Tarihi 1500 yılı civarına saracak olursak ortaya farklı bir hikaye çıkacaktır. O dönemde sıradan insanların yaşam standartları açısından Avrupa’yla dünyanın geri kalanı arasında kayda değer bir fark yoktu. Hatta Güney Amerika, Hindistan ve Asya’da yaşayanlar pek çok açıdan Avrupalılara kıyasla daha iyi koşullara sahipti.

Peki bu durum nasıl değişti?” Bize bu konuda ders kitaplarından hatırlayacağımız bir hikaye anlatılır: “İngiltere’deki birtakım teknolojik yenilikler sayesinde başlayan Sanayi Devrimi Avrupa’ya ve ABD’ye sıçradı. 1733’te otomatik mekiğin icadı sayesinde dokuma işlemi çok daha verimli hale geldi. James Watt’ın 1781’de buharlı motoru icat etmesiyle büyük ve güçlü makineler üretilmeye başlandı…” Hikaye uzar gider.

Hikayeni kabul görmesi “basit”liğindendir ve bu anlatıda daha çok İngiltere’nin yaptığı hamlelerle yaşam standardını nasıl yükselttiğine ve sonrasında bu “devrimin” başka coğrafyalarda nasıl bir dönüşüme sebep olduğuna dair bir başarı hikayesi dinleriz. Ancak bu hikayenin öncesi var ve bu bizi sömürgeciliğin tarihiyle karşı karşıya bırakıyor.

Sömürgeciliğin şiddete yaslanan tarihi uzunca bir süreci belirtiyor, bu zamanın içinde mülksüzleştirme, emek gaspı, “çitleme” gibi çok farklı sömürü biçimleriyle birlikte soykırımla da karşılaşıyoruz. Örneğin, Kolomb’un İspanyol işgaline tanık olan Avrupalılardan, Bartolome de Las Casas şöyle anlatıyor metinde, “1494’ten 1508’e dek üç milyondan fazla insan, savaş, kölelik ve madende çalışmak gibi sebeplerden hayatını kaybetti. Gelecek nesiller buna inanmakta güçlük çekecek. Olaylara bizzat tanık olan biri olarak ben bile zor inanıyorum.”

Gerçeğe basit bir yolculuk Avrupa ve ABD’nin sömürgecilik geçmişini ortaya çıkarıyor çünkü bugünün kapitalist devletlerinin “gelişmiş ülkeler” kategorisinde yer almasının temel nedenlerinden biri yürüttükleri kolonyalist politikalar. Böylece, Kuzey ülkelerinin zenginliğinin sebebinin, Güney'in zorla dahil edildiği kapitalist ekonomi modeli olduğunu görüyoruz ve bu tarihsel hikaye dünyadaki eşitsiz bölüşüm nedeniyle ortaya çıkan küresel yoksulluğun önemli bir basamağını oluşturuyor.

Acı ama gerçek şu: Kanla, kölelikle ve sömürgeyle güneyin malına kuzeyliler çökmüş, tüm artı değerleri sanayi ve ticaretlerine ve gelişimlerine meze etmişler. Şu anda da yaptıkları kılıf değiştirerek devam ediyor: Kuzey ülkelerinin sömürgeci şiddetle çıktığı yolu başka şekillerde sürdürmesi ve kendi zengin konumlarının devamı için diğer ülkelerin kaynaklarını gasp etme politikalarına sarılmaları. Böylece, Güney ülkelerinin yoksulluğu bilinçli olarak devam ettirilmiş oluyor ki bunun yolu sonrasında çok daha sinsi yöntemlerle açılıyor çünkü sömürgeci şiddet içeride halka anlatılabilecek bir durum olmaktan çıktığında, devreye görünmez şiddet biçimleri giriyor. Bu nedenle kapitalizm, “borç”la, “vergi cenneti” olarak tabir edilen yerlerde yapılan fatura usulsüzlükleriyle, bankacılar ve borsacılar aracılığıyla takım elbiseli ve kravatlı bir şekilde sürdürüyor artık faaliyetini.

Biz güneylilerin reformist değil devrimci değişimlere ihtiyacımız var. Devrimler önce hayal gücümüzün özgürleşmesini, halihazırdaki ekonominin ve buna bağlı ideolojilerin ayak bağlarından kurtulup kapitalizmden sonraki dünyayı hayal etmemiz gerektirir. Ama aynı zamanda örgütlenmek ve mücadele etmek gibi zor işlerin de üstesinden gelmemiz gerekiyor.

Not 1: Televole ekonomistler ücretlere %40-50 zam yapılsın çığırtkanlığına başladılar. Paralı tetikçiler. Hem $ 30 TL olacak, hem asg ücret 17000 TL olacak. Yağma yok. Türkiye net 550-600$ asg ücret verecek katma değere ne zaman ulaştı biz kaçırdık? $ 40 TL olacak desinler aklımız ersin.

Not 2: Ekranlardan seyretmeye bile tahammül edemediğimiz bu zulmü artık kanıksıyor muyuz ne? Bize söylenen kadar her şey. Gazı kaçmış toplumların artık gazını almaya bile gerek duymuyor yöneticiler. Zalimler zulümlerinde o kadar rahatlar ki hiçbir şey olmayacağı konusunda sanki bütün dünya ile bir garanti anlaşması yapmışlar gibi hareket ediyorlar. Dibi delik dünyanın dibi delik insanlarının zamanı… Biraz da burası acı… Bu sızı hiç bitmeyecek gibi.  Ama yine de bütün olup bitene baktığımda Gazze’de umudu kaybetmeyen insanları şu satırlardaki tanımlama ile tanımlıyorum. Öyle hissediyorum. “Tek başına duran ağaçlara daha da hayranım. Yalnız insanlar gibidir onlar. Şu ya da bu zaaftan ötürü sıvışıp giden münzeviler gibi değil, yalnızlaşmış büyük insanlar gibi” tıpkı Gazzelileri tarif etmiş bu satırlarda Hesse.

Not 3: Ey Türkeli, ben uzaktan gelen yorgunum.
Dinle beni, ben de senin bir öz oğlunum.
Geceleyin çölde yalnız kalan yolcu bir
Solgun ışık farkedince nasıl sevinir,
Nasıl bütün ümidini bağlarsa ona,
Ben de öyle yadelinden baktım vatana.
Sen uzaktın benden, fakat kalbim senindi.
Ey Türkeli, hasretin tâ ruhuma sindi.
(Enis Behiç Koryürek/Yıldız Mecmuası, Sene:1, No: 6, S. 9)

Not 4: İnsafı ve vicdanı olmayanın göğü olamazdı, göğü yoktu çünkü. Tenekeden çatısı olurdu, oraya çağırdım. Tam da dilin çöktüğü yere. Şair Osman Özbahçe çıkageldi bir Ebabil’le. Yanında bir sürü kuş vardı. Çöken dilin üzerine çöktüler. Şöyle diyordu şair: “dil çöktü/ kötü günler bekliyor bizi/ acımasız günler/ kahinlerin ritmi/ kafiyeli nesir sesletmesi kolay şiir/ ayrıca güvercin kumru cinsi kuşların ötüşü/ dönüşlü fiil kullan belki bana dönersin.”

Not 5: Aldım şu dizeleri kendini en iyiler kategorisine kendi elleriyle yerleştiren eşe dosta bergüzar niyetiyle sundum:

“hüküm ortadan kalkıncaya kadar
kimi çağıracağım mutluluk getirecek sofraya
sen hastasın
çağ hasta
ticaretin
hüküm sürdüğü dünya
evrak çantamda
yaş pasta”
(Osman Özbahçe)

Not 6: Onun gibi insanlara dünyada az rastlanır; kalabalıklar içinde birer inci gibidirler.

Oblomov, İvan Gonçarov

Not 7: Gönlünü hoş tut, sonu gelmez kaygıların.

Ömer Hayyam

Not 8: Starbucks’a yönelik saldırılar, Meclis lokantasında Nescafe satışının yasaklanması, Kurukahveci Mehmet Efendi’nin linç edilmesi gibi olaylarla beraber düşünüldüğünde “kahve sektörünün kendi iç meselelerine mi alet oluyoruz” şeklinde birtakım komplo teorilerine bile yol açtı. Bu tür iddiaları ciddiye alıp inanacak değiliz ama mesela Kitapyurdu’nu hedef alan kampanyanın iyi niyetli olmadığı çok belliydi.
“Gazze’de yaşanan vahşete karşı elimizden bir şey gelmiyor, hiç değilse İsrail ürünlerini boykot edelim” diyen insanlarımızın asil tavrını suistimal etmek isteyenlere fırsat vermemek lazım. Bunun için ortalıkta dolaşan listeleri kimlerin hazırladığını ve neyi boykot ettiğimizi iyi biliyor olmamız lazım.
Tehlike şu: Bu hengamede herhangi bir firma hakkında sosyal medyada İsrail’in katliamlarına destek veriyor diye iki satır bir şey yazılsa telafisi imkânsız sonuçlar ortaya çıkabilir. Boykotu çocuk oyuncağı zannetmemek gerekiyor.
Bu konuyla ilgili bir başka husus daha var ki o da boykot kampanyaları yapanların samimiyet testi. Vatandaşı falan kahveyi içmemeye, marketten filan ürünü satın almamaya çağırıyoruz ama hükümetimizi uluslararası zeminde etkili adımlar atmaya zorlamak aklımıza gelmiyorsa bu konudaki samimiyetimiz sorgulanacaktır.
Türkiye’den İsrail’e gaz ve petrol sevkiyatı dursun diye, gıda ürünleri ihracatına son verilsin diye, çelik satışından vaz geçilsin diye bir çağrıda bulunmayı akıllarından geçirmeyenlerin, İsrail ile alakası bile şüpheli birtakım markalara karşı sürdürdükleri boykot, kimse kusura bakmasın, samimiyet testinden zor geçer.

Not 9: Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’le Merkez Bankası Başkanı Gaye Erkan, Batı bankerlerini turlamaya devam ediyor. Ama ekonomimizi rahatlatacak parayı bir türlü bulup getiremiyorlar.
Nedenlerini salt ekonomiyle açıklamaya kalkarsanız âciz kalacağınız yer de burası.
Ekonomi dışı sebeplerini anlayıp düzeltmeden sonuç düzelmez. Ekonomi yönetimi, seyahatlerde yorulduğuyla kalır.

Not 10: Yargıtay, bu yaşadığımız son krizde Anayasanın 14. maddesini yorumlarken ‘Anayasa koyucu abesle iştigal etmez’ diyor ve yorumunu buna göre yapıyor.
Ama unuttuğu bir nokta var: 2010’da bireysel başvuru hakkı için üst mahkeme olarak Yargıtay’ı değil Anayasa Mahkemesi’ni seçen de aynı ‘abesle iştigal etmeyen’ iradeydi. Üstelik o irade doğrudan halkın kendisiydi. O irade Anayasanın 90. maddesine de insan hakları sözleşmesinin Türk hukukunun üzerinde olduğunu yazmıştı.
Elbette aynı ‘Anayasa koyucu irade’ bu kez bireysel başvuru hakkını ortadan kaldırabilir, hatta AİHM yetkisini de tanımamaya başlayabilir.
Arzu edilen böyle bir ‘yerli ve milli hukuk ile yargı’ ise kendilerine bu konuyu referanduma sunup halka sormalarını tavsiye etmekten başka bir şey gelmiyor aklıma.
Bakalım halk ‘yerli ve milli’ yargıyı mı seçecek, evrensel insan haklarını mı?

Not 11: Türkiye’de işverenler ve de özellikle iktidara yakınlığı olan işverenler bir tarafta
-çalışacak eleman bulamıyoruz
diyorlar ama diğer yandan
-çalışanlarına çok düşük ücret veriyorlar.
Ve daha da önemlisi
-ücretler enflasyonun kadar değil, daha az artsın istiyorlar.
Resmi rakamlara göre Türkiye’de ortalama ücret seviyesi asgari ücretin sadece yüzde 35 kadar üzerinde seyrediyor. Bu durumda işverenler neden hala çok düşük ücret seviyesi talep ediyor olabilirler?
Burada önemli bir denklem söz konusu. Yüksek işsizliğe ve düşük ücret seviyesine rağmen “işçi bulamıyoruz” deyip ardından da “ücretler daha düşük olsun” demek tam da bu denklemi ifade ediyor.
Acaba diyorum... Kendi işyerlerinde de bu mucize denklemi kurarak işlerini daha verimli hale getirip paylaşmayı düşünseler daha iyi olmaz mıydı?

Not 12: Merkez Bankası, 2024 yılı için dolar tahminini 39,62 TL ye çıkartmış, siz düz 50 TL olarak hesaplayabilirsiniz…. Ekonomik kriz değil ekonomik buhran.

Not 13: Konut fiyatlarının enflasyonu ikiye katlamasının temel nedeni; 2020 ve sonrasında yeraltı ekonomisinde meydana gelen artıştır. Yeraltı ekonomisinin neden arttığı ayrı bir tartışma konusudur. Ama aynı paralelde kara para aklama gayrimenkul ve konut fiyatlarında artışa neden oldu.
Pandemi ve deprem de, kırsal kesimde ve depreme dayanıklı bölgelerde konut fiyatlarının artmasına neden oldu.

Konut fiyatlarında artış aynı hızla devam etmez. Zamanla dengeye gelir.
Mamafih; Ekim 2023 itibarıyla son bir yılda konut fiyatları yine enflasyonun üstünde arttı. Ancak eskisi gibi ikiye katlamadı. Enflasyon yüzde 60 konut fiyatları yüzde 90 arttı.

Bugün spekülatif kâr beklentisi amacı ile konut alınmaz. Oturmak isteyenler ise konut alabilir. Ancak yine de dolar kurunda bir belirsizlik var. Dış borçlarda risk daha da artarsa, TL değeri aşırı düşük olmasına rağmen, yine de dolar kurunda şok artış olabilir. Bu durumda dolar bozdurup ev almak isteyenler kendi hesaplarını iyi yapmalıdırlar.

Not 14: “Hayvanlar insanlar gibi davranmazlar” dedi. "Savaşmaları gerekiyorsa savaşırlar; öldürmeleri gerekiyorsa öldürürler. Ama oturup da akıllarını, diğer canlıların hayatlarını mahvetme ve zarar verme yollarını tasarlamak için kullanmazlar. Onlarda bir haysiyet ve hayvansal onur vardır."

Richard Adams (Watership Down kitabından)

Not 15: Varlık Vergisi kanununun yürürlüğe girmesiyle Ermenilere % 232, Yahudilere %180, Rumlara %160 ve Türklere sembolik olarak %4 civarında bir vergilendirme yapılmıştır. Bu vergilendirme aslında ciddi bir araştırma sonucu da yapılmamıştır.
Vergilendirme sonucunda, toplamda 315.000.000 TL vergi tahsil edildi ve bu miktarın 280.000.000 TL’si İslam dinine mensup olmayanlar tarafından ödendi. Bu verginin %70’i Anadolu’dan, kalanı ise İstanbul’dan toplandı. Toplanan bu vergi, ülkenin 1 senelik bütçesinin % 82’sine denk geliyordu. 2023 yılında ülke bütçesinin 4 trilyon 470 milyar olduğu üzerinden denklemi kurarsak, acının rakamsal ekonomik değerinin büyüklüğünü çok daha net anlıyoruz.

İnsanlar bu yüksek vergiyi ödemek için ellerindeki mülkleri yok pahasına kısa sürede satmak zorunda kaldı. Mülkler el değiştirdi, üretim ve ticaret yapan iş insanları yok edildi. Vergilerini ödeyemeyenler de kafileler halinde Erzurum Aşkale’ye zorla sürgüne gönderildiler.
Sürgüne gönderilenler yol yapımında taş kırdılar, tren raylarının döşenmesinde çalıştırıldılar. Günlük verilen yevmiyenin yarısı kalan vergi borçlarına sayılıyordu. Bu süreçte birçok kişi, özellikle yaşlı ve hastalar koşullara dayanamayarak bu dünyadan göç etti.
Kanunda değişiklik yapılana kadar bu acı süreç devam etti. 15 Mart 1944’te çıkan kanunla sürgünden dönen insanlar, evlerinin gasp edildiğini, mülklerine el konulduğunu gördüler. Kimi kendi evinde hizmetçilik yaptı, kimi tekrar çalışarak yeniden evini satın aldı ya da ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Bu acı dolu bellek, hafızalarda hala canlı olarak duruyor.

İşin özü şudur; Bazı borçlar vardır ki kimse ödemek ve yüzleşmek İstemiyor

Not 16: Maalesef Yargıtay’ın anayasayı ‘ilga’ girişimi dahil, Bahçeli’nin Türkiye’nin en güzide hukuk kurumu olan AYM’yi itibarsızlaştırma amacı taşıyan sözleri hukuk sistemimiz adına gerçekten büyük bir talihsizlik.
Çünkü bütün bu olumsuz gelişmeler, ne yazık ki zaten diplerde seyreden adalete olan güveni giderek daha da zaafa uğratmaktadır.

Not 17: Laikliğin beşiği Paris'te, Berlin'de, Londra'da kalbi Gazze'yle çarpan on binlerin varlığından habersiz ve fakat kendini "dünya vatandaşı" sanan bu çocuklar nereden çıktılar?
Onların bu gevrek ve gevşek savunma hatları nereye dayanıyor?
Bu soruları cesaretle kendimize sorabilir miyiz?
Haberlerde Gazze görüntüleri çıktığında anne babalarına "kapat ya, bize ne Araplardan!" diyen çocuklarımıza, Gazze'ye kayıtsız kalmamak için "insan olma"nın yeterli olduğunu anlatabiliyor muyuz?

Not 18: İngiltere ile ÇİN'in stratejik yakınlığında Cameron ve çevresinin etkisi büyüktü. 7 yıl sonra yani BAŞBAKANLIK'ı bıraktıktan sonra tekrar KABİNEYE girdi. David Cameron görevi bıraktıktan sonra yani 2016'da istifa ettikten sonra Birleşik Krallık-Çin yatırım fonunun başkan yardımcılığını üstlenmişti!
Cameron'un dönmesini "ABD ve İSRAİL'e verilecek cevaplar var" diye okuyorum. Türkiye'nin tutumu da duruşu da sertleşecek keskinleşecekti. Çin de bir şekilde oyuna girecekti. Bu KÜRESEL TANSİYONU tavan yaptırmakla kalmayacak, içeride de siyaseti stresle yükleyecekti...
7 Ekim'den beri yazdığım gibi GAZZE meselesi değildi olan biten... HAMAS bir kurgunun startını verdi. Devamı geldi gelecekti. İngiltere de şimdi oyuna dönüyordu. Bakalım City of London ne yapacaktı, nasıl adımlar atacaktı? Türkiye olan bitene nereden nasıl dahil olacaktı? İçeride dışarıda yeni bir sayfa açılıyordu.
Sürprizlere hazır olmak dışında elimizden gelen bir şey yoktu...
İzleyip görelim...

Not 19: Ben öldükten sonra mezarıma çiçek bırakmanızla ilgilenmiyorum. Ben yaşarken bahçelerimi yaktınız.

Not 20: MASAK raporuna göre Dilan ve Engin Polat hanedanlığı 15 şirketten oluşuyor.
Şirketler Polatlar ile baba, kardeşler, nine ve yenge adına kurulu.
En az 250 milyon TL nakit çekilerek, ev-lüks araç alındı ve aklandı.
200 milyon TL’lik sahte fatura tespiti var.

Not 21: Avukat Şeymanur Yılmaz: "Kombi yakmayan komşuya dava açıp, zarar talebinde bulunulabilir."

Ev sahibi ve kiracılar birbirine düşmüştü bir de komşular birbirine düşsün

Enflasyon toplumsal barışa temel tehdit haline geliyor

Not 22: IMF senaryosu yüzde 40’lık bir enflasyonun süregeleceğini öngörüyor. Uluslararası sermayeye açılan Türkiye, bu sayede “yerli ve millî sermaye” için bir “teselli ödülü” sunuyor. Açıklayalım:

Yeni ekonomi yönetimi, yükselen enflasyonda ücretleri sorumlu tutmaktadır. Bu iddia yanlıştır. Türkiye’de ücret payını eriten etkenlerin başında enflasyonun hızlanması geliyor. Son yılların enflasyonunda kâr marjlarındaki artışların katkısı belirlendi; bulgular yayımlanacaktır. 2028’e kadar yüzde 40’ın üzerinde seyredeceği öngörülen enflasyon, emekçi saflarındaki derin yoksullaşmayı daha da yaygınlaştıracaktır.

Sermayenin tahakkümünü daha da ağırlaştıran bu ortam faşizme geçiş içinde yaşanmaktadır. Bileşkesini, ekonomiyi ve tümüyle üstyapıyı içeren kapsamlı bir çürüme olarak ifade edebiliriz. Türkiye’nin bu geleceğe mahkumiyeti kabul edilebilir mi?

Önümüzdeki beş yılda yüzde 3,2’ye yönelen bir durgunlaşma eğiliminin Türkiye’yi sürükleyeceği toplumsal tabloyu kurgulayın: Geniş işsizlik oranının faal nüfusun dörtte birini aşması beklenir. IMF, boşta gezen gençlerin, diplomalı işsizlerin daha da yığılacağı bir Türkiye mi tasarlamaktadır?

Not 23: Dışı sükût ile zâhir derûnu mahşerdir, diyordu Abdülhak Hâmit. İşte öyleyim. Ve Yahya Kemal’in derunûmu izhar edercesine gök kubbeye astığı şu dörtlükle seslenerek hazan denizlerine sefere çıkıyorum:
“Senden boşalan bağrıma gözyaşları dolmuş 
Gördüm ki yazın bastığımız otları solmuş 
Son demde bu mevsim gibi benzimde kül olmuş Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden”

Not 24: "Kıymet bilen insanlara zaafım var. Onlar incili kaftan, gerisi ise yamalı fistan.."

Cahit Zarifoğlu

Not 25: böyle aniden zengin olanların hepsi ara ara dubaiye gidiyor ve aynı anda birlikte fotoğraf paylaşıyorlar. dubai de birileri yüzü tanıdık ama zengin olmayanları bulup bunların üstüne şirketler zinciri açıp para aklıyor. böyle giderse yakında değirmenin suyunun nereden aktığı anlaşılır. yasa dışı siteleri deniliyor ama 500 e yakın bu tip insan var. hepsinin 50 ila 500 milyon dolar arası değişen servetleri var ki bunlar sadece kendi paraları. bir de parasını aklatanları düşünün. sektör muhtemelen çok daha geniş.