Ekonomimizin temel sorunu cari açıktır. Cari açık sorununu kenara koyup denklem oluşturmak gayet imkânsızdır. Cari açığı düşürmek için farklı senaryolar oluşturulabilir. Bunun en kalıcı çözümü ithal ikame yoluyla ithal ettiğimiz veya etmek zorunda olduğumuz her ürün yerine yerli üretimi sağlamaktır. Ancak bu uzun, planlı, meşakkatli bir yoldur.
Kısa vadeli, kolaycı çözüm ise faiz arttırmak veya yerel paranın değerini düşürmektir. Ancak bu işlem ilanihaye sürdürülemez!
Esasen bunların hiçbiri tek başına uygulanamaz. Yani demem o ki “ekonomik düzen” veya daha anlaşılır bir ifadeyle “ticaret” dengeler manzumesi ve kıvam işidir.

Örneğin; yerli üretimi ithalata karşı korumanın kısa vadeli çözümü değeri düşürülmüş yerel para düzeni ise de bunu uzun süre koruyamayacağınız hemen ardından gelecek yüksek enflasyon rakamları ile aşikardır.

Diğer taraftan tasarruf sahiplerine verilecek enflasyonun üzerinde faiz oranı kişileri daha fazla tasarruf etmeye yöneltir, kısa vadeli yabancı girişini sağlar ve tüketim harcamalarını kısmaya zorlar. Ancak bunun da maliyeti daha düşük büyümedir. Fakat aksi durum da düşük veya negatif getirili faiz ortamı ise tasarruf sahiplerini yerli paradan soğutup dövize geçişi sağlar.

Bu durum hem enflasyonu tetikleyecek yerel para değeri düşümü oluşturur hem de ilk etapta tüketimi arttırır. Bu noktada düşük faiz ile oluşan tüketim eğer yerli mallara harcanıyorsa sorun yok eğer ithal mallara yönelimi arttırıyorsa (bizde böyledir) cari açığı azdırıcı yani döviz talebi oluşturucu etki ortaya koymaktadır. Her adımın gerçek hayatta olduğu gibi ekonomide de avantajları ve dezavantajları vardır.

Not 1: Piyasalarda uzun vadede kalıcı olanların tek bir ortak noktası var; RİSKTEN kaçınmaları.
Diğer türlü, SIÇRAYAN ÇEKİRGE oluyorsunuz.
Er geç, bir gün sıçrayamıyor, olduğunuz yerde eziliyorsunuz.
RİSK, en büyük problemdir.
Ne kadar alınacağı, nasıl yönetileceği...

Not 2: Maalesef, DOKTORUN arkası yok.
Köyden 20 kişi toplanıp, hastane basanlara karşılık, 2 minibüs dolusu JANDARMA, bu saldırganları güzelce dövse, kimse DOKTOR dövmeye kalkamazdı.
Türkiye'de toplu eylemler artıyor.
Çünkü, devlet ortalarda çok gözükmüyor.

Not 3: Yine akşam oldu,
Yalnızlık omuzlarıma çivisini 
çaktı yine,
(...)
Görebiliyorum seni burdan da,
Aynısıydı ordayken de,
Uzaklıktan korkmuyorum belki de,
Orada da aynıydı uzaklık gerçi
Sezai Karakoç

Not 4: Sene 2023.

Adamlar 20 kişi hastane basmaya gidiyor.

ROMANTİK KEMALİZM de,bunlara KÖY ENSTİTÜSÜ falan kurup, eğiteceğini zannediyor.

Biraz gözünüzü açın.

Bu kitle eğitilebilemez.

Aç bırakacaksın.

Ya IRGAT olacak, ya ER.

Başka türlü kontrol edemezsin.

Sosyoloji bunu söyler.

Not 5: EVLENMEYİ TERCİH ETMEMİŞ KADIN diye bir şey yoktur.

KOCA BULAMAMIŞ KADIN diye bir şey vardır.

Not 5: Çin’de verilen banka kredilerin yarısına yakını geri dönmüyor. Kar etmeyen devlet kuruluşlarına kullandırılan ve geri dönüş oranı düşük krediler, banka sektörü içinde canlı bomba olmaya devam ediyor. Olumsuz gelişmelere karşın kredilerde hızlı bir artış yaşanıyor. Borç sorunu büyümeye devam ediyor. En büyük dört bankanın gerçekte iflas ettiği iddia ediliyor. Kriz risklerinin yüksek olduğu Çin’in büyümesini sürdürebilmesi için iyi bir şekilde düzenlenmiş finansal sisteme sahip olması gerektiği ileri sürülüyor.

Not 6: Çin, çıkış bulamaz ve derin bir bunalım yaşarsa neler yapılabilir? IMF el uzatabilir mi? IMF’nin, ‘çare zafiyetlerini ve yanlışlıklarını’ bir kenara koyalım, IMF’nin Çin’i kurtaracak kadar parası yok. IMF’nin, 150 milyar dolarlık bir kaynağa sahip olduğunu, bu paranın büyük bölümünün Brezilya, Türkiye ve Arjantin’e bağlı olduğunu hesaba kattığımızda, ’Tanrı Çin’i korusun’ demekten başka çare kalmıyor. Çin’in başarısızlığı halinde kopacak gürültünün çok şiddetli olacağı anlaşılıyor.

Not 7: kapitalizmde çok zengin veya ayrıcalıklı bir aileden gelmeniz konum, statü ve prestij sahibi olmanız için yeterli. Kapitalizm sınıflı bir toplumdur ve kapitalizmde yüzde 98 ihtimalle doğduğunuz sınıfta ölürsünüz. Bugün liberalizm (Amerikan rüyası), işte o yüzde 2’lik ihtimalin yüzü suyu hürmetine bir ideoloji olarak bize pazarlanıyor.

Siz ne kadar çalışırsanız çalışın, hangi sınavlarda derece yaparsanız yapın, en fazla elde edeceğiniz şey konforlu bir hayat olur. Hiçbir zaman babasından holding kalan Ferit Şahenk’in yaşadığı hayatı yaşayamazsınız. Kapitalizmde meritokrasi sadece orta sınıfa pazarlanan bir mavradır.

Not 8: Aile şirketlerinde kritik eşik genelde üçüncü jenerasyondur. Üçüncü jenerasyonu çözülmeden aşabilen aileler beşinci-altıncı jenerasyona kadar devam edebiliyorlar. Mesela bizde Koçlar ve Sabancılar üçüncü jenerasyondalar. Koçlar fena gitmiyor ama iş dünyası dergilerinden çok magazin dergilerinde gördüğünüz Sabancıların üçüncü jenerasyonu çözülme sinyalleri veriyor gibi.

Not 9: Servetinin hesabını bilmeyen azgın azınlık haline gelmiş emek düşmanı fakirlerin iliğini emen kerameti kendinden menkul, başlangıç avantajıyla veya sonradan emeksiz, gayretsiz rant ya da imtiyaz yoluyla veyahut korona gibi salgınları ve savaşları kullanarak varsıllaşan ultra zenginler, modern çağın parazitleridir. Demokrasinin, ilerlemenin, eşitliğin, adaletin karşısındaki engellerdir. Uzun vadede insanlık ilerler. Biz krallardan, kraliçelerden, hanlardan kurtulduk. Elbet bir gün bu kapitalist çakallardan da kurtulacağız.

Not 10: İstanbul’da rüzgârlı havada yıkılan binalar var. Hatta durduğu yerde yıkılan binalar var.
Allah göstermesin, o deprem olursa kimse giremeyecek İstanbul’un sokaklarına.
Dünyanın bütün arama kurtarmacıları bir araya gelse yetmeyecek.

Not 11: Alınan KKM (kur korumalı mevduat) kararlarında. anlıyoruz ki; Merkez Bankası hala faiz aracını etkili bir şekilde kullanmak yerine farklı yöntemlerle sorunu çözmeye çalışacak. Diğer bir deyişle kendisi faizi arttırmayacak ancak artışı bankalara yaptıracak. Diğer bir deyişle bankalar eliyle faiz artırımına gidecek.

Bu kararlar sonucu neler olabilir? Kastamonu Ilgaz Dağları’ndaki ünlü yol uyarı levhasında yazdığı gibi “Daş düşebülü, ayu çıkabülü, her şey olabülü.” KKM’den dönen para eğer faizleri yeterli bulursa TL mevduata dönebilir; eğer faizi enflasyona kıyasla düşük bulursa dövize kayabilir. Kısmen borsaya gider. Kısmen de altın olur yastık altına iner. Gayrimenkul piyasasının da bu değişiklikte bir miktar yararlanması olasılık dahilindedir. Yani her şey olabilir. Burada belirleyici kritik faktör faizlerin nereye kadar yükseleceğidir.

Not 12: Gelir eşitsizliği sadece Türkiye'nin değil, dünyanın en büyük problemlerinden biri olarak ekonomi ve siyaset çevrelerinde çalkalanmalar yaratmaya devam ediyor. Yine de bu konunun Mustafa Destici'nin radarına girmeyi başaracak kadar konuşulur hale gelmiş olmasını da olumlu bir gelişme olarak kabul etmek lazım, zira liberal ekonomistler ve onların sözünden çıkmayan siyasetçiler yıllar ve yıllar boyunca ortada bir sorun olduğunu dahi kabul etmedikten sonra sonunda bir şeylerin yanlış gittiğini anlamaya başlamış, hatta bazıları kabullenmiş görünüyorlar. En azından dünyadaki örnekleri...

2008'den bu yana yaşanan büyük mali kriz, yükselen popülizm, ABD-Çin gerilimleri ve Covid-19 salgınının etkileri, son olarak Ukrayna savaşı ve dünyanın dört bir tarafında dizginlenemeyen enflasyon gibi bir dizi sarsıcı şok, dünyanın son kırk yılını tam anlamıyla domine eden neoliberal serbest piyasa kapitalizmi ve küreselleşme fikirlerinin ciddi şekilde sorgulanmasına ve yavaş yavaş rafa kaldırılmalarına yol açtı. Bazıları bunun geçici bir fenomen olduğuna inanıyor, umutsuzca umut ediyor ve dünyayı buna ikna etmek için çabalıyor olsa da bugün dünyayı kuşatan sorunların geçici değil yapısal olduğu genel olarak kabul görmüş durumda. Dünya yeni bir çağın eşiğinde, ancak bu yeni çağın neye benzeyeceğini kimse tam olarak kestiremiyor. İçinde bulunduğumuz dönemin baş sorusu, bu yeni ekonomi politiğin nasıl ifade ve inşa edileceğidir.

Gerçekten de kerli ferli prestijli duayen ekonomistler, çok uzun yıllar boyunca küreselleşmenin eşitsizlik üzerindeki etkilerine hiç utanmadan, açık açık karşı çıktılar. Bugün bu etki o kadar bariz bir hale geldi ki artık buna açıktan karşı çıkmaya cesareti olan pek az kişi kalmış durumda. Hala süren 'liberal direnişin' giderek artan oranda mevzi kaybedeceğini ve azalarak biteceğini de zamanla göreceğimizi düşünüyorum.

Sahi, bu kadar uzun yıllardır ve bu kadar istikrarla yanılan bu kadar lekeli ve sıradan insanların deneyimlerinden bu kadar kopuk bazı 'bilim' insanlarının bizlere gelecekte sunacağı herhangi bir reçeteye neden güvenmeliyiz? Politika yapıcılar bunlara hala neden aldırış ediyor?

Açık olan şu ki, Amerikan hegemonyasındaki tek kutulu düzenden çok kutuplu bir dünyaya doğru ilerliyoruz. Bu durum artan korumacılık, jeopolitik çekişmeler, çatışmalar ve hatta doğrudan savaşlara yol açıyor, açacaktır. Çok kutuplu bir dünya aynı zamanda "buna daha önce sahip olmayan uluslara ses veriyor". İnovasyon ve büyüme kaynakları daha çeşitli hale geliyor... İş dünyası ve toplum arasındaki ilişki de değişiyor: İklim değişikliği, salgın hastalıklar ve jeopolitik çekişmelerin tehdit ettiği bir dünyada, devletin ekonomiye, sermayeye ve iş dünyasına daha agresif bir şekilde müdahale etmesi kaçınılmazdır.

Öte yandan değişen ve çok kutuplu hale gelen dünyada artık neoliberal dönemin alameti farikası olan 'dış yatırımlar'ın var olmaya devam edeceğini düşünmek, buna göre ekonomik program kurgulamak da kafasını kuma gömen deve kuşu gibi davranmaktan farksız olacaktır. 

Not 13: Bu gerçek ve çirkin dünyada, insanlık, hak hukuk, din kardeşliği filan değil, sermayenin tahakkümü var.
 
Not 14: Enteresan UYUŞTURUCU maddeler sürülüyor piyasaya.

Adamı ZOMBİ yapıyormuş bir süre.

Global operasyon.

ABD bile bu işin merkezi haline geldi yine.

Not 15: PETROL bitecek diyenlere gelsin.

KÖMÜR bitmiş mi?

Bilakis, KÖMÜR kullanımı daha da artmış.

Demek ki, EMİSYON işi tamamen yalan!

Not 15: Ekonominin iyiye gitmediğini her durumda iktidarı destekleyen ekonomi yazarları hiç görmemiş olabilir mi? “Faiz sebep enflasyon sonuç” tezini kendi içlerinde bir gün bile sorgulamamışlar mıdır? “Bu işte bir yanlışlık var, tepetaklak gidiyoruz” gibi bir endişe hiç mi içlerini yoklamamıştır? “Enflasyon” denen felaket, ahlakı da bitirir” gibi bir endişe hiç mi geçmemiştir içlerinden? “Acaba hayat bir gün kral çıplak der” gibi bir düşünce hiç mi uğramamıştır dünyalarına? “Memlekette bir zenginler var bir de fakirler, artık orta sınıf bitti” gibi bir hüküm, sokaktaki insanın içini kavururken, iktidara yakın ekonomistler ve de ilahiyat camiasındaki hukukçular, ”servetin sınırlı ellerde toplanıyor olması”nı fark etmemiş olabilirler mi? İçlerinde, “Faiz sebep enflasyon sonuç” mottosunun cazibesi ile, hele “Nass var nass” seslenişinin ardından “Acaba islami bir ekonomi modeli mi uyguluyoruz” heyecanları oluşanlar, “İslam ekonomisi tam da fakirlerden toplayıp zenginlere aktaran böyle bir ekonomik modeli mi öngörüyor?” sorusunu hiç mi sormamışlardır?

Şimdilerde bakıyorum, Milli Eğitim, Aile, Gençlik gibi alanlardaki dibe vuruş muhafazakar diye nitelenebilecek whatsapp gruplarının yakınma meşgalesi… Eminim, açıktan seslendirseler iktidarın yıpranmasından endişe edecekler… Nitekim eleştiride azıcık ileri gidenler hemen “O kadar da değil” mevziine tosluyor. Belli ki birilerimizde iktidarı savunmak, iktidarın yanlış yaparken sergilediği cür’eti bile görmezden gelecek kadar hasbi!

İktidarın ekonomi – politikasına KKM hesabıyla milyarlar kazananların itiraz etmesi beklenmeyebilir. Alacakları döviz üzerinden hesaplanan ve tıkır tıkır ödenen kamu – özel işletmesi ortaklarının şikayetine de gerek olmaz. Enflasyon sebebiyle elindeki mülkünün değeri katlananların da şikayet etmeyeceği belli. Ülke servetinin yüzde 40’ı yüzde 1’in elindeymiş, yüzde 70’i yüzde 10’un kontrolündeymiş, yüzde 30’unu da halkın yüzde 90’ı paylaşıyormuş… Artık orada da adalet varsa ve kimin payına ne düşüyorsa…

İktidara kimi zaman “Aklından bile geçirme” denebiliyorsa, orada iktidar ayağını denk alacaktır. Başından beri bizim “muhafazakâr camia”ya sitem ediyorum ya, iktidar kadroları gelir geçer, ama bir değerler dünyası iyi sınav vermezse, onun ortaya çıkardığı harabiyeti tamir etmek hiç de kolay olmaz. Benden söylemesi…

Not 16: Rock yıldızı Teoman yaptı yine yapacağını, terse yatırdı. 29 Eylül’de çıkacak yeni teklisini, Necip Fazıl’a adadı. Şarkının adı da “Kendi Vatanında Parya”.
Sağ’ın büyük şairini keşfetmekte geç kaldığından dem vuran sözlerini, özeleştiri sananlar olmuş. Ve sol aydınların eleştirisi.

Asıl ters köşe de burada. Necip Fazıl’ın “öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya” dizeleri, artık Necip Fazılcıları anlatmıyor. Onlar, düzenin sahibi oldu.

Not 17: İnsanlık, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçerken bir “paradigma değişimi” yaşamıştı.
Binlerce yıllık bilgiler, kabuller, anlayışlar, hayat, zaman ve mekan tasavvurları bir kenara bırakılmıştı.
Tarım toplumunda insanlar, büyüklüğü sabit, kaynakları kısıtlı, hayatın fasit bir daire misali yaşandığı bir dünyada, bir arada yaşayabilmenin formüllerini üretmişlerdi.
Kul hakkı, komşu hakkı, göz hakkı, haram, helal, kanaatkârlık, diğerkâmlık, merhamet, cömertlik, mertlik, dürüstlük, kahramanlık gibi kavramlar, genel olarak tarım toplumu paradigması çerçevesinde şekillenmiş kavramlardı.
Bilimsel ilerlemeler, teknolojik gelişmeler ve endüstriyel üretime geçiş, döngüsel hayat anlayışını yıktı, sermaye birikiminin ve dolayısıyla kapitalizmin yolunu açtı.
Daha önce “ekmeklerini” bölüşmek için anlaşmak ya da dövüşmek zorunda olan insanlar, yavaş yavaş bu temel gerekliliklerin ortadan kalktığını gördüler: Artık pasta sabit değildi. Hızla büyüyordu. Büyümeden herkes pay alıyor, herkes dedesinden babasından daha iyi şartlarda yaşamaya başlıyor, herkesin hayat standartları -farklı hız ve ölçeklerde olsa da- yükseliyordu. Nesiller boyu mahrumiyetler içinde yaşamış insanoğlu, atalarının akıllarının ucundan bile geçiremeyeceği lükslere kavuşuyordu.
Yirminci asrın gelişmiş ülkelerinde yaşayan fakirlerin erişebildikleri “konforlar” birkaç asır öncesinin en anlı şanlı krallarında bile yoktu!
Antibiyotiklerin keşfiyle insanlar, genç yaşta basit enfeksiyonlardan ölmekten kurtulmuşlardı.
Evlerinde bir musluğu çevirerek temiz ve sıcak suya erişebiliyorlardı.
Canları istediğinde, saatler içinde kıtalar arası yolculuklar yapabiliyor, iletişim teknolojileri sayesinde dünyanın öbür ucundaki sevdikleriyle sanki yanlarındaymışlar gibi sohbet edebiliyorlardı.
Sanayi toplumu paradigmasının önemli kavramları, birikim, gelişme, ilerleme ve büyümeydi.
Modernitenin sunduğu ışıltılı birikim, gelişme, ilerleme ve büyüme insanoğlunun pek çok problemini ortadan kaldırdı.
Ama bunun bir bedeli vardı…

Not 18: ‘Kalabalık, çağımızın en büyük derdi o. Her yer, caddeler, mağazalar, kafeler insanı şaşırtacak derecede kalabalık’ diye yazmıştı 1940’larda Ortega Y Gasset. 21. yy’ın kaotik kalabalığını görse mutlaka başka bir kelime kullanırdı İnsan ve Herkes yazarı. Ve günümüz insanının en ortak tarafı kalabalık içinde yaşarken kalabalıktan uzak yerler aramak.

Not 19: Her zaman bir şenlik, şamata, curcuna, ses rengi, yüz antolojisidir denize girilen yerler. Kumda oynayan minikler aslında denizin koynunda olanın da oyun olduğunu ilkel reflekslerle ilan ederler. Yüzmek, denize girmek bağımsız ve mülkiyetsiz oyun dürtüsü sayılır. Nazla suya sokulan ayak uçları, üşüyorum diye omuzlara yapışan eller sonra da hop şekil değiştirmiş bir canlı gibi uzanıp gidişler. Dışarısı içeri olur birden. Kara uzaklaşırken su derinleşip duygu değiştirir. Ürkekler, temkinliler, bu kadarı bana yeterli diyenler, üç beş metre etrafında dönüp yorulurlar. Oysa su ayakların zeminden kesildiği, deniz o büyük megalomani ile her şeyi kendi gücünde ağırlığından ettiğinde başlar. Sesler, şamatalar, plaj havluları, mayolar, haşlanmış mısırlar, borsa ve ekonomi konuşmaları, kaş kaldırıp göz süzmeler birden erir, adeta sonsuz bir oluş kendi tekrarsız parandelerini atar.

Not 20: Şimdi şu gece vakti bir ceylan sürüsünün nefesi gibi etrafa yayılan ve ruha ürpertiden çok yaşama şevki veren sisin sinesine doğru yürümenin, kanda ve tende, akılda ve hafızada, dünde ve bugünde, hesapta ve kitapta ne varsa onları dökmenin, bir yerde değilsek neredeyiz sorusunun balonuna binip onun sepetine tutunarak yükselmenin, aşağıda olup bitenlere bir kez daha gülümsemenin anı değil miydi?

Not 21: Şu veya bu parti siyasetinin canı cehenneme. Memleket yangın yeri.
Hiç şüpheniz olmasın, nepotizm ve kayırmacılığın her türlüsü bu sonucu verir. İşin tuhafı bizde bu kayırmacılık ve ona eklenen yağmacılık normalleşiyor. Aptal yakınları kollamak yüzünden büyük zekâları kaybediyoruz. Ülkenin üst makamları feryad eden halkı olur olmaz yerde paylayan, yılışık yüzlerle doluyor.
Memleketin birinci sınıf beyinleri burada barınamıyor. Hakikaten araştırılması gereken bir durumdur.
Cânım memleket çölleşiyor. Buradan kaç sosyoloji, siyaset, psikoloji, felsefe.. tezi çıkar. Tabii bu ortamda bunu bizimkiler yapamaz. Yaparsa da elin adamı yapar. Ne kadar ağır bir şey söylediğimi düşünebiliyor musunuz? Bu manzarada bu konular burada rahat araştırılamaz.

Gördüğüm netice şudur: Bu memlekette sistem insan merkezli çalışmıyor. Evet insanı ihmal ediyoruz.
Onun hakkını-hukukunu dikkate almıyoruz. Devlet aygıtı, benim çiftliğim mantığıyla işletiliyor. Kurallar kolayca rafa kalkabiliyor. Neticede, on yıllar içinde biriktirdiğimiz varlığımızı inşaata harcıyoruz. Buna rağmen en büyük problemimiz evsizlik haline geliyor. Yaptığımıza bakar mısınız?
Düşünün! Batı ülkelerinde bizde yaşananların biri yaşanabilir mi? İsraf eden, gereksiz harcama yapan, usulsüzlük eden anında gider. Kim olursa olsun gider. Mesela, on yıl önce Alman Cumhurbaşkanı, kendi cebinden uçak bileti aldırırken küçük bir aykırılık ortaya çıkınca anında istifa etti. Bizde neler neler oluyor, adamlar yerini pekiştiriyor. Bu ahlâk ahlâk değildir. Mehmed Âkif doğru söylüyor: Ahlâk "elin gâvurunda".

Yolun sonu göründü. Bugün konuşmazsak yarın konuşmanın hiçbir anlamı kalmayacak. Ne olur, artık harekete geçelim!

Not 22: Artık kesinlikle yerel bir sorun değil İstanbul’un taksi şoförleri.
Resmen ülke sorununa dönüştüler.
Yakın mesafelere gitmeyişleri, nezaketten uzak hâl ve hareketleri, keyfi tarife uygulayışları, sık sık kavga edişleri filan derken sonuçta iş müşteri öldürmeye kadar vardı.
Ortada yıllardır büyüyen, kangrene dönüşen bir sorun var.
İstanbul şoförleri karşısında başta emniyet, valilik ve İçişleri Bakanlığı olmak üzere ilgili tüm kurumların gerekli önlemleri alamayışları devleti ciddi bir zaaf içinde gösteriyor ne yazık ki.
Taksi şoförlüğünün belli kurallara bağlanması, bu işte çalışmak isteyenlerin özel testlerden ve kurslardan geçirilmesi, hizmet verirken belirlenen kurallara uymadığı saptananların çalışma izinlerinin süresiz iptal edilmesi, İstanbul’da mevcutlara ilaveten en az 5-6 bin taksinin devreye girmesi yapılması çok zor şeyler değil ama yıllardır yapılmıyor nedense.
İktidar, İstanbul’un taksi şoförlerini üzmeyeyim, mağdur etmeyeyim derken tüm İstanbulluları, hatta bu kentteki taksi keşmekeşini medyadan izleyen tüm ülkeyi üzüyor, mağdur ediyor.

Not 23: Kamboçya'da başbakanlıktan istifa eden ve görevi oğluna bırakan Hun Sen'in büyük oğlu Hun Manet Kamboçya Ulusal Meclisi'nin onayının ardından ülkenin yeni Başbakanı oldu. 
Genelkurmay Başkanı olarak 20 Nisan 2023'te atanan ve geçen ay yapılan seçimlerde ilk kez meclise girmeyi başaran 45 yaşındaki Hun Manet’in ABD Askeri Akademisi West Point ve Bristol Üniversitesi'nde batı tarzı eğitim alması nedeniyle ülkede daha özgürlükçü bir yönetim anlayışını benimseyebileceği belirtiliyor.

Not 24: İstanbul'un şaibeleri kangrenleşmiş belediyelerinde "kumar-rüşvet-yolsuzluk" rezaletlerinin sürekli manşette olmasına ve CHP Genel Merkezi'nin tuhaf suskunluğuna ne demeli?
Örneğin; Mühürlediği siteden kendine ev alacak kadar pervasızlaşan ve kumar masasından fotoğrafları medyaya yansıyan, parti toplantılarında ise Ekrem İmamoğlu'na meydan okuyan Bülent Kerimoğlu acaba Bakırköy'ün kaderine terk edilmiş, hizmete hasret, bakımsız sokaklarında, caddelerinde, meydanlarında rahatça dolaşabiliyor mu?..
Ve Ataşehir Belediyesi var ki, Battal İlgezdi yolsuzluktan görevden alınmasına rağmen bir kez daha başkanlık koltuğuyla ödüllendirilirken, karısını hem vekilliğe, hem de CHP üst yönetimine taşıyan Kılıçdaroğlu acaba ilçede yaşanan imar skandallarından, şaibelerden haberdar mı?..

Peki ya "simitçiden, midyeciden bile haraç" alındığı yazılan ve 100'den fazla görevlinin tutuklandığı büyük rüşvet operasyonuyla sarsılan Kadıköy Belediyesi'ndeki şaibelere ne demeli?
Konu sadece belediyecilik tarihinde görülmemiş rüşvet operasyonu değil... CHP'nin Urfa'daki milletvekili adaylarından Fatih Bucak'ın, "mal varlığı soruşturulmalı" dediği Şerdil Odabaşı dönemi, Kadıköy'ün belediyecilik açısından en büyük skandalların, fiyaskoların ve beceriksizliğin zirvede olduğu bir dönem...
İlçede kaldırımlar dökülüyor, Bağdat Caddesi'nde bile insanlar yürüyemiyor, tüm parklar kaderine terk edilmiş, hayvan pislikleri her yerde sokak çöplerine karışmış, kokudan geçilmiyor...
Moda'dan Suadiye'ye kadar ara sokaklara inen barlar, kafeler pervasızca dağıtılan içki ruhsatlarının nelere yol açtığını gözler önüne seriyor...
İlçede yüzbinlerce insan gürültüden uyuyamıyor, sokak araları tuvalete dönüşmüş, çöpler düzenli toplanmıyor, imar rezaletleri ve kanunsuz kaldırım işgalleri milleti isyan ettiriyor...

Tüm bu rezaletler Odabaşı'nın pop şarkıcılarını andıran dev posterleri ve içkili konserlerle kapatılamıyor...
Çünkü bazı karikatüristler, Odabaşı'nın adeta köye çevirdiği Kadıköy'ü "yaşanmaz hale geldi" diye terk ederken, ilçenin içler acısı manzarası "Güldür Güldür" programında "Kadıköy ne ara bu hale geldi" diye alay konusu yapılıyor...
Kılıçdaroğlu koltuğunda kalırsa, Faik Öztrak'ın dediği gibi "Konya'yı bile" alırlar mı bilinmez ama, Bakırköy, Kadıköy ve Ataşehir'den başlayarak, küçük şehir, büyükşehir demeden beceriksiz ve şaibeli başkanlara neşter atılmazsa, 2024'ün Mart ayında yaşanabilecek hezimet CHP'yi darmadağın eder...

Not 25: *“Yalan”, “yanılma” ve “kandırma” sözcüklerinden ürettiğim “yandırmaca” sözcüğünü “deepfake”in karşılığı olarak öneriyorum. Bir an önce kullanalım. Yerleştikten sonra yabancı sözcüğü değiştirmek zor oluyor. Ta en başta bilgisayar terimlerinin Türkçe olmasını sağlayan Aydın Köksal’a yeniden teşekkürler.

Not 26: Televizyon ekranlarında gördüğümüz İstanbul’un 60 günlük, İzmir’in 270 günlük suyu kaldı gibi açıklamaların ötesine geçmeyi acilen becermeli ve bu durumun iktidarıyla muhalefetiyle hepimiz açısından hayati bir nitelik arz ettiğini bir an önce anlamalıyız. Türkiye su zengini bir ülke değildi ve yaşanan iklim değişiklikleri sonrasında bu durum çok daha yakıcı bir görünümü ne yazık ki önümüze koymaya başladı. Üstelik bu daha başlangıç ve bir an önce acil eylem planı ile uygulamalarımıza çeki düzen vermezsek durum çok daha feci bir hale doğru hızla ilerleyecek.

Not 27: Eğitimin vasatlaşması ve liyakat dengesinin kaybolması sonrasında bu alana atfedilen değer kaybolmaya başladı. Açık lise uygulamalarının yanı sıra yıllar içerisinde dört yıla çıkartılan lise eğitimini ve üniversite sınavları nedeniyle son sınıfın ikinci yarı yılının neredeyse tamamen devre dışı bırakılmış olmasını da tartışmak durumundayız. YÖK başkanının açıklanan üniversite yerleştirme sonuçları sonrasında yaptığı %99,8’lik doluluk oranının niceliksel anlamda bir karşılığının olduğunu buna karşın nitelik hususunda işlerin hiç de belirttikleri gibi yürümediğini de belirtmeliyiz.

Not 28: Dövizin, en azından açıklanan enflasyon kadar TL bazında değerlenmesi, ardından faizlerin sıfır noktasına yani enflasyon oranına yükseltilmesi, ardından doğru hamleler ile kur korumalı mevduatın aşamalı olarak azaltılması ya da cazip alanlara yönlendirilmesi gerekir.
Bu kurguda sırayı bozarsanız bomba elinizde patlar. Ayrıca tüm bunlar da ekonominin sağlıklı noktaya gelmesi anlamını taşımaz. Bu süreçte zaman kazandığınızı varsayarak, ayağı yere basan, üretim odaklı bir ekonomi politikasını açıklamalı, bundan da önemlisi insanlara güven vermelisiniz.

Not 29: Bana kalırsa güçlü bir muhalefetin doğuşu için başta CHP olmak üzere muhalefet partilerinin başarısızlıktan başarı çıkarmalarını bile engelleyecek derin bir çöküş gerekli.

Bu çöküş, seçmen kitlesini “mecburiyet” üzerinden okuyan yaklaşımın da ödediği politik bedel olarak kayıtlara geçecektir.
Türkiye’de güçlü, iktidar alternatifi bir muhalefetin, kamuoyunu şekillendirebilecek bütüncül bir siyasal aktörün doğuşu için bu bedelin ödenmesi gerekli. Yerel seçimler, bu bakımdan ciddi bir şans.

Keza aksiyolojik krizlere kapılmış, seçmenini mecburiyet hissine âdeta hapsetmek isteyen muhalif siyasal stratejiler, tüm iktisadi ve siyasi krizler karşısında iktidarı onaylamaktan başka bir sonuca yol açmayacaktır.

Not 30: Kkm hesapları hakkında yanlış bilgilendirildiğinizi düşünüyorum. Faiz anaparadan ayrı hesaplanarak ayrıca müşteri hesabına aktarılmıyor. Sistem şöyle işliyor:
Müşteri kkm hesabına parasını yatırırken Usd, Euro ya da Gbp dövizlerinden birini tercih ederek 3 ay vadeli parasını yatırıyor. vade dolunca 2 ayrı senaryo mevcut.
1- Kurdaki yükselme faiz oranından yüksek. Bu durumda banka kur farkını karşılayıp ayrıca faiz ödemiyor.
2- Faiz oranı kur farkından yüksek. Bu durumda banka sadece faizi ödeyip kur farkı ödemiyor.
Her iki senaryoda banka ( veya hazine) son derece kârlı.
1. senaryoda banka sıfır faizli döviz cinsinden kredi almış oluyor. Dışarıdan temin etse yüzde 10 dan aşağı bulamaz. 2. senaryoda ise %100 enflasyon oryamında %25 le mevduat topluyor. sudan ucuz. Kkm hesapları para yatıran için karlı değil. bu yüzden ihracatçı kuruluşlar döviz gelirinin önemli bir kısmını kkm hesaplarına yatırmaya zorlanıyor.
Sistem para toplarken değil kredi dağıtırken zarar ediyor. banka %25 ten topladığı parayı örneğin %30 la kredi olarak vermiş olsun. Alabilen için bedava para. nereye yatırsa bu enflasyonda 1 senede en az ikiye katlar. yüzde 30 unun verir 70 i kâr. Kimlere bu fiyatlardan kredi verilip hazineden servet transferi yapılıyor ona bakmak lazım.