Turizmde umutların başka bahara kalması ve doların adil değeri...
“Enflasyon odaklı maliyetleri, oda fiyatlarına ekleyince yurt dışı tatil merkezlerini de fiyatlarda geçmiş olduk. Örnek verecek olursak, Dubai’deki veya Amerika’daki tatil bölgeleriyle fiyatlarımız aynı oldu. Yabancı turist geçen seneye göre yüzde 56’lık bir fiyat farkı görünce doğal olarak tatil planlarını iptal ediyor veya tercihini farklı bölgelerden yana kullanıyor. Körfez Savaşı’ndan bu yana turizm sezonu ilk defa bu kadar kötü bir süreç yaşıyor.” Bodrumda bir otel işletmecisine ait bu sözler.
Bu sözlerden yola çıkarak söyleyebileceğim turizm sezonunun beklentileri karşılamakta yetersiz kalacağı ve bunun neticesinde birçok beş yıldızlı otel dahil konaklama merkezinin işçi çıkarmaya başlaması olacak. Aynı zamanda cari açığı kapatmakta büyük faydalarını gördüğümüz turizm ilerleyen haftalarda kendisini toparlamazsa cari açık ciddi bir sorun olacak, muhtemelen bu nedenle ara malı ithalatına dayalı üretim sürecimizde zarar görecek demektir. Körfezden ve Batıdan bulacağımız döviz miktarı da artmak zorunda kalacak.
Peki turizmde en azından kısa vadede nasıl ivme kazanırız?
Maalesef tek yok kalmış kısa vadede: Türk Lirasını devalue etmek yani TL ye değer kaybettirmek. Zaten dolar euro yüksek değil mi seslerini duyar gibiyim. Demekki döviz dolar hala düşükmüş. Turizmde oteller boş kalmaya devam ederse Ağustos sonunu bulmaz, dolar TL ü 33-34 civarını görebilir. Yabancı turiste ülkeyi ucuz daha ucuz yapmak dışında başkaca da çözüm görünmüyor bu yaz sezonu için.
Ekonominin normal koşullara dönmesi konut ve otomobil alımının yatırım algısından çıkması ve tasarrufların artması için ilk ve tek koşul faizin enflasyon düzeyine çıkarılmasıdır. Ne var ki bu kadar düşük tutulan faizin bir anda o düzeye çıkarılması ekonominin ayakta kalan kuruluşlarını da çökertir. Dolayısıyla yapılacak şey önce enflasyonu doğru hesaplamak ve gerçeği açıklamaktır. Sonra faizi yavaş yavaş yükseltirken başta hukuk reformu olmak üzere yapısal reformları hayata geçirmektir.
Enflasyonun düşürülmesi gibi bir çabanın -en azından şu anda- olduğunu sanmıyorum. Amaç bence deprem ve alt yapı harcamalarının, bütçe açıklarının, memur ve EYT dahil emekli maaşlarının finanse edilmesi gibi acil ihtiyaçların karşılanması. Para basarak bunlar yapılsa iş iyice çığırından çıkacak, bu durumda en kolay nerelerden para alınması olanağı var oralardan gelir arttırmak. Benim anladığım bu.
Yanlışı yanlışla çözmek daha da büyük yanlıştır. Burada yapılması gereken şey enflasyonu düşürmektir. Açığı ve giderek artan açığı sürekli vergi alarak kapatmaya çalışan bir sistem işin içinden çıkamaz. Vergi almak için önce o alınan vergilerin kamu kesiminde lükse ve israfa harcanmasından vaz geçilmesi lazım.
Büyük bir yangın var, bu yangını çeşme suyuyla söndüremezsiniz itfaiye hortumuyla söndürebilirsiniz. Eğer Faizler acil olarak enflasyon üstüne çıkmazsa, TCMB, para basarak trilyonlarca liralık KKM tazminatı ödemek zorunda kalır ve enflasyon tamamen kontrolden çıkar. Tabii işin en acı gerçek tarafıda daha önde ifade ettiğim gibi şu: Faizi, gerçek enflasyon olan % 108 düzeyine çıkarırsanız bütün bankalar ve sanayi kuruluşları elinizde kalır. Uzun sürecek bu süreç..
Şu anda yaşanan KRİZİN, ne 2001, ne de 1994 ile alakası yok.
Bu bir BUHRAN.
Krizler, yaşanır ve geçer. Kanser gibi bir şey bu..
Şu an yaşanan geçmiyor, çünkü kalıcı ve henüz esas seviyesine ulaşmadık.
Son zamlar üzerine:
Yapılan zamlar Türk milletinin refahını artıracak gibi duruyor. Nasıl mı?
Öncelikle zam yaparak boş kasayı dolduruyor. Devletin para basımını azaltıyor.
Ürünleri baştan zamlayarak ekonomik dengesizliğin önüne geçiyor, öngörülebilir bir ekonomi yaratıyor.
İster inanın ister inanmayın ama zamlar olmasa da bu para hatta belki de daha fazlası cebinizden zaten ruh emici enflasyon ile çıkıyordu. Baştan zamlayarak cebinize kalan para hakkında size fikir veriyor ve bütçe planlamasını hem bireysel hem de kurumsal ölçüde kolaylaştırıyor. Bu da enflasyonu zayıflatıcı etkide bulunuyor.
Memura itibarını iade ederek kaybolmuş orta sınıfı tekrar ortaya çıkartacak hamleler yapıyor. orta sınıfın genişliği, ülkenin zenginliği halka iniyor demek.
Devletin aldığı belli verdiği belli oluyor, ekonomi daha düzenli, daha planlı ilerliyor. yabancı yatırımcı öngörülebilir bulmaya başlıyor. kurumların evdeki hesabı çarşıya uymaya başlıyor, devletin kasası boş kalmadığından kıymetli kurumlar da satılmıyor.
Bizi arap sömürgesi olmaktan kurtarıyor bir nevi.
Ayrıca nitelikli meslek kollarına itibar iadesi ile beyin göçünü de yavaşlatıyor.
Cehaletin ortasında ışığıyla ortaya çıkmış bir kurtarıcı, akıl ve bilimin yöntemlerini kullanıyor.
Son söz: Herkes layık olduğu gibi yönetilir ve devletin dini adalettir..
Not 1: peygamberin cenazesine 17 kişinin katıldığına dair rivayetler vardır. birkaç yıl önce "ben peygamberim" diyen bir şarlatanın cenaze törenine binlerce kişi katılmıştı. çocuk felci aşısını geliştiren doktoru kimse tanımazken, yıldızlarının milyonlarca takipçisi vardır. çoğunluğu yakalamanın, ticari ve siyasi olarak büyük getirileri olsa da, hakikatle hiçbir ilgisi yoktur. hakikat yalnızdır.
Not 2: peygamber, kızı fatıma'ya, "amelin yoksa benden sana fayda" yok minvalinde hatırlatmalar yapar. dinler tarihi, evladını kurtaramayan peygamber kıssaları ile doludur. ama birileri bilmem kaçıncı dereceden peygamber soyundandır diye evliya muamelesi görüyor. beyin yakan mevzular.
Not 3: Ülke baştanbaşa kız okullarıyla dolu, talep edilen nedir bilemedim. Maksat kızını okutmak değil herkesi tek bir yaklaşıma mahkum etmek olmasın da.
Not 4: Sadece artist ve zengin oldukları için dünyanın yoksul yetim çocuklarını evlatlık alıp bedenlerine ve ruhlarına saldırma, diledikleri gibi tasarruf etme hakkı. Gezegen feci savruluyor.
Not 5: Ebegümeci merhamet ve rahmet saçıyormuş, ayrımcılığa, kan dökücülüğe, kutuplaşmaya, kontrolsüz öfkelere karşı iyi geliyor. Bu aralar her yerden fışkırıyor. Pişirip yiyelim buldukça. Kaynak: Balıkesir Şifalı Bitkiler Festivali katılımcısı Sümeyye
Not 6: Yaşam öncesi ilk prova yaşamın ta kendisiyse, ne değeri olabilir yaşamanın?… ‘Einmal ist keinmal’. Sadece bir kere olan şey, diyor Alman özdeyişi, hiç olmamış sayılır. Yaşanacak tek bir hayatımız varsa eğer, onu hiç yaşamamış da olabiliriz, fark etmez.
Not 7: Yaşamlarımızın her saniyesi sonsuz kez yineleniyorsa, İsa’nın çarmıha çivili olduğu gibi biz de sonsuzluğa çivilenmişiz demektir. Bu, insanı dehşete düşürecek bir olasılık. Sonsuza Kadar Yinelenme dünyasında her attığımız adıma dayanılmaz bir sorumluluğun ağırlığı gelir çöker. İşte Nietzsche, Sonsuza Kadar Yinelenme düşüncesine bunun için yüklerin en ağırı demiştir (das schwerste Gewicht).
Yüklerin en ağırı ezer bizi, onun altında çökeriz, bizi yere yapıştırır bu ağırlık. Öte yandan her çağda yazılmış aşk şiirlerinde, kadın erkeğin bedeninin ağırlığı altında ezilmeyi özler. O halde yüklerin en ağırı aynı zamanda yaşamın sağladığı en şiddetli doyumun da imgesidir. Yük ne kadar ağır olursa, yaşamlarımız o denli yaklaşır yeryüzüne, daha gerçek, daha içten olur.
Not 8: Faiz sebep enflasyon sonuç tezi hayata geçirilirken biz itiraz ettiğimizde sesini çıkarmayan hatta bu tezi destekleyen toplum ne yazık ki bunun sonuçlarına katlanacak.
Not 9: Kâmil insânların en büyük belirtisi, geceleyin ayakta olmalarıdır. Gören göz fazla uyuyamaz ve fazla uyuyanlar da görülmesi gerekenleri göremezler. Büyük oluşların rüyâları, geceleri uyanık durmasını bilenlerin dünyâlarına doğar.
Not 10: Vatandaşlara seçimlerden önce kimse AB sürecinin yeniden başlayacağını, ekonomide eski politikaların tamamen rafa kaldırılıp, faizlerin yükseltileceğini, kemer sıkmak için vergilerin artırılacağını vaat etmemişti.
Yani kimse Erdoğan ve AK Parti’ye bu yüzden oy vermedi.
Şimdi yaşananlar onlara sürpriz olmalı.
Ekonominin toparlamak için her gün vergilerin artırılmasına, faizin rekor düzeyde yükseltilmesine ihtiyaç duyduğunu, İsveç’in NATO üyeliğini sorun çıkarmadan kabul edip, AB sürecinin canlandırmak isteyen Türkiye’nin anlatıldığı kadar büyük ve güçlü olmadığını biraz hızlı öğreniyorlar.
Ama anlaşılan bu bir aydınlanma olarak yaşanmıyor.
Altında Cumhurbaşkanı’nın imzası olan vergi artışlarının Cumhurbaşkanı’na rağmen yapıldığına inananlar, 15 Temmuz gecesi salalardan sonra akaryakıt ÖTV’sini artırmanın operasyon olduğunu iddia edenler, devletin bizim vergilerimizden başka parası yok diye serbest piyasaya ekonomisine hızlı giriş yapanlar, “devletimin yanındayım” diye ekonomiden şikayeti neredeyse devlet düşmanlığına çevirmeye çalışanlar var.
Türkiye Yüzyılı başlamış görünüyor ama kötü haber bunun için sadece kemerlerinizi takmanız yeterli değil, kemerlerinizi sıkmanız da gerekiyor.
Not 11: Memur maaşlarına yapılan yüzde 85 zam bir kazaydı aslında. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek normal şartlarda böyle bir şeye asla müsaade etmezdi.
Memurlar bu artışı CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na borçlu.
Kılıçdaroğlu seçim kampanyasında “En düşük memur maaşını 21 bin liraya çıkaracağım” deyince Cumhurbaşkanı Erdoğan mezadı yükseltti. “22 bin” dedi.
Söz ağızdan çıkmış oldu.
Seçimden sonra ‘acı reçete’nin gereklerine aykırı bir şekilde, sadece memurlara mahsus bir tatlı ilaç servis edildi.
Seçimden önce Kılıçdaroğlu böyle bir açsaydı memura verdiği gibi emekliye de verirdi ‘Reis.’ Ama seçim geçti.
Cicim ayları bitti.
Mehmet Şimşek grup toplantısında seyyanen 8 bin liranın emekliye de verilmesi lazım diyen MHP lideri Bahçeli’ye bile kulak asmadı.
Not 12: Hayatta siyasetin satmadığı bir dava görmedim.
Önce ‘dava’yı gösterir iktidar olursun.
Sonra davayı satarsın, karşılığında iktidarda kalırsın.
Sonunda ‘dava’ sessizce sırra kadem basar. Kaybolur.
Geride ‘dava’nın kabuğu kalır.
İçi boş kabuk.
Tamamen boş değil aslında.
Yeni şeyler doldurmuşlardır kabuğun içine.
Menfaat, makam, para, pul gibi şeyler.
Bir tabur adam “Dava, dava” diye ortalıkta dolaşmaya devam eder.
Manevi bir anlamı yoktur artık; dava ortalıkta dolaşan o adamların paraları, menfaatleri ve istikballeridir.
Not 13: Türk ekonomisinin kriz hali bir yandan günü yaşamayı zorlaştırıp, ücret ve harcama dengesi kurulmasına mani olurken, öte yandan kaybolan yıllar ve kaçırılan fırsatlar nedeniyle ileriye yönelik maliyet üretiyor. Milli gelir ve kişi başı gelir artmıyor, üretim ve ihracat kapasitesi genişlemiyor ve en önemlisi de ülke dünya pazarında herhangi bir sektörde rekabetçi olamıyor. Evet hayat bir şekilde sürüyor ama Türkiye hak ettiği refaha ve kalıcı, garantili ve geleceğe dair umut taşıyacak bir düzene geçemiyor. Son yıllara damgasını vuran KGF ve KKM benzeri pansuman tedbirler ekonomideki gerçekle yüzleşmeyi geciktiriyor. Bugün de hala öyle…
Kur ve yüksek enflasyon sürekli dalgalanma yaratıyor. Her dalgalanma da orta sınıfı biraz daha eriterek, Türkiye’yi asgari ücretin ortalama ücret haline geldiği fakir bir ülkeye dönüştürüyor. Sadece gençler değil, orta yaş grubundan iyi eğitimli ve meslek sahibi insanların geleceklerini Avrupa’da aramaları bile tek başına ekonomideki açmazı özetlemeye yetiyor. Gidebilen gidiyor, sahip olduğu meslek ve kabiliyetle gittiği yerde iyi bir gelir elde edebiliyor.
O yüzden iki seçim arasına sıkışmış olmanın getirdiği riski küçümsemeyelim. Kaybedecek bir günü olmayan ülkenin yapılması gerekenleri geciktirip bir koca yılı da daha kaybetme yoluna girmesi iyiye alamet değildir. 1 yılın daha heba olması bir dert, yerel seçimin ardından tekrar 14/28 Mayıs sonrasına benzeyen bol ücretli/bol zamlı sarmala girilme ihtimali başka derttir. Kabul edelim ki mevcut durumda bu hiç zayıf bir ihtimal değildir.
Not 14: Bu GÖÇMEN meselesinde, en az 15 TEMMUZ kadar ağır operasyon yedik.
Ülkenin her noktasına, en ücra kentine kadar GÖÇMEN dağıtılması, bir operasyondur.
Buna sebep olanlar, bir gün umarım yargılanırlar.
Not 15: Herkes zamlardan şikayetçi fakat 16 milyon emekli ve 5 milyon devlet personeli olan bir ülkede emekli ve memura yapılan zamlar nasıl finanse edilecek sanıyor insanlar merak ediyorum. Yetişkin nüfusun %40'ı ya emekli ya devlet memuru. Kuveyt veya Katar bile bunu kaldıramaz.
Not 16: Otomobilde ÖTV artışı beklemiyorum. Tek ihtimal 1.6 lt altındaki lüks kategoriye giren Mercedes C serisi, BMW 3 serisi gibi arabalarda üst dilim tanımlanabilir. Şu an Fiat Egea ve Mercedes C serisi aynı vergi diliminde. Bu saçma. İçki ve sigarada ise ÖTV artışı bence kaçınılmaz.
Not 17: Çocuğun babayı kahramanı olarak görebilmesi için annenin eşini kahramanı olarak görebilmesi gerekir. Bir erkeğin varoluş amacı kahraman olmaktır, erkek bunun için tasarlanmıştır.
Not 18: Maaşların ya da ürün fiyatlarının ne olduğu değildir ekonomide belirleyici olan. Bizde 1 TL en kritik paradır. O, 1 TL’ye ne alıp ne alamadığınız sizin yaşam kalitenizi ve satın alma gücünüzü belirlerken, ürün fiyatlarının sizde yarattığı tahribatı anlamlı kılar.
Geneli açlık sınırının altında maaş alan, çoğu iş bulamayan ve işsiz bile sayılmayan insanların yaşadığı ülkede, gideri Avrupa ile kıyaslıyorsanız, adama sorarlar: Geliri de ve o gelirle geçimi de kıyaslayalım mı?