Bugün köşemi Girdap, Dipsiz Kuyu ve Cenneten Çıkış adlı üç şiir kitabıyla şiir sevenlerin gönlünü fethetmiş şair Mustafa Akgül’ün son şiirlerinden birine açıyorum, kalemine ve yüreğine sağlık:

Terziydi
Dikmişti gönlümdeki yaraları birer birer
Yasak elmam olmuştu o gece
Aylardan Temmuzdu
Ayaklarını öpmüştüm uğurlarken, gece aydınlığa kavuşurken
Belki iyi zamanlarda kavuşmak ümidiyle
Güzeldi güzel olmasına da
Çok gençti
Ruhuma değil amma
Bedenime fazlaydı
Yine de göz görünce
Gönül istiyordu İstemsizce
Akıtmıştı zehrini ruhuma..

Biliyordum her gece tütecekti gözümde bu saatten sonra
Her şafakta isteyecektim onun boyu uzun beli ince bedenini
Biliyordum aşkın kelepçeleri mühürlemişti kalbimi
Çileydi bundan sonrası benim için
Kara sevdaya tutulmuştum karavana değil
Artık yoktum
Varlığım armağandı gerçekleşmeyecek kadar güzel olana.. 

Son söz: Bir zamanlar ayrıldığımız sevgililerimize, “ nikahına beni çağır, istersen şahidin olurum “ noktasından katil noktasına öyle bir geçiş yaptıkki. Ne yüce gönüllü adamlarmışız eskiden. Hangi ara bu kadar hoyratlaştık?

Not 1: Birden insanların içinde bulunduğu korkunç yalnızlığın farkına varmıştım..

Denemeler, Bertrand Russell

Not 2: Hayat ne kadar yaşanmamışsa ölümden o kadar korkarsınız. Nietzsche iki kısa sözde bu fikri etkileyici bir sekilde ifade ediyor: " Hayatınızı mükemmel hale getirin ve doğru zamanda ölün"

Güneşe Bakmak Ölümle Yüzleşmek,
Irvin D. Yalom

Not 3: Erken yaşta ölme ihtimaliyle yüzleşmek, yaşamınız sona ermeden önce yapmak istediğiniz pek çok şey olduğunu fark etmenizi sağlıyor.

Büyük Sorulara Kısa Yanıtlar, Stephen W. Hawking

Not 4: "Bilge olmak için kilerinizde havlayan köpekleri dinlemeyi öğrenmeniz gerekir."

Güneşe Bakmak Ölümle Yüzleşmek,

Irvin D. Yalomg

Not 5: "Üç tutku yönlendirdi hayatımı: Sevgi açlığı, bilgi arayışı ve başkalarının acılarına yönelik dayanılmaz bir merhamet. Aşk ve bilgi göklere yükseltti ama merhamet her seferinde çekip yere indirdi beni.."

Bertrand Russell

Not 6: Tarih okumuş herkes bilir ki, itaatsizlik insanın asıl erdemidir. İlerleme itaatsizlik yoluyla kaydedilir, itaatsizlik ve başkaldırı yoluyla.

Oscar Wilde

Not 7: "Neye, nereye elini atsan dökülüyor. Dökülmemiş, laçkalaşmamış hiçbir şey yok. Bir memleket bu hale nasıl getirilir, nasıl gelir, bunu akıl almıyor. Her yerde, her şeyde bir çürüme. Yoksulluk gırtlağa kadar, cehalet almış yürümüş."

Baldaki Tuz, Yaşar Kemal

Not 8: Kırkımıza kadar köle gibi çalışıp her meteliğimizi biriktirelim; ondan sonra hayatın tadını çıkarırız." diyenler, kırk yaşına gelince kendilerini hırsa kaptırmış ve ağır işe öylesine alışmış olacaklar ki; artık hiçbir şeyin tadını çıkaramayacaklardır.

Not 9: “Dünyaya ayak uyduramayan kişi, kendi kendini bulmaya yakın olandır. Dünyaya ayak uyduran kişiyse kendini bulamaz; ama parlamentoda bir milletvekili olabilir."

Hermann Hesse

Not 10: Şöyle bir göz atıyorum ve içimi korkunç bir tiksinti kaplıyor. Ne işim var burada?  

Jean Paul Sartre

Not 11: Ana-akım muhalefet, seçim öncesinde vaatlerini ekonomide eski normallere dönmek üzerine kurdu. Altılı Masa’nın ekonomiyle ilgili sözcüleri, liyakatli atamaları sanki AKP yönetimi yapamazmış, sadece muhalefet iktidara gelirse yapabilirmiş gibi koydu.
Dahası, Altılı Masa muhalefeti, düşük faiz politikasının, bir bilgi eksikliği ya da ekonomi yönetiminde yer alanların yanlış bilgileri nedeniyle ortaya çıktığını ileri sürdüler. Yani ‘liyakat’ eksikliği ekonomik sorunların temel gerekçesi olarak gösterildi. Bu argümana göre temel sorun liyakatsiz kişilerin yönetimde olmasıydı. Tespit bu olunca çözüm basitti: Liyakat sahibi teknokratlar ekonomi yönetimine alınırsa sorun çözülecekti. Bu yaklaşımda pek çok sorunlar var. Ama konumuz itibariyle en göze çarpanı şu: Ekonomiyi basitçe teknik bir uygulama alanı olarak görme hatası. Halbuki, ekonomi, her yerde ve her zaman, ekonomi-politiktir. Yani bu yaşananlar, başımıza bilgisizler, liyakatsiz kadrolar yönetim pozisyonunda olduğu için gelmedi. Erdoğan yönetimi seçilmek için ne gerekiyorsa onu yaptı: Enflasyon şokuna rağmen büyüme ve istihdam arttı, daha fazla insanın daha ucuza çalıştığı bir düzen yaratıldı.
Muhalefetin dönmeyi vaat ettiği politika çerçevesi ise, zaten Erdoğan’ın 2000’lerde uyguladığı çerçeveydi. Orada keramet Ali Babacan’da değildi. Dönemin konjonktürü gereği takip edilen iktidar stratejisi IMF programının devam ettirilmesi ve AB’ye üyelik gibi ‘çifte çıpa’ ile desteklenmiş, (i) siyaseten devletin ‘eski sahipleriyle’ mücadeleyi önceleyen, (ii) ekonomik olarak da sermaye girişlerine dayalı ve iç talep çekişli bir büyüme koalisyonunun kurulmasına olanak sağlayan bir ekonomik çerçeveye dayanıyordu. Burada siyasi karar Erdoğan’dadır, Babacan ve Şimşek uygulayıcıdır. Bu açıdan bakıldığında Kavcıoğlu ile Şimşek çok farklı değildir. Zira Kavcıoğlu da, 2023 seçimlerini getiren ekonomi politikasının uygulayıcısıdır.
Peki, TCMB’ye yapılan yeni atamalar muhalefetten neden alkış alıyor? Bunun nedeni, zaten Altılı Masa’nın ekonomi vaatlerinin liyakatli kadroların atanmasından ibaret olmasıdır. Temel talep bu olunca, iktidar açısından bu talebin içerilmesi hiç de zor değil. Son atamalarla gördük ki, seçim öncesinin liberal muhalefeti hızlıca iktidar saflarına katıldı.

Not 12: Gençlik hep kötüdür zaten biz yaşlananların gözünde. O gençler gökten zembille indi, ülkenin çürümesi de onların döneminde bir oldu ya. Bu ülkede 1950 den 1990 kadar doğan herkes mevcut halden sorumlu. Gençler en masum.

Not 13: Cari açık 2 şekilde düşer. Ya üreterek ya da devalüasyonla. 3. yol yok. Türkiyede üretim gündemde olmadığına göre devalüasyon deneniyor. Aslında o da denenemiyor çünkü KKM var. KKM olmasa bir sabah 1 $=50 TL ile uyanırsınız. 2001 krizinde olduğu gibi..

Not 14: “Bizim terakkiye doğru çok yol aldığımızı kimse iddia edemez… Tam manasıyla bir devlet makinesi tesis edememişizdir. Mevcut resmi teşkilatın prensibi, başta bulunanların şahsına sadakat göstermek ve sadakate mukabil lütuf beklemekten ibarettir. Bu prensip asrî [modern] bir devlet prensibi değil, Kurunu Vusta’nın [Orta Çağın] feodalizm prensibidir.” (Ahmet Emin, “İnkılapların mahsulü”, Vatan, 2 Kasım 1923)

Not 15: Eski ABD başkanı Trump’ın hukukla başı belada ama yine de seçimlere hazırlanıyor. Trump’ın Başkan Yardımcısı Mike Pence idi, su katılmamış bir Evanjeliktir. Ben ikisini de sevmem.
Seçimlere hazırlanan Trump, 6 Ocak günü eski yardımcısı Mike Pence’e sormuş: Beni mi tercih edersin, anayasayı mı?
Pence, eski patronuna cevabını iki gün önce twitter hesabından açıkladı:
“Ülkemiz tek adamdan daha önemlidir. Anayasamız tek adamın kariyerinden daha önemlidir. 6 Ocak günü eski Başkan Trump, Anayasa ile kendisini arasında tercih yapmamı istedi. Anayasayı tercih ettim ve daima anayasayı tercih edeceğim.”

Pence şöyle devam ediyordu:
“Kendisini Anayasa’nın üstünde gören hiç kimse asla Başkan olmamalı.”
Bunların ikisi de aynı “dava”nın adamlarıdır. Beyaz Saray Sözcüsü Sanders’in sözlerini hatırlıyor musunuz? “Tanrı, Trump’ın başkan olmasını istedi” demişti. (31 Ocak 2019)
Üstelik Pence’i Başkan Yardımcısı yapan, Trump’tı… Ama Pence körü körüne sadakati kabul etmiyor, “önce anayasa” diyor.

Trump, Başkanlığı zamanında FBI’ın başına atamayı düşündüğü James Comey’e de “senden sadakat beklerim” demiş, Comey de şu cevabı vermişti:

“Size sadece dürüstlük vaad edebilirim!” (WP, 7 Haziran 2017)

Amerika’nın eleştirilecek birçok yönü var. Ama hâlâ dünyanın bir numaralı süper gücü olmasında üç prensibin etkili olduğunu düşünüyorum: Kuvvetler ayrılığı ve özgürlükler, bilim ve üniversiteler, liyakat prensibi…
Kishor Mahbubani, Uzak Doğu mucizesini anlatan kitabında, o başarının “7 Sütun”a dayandığını anlatır; bunlar yine bilim, hukuk devleti, liyakat (meritokrasi) gibi ilkelerdir.

Not 16: Osmanlı’yı yıkan asıl faktör bilimde ve hukukta modern gelişmeleri çok geç fark etmesiydi. Devleti içeriden çürüten kurt da “hainler” değildi, “liyakat” yerine rüşvet ve iltimasın, kayırmacılığın, nepotizmin hakim olmasıydı.
Koçi Bey, Sultan IV. Murat’a verdiği ıslahat layihasında, liyakat ilkesinin terk edilip rüşvetle kayırmayla, nepotizmle yapılan atamaları anlatır. Hepsi padişaha sadık, hatta minnettardı tabii. Fakat hem idare hem medrese yozlaşmıştı. Koçi Bey, neticeyi şöyle tasvir eder:
“Reâyânın ayakta durması adalet iledir. Şimdi âlem harab, reaya perişan, hazine noksan üzere...” (Zuhuri Danışman yayını, s. 50)

Not 17: Bir hukukçu arkadaşım bana anlatmıştı. Bir ülkede anayasa vardır ama icraat, anayasa ile yapılmaz. O anayasaya göre kanunlar çıkarılır. “İcraat kanuna göre yapılır” hükmü de yanlıştır. Hayır, icraat kanunla da yapılmaz. Kanuna dayanan yönetmelikler çıkarılır. İşte icraat bunlara göre, yönetmeliğe göre yapılır.

Not 18: Beklenen enflasyon öngörüleri radikal bir şekilde artarsa her satıcının olası en kötü senaryoya göre fiyatlama yapması kaçınılmaz olacaktır ama bir de bunun üstüne ekonomik kriz ortamında meydana gelebilecek tahsilat zorluklarından kaynaklanan risk primleri de ilave edilince fiyatlamaların rasyonaliteden kopması da çok olasıdır.
En nihayetinde ticaret erbabı finansal piyasalar kadar ince hesap yapamaz ve riski hedge etme olanakları da sınırlıdır bu yüzden riski azaltmanın en kolay yolu olan yüksek fiyatlamayı tercih edecektir.
Demedi demeyin önümüzdeki dönemde piyasaların bu davranışı enflasyon ile mücadeleyi çok ama çok zorlaştıran bir faktör olarak ekonomi yönetiminin karşısına çıkacaktır.

Not 19: Enflasyon maruz kalınan bir durum değil siyasi bir tercihtir. Bedelini halkın ödediği bir gelir transferi modelidir. Bu model, imtiyazlı sınıflar oluşturur ve bir avuç insanın zenginleşmesinin maliyetini hepimize ödetir.

İnsanlar yüksek enflasyon ortamında, huzurlarını kaybeder. Aile fertlerinin ilişkileri bozulur. İnsanlar birbirlerine olan güvenini yitirir ve sürekli bir aldatılmışlık duygusuyla yaşarlar. Yaratıcılıklarıyla toplumu ve ekonomiyi sırtlayan orta sınıflar yaşama enerjilerini kaybederler.

Bugün açıklanan enflasyon rakamı bu düzeni bir defa daha ifşa etmiştir. Bunu çözmenin yolu, aylık yüzde 10 enflasyon ile yaşayan sıkıntı içindeki insanlara daha ağır vergiler yüklemek değildir. Vergiyi, imtiyazlı sınıflardan almak, enflasyonun maliyetini geçmiş dönemdeki para transferi mekanizmalarından faydalanmış olan kesimlere ödetmek gerekir. Bunu yapmamak da tıpkı enflasyonu ortaya çıkaran hamleler gibi tamamen siyasi bir tercihtir.

Not 20: Taylor Swift, turnesinde çalışan kamyon şoförlerine 100 bin dolar ikramiyeyle teşekkür etti. Her bir şoföre ha.
Scherkenbach, personelinin kaçının altı rakamlı ikramiye aldığını açıklamayı reddetti ama ABD turu için yaklaşık 50 kamyon sürücüsünün görev aldığı düşünülüyor.
Elin sanatçısındaki cömertliğe bak. Bir de bizim at hırsızı ruhlu şarkıcı, türkücü bozuntularına.. Her yerimiz kalite maşallah.

Not 21: Geleceğe bakarsak manzar-i umumiye (genel görünüm) şöyle: Orta vadede enfl asyon yüksek seyredecek; Sabit gelirliler ücret artışlarıyla korunmayacakları güne (Vade parantezi: Seçim sonrasına.) kadar hayat pahalılığı karşısında nefes nefese sıkışıp ezilmeye, labirentte koşmaya devam edecek; muhtemelen Türk Lirasından kaçış sürecek ve dövizin yönü de yukarı olacak. Bugünden Mart’a kadar işsizlik, kredi, döviz, ödemeler dengesi, mal ve hizmet talebinde ters gidebilecek unsurlar kontrol altında tutulsa da (Temenni parantezi: Umarım öyle olabilir.); seçim sonrasında, piyasalara, o güne kadar birikecek hasarın şiddetine bağlı olarak, kısmen iyi gelebilecek, ancak vatandaşa çok acı verecek, bir dönem bizi bekliyor olabilir.

Not 22: Karnının doymayacağı yerde açlığını belli etme, demiş eskiler. Aynı şekilde kalbinin doymayacağı insanlara duygularını anlatma, merhem olamayacaklara yaralarını açma…

Not 23: Temel eğitimde niteliksiz yetişen öğrencilerin üniversitede de aynı yoldan yürüdüğü biliyoruz. Sonuçta, ortaya yıllarını okulda geçiren ama bir şey öğrenemeyen, öğrendiğini analiz edemeyen, tartışmayan, araştırmayan, sorgulamayan ve bilimden nasipsiz bir nesil çıkıyor. Bugün artık sayıları sınırlı üniversitelerin sınırlı bölümleri hariç, gerçek anlamda bir üniversite eğitiminden söz edemiyoruz. Mesleki eğitim ise malum, bitkisel hayata girmiş durumdadır.
Hazine Bakanı’nı nefesimizi tutarak izlemeye devam edelim ama bilelim ki Eğitim Bakanı’nı da böyle takip edip aynı merakla izlemediğimiz müddetçe hiçbir ekonomi politikası Türkiye’yi zenginleştiremeyecektir. Meselelerin temelinde yatan eğitim problemine sahici şekilde el atılmadıkça, ne yabancı sermaye ne döviz rezervi, ne gaz, ne petrol ülkeyi güvenli limana taşıyacaktır.
Bir yandan ülkedeki bilim üretimin ve dünya literatürüyle yarışma sorumluluğunu taşıyacak, öte yandan Türkiye’nin kalkınma, üretim ve rekabet gücünü sırtlayacak iyi eğitimli nesillere ihtiyaç her gün biraz daha artıyor. Eğitimde kaybolan yılların maliyeti; yani genç nesilleri eğitememenin faturası ağırlaşıyor. Ne hazin ki ülkenin topyekûn kalitesi eğitimsizlik yüzünden düştükçe, siyaset ve medya dahil bunu umursayanların sayısı azaldıkça azalıyor.

Not 24/ CHP eğer Altılı Masa olmasa idi Kılıçdaroğlu’nu aday olarak gösterebilir miydi? Kılıçdaroğlu’nun adaylığı muhalefetin seçimi kaybetmesinin belki en önemli sebebi idi ama adaylığı da Altılı Masa sayesinde mümkün oldu. Bugün Altılı Masa’yı eleştiren CHP sözcülerinin bu mekanizma olmasa idi stratejileri ne idi onu da anlatmalarında fayda var.
Gelecek, Deva ve Saadet ise siyaseten gerçekleştiremedikleri çıkışı Altılı Masa sayesinde yakaladılar. Altılı Masa toplantıları ve ortak programlar sayesinde her biri ayrı birer aktör haline geldi.
Ortada bir seçim başarısızlığı var iken Altılı Masa’nın da bunun sorumlusu olması gayet normal. Ama masanın tek tek aktörleri masayı ve süreci bir bütün olarak suçlayıp kendilerini temize çıkarmaya çalışıyor ki bu yanlış. Aktörler başarısızlıkta kendi paylarını konuşmak istemedikleri için diğerlerinin ya da sistemin üzerine sorumluluğu yıkmaya çalışıyorlar.
Kaldı ki önümüzdeki yerel seçimlerde ya da sonrasında benzer birlikteliklerin yeniden kurgulanması bir ihtimal olarak duruyor. Üstelik mevcut yüzde 50+1 sistemi AK Parti dahil hiçbir partinin tek başına ne seçimleri kazanmasına ne de parlamentoda çoğunluk sahibi olmasına kâğıt üzerinde imkân vermiyor. Yani hem seçimden önce hem seçimden sonra farklı ortaklıklar bir seçenek değil mecburiyet.

Birlikte yapılan onlarca toplantıdan, ortak mitinglerden sonra “keşke olmasaydı, pişmanız” demek hem seçim öncesinde yapılan doğrulara haksızlık hem de ilerde oluşabilecek ihtiyaçların önünde bir engel.

Not 25: Harold James bir yazısında tarihçi Christopher Clark'ın “Devrimci Bahar: Yeni Bir Dünya İçin Savaşmak, 1848-1849”a kitabına değinir. ve şu alıntıyı yapar: “Kontrol edilemez gibi görünen çevresel, jeopolitik ve ekonomik krizlerin olduğu bir dönemde, 1848'de Avrupa'yı kasıp kavuran devrimci dalganın bize öğreteceği çok şey var. Aynı zamanda birbirine bağlı bir dünyanın kaotik potansiyelini, yönetimin sınırlarını ve daha yönetilebilir bir geleceğe giden yolu ortaya çıkardı.”
James’e göre kitap, uzak tarihsel dönemlerin bazen günümüze nasıl aciliyetle seslenebileceğinin ustaca bir göstergesidir. Gerçekten de uzak geçmiş, güncel olayların en bilgili analizlerinden bile daha iyi bir rehber olabilir.
Ve şöyle belirtir: “Clark'ın belirttiğine göre, o zaman da şimdi olduğu gibi, birden fazla kriz aynı anda patlak vermiş ve birbirine bağlı bir dünyanın kaotik potansiyelini ortaya çıkarmıştır. O dönemde de 'demokratik koşullar altında uyumun kaybolması, diyaloğun başarısızlığı, tartışmaya kapalı ortodoksilerin katılaşması, temel hedeflerin önceliklendirilememesi ve bunların peşinden gitmek için bir araya gelinememesi' söz konusuydu. İnsanlar ne yöne gideceklerine dair yerleşik bir duygu olmaksızın çalkantı ve değişim içindeydi.”

Not 26: Kapitalizmde çok zengin veya ayrıcalıklı bir aileden gelmeniz konum, statü ve prestij sahibi olmanız için yeterli. Kapitalizm sınıflı bir toplumdur ve kapitalizmde yüzde 98 ihtimalle doğdunuz sınıfta ölürsünüz. Bugün liberalizm (Amerikan rüyası), işte o yüzde 2’lik ihtimalin yüzü suyu hürmetine bir ideoloji olarak bize pazarlanıyor.

Siz ne kadar çalışırsanız çalışın, hangi sınavlarda derece yaparsanız yapın, en fazla elde edeceğiniz şey konforlu bir hayat olur. Hiçbir zaman babasından holding kalan Ferit Şahenk’in yaşadığı hayatı yaşayamazsınız. Kapitalizmde meritokrasi (ehliyet ve liyakate göre mülk ve makam dağılımı) sadece orta sınıfa pazarlanan bir mavradır.

Not 27: Nobranlığın şaha kalktığı zamanlarda ruhu ancak iyi insan, iyi kitap, iyi şiir, iyi sohbet, iyi müzikle koruyabiliriz. 

Not 28: "Dostoyevski bir keresinde şöyle demişti: "Korktuğum tek bir şey var: çektiğim acılara layık olmamak." Hayatı anlamlı ve amaçlı kılan, elimizden alınamayacak olan bu manevi özgürlüktür.Bir insanın kaderini ve beraberinde getirdiği tüm acıları kabullenme biçimi, çarmıhını yüklenme biçimi, en zor koşullar altında bile yaşamına daha derin bir anlam katmak için büyük fırsat verir."
Viktor Frankl, İnsanın anlam arayışı.

Not 29: İnsanı azar azar öldüren açlıklar vardır. Görülme ve işitilme açlığı. Kendini ifade etme ve bağ kurma açlığı.

Not 30: Doğa yasalarının değişmez olduğunu kabul ettiğiniz takdirde şu soru kaçınılmaz olarak arkasından gelecektir: O halde Tanrı için geriye kalan rol nedir?

Büyük Sorulara Kısa Yanıtlar, Stephen W. Hawk

Not 31: “Hotel California”nın efsaneleşen hikayesine göre, 1969 yazında hikâyenin kahramanı olan Eric, uzun bir seyahate çıkar… Ve yolu Kaliforniya’dan geçerken dinlenmek için Hotel California’yı bulur…
Ufak sevimli bir oteldir, sıcak bir havası vardır. Eric’i bir odaya yerleştirirler… Oteldeki ikinci gününde odasının hemen yanındaki odada kalan Eleanor adlı kızla tanışır, arkadaş olurlar, birlikte gezmeye başlarlar. Ve birbirlerine delicesine aşık olurlar… Ve tatili Hotel California’da birlikte geçirmeye karar verirler. Birbirlerini çok severler. Unutamayacakları bir yaz yaşarlar, yazın bitiminde ayrılık vakti geldiğinde bir karar vermek zorundadırlar. Ve şöyle derler: “Eğer bir sene sonra birbirimizi unutmaz ve aşkımız devam ederse, gelecek yazın ilk gününde (tanıştıkları günü kastederek) “Hotel California’da buluşacağız” diye sözleşirler. O zamana kadar birbirlerini hiç aramayacaklardır.

Bu aşkın bir yaz aşkı mı yoksa gerçek bir aşk mı olduğunu anlamak için yaparlar bunu. Eagles hikâyenin buraya kadar olanını, iki gencin yaşadıkları günleri, otelin güzelliğini, kasabanın sadeliğini anlatır şarkısında genel olarak…
İki aşığın ayrılıklarının üzerinden tam bir yıl geçmiştir. Eric sözleştikleri gibi bir yıl sonra otelde buluşmak için yola çıkar… Tanıştıkları ilk gündür o gün… Yol uzundur bitmek bilmez Eric için… Ve sonunda Kaliforniya’ya varır… Otelin oraya geldiğinde kapkara bir bina bulur, otel bir gün önce yanmıştır..
Sevdiği adamla buluşmak için bir gün önceden otele gelen Elenor gece çıkan yangında ölür… Adam otele gelirken sevdiği kızla bir ömür yaşamayı, birlikte olmayı düşünürken onu bir ömür kaybeder.
Anlatılanlara göre, grubun üyeleri hikâyeyi duyduklarında çok etkilenirler ve bunun için bir şeyler yazmaya karar verirler. Daha sonra da yıllarca hepimizin kalbinde taht kuran “Hotel California” dediğimiz o muhteşem şarkı çıkar…

Yaşanılan aşk hikayesi mi insanları bu kadar derinden etkilemiştir, yoksa o aşka yazılan şarkı mı? Belki bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz ama Eagles, her dinlediğimizde yüreğimize dokunan “Hotel California” adlı muhteşem bir şarkı yaratmıştır.

/Karanlık bir çöl otoyolunda,
serin rüzgar saçlarımda
Colitaların* ılık kokusu, yükseliyor havaya
ileride biraz uzakta, titrek bir ışık gördüm
başım ağırlaştı ve görüşüm bulanıklaştı
geceyi geçirmek için durmalıydım
kapı girişinde duruyordu.
Manastırın zilini duydum
ve kendi kendime düşünüyordum
‘Burası cennet de olabilir, cehennem de’./
Hotel California adlı şarkıdan replik.

Not 32: Nilperi Şahinkaya, dilerim sonun Münevver Karabulut’dan beter olsun. Maddi çıkarı için vahşi sapık Garipoğlu ailesini aklamaya çalışan,zengin lobisi yapmaktan çekinmeyen utanmaz, ar damarı çatlamış insan müsveddesi. 

Not 33: Vaktiyle reklamcı Ali Taran’la yapılan bir mülakattan kalmış aklımda. Akşamüzeri eve dönerken bir balıkçıdan balık almak istemiş. Alışveriş sırasında laf lafı açmış, balıkçı mesleğini sormuş, o da “reklamcı” cevabını verince balıkçı, “Desene senin de benim gibi mesleğin yok,” demiş. “Neden ki?” diye sorunca balıkçı şu cevabı vermiş:
“Sonunda ‘cı’ olan hiçbir şey meslek değildir. Balıkçı, reklamcı, camcı, boyacı, elektrikçi, sucu, çaycı, sıvacı… say sayabildiğin kadar. Bu işleri herkes yapabilir. Meslek, dünyanın her yerinde yapabildiğin iştir. Marangoz, avukat, doktor, mühendis gibi…”

Not 33: Türkiye, veri dürüstlüğünü kaybetmiştir. Bu, başımıza gelebilecek belaların en büyüklerindendir. Zira ölçemezsen bilemezsin, bilemezsen yönetemezsin. Eskiden bunu denemiş ve fena halde çuvallamıştık. Devletin resmi ama gayriciddi veri üreticisi TÜİK, yalan makinesine dönüşüvermiştir.
İşsizlik, enflasyon, salgın, büyüme ve diğerleri… Eğer doğru verilerle yola çıkmaz isek, kendimizi kandırırız. 

Herkes veri kullanır ve herkes veri üretir. Eğer güvenilir veri talep ediyorsan, sen de gerçeği söyle, çarptırma, abartma, saklama… Unutma ki köyün girişinde söylediğin yalana, köyün çıkışında sen de inanırsın… Hele ki sosyal medyanın böylesi yaygın kullanıldığı zamanda…
Veri; servettir. Onu koru… Yalan veri, bumerang gibidir zira atanı vuran alete dönüşebilir.

Not 34: Bulut ancak elektrik yüklüyse şimşek çakar.

Not 35: Hayat okulsa, ders de sokaktadır. 

Not 36: Dünya, varlığımıza yankı aradığımız bir yerdir.

Not 37: 'Bir ülkenin uygarlığı, yasalarının geniş görüşlülüğüne ve etki yeteneğine bağlı.  Bu yasalar yoksulları çok yoksul olmaktan, güçlüleri ise çok güçlü olmaktan uzak tuttuğu oranda, o ülke uygarlaşıyor.'

Primo Levi