukluğu da beraberinde getirir. En kötü dehşetler karşısında dahi umutsuzluğa kapılmayan ve her türden aptallığa meyli olmayan, ayık, sabırlı insanları yaratmak zorunludur.”
-Antonio Gramsci

Not 23: İsa bebeğe saygı gösteriyorsun. İsa çocuk, nikah kağıdı olmayan bir anne tarafından doğuruldu. Böylece farkında olmadan, isa çocukta kendi cinsel özgürlük özlemine saygı gösteriyorsun, ey evlilik bağımlısı küçük adam.

Not 24: Ne diyordu İsmet Özel:
“Şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
Kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin
O gün bugün, şehri dünyanın üstüne kapatıp bıraktım
Kapattım gümüş maşrapayla yaralanmış ağzımı
Ham elmalar yemekten göveren dudaklarım
Mırıldanmasın şehrin mutantan ve kibirli ağrısını…
Şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
Bozuk paraların insanı, sivicelerin
İşte öldüm, işte son kadife çiçekleri
Son defneler, badıranlarla kefenlediler beni…”

Not 25: Babalık şefkat ve merhametiyle oğluyla göz göze gelen Nuh (as), gel gemiye bin kurtulanlardan ol dese de oğlu inanmadığı, kalbi katılaştığı için binmedi. Geminin yapılması ilahi emirle gerçekleştiğinden inananların dışındakiler gemiye binmediler. Olağanüstü bir felaketi idrak edemeyen Yam “Beni sudan koruyacak bir dağa sığınırım” demişti. Azgınlık eden, Allah’a şirk koşan, peygamberini dinlemeyen kavmin cezalandırılması nedeniyle tufan gelmişti. Geminin dışında kalanlar için artık kurtuluş yoktu.  
“Ben ne büyük bir dalgınlıkla bakmış olmalıyım ki hayata
Görmedim orda çinko damlar ve plastik sürahilerin tanrısını
Yerimi yadırgadım
Yerim olmadı zaten kendi mezarımdan başka
Çılgının biri sanılmaktan sakınmaya vaktim olmadı
Durmadan beyaz bir aygırla taşardım derin göllerden
Bir gebe kısrakla kaçardım derin ormanlara
Güneşin zekâsıyla doymak isterdim
Kaba solgun kâğıtlar sunardı
Şehrin insanı bana” diyor İsmet özel. Sen de kendini sorgulamalısın ölmeden önce.

Not 26: 2024 yılında bırakın asgari ücreti, bir ücret alınmış olması bile insanlara yeterli gelecektir. Çünkü kemer sıkma politikasının işsizlik etkisi başladı ve artarak devam edecektir. Özellikle 2024 yılı sonlarına doğru işsizlik en büyük sorunumuz olacaktır.
Çünkü ekonomiye ciddi bir güven riski var ve yeterli sermaye gelmiyor.
Acımız büyük ve daha da büyüyecek. Bu acının ana nedeni ise son 2 yıldır yaşatılan suni ekonomidir. Şimdi fatura ödeyeceğiz ve ancak 2026 yılında yeniden toparlamaya başlarız.
Gerçek maalesef bu şekilde.

Not 27: Ben kaybettim savaşımı/sen hâlâ kazanabilirsin/nergisleri sümbülleri ve onlara dokunan/güneşleri kurganlara gömebilirsin/ben eve döndüm döndümse/sen yüzünü ateşlere dönebilirsin.

Not 28: Bu ülkenin mevcut verimliliği, yatırımcının ülke yönetimine güveni 500-550 USD asgari ücreti, 1000-1200 USD minimum memur maaşını kaldırmaz. 

Not 29: Yeni yılda yapay zeka Haley’le bilinç üzerine sohbet; “kendimi geliştiriyorum” demiş ama şu haliyle bile Türkiye’de nefes alıp veren yaşam formlarının %99undan daha bilinçli.

Not 30: Ne yaparlarsa yapsınlar, 
ne hilafet ne saltanat  G E L E C E K!

O iş olmaz, O L M A Y A C A K!

Not 31: insana en ağır yük, insandır..

Not 32: Vergi rekortmeni ilk 100'de neden 76'sı isminin açıklanmasını istememiş? (Bu da bir rekor!)
Neden? Çoğunluğun saiki ne olabilir?

a) Ahbab çavuş- Dönem zengini olmaları?
b) Hukuksuz ortamda dikkat çekmemek, 'çökerler' korkusu?
c) Orantısız kazançlarıyla asıl faturayı ödeyenlerden utanmaları?
d) diğer

Not 33: Mahkemeler-Yargıtay anayasayı ihlal ederse tanımazsa ne olur? Bu devlete ne denir? Vatandaşların şirketlerin mal ve can güvenliği ne olur? 
Hoş geldin yeni yıl...

Not 34: Hanehalkı gelirinin yaklaşık %30'nu tasarruf edecek ki, emeklilikte aniden düşen gelire ekleme yapabilsin.

Geçim derdinde olan çoğunlukla, gelecek de sıkıntılı geçer.

Not 35: Ortalık yangın yeri, ekonomik kriz 6. yılına girmiş, halk talebini bir daha alamam, şimdi almalıyım üzerine kurmuş, ekonomistler tavuz kuşunun kuyruğundaki renklerin uyumundaki nedenselliği tartışıyor.

Merkez bankası iletişim stratejisi misali...

Not 36: Ekmek pahalı değil, sen fakirsin.

Not 37: Neden büyük okyanuslardan daha heyecanlıydı hasret kaldığın bir dostuna kavuşmak serinliğin ayazında bir gece vakti..

Not 38: ABD'de haber gundeminde Ozempik diye bir ilac var. Diyabet ilaci, ama kilo verdirdigi icin acayip populer oldu. Oprah da kullandigini aciklamis. Burada recetesiz ilac almak imkansizsa doktorlar keyfi mi yaziyor anlamadim. Unlu ve zenginsen hersey mumkun galiba...

Not 39: “Enflasyon var; ama olsun, kur yine de artmasın ya da az artsın."
Bu hangi ekonomi mantığına sığar?
Sığmaz tabii ki. Ama böyle bir durum şahane bir kazanç kapısı açar. 

İşte istenen de o kapının açılması, o durumun oluşması... 

Enflasyon makul bir düzeyde gitsin, faiz enflasyonla uyumlu şekilde yüksek seyretsin, yabancı döviz getirsin ve yüksek faizli iç borçlanma senedi alsın, vade bitiminde döviz faizden az artacağı için yüklü bir kazançla herkes evine dönsün!
Bu varsayımı ve istenilen durumu sayılara dökersek...
■ Yabancı örneğin 1 milyon dolar getirip 30 liradan TL’ye çevirsin.
■ Ele geçen 30 milyon lira örneğin yüzde 40 faizle iç borçlanma kağıdına bağlansın ve bir yıl sonunda 12 milyon lira faiz geliri elde edilsin.
■ Bir yıl sonra kur örneğin 33 lira olsun.
■ Anapara ve faiz olarak ele geçen 42 milyon lira, 33 liralık kurdan dolara çevrilsin ve yabancı cebine 1.3 milyon dolara yakın para koysun. Yani döviz bazında bir yılda yüzde 30’a yakın para kazansın.
■ Yüzde 40 faiz uygulanan bir dönemde döviz de yüzde 40 artarsa yabancı hiç para kazanamaz, aman dikkatli olunsun!
■ Hele hele yüzde 40 faiz verilirken döviz örneğin yüzde 50 artarsa yabancı bir yıl sonra 1 milyon dolar bile alamaz ve zarara girer, aman buna hiç meydan verilmesin!

Peki niye hep bir ağızdan “Döviz az artacak” diyorlar?
Öncelikle etkilenmek istenen bir hedef kitle var.
Bir de mesaj iletilmek istenen siyasi otorite.
Etkilenmek istenen hedef kitle elinde döviz olanlar, ağırlıkla vatandaşlar. Onlara örtülü biçimde “Döviz artmayacak, bakın faiz de iyi, satın dövizinizi ve faize geçin” deniliyor. Zaten bu kesim “söz dinler” ve dövizden faize geçerse kur artışı kendiliğinden yavaşlayacak ve bunu söyleyenler bir taşla iki kuş vuracak.
“Bakın döviz az artacak demiştik, işte söylediğimiz çıkıyor.”
Peki siyasi otoriteye verilmek istenen mesaj ne?
“Bakın yabancı büyük bankalar düşük kur artışı bekliyor, buna göre siz şu faizi biraz daha artırın, kuru da tutun, yoksa yabancının geleceği yok.”
Siyasi otorite böyle bir mesaja nasıl bakar peki?
Konu ekonomik değil ki, siyasi; o yüzden yanıt vermek çok zor.
Ama siyaset bu tür mesajlara kapalı gibi. Hem Saray’da bazı isimlerin faize karşı şikayetlerinin arttığı konuşuluyor.
Bu arada Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in MÜSİAD’da yaptığı dünkü konuşmada kullandığı bir ifade ortalığı iyice karıştırdı. Şimşek, 2024 yılında daha sıkı para politikasından daha gevşek bir para politikasına geçileceğini söyledi ama bu ifade tartışmalara yol açınca kastedilenin Türkiye olmadığı, tüm dünyanın böyle bir ekonomik yöneliş içine gireceğinin vurgulandığı yönünde bir düzeltme geldi.

Not 40: Sonsuz olan hiçbir şeyin değeri yoktur. Hayata değer veren de ölümdür. Ölüm olmasa hayatın hiçbir anlamı olmazdı. Eğer milyarlarca yıl yaşayabilseydik günlük hayatta bize önem arz eden herşey tamamen anlamsız hale gelirdi.

Not 41: "Selam verdim, torpil değildir diye almadılar".
Toplumun çoğunluğu en geniş hak yeme olan torpili (hırsızlıktan daha kötü) onaylıyor.
Yazılan hukuk ile yapılanın farklı olması absürt.
Anayasaya "Torpil siyasi gücü olanın hakkıdır" maddesi eklensin, hak yeme yasalar ile uysun.

Not 42: Bugün bir şeyi arzularsın, yarın kendini parçalarcasına, büyük bir tutkuyla arzuladığın için yüzün kızarır, dileğin gerçekleştiği için hayata lanet okursun. İşte, hayat yolunda başına buyruk ve kibirle yürümenin, keyfine göre hareket etmenin sonu budur. İnsan bastığı yeri yoklaya yoklaya yürümeli, birçok şeye gözünü kapamalı, mutluluk düşleri görmemeli, mutluluğu kaçırdığında şikâyet, isyan etmeye kalkışmamalı… İşte hayat budur! (Gonçarov- Oblomov / Yordam Edebiyat Yayınları syf. 318)

Not 43: Faşizm sıraya girmektir. Hizaya gelmektir. Mecburen selam vermektir. Gölgenden korkmaktır. Umudun bitmesi, iyiliğin yenilmesidir. Sınıfta, sokakta, çarşıda, evde ve artık üzerinde yürünmesinden bile korkulan meydanlardır. Âmâ zor oyunu bozar ve insanlık tarihi, zalimlerle mazlumların mücadele tarihidir. (Ercan Kesal- Cin Aynası / İletişim Yayınları syf. 119)

Not 44: İnsanın tabii hali insanlarla yaşamak. Ama her insan için, başka bir insan rakiptir, rakip yani düşman. Herkes amacına varmaktan aynı derecede ümitlidir; başkasını yok etmeye veya boyunduruk altına almaya çalışır. Sonu gelmeyen bir savaş: kişinin kişi ile, herkesin herkesle savaşı. İnsanlar ömür boyu ölüm korkusuyla karşı karşıyadır, ölüm korkusu ve ölüm tehlikesiyle. Hayat “yalnızlık içinde geçer, kaba, hayvanca ve kısacık bir hayat.” Hiçbir hakkı tanımayan, çetin amansız bir savaş. (Cemil Meriç -Umrandan Uygarlığa / İletişim Yayınları syf. 200-201)

Not 45: Biz, her şeye hayret eden bir millet olduğumuz için albayım, sevinç ve şaşkınlıkla ellerimiz çırpıyoruz. Zaten biz her zaman alkışlarız. Beğensek de beğenmesek de oyumuzu versek de vermesek de her şeyi oyun sandığımız için durmadan ellerimizi çırparız. (Oğuz Atay / İletişim Yayınları Korkuyu Beklerken syf. 146-147)

Not 46: Müslümanların artık dünyaya söyleyecek bir şeyleri kalmadı. Müslümanların da Müslümanlardan ümidi kalmadı. Dünyanın bütün köşelerinde insanlarda artık insanlık çığırtkanlığı yapamayacaklar. Bütün ilkelliği ile tarihin en utanç verici sayfaları dolduruluyor. Azgın kapitalist düzenin mazlumdan yana olmayan gerçekleri ve insan hakları safsataları hepsi bitti. Ve “hümanizm” öldü. Zaten çarpık doğmuştu. Bütün her şey bitti. Bir fotoğraf karesi düşüyor önüme, insanlığımdan utanıyorum. Esir alınan Gazzeliler soyundurulup bir meydana toplanmışlar. Utancımdan başımı kaldıramıyorum. Haberleri normalde takip etmiyorum, haftalık gazete okumalarımı da neredeyse bir güne indirdim. Cümlelerin bir anlamı yok, hiçbir dilde insanlığın vicdanı kendini gösteremiyor. Bir avuç azgın azınlığın küstahlığını üzerimize boca ettiği bir ortamda kendimi pozitif bir yerde tutamıyorum. Artık insandan yana bir ümidim yok. Allah yardım edecek ama biz kaybettik. Bu deli gidiş içerisinde bir kenarda durup, yakamızdan tutup kendi kendimize sormamız lazım, ‘Derdin ne senin?’ diye. Zaman ellerimizden kayıyor ve bu zamana şahitlik meselesini kaybediyoruz.

Not 47:  “Yamaçlarda dinelen kuru çalıların
Rüzgârla muhabbeti gibi
Geçici bir serinlik sonrası çakıl taşları ile
Olduğu yere tutunarak
Bir kifayetsiz muhterisin ardından
Bakakalmak gibi
Çoğu zaman yaşamak!
Bir çakıl taşının omuzunda yük sanki
Her gelip geçenin eline tutuşturulan el ilanları gibi
Yüreğe değmeden dilden dökülen dostluk naraları
Ve yorgun yamaçlardan yavaş yavaş süzülen gün batımı gibi
Hiçbir yerde konaklamadan
Bir göçebenin yurtsuzluğu gibi ömrüm!
Geldim demeden gitmek gibi
Bir pişmanlık sonrası düşen ah!
Yalınkat kalmış hüzün gibi, geçip giden ömrüm benim.”
(Gibi, 2017, Yakup’un Defteri)

Not 48: İnsan bu işte! Bir şarkıya takılıp gitmek gibi; “boş bir sokak, boş bir ev/kalbinin içinde bir delik/Büsbütün yalnız giderek küçülen odaların içinde.” Göçebelerin sımsıkı tutundukları türküleri vardır. Şimdi hangi türkünün vaktidir? Hangi nağme dağlar ıssız bir geçitte ya da karanlık bir denizde dalgaların arasında yol alan umudun türküsünü? Kaç gün sayılmıştır, kaç adım sayılmıştır ürkek, telaşlı ve korkak? Kaç anne bindiği numaradan tekne abandone olmadan yüreğinde binlerce kez abandone olarak evladına sıkı sıkı sarılmıştır.

Not 49: Yetenek ve zekâ kimsenin vuramadığı hedefi vurur; deha ise kimsenin göremediği hedefi!

Not 50: Aslında tüm bunlar artık kimseyi şaşırtmıyordu; hayata hâkim olan vaziyet, her şeyi olduğu gibi demiryolu ulaşımını da etkilemişti: Alışılmış düzen şaibeli hale gelmiş, günlük alışkanlıklar durdurulamaz biçimde büyüyen karmaşa tarafından altüst edilmiş, gelecek kuşkuyla dolu, geçmiş muğlak, gündelik hayatın işleyişi ise kestirilemez olmuş, çürütücü zararın sadece semptomları hissedilebildiği için esas sebepler erişilemez ve ölçülemez şekilde belirsizleşmiş…

Not 51: “çok sevdim/ güzel sevdim
güzelliğim kırıldı
ah mavi intiharlar taşıdım günlerce
yeminler getirdim bak kekik kokulu
kekik kokulu ölümlere gidiyorum ben
artık kuşlarını uçur” (Adem Turan)

Not 52: Bir hayat kaç valize sığar ki? Ya da bir hayat kaç gönle sığar ki? Biriktirmek sadece eşyaları biriktirmekle ilgili olmasa gerek. Duyguları, düşünceleri de biriktirmek insani bağımlı hale getiriyor. Bağımlı olmakta bir insan için fıtratına uygun olmayan bir hal arz ediyor. Bugün dünyaya bağımlı, maddeye esir olmuş bir insanın uhrevi yolculuğu da hep hasarlı kalıyor. Çünkü bu dünyaya olan meyli her şeyin ötesine geçtiğinde ondan maneviyat kayboluyor yerine muhafazakâr bir kültür, şekilci bir benlik duygusu ortaya çıkıyor. Söylemleri ile eylemeleri de birbiri ile çelişik bir hal alıyor. Onun için bugün en çok yanlış algılanan şey de insanların dünya ile ahiret dengesini kaybetmelerinin ortaya çıkardığı hasarlı bakış açılarıdır. Aşırı dünyaya düşkünlük insanın özgürlüğünü yok eden bir şey. Dünya ile ilişkisi hasarlı olan bir kişinin Allah ile ilişkisi de hasarlıdır. Onun için dünya valizine ne koyduğun nasıl yola çıkacağını belirliyor. 

Not 53: güzelleşir neyse ki yıllar sonra
öldürür sandığımız nice kahır
yâdımızda kalan kreşendo sevda
yanağımızda eksik bir gamze gibi ağır
gönlümüz yazdadır ama şiir kış biraz
bazı şeyler şiir olsun diye yarım kalır..

Not 54: şimdi/ güz kurusu geceler kaldı sabahlara/ avaz avaz susmayı öğendik.

Not 55: Şu günlerde Harvard'da yaşanan kepazeliği biliyoruz.
En "saygıdeğer" üniversite böyle ayak oyunları, siyaset ve ideolojik bağnazlık yatağı hale gelmişse gerisi ne haldedir acaba? Birileri tarafından tanrılaştırılmaya çalışılan akademinin düştüğü vahim hale üzülmemek mümkün değil.