Temmuza saygıyla..
Bugün köşemi Girdap, Dipsiz Kuyu ve Cenneten Çıkış adlı üç şiir kitabıyla şiir sevenlerin gönlünü fethetmiş şair Mustafa Akgül’ün son şiirlerinden birine...
Bugün köşemi Girdap, Dipsiz Kuyu ve Cenneten Çıkış adlı üç şiir kitabıyla şiir sevenlerin gönlünü fethetmiş şair Mustafa Akgül’ün son şiirlerinden birine açıyorum, kalemine ve yüreğine sağlık:
Terziydi
Dikmişti gönlümdeki yaraları birer birer
Yasak elmam olmuştu o gece
Aylardan Temmuzdu
Ayaklarını öpmüştüm uğurlarken, gece aydınlığa kavuşurken
Belki iyi zamanlarda kavuşmak ümidiyle
Güzeldi güzel olmasına da
Çok gençti
Ruhuma değil amma
Bedenime fazlaydı
Yine de göz görünce
Gönül istiyordu İstemsizce
Akıtmıştı zehrini ruhuma..
Biliyordum her gece tütecekti gözümde bu saatten sonra
Her şafakta isteyecektim onun boyu uzun beli ince bedenini
Biliyordum aşkın kelepçeleri mühürlemişti kalbimi
Çileydi bundan sonrası benim için
Kara sevdaya tutulmuştum karavana değil
Artık yoktum
Varlığım armağandı gerçekleşmeyecek kadar güzel olana..
Son söz: Bir zamanlar ayrıldığımız sevgililerimize, “ nikahına beni çağır, istersen şahidin olurum “ noktasından katil noktasına öyle bir geçiş yaptıkki. Ne yüce gönüllü adamlarmışız eskiden. Hangi ara bu kadar hoyratlaştık?
Not 1: Birden insanların içinde bulunduğu korkunç yalnızlığın farkına varmıştım..
Denemeler, Bertrand Russell
Not 2: Hayat ne kadar yaşanmamışsa ölümden o kadar korkarsınız. Nietzsche iki kısa sözde bu fikri etkileyici bir sekilde ifade ediyor: " Hayatınızı mükemmel hale getirin ve doğru zamanda ölün"
Güneşe Bakmak Ölümle Yüzleşmek,
Irvin D. Yalom
Not 3: Erken yaşta ölme ihtimaliyle yüzleşmek, yaşamınız sona ermeden önce yapmak istediğiniz pek çok şey olduğunu fark etmenizi sağlıyor.
Büyük Sorulara Kısa Yanıtlar, Stephen W. Hawking
Not 4: "Bilge olmak için kilerinizde havlayan köpekleri dinlemeyi öğrenmeniz gerekir."
Güneşe Bakmak Ölümle Yüzleşmek,
Irvin D. Yalomg
Not 5: "Üç tutku yönlendirdi hayatımı: Sevgi açlığı, bilgi arayışı ve başkalarının acılarına yönelik dayanılmaz bir merhamet. Aşk ve bilgi göklere yükseltti ama merhamet her seferinde çekip yere indirdi beni.."
Bertrand Russell
Not 6: Tarih okumuş herkes bilir ki, itaatsizlik insanın asıl erdemidir. İlerleme itaatsizlik yoluyla kaydedilir, itaatsizlik ve başkaldırı yoluyla.
Oscar Wilde
Not 7: "Neye, nereye elini atsan dökülüyor. Dökülmemiş, laçkalaşmamış hiçbir şey yok. Bir memleket bu hale nasıl getirilir, nasıl gelir, bunu akıl almıyor. Her yerde, her şeyde bir çürüme. Yoksulluk gırtlağa kadar, cehalet almış yürümüş."
Baldaki Tuz, Yaşar Kemal
Not 8: Kırkımıza kadar köle gibi çalışıp her meteliğimizi biriktirelim; ondan sonra hayatın tadını çıkarırız." diyenler, kırk yaşına gelince kendilerini hırsa kaptırmış ve ağır işe öylesine alışmış olacaklar ki; artık hiçbir şeyin tadını çıkaramayacaklardır.
Not 9: “Dünyaya ayak uyduramayan kişi, kendi kendini bulmaya yakın olandır. Dünyaya ayak uyduran kişiyse kendini bulamaz; ama parlamentoda bir milletvekili olabilir."
Hermann Hesse
Not 10: Şöyle bir göz atıyorum ve içimi korkunç bir tiksinti kaplıyor. Ne işim var burada?
Jean Paul Sartre
Not 11: Ana-akım muhalefet, seçim öncesinde vaatlerini ekonomide
eski normallere dönmek üzerine kurdu. Altılı Masa’nın ekonomiyle
ilgili sözcüleri, liyakatli atamaları sanki AKP yönetimi
yapamazmış, sadece muhalefet iktidara gelirse yapabilirmiş gibi
koydu.
Dahası, Altılı Masa muhalefeti, düşük faiz politikasının, bir bilgi
eksikliği ya da ekonomi yönetiminde yer alanların yanlış bilgileri
nedeniyle ortaya çıktığını ileri sürdüler. Yani ‘liyakat’ eksikliği
ekonomik sorunların temel gerekçesi olarak gösterildi. Bu argümana
göre temel sorun liyakatsiz kişilerin yönetimde olmasıydı. Tespit
bu olunca çözüm basitti: Liyakat sahibi teknokratlar ekonomi
yönetimine alınırsa sorun çözülecekti. Bu yaklaşımda pek çok
sorunlar var. Ama konumuz itibariyle en göze çarpanı şu: Ekonomiyi
basitçe teknik bir uygulama alanı olarak görme hatası. Halbuki,
ekonomi, her yerde ve her zaman, ekonomi-politiktir. Yani bu
yaşananlar, başımıza bilgisizler, liyakatsiz kadrolar yönetim
pozisyonunda olduğu için gelmedi. Erdoğan yönetimi seçilmek için ne
gerekiyorsa onu yaptı: Enflasyon şokuna rağmen büyüme ve istihdam
arttı, daha fazla insanın daha ucuza çalıştığı bir düzen
yaratıldı.
Muhalefetin dönmeyi vaat ettiği politika çerçevesi ise, zaten
Erdoğan’ın 2000’lerde uyguladığı çerçeveydi. Orada keramet Ali
Babacan’da değildi. Dönemin konjonktürü gereği takip edilen iktidar
stratejisi IMF programının devam ettirilmesi ve AB’ye üyelik gibi
‘çifte çıpa’ ile desteklenmiş, (i) siyaseten devletin ‘eski
sahipleriyle’ mücadeleyi önceleyen, (ii) ekonomik olarak da sermaye
girişlerine dayalı ve iç talep çekişli bir büyüme koalisyonunun
kurulmasına olanak sağlayan bir ekonomik çerçeveye dayanıyordu.
Burada siyasi karar Erdoğan’dadır, Babacan ve Şimşek uygulayıcıdır.
Bu açıdan bakıldığında Kavcıoğlu ile Şimşek çok farklı değildir.
Zira Kavcıoğlu da, 2023 seçimlerini getiren ekonomi politikasının
uygulayıcısıdır.
Peki, TCMB’ye yapılan yeni atamalar muhalefetten neden alkış
alıyor? Bunun nedeni, zaten Altılı Masa’nın ekonomi vaatlerinin
liyakatli kadroların atanmasından ibaret olmasıdır. Temel talep bu
olunca, iktidar açısından bu talebin içerilmesi hiç de zor değil.
Son atamalarla gördük ki, seçim öncesinin liberal muhalefeti
hızlıca iktidar saflarına katıldı.
Not 12: Gençlik hep kötüdür zaten biz yaşlananların gözünde. O gençler gökten zembille indi, ülkenin çürümesi de onların döneminde bir oldu ya. Bu ülkede 1950 den 1990 kadar doğan herkes mevcut halden sorumlu. Gençler en masum.
Not 13: Cari açık 2 şekilde düşer. Ya üreterek ya da devalüasyonla. 3. yol yok. Türkiyede üretim gündemde olmadığına göre devalüasyon deneniyor. Aslında o da denenemiyor çünkü KKM var. KKM olmasa bir sabah 1 $=50 TL ile uyanırsınız. 2001 krizinde olduğu gibi..
Not 14: “Bizim terakkiye doğru çok yol aldığımızı kimse iddia edemez… Tam manasıyla bir devlet makinesi tesis edememişizdir. Mevcut resmi teşkilatın prensibi, başta bulunanların şahsına sadakat göstermek ve sadakate mukabil lütuf beklemekten ibarettir. Bu prensip asrî [modern] bir devlet prensibi değil, Kurunu Vusta’nın [Orta Çağın] feodalizm prensibidir.” (Ahmet Emin, “İnkılapların mahsulü”, Vatan, 2 Kasım 1923)
Not 15: Eski ABD başkanı Trump’ın hukukla başı belada ama yine
de seçimlere hazırlanıyor. Trump’ın Başkan Yardımcısı Mike Pence
idi, su katılmamış bir Evanjeliktir. Ben ikisini de sevmem.
Seçimlere hazırlanan Trump, 6 Ocak günü eski yardımcısı Mike
Pence’e sormuş: Beni mi tercih edersin, anayasayı mı?
Pence, eski patronuna cevabını iki gün önce twitter hesabından
açıkladı:
“Ülkemiz tek adamdan daha önemlidir. Anayasamız tek adamın
kariyerinden daha önemlidir. 6 Ocak günü eski Başkan Trump, Anayasa
ile kendisini arasında tercih yapmamı istedi. Anayasayı tercih
ettim ve daima anayasayı tercih edeceğim.”
Pence şöyle devam ediyordu:
“Kendisini Anayasa’nın üstünde gören hiç kimse asla Başkan
olmamalı.”
Bunların ikisi de aynı “dava”nın adamlarıdır. Beyaz Saray Sözcüsü
Sanders’in sözlerini hatırlıyor musunuz? “Tanrı, Trump’ın başkan
olmasını istedi” demişti. (31 Ocak 2019)
Üstelik Pence’i Başkan Yardımcısı yapan, Trump’tı… Ama Pence körü
körüne sadakati kabul etmiyor, “önce anayasa” diyor.
Trump, Başkanlığı zamanında FBI’ın başına atamayı düşündüğü James Comey’e de “senden sadakat beklerim” demiş, Comey de şu cevabı vermişti:
“Size sadece dürüstlük vaad edebilirim!” (WP, 7 Haziran 2017)
Amerika’nın eleştirilecek birçok yönü var. Ama hâlâ dünyanın bir
numaralı süper gücü olmasında üç prensibin etkili olduğunu
düşünüyorum: Kuvvetler ayrılığı ve özgürlükler, bilim ve
üniversiteler, liyakat prensibi…
Kishor Mahbubani, Uzak Doğu mucizesini anlatan kitabında, o
başarının “7 Sütun”a dayandığını anlatır; bunlar yine bilim, hukuk
devleti, liyakat (meritokrasi) gibi ilkelerdir.
Not 16: Osmanlı’yı yıkan asıl faktör bilimde ve hukukta modern
gelişmeleri çok geç fark etmesiydi. Devleti içeriden çürüten kurt
da “hainler” değildi, “liyakat” yerine rüşvet ve iltimasın,
kayırmacılığın, nepotizmin hakim olmasıydı.
Koçi Bey, Sultan IV. Murat’a verdiği ıslahat layihasında, liyakat
ilkesinin terk edilip rüşvetle kayırmayla, nepotizmle yapılan
atamaları anlatır. Hepsi padişaha sadık, hatta minnettardı tabii.
Fakat hem idare hem medrese yozlaşmıştı. Koçi Bey, neticeyi şöyle
tasvir eder:
“Reâyânın ayakta durması adalet iledir. Şimdi âlem harab, reaya
perişan, hazine noksan üzere...” (Zuhuri Danışman yayını, s.
50)
Not 17: Bir hukukçu arkadaşım bana anlatmıştı. Bir ülkede anayasa vardır ama icraat, anayasa ile yapılmaz. O anayasaya göre kanunlar çıkarılır. “İcraat kanuna göre yapılır” hükmü de yanlıştır. Hayır, icraat kanunla da yapılmaz. Kanuna dayanan yönetmelikler çıkarılır. İşte icraat bunlara göre, yönetmeliğe göre yapılır.
Not 18: Beklenen enflasyon öngörüleri radikal bir şekilde
artarsa her satıcının olası en kötü senaryoya göre fiyatlama
yapması kaçınılmaz olacaktır ama bir de bunun üstüne ekonomik kriz
ortamında meydana gelebilecek tahsilat zorluklarından kaynaklanan
risk primleri de ilave edilince fiyatlamaların rasyonaliteden
kopması da çok olasıdır.
En nihayetinde ticaret erbabı finansal piyasalar kadar ince hesap
yapamaz ve riski hedge etme olanakları da sınırlıdır bu yüzden
riski azaltmanın en kolay yolu olan yüksek fiyatlamayı tercih
edecektir.
Demedi demeyin önümüzdeki dönemde piyasaların bu davranışı
enflasyon ile mücadeleyi çok ama çok zorlaştıran bir faktör olarak
ekonomi yönetiminin karşısına çıkacaktır.
Not 19: Enflasyon maruz kalınan bir durum değil siyasi bir tercihtir. Bedelini halkın ödediği bir gelir transferi modelidir. Bu model, imtiyazlı sınıflar oluşturur ve bir avuç insanın zenginleşmesinin maliyetini hepimize ödetir.
İnsanlar yüksek enflasyon ortamında, huzurlarını kaybeder. Aile fertlerinin ilişkileri bozulur. İnsanlar birbirlerine olan güvenini yitirir ve sürekli bir aldatılmışlık duygusuyla yaşarlar. Yaratıcılıklarıyla toplumu ve ekonomiyi sırtlayan orta sınıflar yaşama enerjilerini kaybederler.
Bugün açıklanan enflasyon rakamı bu düzeni bir defa daha ifşa etmiştir. Bunu çözmenin yolu, aylık yüzde 10 enflasyon ile yaşayan sıkıntı içindeki insanlara daha ağır vergiler yüklemek değildir. Vergiyi, imtiyazlı sınıflardan almak, enflasyonun maliyetini geçmiş dönemdeki para transferi mekanizmalarından faydalanmış olan kesimlere ödetmek gerekir. Bunu yapmamak da tıpkı enflasyonu ortaya çıkaran hamleler gibi tamamen siyasi bir tercihtir.
Not 20: Taylor Swift, turnesinde çalışan kamyon şoförlerine 100
bin dolar ikramiyeyle teşekkür etti. Her bir şoföre ha.
Scherkenbach, personelinin kaçının altı rakamlı ikramiye aldığını
açıklamayı reddetti ama ABD turu için yaklaşık 50 kamyon
sürücüsünün görev aldığı düşünülüyor.
Elin sanatçısındaki cömertliğe bak. Bir de bizim at hırsızı ruhlu
şarkıcı, türkücü bozuntularına.. Her yerimiz kalite maşallah.
Not 21: Geleceğe bakarsak manzar-i umumiye (genel görünüm) şöyle: Orta vadede enfl asyon yüksek seyredecek; Sabit gelirliler ücret artışlarıyla korunmayacakları güne (Vade parantezi: Seçim sonrasına.) kadar hayat pahalılığı karşısında nefes nefese sıkışıp ezilmeye, labirentte koşmaya devam edecek; muhtemelen Türk Lirasından kaçış sürecek ve dövizin yönü de yukarı olacak. Bugünden Mart’a kadar işsizlik, kredi, döviz, ödemeler dengesi, mal ve hizmet talebinde ters gidebilecek unsurlar kontrol altında tutulsa da (Temenni parantezi: Umarım öyle olabilir.); seçim sonrasında, piyasalara, o güne kadar birikecek hasarın şiddetine bağlı olarak, kısmen iyi gelebilecek, ancak vatandaşa çok acı verecek, bir dönem bizi bekliyor olabilir.
Not 22: Karnının doymayacağı yerde açlığını belli etme, demiş eskiler. Aynı şekilde kalbinin doymayacağı insanlara duygularını anlatma, merhem olamayacaklara yaralarını açma…
Not 23: Temel eğitimde niteliksiz yetişen öğrencilerin
üniversitede de aynı yoldan yürüdüğü biliyoruz. Sonuçta, ortaya
yıllarını okulda geçiren ama bir şey öğrenemeyen, öğrendiğini
analiz edemeyen, tartışmayan, araştırmayan, sorgulamayan ve
bilimden nasipsiz bir nesil çıkıyor. Bugün artık sayıları sınırlı
üniversitelerin sınırlı bölümleri hariç, gerçek anlamda bir
üniversite eğitiminden söz edemiyoruz. Mesleki eğitim ise malum,
bitkisel hayata girmiş durumdadır.
Hazine Bakanı’nı nefesimizi tutarak izlemeye devam edelim ama
bilelim ki Eğitim Bakanı’nı da böyle takip edip aynı merakla
izlemediğimiz müddetçe hiçbir ekonomi politikası Türkiye’yi
zenginleştiremeyecektir. Meselelerin temelinde yatan eğitim
problemine sahici şekilde el atılmadıkça, ne yabancı sermaye ne
döviz rezervi, ne gaz, ne petrol ülkeyi güvenli limana
taşıyacaktır.
Bir yandan ülkedeki bilim üretimin ve dünya literatürüyle yarışma
sorumluluğunu taşıyacak, öte yandan Türkiye’nin kalkınma, üretim ve
rekabet gücünü sırtlayacak iyi eğitimli nesillere ihtiyaç her gün
biraz daha artıyor. Eğitimde kaybolan yılların maliyeti; yani genç
nesilleri eğitememenin faturası ağırlaşıyor. Ne hazin ki ülkenin
topyekûn kalitesi eğitimsizlik yüzünden düştükçe, siyaset ve medya
dahil bunu umursayanların sayısı azaldıkça azalıyor.
Not 24/ CHP eğer Altılı Masa olmasa idi Kılıçdaroğlu’nu aday
olarak gösterebilir miydi? Kılıçdaroğlu’nun adaylığı muhalefetin
seçimi kaybetmesinin belki en önemli sebebi idi ama adaylığı da
Altılı Masa sayesinde mümkün oldu. Bugün Altılı Masa’yı eleştiren
CHP sözcülerinin bu mekanizma olmasa idi stratejileri ne idi onu da
anlatmalarında fayda var.
Gelecek, Deva ve Saadet ise siyaseten gerçekleştiremedikleri çıkışı
Altılı Masa sayesinde yakaladılar. Altılı Masa toplantıları ve
ortak programlar sayesinde her biri ayrı birer aktör haline
geldi.
Ortada bir seçim başarısızlığı var iken Altılı Masa’nın da bunun
sorumlusu olması gayet normal. Ama masanın tek tek aktörleri masayı
ve süreci bir bütün olarak suçlayıp kendilerini temize çıkarmaya
çalışıyor ki bu yanlış. Aktörler başarısızlıkta kendi paylarını
konuşmak istemedikleri için diğerlerinin ya da sistemin üzerine
sorumluluğu yıkmaya çalışıyorlar.
Kaldı ki önümüzdeki yerel seçimlerde ya da sonrasında benzer
birlikteliklerin yeniden kurgulanması bir ihtimal olarak duruyor.
Üstelik mevcut yüzde 50+1 sistemi AK Parti dahil hiçbir partinin
tek başına ne seçimleri kazanmasına ne de parlamentoda çoğunluk
sahibi olmasına kâğıt üzerinde imkân vermiyor. Yani hem seçimden
önce hem seçimden sonra farklı ortaklıklar bir seçenek değil
mecburiyet.
Birlikte yapılan onlarca toplantıdan, ortak mitinglerden sonra “keşke olmasaydı, pişmanız” demek hem seçim öncesinde yapılan doğrulara haksızlık hem de ilerde oluşabilecek ihtiyaçların önünde bir engel.
Not 25: Harold James bir yazısında tarihçi Christopher Clark'ın
“Devrimci Bahar: Yeni Bir Dünya İçin Savaşmak, 1848-1849”a kitabına
değinir. ve şu alıntıyı yapar: “Kontrol edilemez gibi görünen
çevresel, jeopolitik ve ekonomik krizlerin olduğu bir dönemde,
1848'de Avrupa'yı kasıp kavuran devrimci dalganın bize öğreteceği
çok şey var. Aynı zamanda birbirine bağlı bir dünyanın kaotik
potansiyelini, yönetimin sınırlarını ve daha yönetilebilir bir
geleceğe giden yolu ortaya çıkardı.”
James’e göre kitap, uzak tarihsel dönemlerin bazen günümüze nasıl
aciliyetle seslenebileceğinin ustaca bir göstergesidir. Gerçekten
de uzak geçmiş, güncel olayların en bilgili analizlerinden bile
daha iyi bir rehber olabilir.
Ve şöyle belirtir: “Clark'ın belirttiğine göre, o zaman da şimdi
olduğu gibi, birden fazla kriz aynı anda patlak vermiş ve birbirine
bağlı bir dünyanın kaotik potansiyelini ortaya çıkarmıştır. O
dönemde de 'demokratik koşullar altında uyumun kaybolması,
diyaloğun başarısızlığı, tartışmaya kapalı ortodoksilerin
katılaşması, temel hedeflerin önceliklendirilememesi ve bunların
peşinden gitmek için bir araya gelinememesi' söz konusuydu.
İnsanlar ne yöne gideceklerine dair yerleşik bir duygu olmaksızın
çalkantı ve değişim içindeydi.”
Not 26: Kapitalizmde çok zengin veya ayrıcalıklı bir aileden gelmeniz konum, statü ve prestij sahibi olmanız için yeterli. Kapitalizm sınıflı bir toplumdur ve kapitalizmde yüzde 98 ihtimalle doğdunuz sınıfta ölürsünüz. Bugün liberalizm (Amerikan rüyası), işte o yüzde 2’lik ihtimalin yüzü suyu hürmetine bir ideoloji olarak bize pazarlanıyor.
Siz ne kadar çalışırsanız çalışın, hangi sınavlarda derece yaparsanız yapın, en fazla elde edeceğiniz şey konforlu bir hayat olur. Hiçbir zaman babasından holding kalan Ferit Şahenk’in yaşadığı hayatı yaşayamazsınız. Kapitalizmde meritokrasi (ehliyet ve liyakate göre mülk ve makam dağılımı) sadece orta sınıfa pazarlanan bir mavradır.
Not 27: Nobranlığın şaha kalktığı zamanlarda ruhu ancak iyi insan, iyi kitap, iyi şiir, iyi sohbet, iyi müzikle koruyabiliriz.
Not 28: "Dostoyevski bir keresinde şöyle demişti: "Korktuğum tek
bir şey var: çektiğim acılara layık olmamak." Hayatı anlamlı ve
amaçlı kılan, elimizden alınamayacak olan bu manevi özgürlüktür.Bir
insanın kaderini ve beraberinde getirdiği tüm acıları kabullenme
biçimi, çarmıhını yüklenme biçimi, en zor koşullar altında bile
yaşamına daha derin bir anlam katmak için büyük fırsat verir."
Viktor Frankl, İnsanın anlam arayışı.
Not 29: İnsanı azar azar öldüren açlıklar vardır. Görülme ve işitilme açlığı. Kendini ifade etme ve bağ kurma açlığı.
Not 30: Doğa yasalarının değişmez olduğunu kabul ettiğiniz takdirde şu soru kaçınılmaz olarak arkasından gelecektir: O halde Tanrı için geriye kalan rol nedir?
Büyük Sorulara Kısa Yanıtlar, Stephen W. Hawk
Not 31: “Hotel California”nın efsaneleşen hikayesine göre, 1969
yazında hikâyenin kahramanı olan Eric, uzun bir seyahate çıkar… Ve
yolu Kaliforniya’dan geçerken dinlenmek için Hotel California’yı
bulur…
Ufak sevimli bir oteldir, sıcak bir havası vardır. Eric’i bir odaya
yerleştirirler… Oteldeki ikinci gününde odasının hemen yanındaki
odada kalan Eleanor adlı kızla tanışır, arkadaş olurlar, birlikte
gezmeye başlarlar. Ve birbirlerine delicesine aşık olurlar… Ve
tatili Hotel California’da birlikte geçirmeye karar verirler.
Birbirlerini çok severler. Unutamayacakları bir yaz yaşarlar, yazın
bitiminde ayrılık vakti geldiğinde bir karar vermek zorundadırlar.
Ve şöyle derler: “Eğer bir sene sonra birbirimizi unutmaz ve
aşkımız devam ederse, gelecek yazın ilk gününde (tanıştıkları günü
kastederek) “Hotel California’da buluşacağız” diye sözleşirler. O
zamana kadar birbirlerini hiç aramayacaklardır.
Bu aşkın bir yaz aşkı mı yoksa gerçek bir aşk mı olduğunu
anlamak için yaparlar bunu. Eagles hikâyenin buraya kadar olanını,
iki gencin yaşadıkları günleri, otelin güzelliğini, kasabanın
sadeliğini anlatır şarkısında genel olarak…
İki aşığın ayrılıklarının üzerinden tam bir yıl geçmiştir. Eric
sözleştikleri gibi bir yıl sonra otelde buluşmak için yola çıkar…
Tanıştıkları ilk gündür o gün… Yol uzundur bitmek bilmez Eric için…
Ve sonunda Kaliforniya’ya varır… Otelin oraya geldiğinde kapkara
bir bina bulur, otel bir gün önce yanmıştır..
Sevdiği adamla buluşmak için bir gün önceden otele gelen Elenor
gece çıkan yangında ölür… Adam otele gelirken sevdiği kızla bir
ömür yaşamayı, birlikte olmayı düşünürken onu bir ömür
kaybeder.
Anlatılanlara göre, grubun üyeleri hikâyeyi duyduklarında çok
etkilenirler ve bunun için bir şeyler yazmaya karar verirler. Daha
sonra da yıllarca hepimizin kalbinde taht kuran “Hotel California”
dediğimiz o muhteşem şarkı çıkar…
Yaşanılan aşk hikayesi mi insanları bu kadar derinden etkilemiştir, yoksa o aşka yazılan şarkı mı? Belki bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz ama Eagles, her dinlediğimizde yüreğimize dokunan “Hotel California” adlı muhteşem bir şarkı yaratmıştır.
/Karanlık bir çöl otoyolunda,
serin rüzgar saçlarımda
Colitaların* ılık kokusu, yükseliyor havaya
ileride biraz uzakta, titrek bir ışık gördüm
başım ağırlaştı ve görüşüm bulanıklaştı
geceyi geçirmek için durmalıydım
kapı girişinde duruyordu.
Manastırın zilini duydum
ve kendi kendime düşünüyordum
‘Burası cennet de olabilir, cehennem de’./
Hotel California adlı şarkıdan replik.
Not 32: Nilperi Şahinkaya, dilerim sonun Münevver Karabulut’dan beter olsun. Maddi çıkarı için vahşi sapık Garipoğlu ailesini aklamaya çalışan,zengin lobisi yapmaktan çekinmeyen utanmaz, ar damarı çatlamış insan müsveddesi.
Not 33: Vaktiyle reklamcı Ali Taran’la yapılan bir mülakattan
kalmış aklımda. Akşamüzeri eve dönerken bir balıkçıdan balık almak
istemiş. Alışveriş sırasında laf lafı açmış, balıkçı mesleğini
sormuş, o da “reklamcı” cevabını verince balıkçı, “Desene senin de
benim gibi mesleğin yok,” demiş. “Neden ki?” diye sorunca balıkçı
şu cevabı vermiş:
“Sonunda ‘cı’ olan hiçbir şey meslek değildir. Balıkçı, reklamcı,
camcı, boyacı, elektrikçi, sucu, çaycı, sıvacı… say sayabildiğin
kadar. Bu işleri herkes yapabilir. Meslek, dünyanın her yerinde
yapabildiğin iştir. Marangoz, avukat, doktor, mühendis gibi…”
Not 33: Türkiye, veri dürüstlüğünü kaybetmiştir. Bu, başımıza
gelebilecek belaların en büyüklerindendir. Zira ölçemezsen
bilemezsin, bilemezsen yönetemezsin. Eskiden bunu denemiş ve fena
halde çuvallamıştık. Devletin resmi ama gayriciddi veri üreticisi
TÜİK, yalan makinesine dönüşüvermiştir.
İşsizlik, enflasyon, salgın, büyüme ve diğerleri… Eğer doğru
verilerle yola çıkmaz isek, kendimizi kandırırız.
Herkes veri kullanır ve herkes veri üretir. Eğer güvenilir veri
talep ediyorsan, sen de gerçeği söyle, çarptırma, abartma, saklama…
Unutma ki köyün girişinde söylediğin yalana, köyün çıkışında sen de
inanırsın… Hele ki sosyal medyanın böylesi yaygın kullanıldığı
zamanda…
Veri; servettir. Onu koru… Yalan veri, bumerang gibidir zira atanı
vuran alete dönüşebilir.
Not 34: Bulut ancak elektrik yüklüyse şimşek çakar.
Not 35: Hayat okulsa, ders de sokaktadır.
Not 36: Dünya, varlığımıza yankı aradığımız bir yerdir.
Not 37: 'Bir ülkenin uygarlığı, yasalarının geniş görüşlülüğüne ve etki yeteneğine bağlı. Bu yasalar yoksulları çok yoksul olmaktan, güçlüleri ise çok güçlü olmaktan uzak tuttuğu oranda, o ülke uygarlaşıyor.'
Primo Levi