İlkel toplumlarda sayı yoktu.
Saymak "bir, birkaç, çok," gibi kelimelerle sınırlı idi.
Mesela bir Amazon kabilesinde "küçük bir miktar", "biraz daha büyük bir miktar" ve "çok" gibi üç deyim rakam ihtiyaçlarını karşılıyordu.
Nedeni (sanıyorum) onların hayatlarında sayılacak veya sayılmasını önemli gördükleri şeyler olmaması idi.
Üyesi olduğunuz kabiledeki insanların sayısı yüzü bile bulmuyorsa, malınız mülkünüz yoksa ve bir şey alıp satmıyorsanız sayıya ne gerek var?
Sayılar ticaret, mülk, sınır, ürün, vergi, ordu, kent, bilim gibi şeyler insan hayatına girince gerekli oldu. Ve ortaya çıktı.
Belki, kısaca, "ticaret, insan hayatının bir parçası olunca sayılar geldi," demek daha özet olurdu.
Artık ellenmemiş, ölçülüp biçilmemiş, fiyatlandırılmamış hiçbir şey yok.
Dünyayı, Nobel ödüllü yazar J. M. Coetzee’nin dediği gibi, sayıların meydana getirdiği bir perdenin arkasından görüyoruz, paha biçilmez şeylerden müteşekkil değil.
Yazarın The Death of Jesus (İsa’nın Ölümü) adlı son kitabında, bir adam Don Kişot’a yaklaşır ve onun Rocinante adlı atını satın almak istediğini söyler. Rocinante’nin özelliklerinden biri saymasını bilmesidir.
Bu ünlü at Rocinante mi? diye sorar adam. Onun benim olmasını istiyorum. Fiyatı nedir?
Don Kişot ona cevap verir: Rocinante’nin fiyatı yoktur.
Saymasını bilen bir at ender olabilir, der adam, ama fiyat konamayacak kadar eşsiz olamaz herhalde.
O zaman Don Kişot’un cevabı şu olur: Ey kişi, sen dünyanın kendisini görmüyorsun, gördüğün sadece onu peçeleyen ölçülerdir. Vah sana, kör kişi.
Bu düşünce tarzında 0, sıfır, insanlığın başlangıçtan öncesini ve kısa bir tüketim hummasından sonra tükenmiş hâlini temsil ediyor olmalı.
Son söz: Adam olanın sermayesi hüzündür..
Tadımlık: Emanetçide unuttuğun
Tozlu bir bavul gibiyim tanrım
Sanki benim bütün hikâyem
Beni babama geri getiren nehrin hikâyesi
“çünkü babalar ve çocukları aynı kederden ölürler” N. Alpay
Not 1: Erdoğan’a hakaret davasında CHP eski genel başkanı Kılıçdaroğlu için zorla getirilme kararı çıkmış… Kemal Kılıçdaroğlu hakkında verilen “zorla getirme kararı”, mevcut hukuk siteminin arsızlığını, patavatsızlığını, “ne yaparsak yanımıza kâr kalıyor” pervasızlığını gösteriyor.
Küstahlıktan başka bir şey değil.
Gerisi lafı güzaf.
Not 2: "Savurgan hükümetler (profligate governments) kavramı gelecekteki ekonomik krizlerin nedenleri arasında olacak...
Not 3: Biriyle bakışmayagör “Ne bakıyon lan” diyebilir. İnsanımızın canı burnunda. Geçim sıkıntısı, kalabalık, stres. Neyse ki telefon var. Topyekûn telefona bakıyoruz, böylece “Ne bakıyon lan” belasını atlatıyoruz.
Not 4: Bu millet ne zamandan beri bu hale geldi? Yolda hamile kadını sopayla döven adama kimse mani olmuyor.
Neden?
Başına belâ almak istemiyor.
Ayırmaya kalksa adam bu defa bıçağı çekip kendisine saplayabilir.
Çok gördük bunları.
Haksız yere işten atıldığını iddia eden biri uzun namlulu silahla iş yerini kurşunluyor. Saymakla bitmez.
Not 5: Hiçbir “değer” ayakta kalamadı. Ekonomi ahlâkın yerine geçti. Rant ekonomisi. Her şey kapanın elinde kaldı. “Güçlü olmak” baş tacı oldu.
Bugün sana kafa tutan, üstüne yürüyen “Kimsin lan sen” diyen maganda, aslında “Senin gücün ne kadar” demektedir. Açıkçası “Paran kadar konuş”tur. Ülkemize böyle bir sosyoloji, böyle bir psikoloji hâkim.
Not 6; Silah “güç”tür. Silahı olanın, hele bir de çeteye girmişse yürüyüşü bile değişir. Bu kabadayılık o kadar yaygınlaştı ki, liseli öğrenciler silah taşımaya başladı. Silah sayısının 50 milyonu geçtiği söyleniyor.
Silah bulundurana öyle bir ceza vereceksiniz ki, adamın hayatı kayacak. Bak bakalım o zaman yerli yersiz çekip “Yakarım ulan” diyebiliyor mu?
Ceza kanunu, ceza infaz kanunu her neyse değişecek. “Yargı reformu” acilen yapılacak.
Not 7; Cezaların artırılması meseleyi çözer mi?
Çözemez efendim, asıl çare eğitimde, eğitim şart diyeceksiniz.
Haklısınız ama önce suç makinası psikopatların “Problem değil, girer aslanlar gibi yatar çıkarım” anlayışının değişmesi lazım.
Eğitim sükûnet ister.
Bu sebeple önce bir “mıntıka temizliği” yapılmalıdır. Ne yaparsan yap yanına kâr kalıyor anlayışını, bunu doğurduğu psikolojiyi yıkmak lazım.
Bu yolda “Disiplin şart”.
Ardından temel çözüm gelmeli! Toplumu sulh içinde ayakta tutacak iktisadî, içtimaî, kültürel denge mutlaka kurulmalıdır. Sosyal adalet, gelir adaleti başta geliyor. Özal döneminden itibaren yaygınlaşan “Köşeyi dön de nasıl dönersen dön” anlayışı yıkılmalıdır.
Dengesiz toplum dengesiz adamlar doğurur.
Kapitalizmin pençesinde vücut bulan “tüketim toplumu” içindeyiz. Bu sebeple bize ait bir dengeyi bulmak hayli zor.
“Yeni Türkiye” bu zorluğu yenerek inşa edilecek.
Not 8: Senaryo kötü. Roller mevcut aktörlere dağıtılmış. Sahnelenmesinde de, oyuncuların role girip inandırıcı replikler söylemesinde de sorunlar var. Aslında bu kadar kötü bir tiyatroyu oynamaya, milleti de seyre zorlamaya hiç gerek yok.
Meclis Başkanı’nın kendisini nakzederek değiştirilmesi teklif dahi edilemez ilk dört maddeye dokunması senaryoya uygun rol dağılımının eseri olmalı. Sonra çark etse de çıkıyor ve kendi repliğini okuyor. Hoooop… Gündem belirlenmiş oluyor. Ama müdahale o kadar gereksiz, o kadar lüzumsuz ki. Eskilerin tabiriyle sade suya tirit. Veya abuk bir çehreyle milletin önüne çıkıp, elinizdeki koca pirinç havanda suyu büyük bir ciddiyetle dövmekten ibaret saçma sapan bir iş.
Kurtulmuş “ilk dört maddeyi kastetmedim” dese de mesele zararsız bir ayrıntıdan yola çıkarak anayasanın “değiştirilemez” denen maddelerinin bile tartışılabileceği kapıyı aralamak ve birilerini bu kapıdan girmeye davet etmek.
Not 9: Kesin bir dille ifade edeyim. İlk dört maddenin tartışılmasından hiçbir netice hasıl olmaz. Toptan kaldırsanız Türkiye’de hiçbir şey değişmez. Tartışılan aslında 3. Maddede yer alan “Dili Türkçedir” ibaresi. İl dört maddede yer alan diğer düsturların -laiklik dahil- hiçbirine hiç kimseden itiraz gelmiyor. Bağımsız bir cümle olarak yer alan bu ibare “devletin dili” olarak yorumlanıyor ve Kürtçe eğitimle ilgili itirazlara konu ediliyor. “Resmî dil Türkçedir” ifadesi ile yer değiştirmesi gerektiği öne sürülüyor. O da yanlış, çünkü madde başlığında zaten “resmî dil” ibaresi yer alıyor. “Dili Türkçedir” ibaresinin “resmî dil” dışında yorumlanması mümkün değil.
Not 10: Ortaya çıkan sonuç şu: Açılım Süreci resmen başladı. İktidar geniş bir mutfak çalışması yapmış. Uzun tartışmalar sonucunda bir senaryo hazırlanmış. Maksat yeni açılımın “Yeni Anayasa” gemisine yelken direği olarak dikilmesi. Rüzgâr hep birlikte nefese kuvvet gelecek. DEM’e bir havuç uzatılıyor, hem de Meclis Başkanı tarafından. Açılım süreci ile Yeni Anayasa birlikte aynı tencerenin içinde olgunlaşıp pişecek. Şayet siyaset bu kapıdan topyekün girer ve yani anayasa pazarlıkları başlarsa, şapkadan başka tavşanlar da çıkacak.
Muhalefet ekonomik krizin üstünü örtmek için bu tartışmaların başlatıldığını iddia ediyor. Bu itiraz doğru olsa bile, CHP’ye düşen sözler de öngörülmüş olmalı. Ama iktidar tarafı üzerinde detaylı bir çalışma yapılmış senaryoyu sahneye koyarken muhalefetin hiçbir hazırlığı olmadığı ortada.
Şapkadan ilki çıktı, bakalım kaç tavşan daha sırada bekliyor.
Not 11: Çözüm süreci ilerlerse DEM, ‘Cumhur İttifakı’nın’ bileşenlerinden biri bile olabilir. MHP ve DEM mümkün mü? Bahçeli’nin açtığı yoldan yürünürse niye olmasın.
Yeni süreci ‘seçim manevrası’ kapsamında değerlendirmek mümkün. İktidar blokunun desteğe ihtiyacı var. Yüzde 10’luk DEM, Erdoğan için ‘aranan kan’ olabilir. Bu durumda siyasi yapı baştan sona yeniden şekillenir. Erdoğan ve Bahçeli’nin oyun planında ‘seçim hesabının’ merkeze oturduğunu düşünmek abartı sayılmaz. Erdoğan sandık konusunda plan üretmekte pek mahir. 23 yıllık hikaye bunun kanıtı.
Not 12: İsrail’in Lübnan ve İran’a uzanan saldırıları bölgede hesapları alt üst etti. Ateş çemberinin Türkiye’yi de içine alması olası. ‘Tehlikenin yaklaşmakta olduğunu’ bizzat Erdoğan açıkladı. Netanyahu yönetimindeki İsrail’in, Türkiye’ye göz dikeceğini de yine Erdoğan’ın ağzından duyduk. Kürt meselesi Türkiye’nin en zayıf karnı. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani Ankara’ya geldi. Bütün bu gelişmeler yeni sürecin itici gücü olabilir.
Not 13: Sözler, sözler, sözler...
Git gide güçten düşüyorlar...
Ya eylem?..
Eylem mi bitti?
Yoksa böyle düşünmemizi mi istiyorlar?
Not 14: İnsan bir kez hedefine kilitlenmeye görsün, hayalleri aklını perdeleyiverir.
Kibirden gözleri kör olur...
Öğrendim dediği ne varsa, birer birer unutur...
Napolyon'un da Moskova seferinden önce bir yaverine şöyle dediği rivayet edilir: "Biz, İsveç kralının akılsızca hareketlerini tekrarlamayacağız."
Sonucu biliyorsunuz...
Not 15; Artık dikkatimizi toplamanın vakti gelmedi mi?
Dikkatimiz "sıcak haber"den öteye geçmedikçe...
Olup bitenin arka planını öğrenmedikçe...
Ve durup düşünmedikçe...
Parçalara ayrılıyor izlediğimiz manzara.
Hegemonlar da bunu seviyor; bunu istiyor zaten...
Çünkü Gazze'yi konuşurken Filistin'i...
Beyrut'u konuşurken Lübnan'ı unutuyoruz.
Not 16: Savaş için de barış için de... Her şey tam zamanında oldu. Beklemesini bilen için her şey zamanında olur. (L.N. TOLSTOY / Savaş ve Barış)
Not 17: Karanlık maranlık ama iyi seçiliyor
Yorgan toplanmış bacakların seçiliyor
Bir uçtan bir uca bacaklarının aslan heykelleri
Onları ne denli sevdiğimin aslan heykelleri
Ayık gecemizi dolduruyorlar bir uçtan bir uca.
C.Süreya
Not 18: Yanımdaki hep bir gazetede Marilyn Monroe'nun resimlerine bakıyor
Mariyln Monroe öldü diyorum ona
Ölümü siyah bir kakül gibi alnına düşürmesini bildi
Şimdiyse cennette Nietzsche'nin metresi olması gerekir
Bunları diyorum daha ne varsa diyorum..
C.S.
Not 19: Kars'tayım bu ne biçim Kars bir kenarda
Pekala yalçınlık iddiasında bulunabilecek bir tepenin
üstünde
Kars kalesi yükseliyor
Gökyüzünü Ankara kalesine göre daha soyut ve daha
elverişli bir şekilde
Hırpalayan bu kale de olmasa
N'olacak bakalım hırpalayan bu kale de olmasa
Kuşkusuz artacak yalnızlığım sevgili çocuk..
Not 20: Biliyorsun ben hangi şehirdeysem
Yalnızlığın başkenti orası
Bir de yine sevgili çocuk
Biliyorsun kişi tutkularıyla
Yalnızlığını adlandırıyor o kadar
Not 21: Doğacak gün artık gündüze ilişkin değil
Bu ağartı ancak yürekle karşılabilir
Bütün iş orda işte, ordan usturuplu geçmesini bil
Tutsaksan ellerini sıvışır gibi zincirlerinden
Ve balyozla vursalar mısralarına
Soylu bir demir sesi yükselir
Soylu büyük ve mavi bir demir sesi
Ellerim egece yatısına çağrılmış
Ve
Teleşsız görünmeye çalışan bir Kafka gibi
Yüzüm giyotine abone
C. S
Not 22: elbette her aşk yalnızca kendine sorumludur
ama elbette her aşk yalnıza kendine sorumlu olunca
bir gün aşk ta ölür
ve başlar sıkıntısı kuralsız bir çelişkinin
yapışkan bir sevişmenib sancısı doldurur boşlukları
ve tutku aç bir güve gibi kemirirken sevdayı
dölün pasıyla bulanırken sevginin beyazlığı
ah şimdi kim inandırabilir bu eski çocuğa
aşkın ve dostluğun varlığını
bir gün ansızın yiter dostlar ve sevgililer
etin ve kemiğin sıcaklığıyla solar sevdalar
işte o gün herşey ölür
Not 23: kalbim
birgün elbette sana hükmedeceğim
elbet geçer bu hüzün mevsimi
bir baykuş bir serçeyle arkadaş olduğu gün
o gün size sevinci de anlatacağım
bir solucan bir leylekle çiftleştiği gün
o gün bahar mevsimidir size aşkı anlatacağım
ve bir gün elbette yıldızları sayacağım
gelin kucaklayın beni.yıldızları sayamıyorum.
Not 24: mesela mevsim kışsa yağmur yağıyorsa
mesela annem de yoksa yanımda
mesela, şimşek te çakıyorsa
ben çok korkarım ağlarım
ana bana kurşun dök. dua oku. üfle ana
ana ben daha çok küçüğüm,
bana ninni söyle ana
yalnızım, bunu hep söylüyorum
Z.Ö.
Not 25: geceyi çarmıha geriyorum kimseler tapmıyor
hüznümü ölçeğe vuruyorum yüreğine sığmıyor
her şey ne kadar olabilir meraklanıyorum
yüzüme dokundukça tırnaklarım kanıyor
yalnızlığımı hüznümle yoğuran gece
öyle basitsin ki sen bütün şiirlerin içinde
biliyorum, biliyorum bunu da biliyorum
gökteki yıldızlar kadar dizeler yazılsa da
kendime kendimden başka kendim yok
ne utancımı kuşanan bir sevgi
ne çirkinliğimi öpen bir kız.
Z. Ö
Not 26: Ey yalnızlığımla hüznü doğuran gece
ben sevgiye hasretim, sevgi uzakta..