Hepimiz belli bir yaşı geçtikten sonra; bu yaş genellikle kırk olur ortalama, geçmişe özlem duymaya başlarız. Eğip bükülen istenilen formata şekil verilen geçmiş kötü anılarla bezenmiş olsa bile bir şekilde hatırlatıldığında yüze tebessüm verdirecek ve hasret duyulacak bir hale getirilir hele de yaşanılan mevcut zaman hüsranlarla sıkıntılarla harmanlanmış enteresan kötü iğrenç zamanlara denk geldiyse..

Pek çok insanda bir neşesizlik hali var, gördüğüm bu.

Dünya yeterince sıkıcı. İnsanların nefes alıp vermesi lazım. Sığınacak yer arar insan. Evine, dostlarına, ülkesine sığınır, orada şefkat arar.

Şimdi her yerde politik söylem var. Nerede bulacak şefkati? En acıklısı da bu belki. Politik söylemle gelişen dil yaşama enerjimizi alıyor. Şimdi sadece politika var. Edebiyatta politika, okulda politika, sokakta politika. Varsa yoksa politika. Varsa yoksa politik, ideolojik dil. Acımız politik, sevincimiz politik…

Politik dil dostluk dilinin önüne geçti. Dostlukların arasına bile girebiliyor politik söylem. Gidişat çok hayra alamet değil.

Hayır hayır, nostaljiye kapı aralamak değil niyetim. ‘Güzel günlerimiz vardı, gitti kayboldu o günler, hadi hep birlikte eski güzel vakitleri özleyelim’ demiyorum.

Ve fakat ne kadar geçmişe özlem duymak değil niyetim desem de; sevgisizlik çölünde paranoyak şizofrenik toplu cinnet geçirilen yaşadığımız zaman diliminde ne neşemiz ne de huzurumuz kaldı!

İşte böyle kirli mekanlarda iğrenç zamanlarda nostalji yaparız ve retro çukuruna gömülürüz.

O güzel eski zamanlardan burnumuzda kalan kokular, kulağımızda kalan sesler, içimizi dolduran hisler, o yıllarda dinlediğimiz müzikler, izlediğimiz filmler, gezdiğimiz yerler, okuduğumuz kitaplar, edindiğimiz tecrübeler, ilk aşkımız, ilk işimiz hep tatlı hatıralar olarak zihnimizde döner durur.

Tüm bu eski güzel anıları hatırladıkça hissettiğimiz duygusal yoğunluğa “nostalji” diyoruz.

Tarihte ilk olarak askerlerde görülmüş psikoloji tabanlı illet hastalık.

Geçmişi düşünme, geçmişe özlem duyma, anıların sürekli kişinin zihnini meşgul etmesi ve psikolojik buhran geçirme durumu.

Yanılmıyorsam Batı’da bir silahlı kuvvette askerlere geçmişi hatırlatan, köydeki anasını, sevgilisini hatırlatan türküler yasaklanmış ve bu türküleri okuyanlar ciddi anlamda cezalandırılmış.

Askeri okullarda, zorunlu görevlerde, gurbette, şehir dışında üniversite okuyan öğrencilerde görülmesi daha olasıdır.

Benim de kendi tecrübelerime dayanarak özellikle erkeklerde meydana gelen nostalji hastalığı; anneye duyulan aşırı özlem, sevilen kızı özlemek, eski sevgiliyi görme isteği gün içinde kişinin zihnini büyük ölçüde meşgul ediyorsa kesinlikle büyük bir sorun teşkil eder ve bununla beraber gün içinde verilen görev ve sorumlulukları aksatır.

Nostalji, sadece kişisel seviyede değil toplumsal seviyede de yaşanıyor.

Eski dönemin kültürel simgelerine, geleneklerine veya geçmişteki müşterek tecrübelere duyulan özlem de gayet yaygın bir his olarak karşımıza çıkıyor.

İnsan tabiatının bir parçası olan bu “normal” hislerin, “anormal” bir şekilde körüklendiği, öne çıkarıldığı, her taraftan bizi sarıp sarmaladığı bir dönemden geçiyoruz.

“Retro”, yani geçmişe dönük birçok şey tekrar tekrar hayatımıza giriyor.

Geçmişimiz, adeta bize musallat oluyor!

Mesela son yıllarda pek çok eski “hit” şarkının yeniden düzenlenmiş halleri ile piyasaya sürüldüğüne şahit oluyoruz.

Sezen Aksu’nun, Erol Evgin’in, Barış Manço’nun, Özdemir Erdoğan’ın, Kayahan’ın, Cem Karaca’nın, Fikret Kızılok’un eski şarkıları durmadan yeni yorumlarla çıkıyor karşımıza.

Kapitalizm, eskiyen ürünleri (hala iş görüyor olsalar bile) hızla modası geçmiş hale getirip sürekli yeni ürünler ve trendler üretir. Fakat bu amansız “planlı eskitme” döngüsü, “vintage” veya “retro” olarak yeniden keşfedilmeye ve değerlendirilmeye hazır, hızlıca tüketilip atılmış kültürel ürünlerden müteşekkil devasa bir yığın yaratır. Bu “eskitilmiş ürünlerin” tekrar paraya dönüştürülmesi kolaydır. Çünkü kitlelerce beğenildikleri, satın alındıkları daha önce kanıtlanmıştır. Yapılması gereken sadece yeniden parlak bir ambalajla sunulmalarıdır.

Kapitalizm, nostaljiyi kolayca metalaştırır. Nostalji pazarı kazançlı bir pazardır.

Dijital kapitalizm çağında, sınırsız erişim ve sonsuz seçenek sunan yayın hizmetleri, dijital indirmeler ve çevrimiçi arşivler hiçbir dönemde görülmemiş çeşit ve miktarda müzik sağlar. Bu bolluk, bir bunalma ve kaybolma hissine yol açar. Her yandan bir sesin çıktığı sonsuz bir kakofoni içinde aşina olduğumuz geçmişin rahatlığını, kulağımıza tanıdık ve ahenkli gelen sesleri ararız.

Zenginliğin fiziksel üretimden ziyade enformasyon, hizmetler ve finans yoluyla üretildiği bir post-prodüksiyon ekonomisinde yaşıyoruz. DJ’ler ve sample tabanlı müzikle örneklenen bu “post-prodüksiyon” yaklaşımı, yeni varlıklar yaratmak yerine mevcut varlıkların manipüle edilmesi yoluyla kâr edilen geç kapitalizmin mantığını yansıtır. Bunu şöyle açabiliriz: Nasıl finans kapitalizminde sınai üretimin sıkıntılarına girmek yerine finansal araçlar üzerinden para kazanmak tercih ediliyorsa, müzikte de yeni üretim risklerine girmek yerine başarısını ispat etmiş ürünlerin allanıp pullanıp yeniden piyasaya sürülmesi daha garantili bir yöntem olarak görülür.

Geçmişe saplanmış modern uygarlığın sürdürülmesi mümkün mü bilemiyorum! Kültürel olarak aşırı kullanılmış ürünlerle dolu bir çöplüğe dönüşme ihtimalini göz ardı etmemek lazım..

Dünya medeniyetinin kültürel anlamda tükenmişlik sendromu yaşadığını iddia etmek yersiz bir düşünce olamaz şu anki retromanyaklık halini görünce. Yeni şeyler üretmenin orijinal ürünler ortaya koymanın maddi manevi olarak tıkanma yaşadığı bir sürece girmiş olduğunuzun göstergesi de olabilir.  Kültür ve sanat da bunlardan nasibini alıyor.

Sanıyorum bizim bu hastalığı aşabilmemiz için güncel başarılar yaşamamız gerekiyor ki, eskinin müphem, parıltılı hayalinden kurtulabilelim. Bakalım insanlık kopyalamanın konforundan kurtulup küllerinden yeniden doğabilecek mi..!

Son söz: Nasrettin Hoca’nın bir atı varmış. Atı satmaya karar vermiş ve pazara götürmüş. Hocayı pazarda gören komşular: “Hocam ne yapıyorsun, bu at satılır mı? Ne kadar güzel, ne kadar faydalı, olacak şey değil!” derler. “O bir küheylan!” Hoca tek tek hepsini dinler ve der ki: “Haklısınız, söyledikleriniz doğru. Ama atın neşesi yok!”

At gibi bir ülkedeyiz ama ne yapalım işte, neşesi yok!

El birliği ile buraya geldik, hep birlikte.

Uyarı: Ülkede cinnet yaşanmıyor, ülkece cinnet yaşanıyor!

Realite: Bir kenarda atıl duran metal son bir yılda dolar bazında %41 değer kazanmış.

 Bir kenarda atıl duran metallerden Gümüş de son bir yılda dolar bazında %48 artmış.

Atıl duran yatırımlar iyi kazandırdı.

XUSIN dolar bazında son bir yılda %27 düşmüş.

Bacası tütenlere yatırım yapanlar zararda.

Tadımlık: Tüm, zulme karşı direnenlere.

sönüyor uzaklarda yıldızlar

yüzün ne denli derin

böyle köşeleri ıssız içimizin

yıkılır duvarları yeryüzünün

alın güneş çok taze bugün

selvilere dayalı yollar

ortada gerilla

gözleri bin güneş daha

haydi durma

unutma yıldızlar yanar söner

ayrılır dağların damarları

geçiyoruz ellerimizde Kitap

örtünce ağaçlar

yüzünü gerillanın

bir geceli kuş gibi

namlunun acımasızlığında

kıyıcılığında Batı’nın

döner döner döner

yıkılır yiğit gerilla

bir daha

vurulur onuru yeryüzünün

Güne Doğan Koşu /Arif Ay.

Ustalara saygı: “Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde

Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu

Varıp eşiğine alnımı koydum

Sanki bir yeraltı nehr çağlıyordu

Gözlerim yollarda bekler dururum

Nerde kardeşlerin diyordu bir ses

İlk Kıblesi benim ulu Nebi’nin

Unuttu mu bunu acaba herkes

Burak dolanırdı yörelerimde

Miraca yol veren hız üssü idim

Kutsallığım belli şehir ismimden

Her yana nur saçan bir kürsü idim

Hani o günler ki binlerce mü’min

Tek yürek hâlinde bana koşardı

Hemşehrim nebi’ler hatırı için

Cevaba erişen dualar vardı

Şimdi kimsecikler varmaz yanıma

Mü’minden yoksunum tek ve tenhayım

Rüzgarlar silemez gözyaşlarımı

Çöllerde kayıp bir yetim vahayım

Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde

Götür Müslümana selam diyordu

Dayanamıyorum bu ayrılığa

Kucaklasın beni İslâm diyordu"

Tenha Sözler/Mehmet Akif İnan

Not 1: Türkiye'nin 100 yılı aşkın bir süredir SAVAŞ DENEYİMİ yok.

Kıbrıs ya da PKK hava cıva.

Gerçek ve denk bir düşmandan bahsediyorum.

100 küsür yıl önce de, sadece ESKİ EYALETİMİZİ yenebildik. İngiltere bizi 1000 Km kovaladı sahada.

Aşırı bir kendimize güven var da...

Not 2: Artık büyük şehirlerde ET yenmez.

ETİN iyisi hep küçük şehirlerde.

Büyük şehirler FAKİRLER için.

Bizim KÖYLÜ MİLLET, büyük şehirde yaşamayı zenginlik zannediyor.

Halbuki, Batı'da zenginler KIRSALDA yaşarlar.

Not 3: Finlandiya Cumhurbaşkanı itibardan tasarruf etti, insani olarak zenginleşti. Elin cumhurbaşkanı halkı nasıl yaşıyorsa öyle yaşıyor nasıl uçuyorsa öyle uçuyor.

Not 4: Duyguların yükseldiği zamanlarda baskın söyleme karşı söz söylemeyi bırakın, ona katılmamak bile cesaret ister. İnsanalar anı yaşarken siz geleceğe dair kaygılar paylaşırsanız istenmeyen adam ilan edilirsiniz. Ama o gelecek gelir, o zaman da insanlar başlarına gelenden can derdine düşer, söyledikleriniz hatırlayacak durumda olmaz. Bu yüzden gerçek aydınlar "fildişi kulelerinde" düşünce mahkumu hayatı yaşar.

Not 5: Türkiye’de ekonomik krizi aşmak için iyi bir ekonomi bakanına değil, bağımsız bir medya düzenine, bağımsız bir yargı düzenine ve bunları koordine edecek tahammülü bir lidere ihtiyaç var.

Not 6: Yaz ayları, insanın çoğunlukla kendi dışında kaldığı zamanlardır.

Kış ayları belki de insanın kendi tenhalıklarının keyfine vardığı zamanlardır.

Hayat çok kısa.

Bir yaz, bir kış, bir sonbahar, bir ilkbahar derken geçip gidiyor.

Ne yarattığın dertlere ne alındığın insanlara değmiyor.

Dönüp dönüp arkana bakarsan yandın.

Kimseden bir şey beklemediğin zamanlara kavuştuğunda, bakacaksın ki hayat daha hafif.

Zaten, beklentiler zamanla azalmıyor mu?

Ya da beklentilere bağladığımız anlamlar değişmiyor mu?

Evet değişiyor.

En çok da, yanı başında olan insanlara şükrediyorsun

Yanı başında kelimesini çok severim ve çok önemlidir aslında.

Ah işte hayat.

Umutların, düşlerin seninle beraber yol alıyor.

Aslında.

Kum saatini bir daha asla geri çeviremezsiniz.

Zaman dibe çöküyor, kum saatinin ince belinden aşağıya hızla süzülüyor.

Hatalar yapmışız hiç olmadık yerlerde.

Hiç olmadık kadınlara aşık olmuşuz.

Kendimize bile çok gördüğümüz neler neleri, durmadan başkalarına vermişiz.

Kendi başımızı, kendi omuzumuza yaslayıp ağladığımız zamanlar.

Biz eskiyoruz, eşyalar eskiyor, her şey değişiyor, hayat devinip duruyor.

Olsun güçleniyoruz.

Ama en önemlisi.

Kendim dahil, sevdiğim kim varsa, hatta sevebileceğim insanlar da dahil herkesin sağlığı iyi olsun.

Teşekkür ederiz hayat.

Not 7: Kimse kimseye gerçekten üzülmüyor, üzülemiyor, ya da anlık üzülmeler hemen gelip geçiyor.

Farkında mısınız, kimsenin üzülmeye vakti yok gibi aslında.

Koşturan hayat ne kadar değişti değil mi?

Story’sinde canım arkadaşım Metin böyle gidemezsin diye ağlıyor, story atlıyor, göbek atıyor, umurunda değil.

Herkes, günlerce ağlasın, yaş tutsun demiyorum tabi ki, ama anladınız siz ne demek istediğimi.

Her şey 24 saat yalanında.

Paylaş, kaç kişi bakmış gör, silinsin gitsin.

Para telaşı, yırtma telaşı, kendini sev telaşı, yani hep bir telaş var.

Üzülmeye vakit yok.

Not 8: Kadının ismi ve soyadı yok, ama kocaman yüz fotoğrafı var.

Eh oğlunun da çok açık fotoğrafı var.

Gazeteler F.D diye yazıyor.

"Hacı Sabancı ile beraberliğim vardı ve oğlumuz oldu" diyor.

Ve babalık davası açıyor.

Haliyle DNA alınacak ve test yapılacak ki babası o mu, anlaşılacak.

Sabancı’nın avukatları, itiraz ediyor, "DNA vermek vücut bütünlüğünü bozar, hak ihlali olur" diyor. 

Avukatlar gerekçe yazıyor, "ikili bedel karşılığı ilişkiye girmiştir, DNA vererek vücut bütünlüğü bozulur" diyor.

DNA testi nasıl yapılıyor bilmiyorum ama, ağızdan tükürük ve kan testi ile yapılmıyor mu?

Vücut bütünlüğünün bozulması ile ne alakası var, onu anlayamadım.

Hak ihlali konusunda da bir fikrim yok.

Konuya baktığınız zaman, eğri oturalım doğru konuşalım adam çok zengin ve genç.

Bedel karşılığı ilişkiye girme ihtiyacı var mıdır, ya da neden olsun ki.

Aslında bu tür konuların bilinen tarafı ve çoğu zaman rastladığımız hikayeler aynı.

Kadınlar bir şekilde zengin ya da ünlü adamlarla beraber oluyorlar ve hamilelik söz konusu olduğunda çat diye doğuruyorlar.

Adamlar sorumsuz ve düşüncesiz.

Ve cinsellik olunca şuursuz maalesef.

Bir kadın ve bir erkek beraber olduğunda, kadının hamile kalma ihtimali var, değil mi?

Eh sizde beraber olmayın kardeşim.

Ve yine açık konuşalım ve yazalım.

Kadın diyor ki, “bu adamdan çocuk doğurursam, ömür boyu maddi olarak garantideyim.”

Adamın gözünün yaşına bakmıyor.

Nice örnekler var.

Bu defa baba ve hiç kabahati olmayan çocuk adli tıplarda, adliyelerde, mahkemelerde uğraşıp duruyor.

Kadın bu çocuk senden diyor.

Adam, bu çocuk benden değil diyor.

Çocuk büyüyünceye kadar, ne olduğunu anlayamadan dolaşıp duruyor.

Nihayet o da büyüyor.

Ve zengin, ya da ünlü babadan başlıyor, para, mal, mülk ve maddiyat beklemeye.

Ve miras derdine düşüyor.

Bakın İbrahim Tatlıses'in kızı, babası ile kavga ede ede, miras ve mal kavgası yapıyor.

Ne baba çocuğunu, kabullenip seviyor.

Ne de çocuk, babasını seviyor.

Not 9: TUİK araştırma yapmış.

Ve ilk defa yayımlanmış.

2021 ve 2023 senelerini kapsayan verilere göre;

Her 100 mezundan, 2'si yurt dışına gidiyormuş.

Kadın beyin göçü, yüzde 1.6, erkek beyin gücü yüzde 2 imiş.

En fazla beyin göçü de, iletişim ve bilişim teknolojileri alanında imiş.

Demek ki, rakamlara bakınca kadınlar daha çok ülkesinde kalıyor, erkekler daha fazla göç ediyor ve gidiyor.

Ne kadınlara bravo derim, ne erkeklere neden derim.

Hayat çok zor.

Söyleyecek, tek kelime kalmadı bence.

Not 10: Dünyada iki tür DEVLET AKLI var. Biri DÜŞÜNEN UYGULAYAN ve SONUÇ ALAN... Diğeri ise olan biteni anlamaya çalışan, anladığı kadarıyla tavır alan... Biz ikinci kısımdayız…

Not 11: Seçimi kazanmak için enflasyon yükselirken faizi indirtirsen enflasyonu patlatırsın ve insanların en temel ihtiyaçlarını gideremez hale gelmesine neden olursun.

Halihazırdaki hayat pahalılığının sorumlusu Erdoğan ve onun faiz indirimi taleplerini yerine getiren TCMB PPK üyeleri.

Not 12: Bakın çocuklar

Bu oyunda biz yoğuz

Bizi alkışlarla sahneye

Beyaz perdeye podyuma

Bir çıkaran oldu sanan var ya

Onun

Neyse onu boşver

Tarihin karakalem sillesi

Minyatür santur nakkaş neccar

Ne sanmışlar zamanında

Ne bellemişler lan bizi

...

İsmet Özel

Not 13: Vicdan ya da duyunç, kişinin kendi niyeti veya davranışları hakkında kendi ahlaki değerlerini temel alarak yaptıklarını veya yapacaklarını ölçüp biçtiği bir kişilik özelliğidir.

Not 14: "Dünün üzüntüleri ve yarının endişeleriyle donatılmış bir kalpten, bugün için bir şey bekleme." 

Hannah Arendt

Not 15: Devletin mafyası olması fikri, çok yanlış. Geçmişte kurdular ve kontrolü kaybettiler.

ÇETE SUÇUNU ağır cezaya alacaksın ve özel birimlerle tüm çeteleri ömür boyu özel hapishanelere alıp, ÇIPLAK dolaştıracaksın.

Not 16: Açığa satışa yasak getirme kararının yanlış olduğu görüldü.

Yapmaya gücü yeten gene yapmış. Yasak gücü yetmeyene gelmiş, yani rekabet ortamı bozulmuş.

Cezalar falan bir yere kadar.

Rekabet ortamını bozan yasaklar bu hafta sonu kalkmalı. Yanlışta inat edilmemeli.

Not 17: Tarım dışı istihdam verisi güçlü geldi.

İyi tarafı yakın zamanda resesyon yok demek

Kötü tarafı Fed'in faiz indirimlerinde 50 değil 25 puanlık indirimle devam etmesi demek.

Piyasada çok dalgalanma olur. Şimdiden veri şunun için iyi bunun için kötü demek doğru değil. Yani bu veri nedeniyle bir şeyleri almayın veya satmayın.

Not 18: 2016 sonrasında her yıl tutuklu-hükümlü sayısı ~30 bin arttı.

2020’de infaz affı çıktı, hapiste kalanlar 25 bin azaldı.

2021’de 31 bin, 2022’de 44 bin artan mahpus sayısı 2023 infaz affıyla 50 bin azaldı.

2023 sonunda kapasite 295 bin mahpus sayısı 291 bin.

Not 19: Son dönemde erkekliğin kendi tümgüçlülük algısını yitirmesine paralel olarak, incel denilen nefret suçlularının sayısında bir artış var. Kadınların özgür irade ve güç sahibi varlıklar olarak yani kendileri gibi bir insan olarak reddetme hakkının olmadığı, seçilen ve itaat eden zevk nesneleri olması gerektiği inancı, hiçbir takdir edilecek niteliği olmayan hınç dolu ve gelecekten ümitsiz genç erkekler arasında giderek yayılıyor. Bu da sözlü şiddetten, sosyal medyadaki nefret söyleminden fiziksel şiddete hatta öldürmeye kadar bir saldırganlığa dönüşüyor.

Keza tıp personeline, öğretmenlere, avukatlara dönük şiddet de aynı güçsüzlük duygusundan neşet ediyor. Aşağılık duygusuyla kıvranan kişiler, kendilerini yeniden önemli hissetmek, iz bırakmak için fiziksel üstünlüklerini tıpkı bir hayvan gibi kullanarak denge kurmaya çalışabiliyor.

Şiddet eylemlerinin ya hiç ya da önemsiz cezalarla karşılık bulması da buna çanak tutuyor. Tutuklu yargılamama, ceza evinde kısa süreli tutma yönündeki devlet iradesi, devletin en asli kuruluş amacı olan adaleti tesis etme vazifesini bireylerin üzerine yıkmasına, insanı yeniden insanın kurdu kılmasına yol açıyor.

Not 20: Bir şekilde iktidar ensterümanlarını kullanabilenler de (erkeğin yakını olarak kaynanalık- görümcelik, iş yerinde amirlik, sınıf anneliği,, meslek profesyonelliği vs) elbette daha zayıf durumdakilere gerek örtük (entrika, dedikodu, mobbing, yıldırma vs) gerek açık şekilde şiddet uyguluyor.

Şiddeti öğrenmiş ve normalleştirmiş insanlar başkalarının tavırları hakkında da çok çabuk düşmanlık ve tehdit yanılgısına düşerler.

Ergenler bir grup kimliği edinme, grup üyeleri tarafından onaylanma ihtiyacını daha çok duyumsuyorlar ve daha kolaylıkla şiddeti yöntemselleştirebiliyorlar. Aile ilişkileri daha yoğun ve sıcak olan ergenler bu yoksunluğu daha az hissediyorlar.

Şiddet hakkındaki eski tarihli bir yazıdan bir bölüm: Fromm, kronik şiddetin “yaşam karşıtlığı” niteliğini, öldürme değil fakat cansızlaştırma (inorganikleştirme) üzerinden çok ince bir yerinden tarif eder; “Sadizmin özü başkalarına acı vermek değildir. Sadizmin gözlenebilen tüm değişik türleri tek bir nesnel dürtüye dayanır.   Başka   birisinin   üzerinde   tam   egemenlik   kurmak, onu   isteklerimizin   çaresiz   nesnesi durumuna sokmak, onun tanrısı olmak, onunla istediğimiz gibi oynayabilmek... Sadizmin amacı insanı bir nesneye, canlı bir şeyi cansız bir şeye dönüştürmektir... Ödünleyici şiddet tepkisel şiddet gibi   yaşamın   hizmetinde   değildir;   yaşamın   yerini   alan   hastalıklı   bir   şeydir;   onun   sakatlığının boşluğunun   kanıtıdır.” 

Not 21: Birine vurduğunuzda, bağırdığınızda, onun hakkı   olanı ondan esirgediğinizde, başkalarının arasında görünmezleştirdiğinizde, hepsinde insandan bir parça yaşamı sökersiniz.

Freud’un   meşhur   bir   düşüncesi   vardır;   uygarlık,   insanın   içindeki   kendi   saldırganlık  dürtüsünü ketleyebilmesi üzerine temellenir. “Kültür, bireyin tehlikeli saldırganlık zevkinin üstesinden gelmek için   onu   zayıflatır,   silahsızlandırır   ve   zaptedilmiş   bir   şehirdeki   işgal   gibi,   kendi   içindeki   bir kurumun   gözetimine   verir."   Freud'a   göre   şiddetin   tersine çevrilmiş   yeridir   vicdan.

Devlet şiddeti de önemli bir konu. İsrail’in, Amerika’nın hem kendi topraklarında hem de başka ülkelerde uyguladıkları şiddet, insanlar için dünyayı daha adaletsiz ve güvenilmez bir yer kılıyor. İnsanın insana karşı savaşı algısını sembolik düzlemde geçerli kılıyor. Güçlü olanın haklı olduğuna dair sapkın bir bilinç yaratıyor.

Not 22: Birine vurduğunuzda, bağırdığınızda, onun hakkı   olanı ondan esirgediğinizde, başkalarının arasında görünmezleştirdiğinizde, hepsinde insandan bir parça yaşamı sökersiniz.

Freud’un   meşhur   bir   düşüncesi   vardır;   uygarlık,   insanın   içindeki   kendi   saldırganlık  dürtüsünü ketleyebilmesi üzerine temellenir. “Kültür, bireyin tehlikeli saldırganlık zevkinin üstesinden gelmek için   onu   zayıflatır,   silahsızlandırır   ve   zaptedilmiş   bir   şehirdeki   işgal   gibi,   kendi   içindeki   bir kurumun   gözetimine   verir."   Freud'a   göre   şiddetin   tersine çevrilmiş   yeridir   vicdan.

Devlet şiddeti de önemli bir konu. İsrail’in, Amerika’nın hem kendi topraklarında hem de başka ülkelerde uyguladıkları şiddet, insanlar için dünyayı daha adaletsiz ve güvenilmez bir yer kılıyor. İnsanın insana karşı savaşı algısını sembolik düzlemde geçerli kılıyor. Güçlü olanın haklı olduğuna dair sapkın bir bilinç yaratıyor.

Not 23: Sallan küçük Mustafa’m sallan.

Dünya senden ağır gelir..

Not 24: Hasret kaldım gülüşüne kavuşmamız artık kaldı mahşere..

Not 25: Hayaller her zaman yarım kalır..