Şüphesiz şans önemli. Şanslıyız diye üzülecek halimiz yok. Galibiyet galibiyettir, çeyrek finaldir. 

Napolyon komutan yapacakları adamların şanslarına bakarmış. Çilekeş ömür törpüsü yaşamları olan, şansları yaver gitmeyenleri yapmazmış Ordu komutanı. Hayat böyle. Şans çok önemli. Ki milli takımımızın şu ana kadarki neredeyse tüm galibiyetleri şanslı olmasıyla iltisaklı. Şükürler olsun ki; şanslı. 

Umarım çeyrek final maçında da şanslı oluruz ve Hollanda maçını alırız. Sınavlarda bile 1-2 soruyu şansına yapıp çok önemli üniversitelere girebilirsiniz. Başarı ile başarısızlık arasında ince çizgi vardır çoğu zaman. O çizginin hangi tarafında olacağınızı ise şansınız ve daha da önemlisi de bahtınız belirler. O yüzden evlatlar için tahtını yaptık ama bahtını yapamadık diye hayıflanır bilge yaşlılar. Dualarımız Türk milli takımının başarısı için.

Not 1: Çirkin ve sevimli kadın yoktur, çirkin ama sevimli erkek ise bulunabilir bir varlıktır.

Not 2: Doktorlar ve mühendislerin bir kez bile istemediği kızların kaprisi ne fena olur bir bilseniz.

Not 3: Sevgilim, seni ben ellerin ol diye sevdim en başından beri.

Not 4: Biz artık tarım ülkesi değiliz Tarık
Çiftçiler tütün içmiyor, marlboro yasak değil.

Not 5: İnsan sevdikleri hata yaptığında aynı hatayı yapmalı. Yapmalı ki yalnız kalmasın utanırken.

Not 6: Hangi zafer kaybedilmiş bir aşktan daha mühim olabilir?

Not 7: Allah’ın inanmadığı kullar ne çok dolaşıyor yeryüzünde.

Not 8: "Nasıl olmuşsa bilmiyorum, vurmuşlar bize, biz vurmamışız. 
Kırılmışız, hiç duymamışlar."
Cahit Zarifoğlu

Not 9: Yasalarımıza göre ÇOCUK olan birisi daha, öğretmenini başından vurmuş.
Bu yasalar ne zaman değişecek?
Yetişkin olma yaşı 15 olmalıdır.
Yoksa, bu saçmalıklar sürecek..

Not 10: Danimarka'da İNEK başı 100 Euro vergi uygulaması başlamış.

Not 11: Bazı sevgiler zayıftır; bazıları zaaftır.

Not 12: Gevşek para politikası nedeniyle para arzı stratosfere doğru yol alıyor.
Yani faizin artması gerekiyor ama elbette artırmazlar. Enflasyon lobisi de türlü bahaneler sıralar, alkış tutar. (7390)
OVP sene sonu enflasyon hedefi olan %33 tutmayacaktır.
Hatta TCMB enflasyon tahminini 3. defa bile yukarı revize edebilir. Yine de faizi indirir.

Not 13: Eskiden her tür değişim beni hüzünlendirirdi. Uzun zamandır öyle değil. Turgut Uyar’ın dizesindeki gibi, "Aşkım da değişebilir gerçeklerim de / Pırılpırıl dalgalı bir denize karşı..." Virginia Woolf’tan okumuştum, değişmeye devam eden bir benlik, yaşamaya devam eden bir benliktir.

Not 14: Evlilik yeminleri bile geleceğe dair bir ipoteği içinde barındırır, ölüm ayırana dek... Bütün âşıklar sonsuza kadar sevilmeyi talep ederler. Değişim kaçınılmaz olduğu kadar korkutucudur da.

Not 15: Bazen kendimizde bir şeyleri değiştirmeyi istediğimizde de, hiç de o kadar kolay olmadığını anlarız; örneğin sigarayı bırakmak ya da diyet yapmak bile pek çok insan için zor ya da imkânsız bir sürece dönüşür. Kimse başkası için değişmez ya da başkası istiyor diye. Freud’dan biliyoruz ki, insan ruhu içinde herhangi bir değişikliğe karşı çıkan karşıt güçlerin mücadelesi eksik olmaz hiçbir zaman; bağlayan ve birleştiren yaşam dürtüleri ile ayrılan ve parçalayan ölüm dürtüleri...

Not 16: Sevgilisinden ayrılan biri şöyle düşünebilir: Bir daha beni hiç kimse böyle sevmeyecek. Bu düşünce yeni bir aşkla kolayca anlamını yitirebilir. Bunu öğrenmenin tek yolu vazgeçebilmek. Adam Phillips ‘On Giving Up’ adlı son kitabında, değişimin anahtarını vazgeçmek olarak tanımlar. Vazgeçmeden değişemeyiz. Vazgeçmenin keşfi ve kutlaması olmadan farklı bir gelecek yapmaya girişemeyiz.

Not 17: Adam Phillips, vazgeçmenin genellikle başarısızlık gibi algılandığını, bu yüzden vazgeçerken bir meşruluk arayışına girildiğinden bahsetmiş. Bu yüzden artık olduğumuz gibi devam edemeyeceğimize inanınca bir şeylerden vazgeçmeye razı oluyoruz genellikle. İnsanın kendisine ulaşıp hayattan en iyi şekilde yararlanamamasının, yani bir şeylerden vazgeçememesinin en önemli nedeni, belki de kayba ve zamanın geçmesine karşı duyduğu hassasiyeti, kırılganlığıdır.

Not 18: Hayal kırıklığımız arzumuzun anahtarıdır..

Not 19: Hristiyan dünyasının en büyük bayramı Noel’dir. Yılbaşından bir hafta önce başlayan Noel (Krismıs) tatilinde milyonlarca insan otele değil “eve gider”. Bu bakımdan Noel “buluşma” bayramıdır. Maşallah ülkemizde bulunduğu yerden uzaklaşarak bayram kutlayanların sayısı her yıl artmaktadır. Her şeyden şikayet ederek ve hiçbir şeyi beğenmeyerek kendisinin üstünlüğünü kanıtlamaya çalışanların en büyük merakı, olabildiği kadar uzağa gitmektir. Tatil beldelerinde 85 milyon yatak olmadığına göre çoğunluğun bayramı evde geçirecek olması cebirsel bir zorunluluktur. Üzülmeyi bırakın.

Not 20: Babalarını erken yaşta kaybetmiş çocukların gövdeleri ancak bir boşluğa katkı yapar. Annelerini erken yaşta kaybetmiş çocukların gövdeleri ise artık o boşluğun ta kendisi olmuştur.

Not 21: Müminler kardeştir
İşte bu yüzden öldürürler birbirlerini
İşte bu yüzden dağların başına resim olan keklikleri
Bekleyip bir ağacın gölgesine yatarak
Vururlar ve kan hiçbir şeydir onlar için.
Şehirden köylere eskimiş diye gönderilen elbiselerin
Kederini de bilmezler
Çünkü modadır unutmak. B.P

Not 22: Savaş günleri olmasa bile ekmek kuyruklarında torpil ararlar
Birkaç adım önde olmak için… Dalgınlık iyi bir bahanedir
Çağ atlarlar ama bilmezler
Acıya dokunmadan düşmenin bir önemi olmadığını.
Bütün düşünceleri kazanmak üzerinedir
Aşkta kaybetmeyi borsada kaybetmeye tercih ederler.. B. P.

Not 23: Onlara göre yoksulluk kışla başlar, yazla biter.
Ama bilmezler.
Yaşamak varlığın kanıtı değildir..

Not 24: Birbirimize bir şey dememize gerek olmazdı. Her vardığımız yerde “Abdallar geldi, Abdallar gitti” derlerdi; artık üstlenmiştik bunu. Ülkemizdeki çeşitli milletleri sayarlar, en son “Cingan” derlerdi. Biz Cinganlardan bir önce gelirdik; ‘Dertli Yoldaş’ adlı türkümde de söylemiştim: “Zengin isen ya bey derler ya paşa / Fukara isen ya Abdal derler ya Cingan, hâşâ.” Bize de davul-düğün çalgıcıları, Abdallar derlerdi. O dönem pek bilemezdik ama sonradan okuduğumuza göre Horasan’dan gelirmiş Abdallar.
Neşet Baba

Not 25: •Bir röportajınızda “Gezdiğimiz yerlerde kimse bizimle arkadaşlık etmezdi” diyorsunuz. Gittiğiniz köylerde yaşıtlarınızla ilişkiniz nasıldı?

Abdal köylerinde kendi yaşıtlarımla oynardım. Ancak ben babamın arkadaşıydım, bir köye gittiğimizde babam saz çalardı, ben de yanında olurdum. Fazla yük olmamak için uzun süre kalmazdık. Çok fazla arkadaşlık edecek durum olmazdı. Çocukluk yaşımı yaşayamadım. Bir gün bir köyde çocuklarla oynadığım sırada birinin “Biz topraktan hasıl olmuşuz, siz fışkıdan” dediğini duydum. Bunu babasından duymuş ki bize söylüyor. Bunlar fesat yaratan paslı beyinlerin, cahilliğin ifadeleri.

Ümit yokluğu içindeydik. O sıra ‘radyo’ diye bir şey kuruldu, toplanıp dinlerdik. Orada dayım Hacı Taşan’ı duydum. Onun sesini duyunca, yerimde duramaz oldum. Kimseye haber vermedim. Aldım sazı, bindim otobüse, Ankara Radyoevi’ne gittim. İlk gün kimseyle konuşamadık. Ertesi gün nihayet içeri girdim, Muzaffer Sarısözen hocayı gördüm, oturuyordu. Orda babamın bir bozlağını havalandırdım. Hoca kalktı, karşı tarafa notasını yazdı. Beğendiler. Kayıttan sonra döndüm köye. Üç ayda bir de mektup gelirdi. Çağırırdı, söylerdim.

Sonra İstanbul’a gittim, günlerce karın tokluğuna iş aradım. Nihayet Şençalar Plak stüdyosuna gittim. Orda çaldım, mukavele imzaladım. Kadri Şençalar beni aldı, Beyoğlu Saz’a getirdi. Öğle ve akşam orada yemek yiyeceğim, akşamları da saz çalacağım. Plak başına 25 kuruş alacaktım ama, nerde… İki sene İstanbul’da böyle çalıştıktan sonra Kırşehir’e döndüm ama tutunamadım oralarda. Ankara’ya gittim, orda pavyonlarda çalıştım.

Not 26: O yıllarda evlendiniz. Bu konuya fazla girmeyeceğiz ama boşanmanızı açıklarken söylediğiniz “Eski yanıkları yüreğimden atamadım” sözünü biraz açmanızı rica edeceğiz.
Genç yaşlarımızda hiçbir şey düşünmeden âşık oluruz. Çalışmaya başladım, evlendim ama yüreğimdeki aşk sönmedi. Yani âşık olmadan evlendim. Bu doğru değildi. Evlenecek bir insanın, evlenmeden evvel yaşadıklarını ruhundan çıkarması lazım ki evliliğine yönelsin. Mutlaka yüreğe iz eden olaylar vardır, onlar ayrı. Ben evliliğe saygıdan bahsediyorum. Keremler gibi yanarken, bekâr hayatından kurtulmak için evlenmem gerekiyordu. Böyle bilinçsiz adımların sonucu ayrılık oldu.
•Askerlikten sonra Anadolu’da birçok turneye çıktınız.
Anadolu’da nahiye ve kazalar dahil, hep gezdim. Yorulmak nedir bilmiyordum. Ben kendi özgür düşüncemle, kendi türkülerimi söylemeyi seçtim. Deyiş söyleyebilirdim ama deyişler arifçedir, önemli olan cahili eğitmektir. Bütün kötülükler cahillikten kaynaklanıyor: “Suçun sorumlusu ruhtur, vücudun günahı yoktur.”

Not 27: Hastalığınız sırasında yakın çevrenizin gösterdiği vefasızlığı neye bağlıyorsunuz?
Bu insanların ruh yapısına bağlıyorum ben. Karacaoğlan ne demiş? “İyi günde yaren, yoldaş çok olur / Dar gününde dost bulunmaz, nedendir?” Çalıp söyleyemiyordum, evden çıkmak zorunda kaldım. Çocuklarım analarının yanındaydı. Tedavi Almanya’da da 5-6 ay sürdü. O sürerken de düğünlere gidiyordum, bize ekmek lazımdı. Buradan gittiğimde çok etkilendim.20 küsur sene Almanya’da kaldım. Evime gelmek şöyle dursun, bir gün bir telefon eden, “Öldün mü, sağ mısın?” diye soran olmadı. Aha, geldim, gidiyorum, duymadım. Hâlâ yok. İki-üç senedir, Telif Hakları Kanunu çıktı da türkülerimi okuyacak birisi olursa Kalan Müzik’i arıyor, firma da bana soruyor.
•TRT’den arayan oldu mu?
Yok. Ben radyoya imtihanla girmiştim, ayda iki defa 15’er dakika program hakkı verdiler bana. Nida Tüfekçi Ankara’ya Halk Müziği Şube Müdürü olarak gelmişti, ilk işi bizi dışarıya atmak oldu. Âşık Veysel’in bütün türkülerini, benim türkülerimi listeden çıkartmış, 5 tane türkümü bırakmışlardı. Bir daha radyoya uğramadım. Şimdi yenilik yapmak zorunda kaldıkları için benim türkülerimi de ekliyorlar.Almanya’da evimdeyim [gülüyor], TRT’de “rahmetli Neşet Ertaş’tan alınan şu türkü” deniliyordu. “Gitse de kurtulsak” mı diyorlar, nedir? Kimseye bir zararım da yok, kimsenin türküsünü çığırmıyorum. Alnımızda “ayrı bir millettir” diye yazmıyor. Herhalde ölmemizi istiyorlardı, ama bizden evvel gittiler [gülüyor].55 senedir sahnedeyim, türküler veriyorum. Biz bir renkiz, ben de bu ülkenin bir sanatçısıyım. TRT halkın vergileriyle yaşayan bir kanal. Benim diğer kanallarda, şov programlarında ne işim var? Şov sanatçısı mıyım ben? 70 yaşına gelmişim…

Bu nedenle mi “devlet sanatçılığı”nı kabul etmediniz?
Ne demek devlet sanatçılığı? Hepimiz bu devletin vatandaşıyız, bu memleketin sanatçısıyız. Ayrıca bir “devlet sanatçısı” ne demek? Ben burada bir “ayrım” gördüğüm için kabul etmedim.
İstanbul’dan Kırşehir’e döndüğünüzde üzücü bir olay yaşamışsınız.
Her sabah kalkar çarşıya giderdik, akşam olmadan da evimizin ihtiyacını alır, dönerdik. İstanbul’dayken gördüm, orda herkes birbirine denkti. Ona sebep, ben de Kırşehir’de şapka takmamıştım. Yolun kenarında cami vardı. Yaşlılar caminin kenarında oturuyorlardı. Dönüşte caminin önünden geçerken çocuklar beni taşlamaya başladılar, Bağbaşı mahallesinde şapkasız geziyorum diye. O tarihlerde Abdalların şapkasız dolaşması olacak iş değildi, saygısızlık olarak kabul edilirdi. Bizler saçımızı tarayıp da insan içine başı açık çıkamazdık, kabul edilmezdi, hazmetmezlerdi. Şapka takmak da yetmezdi, kaşımıza kadar indirirdik, gerisini siz anlayın… Düğün-derneklerde de sürekli şapka takardık. Abdal olmayan herkes, büyüğü de küçüğü de bizim ağamızdı. Onlara hürmet göstermek zorundaydık. Beş yaşında bir çocukla bile “Ağamın oğlu, ağamın kızı…” diyerek konuşurduk.
•Taşlanma olayından babanıza bahsettiniz mi?
Bahsetmedim, bahsetsem ne olacak? O da bilirdi. Biz onlara muhtaçtık. Onlar düğününe çağıracak ki biz çalıp bahşiş alıcaz. Kimi şikâyet edelim? Öyle bir cesaretimiz yoktu, aç kalırdık. Ondandır ki ayrıldım o topraklardan. Çeşitli türkülerde de isyan ettim buna. Abdallar dağıldı gitti
•Sizin kadına bakışınız farklı. “Kadınlar insandır, biz insanoğlu” diyorsunuz. Geldiğiniz kültürde de böyle midir, yoksa bu sizin şahsi görüşünüz mü?
Kendi görüşüm bu. Bektaşi’yim ben, deyişler çocuğuyum. İnsanlara doğruyu onların anlayacağı şekilde söylemek gerekiyor. Şu kısa ömürde insanlar dünyaya geliyor, nereye geldiğini bilmeden gidiyor çoğu: “Vücut ölür ama ruhlar ölmez / bunca mahlûkat var, hiçbiri gülmez / Cehennem azabı zordur çekilmez / Azap çeken hayvanları görmeli.” Kendi doğrularımı söylüyorum…

Not 28: Terim olarak “gezgin, derviş, deli, sofu, veli, mecnun, divane, şaşkın” gibi anlamlar barındıran ‘Abdal’ sözcüğü, IX. yüzyıldan sonra tasavvufi bir anlamda da kullanılmıştır. Yerleşik inanç sisteminin dışında konumlanan, Kalenderilik ve Bektaşilik ile sıkı bir ilişki içinde biçimlenen bu topluluk, Anadolu’da aşiret yapısı içinde örgütlenmiştir. İnançları ve ayinleri açısından büyük oranda Anadolu Aleviliği kapsamında yer alırlar ve diğer Alevi zümreleri ile ortaklıklar gösterirler. ‘Türkmenlik’ gibi tek bir etnik kökene indirgenemeyecek kadar karmaşık bir tarihi olan Abdalların –kimi ortak özellikler taşımakla birlikte– Çingenelerden de ayrı bir etnik yapıları olduğu düşünülmektedir. Bazı yerel araştırmaların ortaya koyduğu verilerden hareketle, Abdalların “gizli” ve “özel” bir dilleri olduğu da söyleniyor.
Başta Orta Anadolu (Kırşehir, Yozgat, Konya, Kayseri, Keskin), Çukurova (Toroslar, Adana), Doğu (Antep, Diyarbakır, Maraş) ve Ege illeri olmak üzere ülkenin birçok yerine dağılmış olan bu göçmen topluluk, günümüzde büyük oranda yerleşik hayata geçmiş bulunuyor. Anadolu’da elekçilik, sepetçilik, kalaycılık, nalbantlık, davulculuk gibi el sanatlarıyla uğraşan Abdalların en yaygın mesleklerinden biri “çalgıcılık”, yani müzisyenlik.