Yiğit kuru soğana muhtaç olup soğan fiyatı 30 TL olunca hepimiz hopladık şöyle. Peki, kritik soru şu: Soğan fiyatı 50 TL olabilir mi? Yahu ne yaptın 30 TL bile fahiş diyenler kızabilir soruma. Bu sorunun cevabı piyasadaki soğan ve para arzına bağlı. Piyasadaki para arzı artarken soğan arzı azalmaya devam ederse şaşırabilirsiniz belki ama 1 kg soğan 100 TL bile olabilir. Tavan fiyat yoksa, serbest piyasada bir ürün her şey edebilir.. Hele karşılıksız para basımı böyle devam ederse ve popülist politikalar siyaseti esir alırsa korkarım eylül ekimde yıl bitmeden soğan 50 TL et kilo 900 TL olur.

Asgari ücret 2021'de net 3577 TL iken, 2023 Temmuzda büyük ihtimalle 10‐11 bin TL olacak. Peki, asgari ücretli bir kişinin ürettiği ürünler 2 yılda 3 katına çıkmış mı? Tabi ki hayır.  Bu demektir ki en az 3 kat enflasyon. Girdi fiyatlarına gelen zamları da ekleyin. 4‐5 kat. Genel kural: Bolluk olan yerde fiyat düşer, kıtlık olan yerde fiyat yükselir. Şu anda piyasada miktar bazında hemen her şeyde çok ciddi kıtlık var. Fiyatları yukarı çeken bu. Ne zaman market reyonlari et, peynir, süt, soğan, çilek, domates vs ile dolar taşar, fiyatlar öyle düşer.

Daha önce de defalarca belirttim. Cari açık kapanmadan Türkiye’de enflasyonun kontrol altına alınması mümkün değil. Peki cari açık nasıl kapanır?

1. Halkı fakirleştirip ithal ürünlere erişimini kısıtlayarak.

2. İthal ürünlerin yerli muadilini üreterek.

Şu an 1. seçenek uygulanıyor.

Halk daha önceden rahatlıkla erişebildiği ithal ürünlere artık erişemediği veya çok zor erişebildiği için fakirleştiğini düşünüyor. Haklı da... Yani fakirleşme var. Peki yıllardır konuşulan 2. seçenek neden hayata geçemiyor? Burada sanılanın aksine eksik olan yabancı sermaye değil. Oluk oluk sıcak para akan 2002-2008 döneminde dahi otel, AVM, rezidans yapmak hariç üretimi artırmaya yönelik tek 1 fabrika açılmış değil. TR'de eksik olan Ar-Ge. Yani know-how.

Ar-Ge'ye kanalize olan para yok. Özel sektör Ar-Ge'ye harcanan parayı boşa gitmiş para olarak görüyor. Ondan dolayı 30 yıldır araba montajı yaptığımız halde halen yerli araba motorumuz yok. İthal parçaları monte etmek zahmetsiz ve risksiz yol olarak görülüyor. Yani Ar-Ge GSMH'nin %3-4'ü seviyesine çıkmadan (şu an resmi rakamlarla bile %1) ve ona bağlı olarak alınan patent sayısı ciddi oranda artmadan Türkiye’de cari açık ve enflasyon sorunu devam edecek. Muhalefet iktidara gelse bile. Zaten böyle bir vaatleri falan da yok.

Son söz: “Bahçeye diken aramak niyetiyle girersen kendinden başka bir şey bulamazsın.” Rûmî

Not 1: Devlet tüm kurumlarıyla öyle bir çürüdü ki onarılması zor. Hele bir de devletin toplumun tüm ahlakını ve vicdanını çökerttiğini düşünürsek. Çok ahlaklı, dürüst ve liyakat sahibi bir ekiple en az 20 seneyi bulur düzeltme. O da gençler ülkeyi terk etmezse.

Not 2: Büyükşehirler (3 büyük) belirleyecek. Büyük ihtimal ilk turda Kemal Bey 3-4 puan farkla % 51-52 civarı alır. Eğer 2. tura kalırsa Kemal bey % 58 civarı bir oyla cumhurbaşkanı seçilir; eğer ülkede seçimlere kadar anormal şeyler olmazsa.

Not 3: Çiftçi olduğunu iddia eden Nebati, "Ben de çiftçiyim. Ben toprağa dokunduğum zaman hayatı bulurum. Toprağın üzerinde yürüdüğüm zaman canı bulurum. Ben buğdayla sohbet ederim, pamukla hemhal olurum, mısıra şöyle bir bakışta ‘ah ne güzelsin sen’ derim, Rabbim bize nasip etmiş. Ben toprağın suyla buluşması ne demektir, iyi bilirim.” ifadelerini kullandı.

Soğana ne yapmış o zaman merak ettim. Ayrıca Allahtan hayvancılık yapmamış ya da sütçülük. Hayvanlara be yapardı kim bilir! İç Anadolu’da bir işi doğru düzgün yapamayan adama ulan sen hiç eşekle hemhal olmadın mı derler.

Not 4: Mevcut şartlarda (etin kilosu 350 TL, peynirin 300, 3 büyük şehirde) hiçbir iktidar seçim kazanamaz. Ali’yle veliyle ilgisi yok konunun. %51 almak gerekmeseydi haklısın. Tabii EYT’li olan bazı yavşaklar sırf haksız kazanç sağladıkları için zaten verecekleri yere verebilir. 51 zor.

Not 5: Herkesin temel gayesi adeta nüfuz edebildiği güvenli, korunaklı birer alana sahip olup, sadece burada kendi konforu ve rahatını bozmayacak bir ritüeller silsilesi oluşturmak ve bunun gereği bedeli ne ise onu vakti geldiğinde yerine getirmek olan bir döngüye sahip olmak. Bu sahipliği elde etmek kadar korumak da zor bir iş olsa gerek.

Sistemin bir nevi evcilleştirdiği, kılçıksız hale getirmek istediği bir toplum örgüsü bu. Bu şekilde bütün her şeyi ve herkesi tanınır, bilinir ve kolay hizaya sokulur kılma arzusunun bir neticesi. Herkesin bir şekilde bir gedik verdiği, açığa düştüğü, adına istikrar dedikleri bu düzenin en büyük döngüsü oldu. Herkes elde ettiği ya da sistemin yürütücülerinin bahşettiklerini kaybetmemek adına her şeye kör, sağır ve dilsiz bir hale geldi. Böylesi bir toplum haline gelmiş olmak, elbette acı ve yaralayıcı bir durum, fark edebilene! Hiçbir şey üretmeden, sorgulamadan her şeyi aklayıcı bir yaklaşımla yaşamanın dayanılmaz hafifliğini kim kaybetmek ister ki?

Bütün bu süreç boyunca yapılan açıklamalara baktığımızda bu konformist muhafazakâr (kendilerine dindar görünümü veren tipler, kurumlar vb.) zihniyetin bütün derdi, aman rahatımız bozulmasın modundan başka bir şey değil. Bir de tavuk ve kaz hesabı. Biraz konforunuz bozulsun, rahatınız kaçsın ve ataletiniz gitsin ki adaletiniz gelsin. Belki gerçek hayata dönersiniz. Attığınız her taş, bizde yara açmıyor, bilakis daha da şevk veriyor. Kibriniz ve küstahlığınız bizi daha da toprağa yaklaştırıyor. O da daha iyi insan olmak için daha çok gayret etmek için bir vesile oluyor. İyiler ve iyilik kazanacak, umut bu ülkeye yeniden gelecek.

Not 6: Bir şeyi değiştirmek istiyorsan ya da bir iddiada bulunuyorsan veyahut birtakım zanlardan yakınıyorsan o vakit davranışını değiştir, tutumunu netleştir. Sözler gücünü davranışlardan alır. İkna, fiille başlar. Yakınındaki kötülüğe dur diyemeyenin uzak zulümlere ağlaması anlamsızdır. Fikir ayrılığı dediğin şey tembellik, hesabilik değildir. Tutarlı ve erdemli olmayı gerektirir, işgalciliği değil.

Not 7: “Kenetlendi köpekler bitmemiş bir kundağın etrafında

hüzne davet ettiler halkı siyah gerdanlıklarının içerisinden

İçerlendi halk, dişlerine kentin leşleri yapıştı

yaşamak dedikleri dadanılmış bir sofraydı”
Kemal S. Sayar

Not 8: “Kelimelerden bir ateş yaktı bıçak kullanmayı bilmeyen demokrat/bütün o boşluklara duman dolduğunda anlaşılacağını sandı.” Kemal S. Sayar

Not 9: İbn-i Haldun’a izafe edilen, “İnsanı açlık değil alışmış olduğu tokluk öldürür” diye bir söz var. Sebebi de sözün kalbinde saklıdır: “Kıtlık görülen yerlerde çok yemeye alışanlar, az yemeye alışanlardan çok fazla kayıp verirler.” Aç ayıyı oyundan alıkoyan da aslında alıştığı bu tokluktur. Bütün canlıların açlığa karşı gösterdiği tepki farklı farklıdır. Rahmetli nenemin, “Aç köpek fırın yıkar” sözünü hiç unutmam.

Aç insan kuralları devirir, yönetmelikleri yıkar. Hayatı gözümüzde bir yere oturtan şey de tokluktur. Zira açken gözümüz hiçbir şeyi görmez. Bütün hayat ekmeğe odaklanmıştır. Doyduktan sonra hayatın asli amacı yavaş yavaş ortaya çıkmış olur. Açken dünyadaki hedefimiz karın doyurmak seviyesine kadar iner. İhtiyaçlar ulvi gayelerin maskesi ile etrafta dolaşırlar. Üstat boşuna söylememiş: “Birazcık su ve kepek şu kuduz nefse kifaf” diye.

Not 10: Mide fesadına uğramak pahasına haksız kazanç elde ederek saltanat sürenlere her devirde söylenecek söz vardır ve öfkeye giden yol burada da mideden geçer. Tevfik Fikret’in “Han-ı Yağma” adlı şiirinde olduğu gibi:

“Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir/Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?/Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir!/Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir.../Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,/Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!”

Not 11: Şu günlerde dünyanın gündemine takılan Kenya’daki açlık tarikatı, müritlerini Hz. İsa’ya kavuşacakları vaadi ile açlıktan ölmeye ikna etmiş. Basına yansıyan haberlere göre yüzde 60’ı çocuk olmak üzere en az 1000 kişinin ormanda açlık orucuna yatarak öldüğü söyleniyor. Bir daha hiç acıkmayacaklarını ve hiç doymak gibi bir problemlerinin olmayacakları telkin edilmiş olmalı. Oysa cehalet ne büyük tokluk, bilgi ve aydınlanma ne büyük açlıktır! Keşke bilselerdi, keşke bilseydik…

Not 12: “Bir deniz yandı gene, yansın ne çıkar sanki/ İşte bir horoz öttü yüzümün yarısında/ Yüzümde bir horoz var dünyanın biri/ Seni sevmek neden mi, acı ve güzel/ Geldikçe geliyorlar ellerinin elleri/ Odalar! Çıplak masalar! buna bir çare düşünmeli”

‘Beyaz Atlar Sulara’/Edip Cansever.

Not 13: Hiç kurulmayacağını bildiğimiz bir cümleyi içimiz yanarak bekleyişimiz neden? Bizi kimsenin bulamayacağı yerlere saklanıp orada sessizce ağlayışımız neden? Hayal ağacının dallarına kara çaputlar bağlayışımız neden? Kimsenin gelip geçmediği yollarda hiç gelmeyecek yolcuları bekleyişimiz neden? Hiç erişemeyeceğimiz yıldızlara doğru uzanışımız neden? Neden hikayemize sığdıramayacağımız kadar büyük şeylere bu kadar aşkla doluyuz? Neden hiç çözemeyeceğimiz denklemlerle uğraşıp duruyoruz? Merakımız, hasretimiz, aşkımız aslında neye? Niye boyumuzu aşan umutlara kapılıyoruz? Neyi özlüyoruz bu kadar, bile bile hiç kavuşamayacağımızı ve neden varamayacağımız bir şehre doğru tutkuyla yürüyüp duruyoruz? Neden cevabını belki de hiç bilemeyeceğimiz sorular sorup duruyoruz?

Not 14: Çok güzel bir kadının yatağından yara almadan çıkabilmiş her erkek gibi artık diğer kadınlara biraz yukardan, nasıl söylemeli, biraz küstahça ve küçümseyerek bakıyordu.

En Uzun Gece

Not 15: "Hayyam bade ile sarhoşsan mutlu ol

Lale yanaklı biriyle oturmuşsan mutlu ol

Madem ki dünyanın sonunda yokluk var

Say ki yoksun, varmışsın gibi mutlu ol."

En Uzun Gece, Ahmet Altan

Not 16: günah işlerken bile cimri oluşunuz haykırıyor göklere!

Böyle Söyledi Zerdüşt, Nietzsche

Not 17: "Her şey düzelecek. Değişiyor. Bir değişim var; her yerde."

Gazap Üzümleri, John Steinbeck

Not 18: "Her yerde çılgın bir büyüme, kansersi bir büyüme vardı. Buldozerler yeşil ormanları dümdüz ediyor, ağaçları odun olarak kenara istifliyordu. Yıkılmış beton binaların beyaz artıkları gri duvarlar önüne yığılıyordu. Kalkınma neden yıkıma bu kadar benziyor acaba?”

John Steinbeck

Not 19: “Öyle bir an gelir ki tüm kararlar kötüdür; sorun, sonradan en az pişman olacağın kararı bulup seçmektir.”

Semerkant, Amin Maalouf

Not 20: "Üzülme," dedi.

"Bazen mecbur kalır insan."

Fareler ve İnsanlar, John Steinbeck

Not 21: Akıp giden bir suyu kovanın içinde tutmaya çalışıyorsanız onu anlamamışsınız demektir ve bu da sürekli hayal kırıklığına uğrayacaksınız anlamına gelir, çünkü kovanın içindeki su akmaz. Akan bir suyu ‘elde etmek’ için onu kendi haline bırakmalı ve akmasına izin vermelisiniz. Aynı şey yaşam ve Tanrı için de geçerlidir.

Not 22: Anladım ki bazı sözleri işitmek, bazen yıllar alıyor.