Pornografik çağ ve utanma duygusu...
Pornografinin gerçekle veya hakikatle hiçbir bağı yoktur. Hakikat keşfedilmesi gereken sezilmesi gereken bir şeydir. Erotizmde estetik vardır çünkü üzerinde...
Pornografinin gerçekle veya hakikatle hiçbir bağı yoktur. Hakikat keşfedilmesi gereken sezilmesi gereken bir şeydir. Erotizmde estetik vardır çünkü üzerinde az da olsa örtü vardır yaşananların. Yaşam erotiktir, erotik olmalıdır grafik değildir. Yaşam tümüyle açıkta değildir, keşfedilmesi gerekir. Gönül çıplak değildir. Gönül her şeyi paylaşmaz.
Pornografide gösterilecek bir şey kalmamıştır, saklamaya değer bir şey yoktur, her şey göz önündedir ve estetikten mahrumdur. Dijital çağ sürekli görme ve görülme açlığını zirveye çıkarmıştır. Herkes her şeyi gösteriyor. İçinde bulunduğumuz çağ grafik çağdır. Saklanacak bir şey bırakılmamıştır.
Hakikatsiz tezahür duyarsızlaştırır. Hiçbir şey sizi heyecanlandırmaz. Göz alıştıkça şaşkınlık kalmaz. Savaş bile ruhunuzu hırpalamaz. Gazze’de ölen çocuklar umurunda olmaz insanlığın. Her şey grafik sunuma dönüştüğünde eninde sonunda skandalize olur. Kabe’den verilen fotoğraflar eninde sonunda rahatsız düzeye gelebilir gelecekte. Sadece güzel sahneler aktarılmayacaktır bir noktadan sonra. İyi olan şeyler izlenmez.
Pornografileşmiş hayatta kutsal kalmaz. Görgüsüzlük, sonradan görmelik bu çağın insanın ruhunun özünü temsil eder. Gösteriş şarttır şovlar olmazsa olmazdır. Sonradan görmezlikte bir gecikme vardır. İçselleştirilmeme hali vardır. Görgü ahlak gibi sonradan edinilen eğitimle aileyle çevreyle ilişkilerin ürünüdür. Sonradan görme aileden görmediğini sonradan görüp sırıtma halidir.
Soru şu: Bir insan nasıl oluyor da böyle bir şey yapabiliyor? Utanmazlığından yılmaksızın, nasıl oluyor da gösteriyor da gösteriyor? Bir insan bu utanmazlığı, bu görgüsüzlüğü neden yapar? Daha doğrusu, bir insan bunu kendine niçin yapar?
İpini koparmış küresel sistemin ve paraya ram olmuş kokuşmuşluk çukurunda debelenen ahlakın ve AK parti rejiminin yarattığı ortam, ekonomik, politik, ideolojik yozlaşma, çürüme, kokuşma vs.... Elbette ve şüphesiz hepsi doğru. Ama bu kendinden yılmayan utanmazlık bunlarla açıklanamaz, başka bir sebebi var bunun. Sanırım, işin kültürel boyutu diyebiliriz biz buna.
Mithat Cemal Kuntay’ın muhteşem romanı “Üç İstanbul”dan bir
örnekle açıklamaya çalışayım derdimi.
Romanın kahramanlarından Raşel, “büyük bir devlet sefarethanesinde”
tertip edilen baloya davet edilmiştir ve bu sebeple çok mutludur.
Zira nihayet ziynetini kendi sıradan çevresi dışında birilerine
gösterebilecektir. Çünkü : “Süs, gösterilen şeydir; fakat
anlayanlara gösterilen şey! Kâğıtçı karısının, camcı kızının
gördüğü elmasın nakit paradan ne farkı vardı? Elması, sefir,
müsteşar, sefaret kâtibi anlardı.” Raşel, bu yüzden balo salonunda
olduğu için sevincinden bayılacak gibiydi. “Bu salondaki bütün
insanlar onun elmaslarına, ipeklerine lâzım olan kalabalıktı.
Burada onun incileri anlaşılıyordu.”
Servete, lükse dair kültürel bir bakıştır grafi. Sahip olmak yetmiyor, hatta sahip olmak tek başına bir anlam dahi ifade etmiyor. Mutlaka birilerinin, ama neye sahip olduğunuzu anlayacak birilerinin, sahip olduklarınızı görüp “Vay be!” demesi lâzım.
Sosyal medya grafisi, kara para aklayan fenomenler için biraz Raşel’in gittiği o balo salonudur. Sefarethanede tertip edilen balo Raşel’in ziyneti için ideal bir “kamusal alan”dı; bugün sosyal medya da Polatgillerin, Nez Demirlerin, Eylül Öztürklerin, Seher Başaranların neyi var neyi yoksa gösterebilecekleri ideal kamusal alandır.
Doğrusu, hepimiz için böyledir. Ama onlarda üzerine kalp çizilmiş kahve fincanı ya da günbatımına doğru uzatılmış bir kadehten fazlası olduğu için, arsızlıkları da fazla oluyor.
Bu bir “Doğululuk” belirtisi belki de.
Yıllık miktarı, ortalama 715 milyar ile 1,87 trilyon Euro arasında olduğu tahmin edilen uluslararası bir kara para var ortada. Bu paranın legalleşebilmesi için, o parayı üreten uluslarası mafyanın, “faydalı aptallar”a (useful idiots) ihtiyaçları oluyor. Ortadoğulu fenomenler, bu ihtiyacı gideriyor.
Ortadoğu’nun soyguna dayalı ekonomisi, kulluğa dayalı siyaseti kadar, süs göstermenin bir Doğulu tavrı olmasıyla da alâkalı bu; “kullanışlı aptallar”ın niçin hep Orta Doğu’dan çıkmış olduğunu da bir ucundan açıklıyor. Yıllık miktarı 1,87 trilyon Euro’yu bulan uluslararası kara paranın tertemiz aklayıcı Orta Doğuluları.
Mevcut koşullarda yoksul Türk halkının her bir neferi, ait olduğu büyük toplulukla birlik ve beraberliğini (bir sendikada, bir meslek örgütünde, bir sivil toplum kuruluşu ya da bir hak mücadelesinde değil) servete özendirilen bu tür medyatik gösterilerde deneyimleyebiliyor.
Utanma duygusu Everest’in tepesi mesafesinde uzaktır. Ve insanlığın geleceğine dair umutlar kalmamıştır. Vicdanlı az sayıda insan hüzün deryasında çaresizce ölümü bekler ar damarı çatlamış grafik çağda. Yüzü kızarmayan insanların baskınlığı yaşamı çekilmez hale getirmiştir. Namuslu insanların yapacağı tek eylem, eğer yıkanacak bir hüzün deryası bulamazsa bir ağacın altına gidip ölümü beklemektir hakikate hürmetin kalmadığı günah denizlerinin işgal ettiği, görgüsüzlük ve sonradan görmelerin çağında.
Ayakkabısının içerisinde çakıl taşı varmış tedirginliği, özeni ve hassasiyetiyle yürüyenlerin geldiği nokta içler acısı. Allah selamet versin. Hoşça bakın zatınıza.
Son söz: Beni kabullen, kendini yanına al, gidelim.
•Cahit Zarifoğlu
Not 1: Filipinler'in ekonomik büyümesi Türkiye gibi %5,9 olurken
kasım ayında Filipinler'de enflasyon %4,1'e geriledi.
Aşırı yüksek enflasyon olmadan da yüksek büyüme mümkün.
Aşırı yüksek enflasyonla büyümenin övünülecek bir yanı yok.
Not 2: Seçim sonrası en büyük sarsıntı ve travmayı, kamuoyunun olup biteni bir dizi film gibi izlediği İyi Parti yaşıyor. Hem politikasızlık, hem sevk ve idare problemi ve hem de sempati kaybı açık ara bu partide yaşanıyor. İlginçtir, seçimin ardından en hızlı kongre yaparak kendine çeki düzen verme iradesi gösteren de İyi Parti olmuştu. Ama Genel Başkan Akşener’in o kongrede yaptığı konuşmadan itibaren sular durulmadı, durulmak şöyle dursun kabardıkça kabardı. Bugün gelinen nokta ise izahtan vareste… Art arda gelen istifalar, görevden almalar, giden gitsin tavırları anlamak için Akşener’in zihnini okumak gerekiyor. Gelin görün ki istifacıların çoğu da o yoldan geçerek partiden ayrılıyor. Hepsinin problemi, “Sayın Genel Başkan…”
Kuruluşunun ardından kısa sürede yüzde 10 oy oranına ulaşan ve 2019 yerel seçimlerinde CHP ile ittifak kurarak siyasetin pratiğini değiştiren bir partinin bugün içinde bulunduğu gerileme şaşırtıcıdır. İyi Parti, yaşadığı ağır baskı ve muamelelere rağmen bunları aşabilen ve toplumla bağ kurabilen başarılı bir partidir. Öyle başladı an azından… Parti kimliği yeterince güçlü olamadı ve yeni bir siyaset oluşturamadılar ama sonuçta yüzde 10 oya sahip olmak kolay değildir ve başarıdır. Bunun kıymetini bilememeleri ve yerelde ittifak kurarak bilhassa Ankara ve İstanbul’da iktidarı mağlup etmişken bundan kolayca vazgeçmelerini anlamak zor. “Bakalım CHP biz olmadan kazanabilecek mi?” meydan okuması izaha yetmiyor. İttifak yapmadıkları için bazı belediyelerin iktidara geçecek olmasını İyi Parti tarafından izah edemeyeceği gibi…
Not 3: Öz kimlik markanın zamandan bağımsız özünü temsil eder.
Bir anlamda soğanın katmanlarını veya enginarın yapraklarını
soyduktan sonra kalan merkezidir. Örneğin Michelin lastikleri
denilince akla hemen kalite gelebilir.
Bu noktada soralım İYİ Parti denilince seçmenler tarafından akla ne
gelecek?
Yeni bir parti olması vesilesiyle kimliği zamanla anlaşılacaktır
gibi cümleler kuranlara şunu söylemek gerekiyor.
Şu anki karmaşada seçmen ‘Bunlar henüz kendi içinde anlaşamıyor, bu
durumda bizim sıkıntılarımızı nasıl çözecek’ diyebilir.
Ve oyunu vereceği varsa bile bir çekinme, bir savunma duygusu
ortaya çıkabilir. Bu da partinin şimdiye kadar yaptığı tüm
çabasının boşa gideceği anlamına gelebilir.
Dolayısıyla tavsiyem bu karmaşanın bir an önce sonlandırılması…
Not 4: Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan Ahmet Hakan’ın
sorularını cevaplamış.
İlk izlenim olarak Erkan’ın cevaplarını çok kişisel bulduğumu
belirtmek isterim. Sanki bir Merkez Bankası Başkanı değil de bir
‘politikacı’ gibi cevaplar vermiş.
Hep söylüyorum yine söyleyeceğim etrafınızda ilk çemberdeki ekip
çok önemli. Yöneticinin başarısına başarı da katabilir ya da tam
tersi olabilir.
Örneğin Erkan’ın şu sözlerine dikkatinizi çekmek isterim:
“Apartman görevlimiz Sadık Abi’ye çoğu zaman fiyatları soruyorum.
Onu sorguya çekiyorum. Ben indi diyorum. O inmedi diyor. Sürekli
fiyatlar inmedi, istersen git şu soğanın fiyatına bir bak
diyor.”
Bu sözler ilk bakışta kalabalıklara samimi hisler uyandırabilir.
Başkan bize yakın duruyor hissi verebilir. Yani Başkan bizimle
empati kuruyor denilebilir. Başkan bizim ne çektiğimizi anlıyor,
biliyor denilebilir.
Yalnız bu empati hissini Erkan yerine bir politikacı olarak Mehmet
Şimşek’in vermesi beklenir.
Dolayısıyla iletişim ekibinin bu durumu görmesi ve Erkan’ı uyarması
gerekmez miydi?
Öte yandan merak ediyorum Mehmet Şimşek’in bu röportajı okuduktan
sonra ne dediğini…
Not 5: Dilan Polat ve diğer fenomenler şaşaalı yaşamlarını,
harcadıkları paraları göze sokmasalardı ve bunun üzerine haydan
gelip huya giden paraların hesabını kamuoyu sormasaydı yasa dışı ,
kara para aklama işine bulaşan hadsiz figüranlara birileri ‘Yürü ya
kulum’ demeye devam edecekti. Sergiledikleri fotoğraf albümünde
birbirleriyle ilişkileriyle olduğu kadar ponzi’nin ‘siyasi
ayağı’yla da hava attıklarında saadet zincirinin dışına atıldılar.
Bu, zincirin çöküşü anlamına gelmiyor. Çünkü minarenin sürekli
olarak daha büyük kılıflara uydurulduğu yasa ve yasama düzeni,
Seçil Erzanlar, Dilan Polatlar gibi, günü geldiğinde bir safra
olarak oyunun dışına atılabilecek kırılgan ve emniyetsiz
dayanaklarla işliyor ve bunlara ihtiyaç duyuyor.
Adını koymak lazım; memleketin ekonomisi önemli ölçüde kayıt dışı
ilişki ve işlerle dönüyor. Bunun faş olan kısmı ise adliyelerin
münferit damgasını basabileceği kadar. Oysa Özal zamanından
başlamak üzere; banker skandalları, banka hortumlamaları,
özelleştirilen kamu şirketlerini ucuza kapatmak için adlı sanlı
holding yöneticileri, mafya reisleri ve siyasiler arasında kurulan
ilişkiler ekonominin kara yüzünün münferit değil mükerrer olduğunu
defalarca gösterdi. Vaktiyle bu ilişkiler MİT raporu denen vesikada
detaylandırılmıştı. Mehmet Ağar-Alaattin Çakıcı’nın adları o
raporlarda da var, bugün de adları geçiyor. Eski başbakanlardan
Tansu Çiller’in, özel bankalar açma furyasında bir banka edinen ve
bu banka aracılığıyla milyonlar kaldırıp özelleştirme sürecinden
yakınlarının nemalanmasını sağlayan eşinin yaptığı sihirbazlıklar
da henüz unutulmuş değil. Bu özel bankaların çoğu da birkaç kişiyi
zengin ettikten sonra kirli bir çamaşır gibi sistemin dışına
çıktılar. Öte yandan tarikatların ve bireysel dindarların
birikimlerini mevduatlaştıran faizsiz bankacılığın başında da
Özal’ın kardeşi vardı ve burada toplanan paralar küresel sermaye
sisteminde işletiliyor, alıcı memnun, kâr payı kılıfında mevduatına
faiz dönen satıcı da memnun, yaşayıp gidiyorlardı.
Not 6: Bugünkü manzara para ve kara para ticaretinin daha fazla
iç içe geçmesidir. Tekelleşmenin ve merkezileşmenin aşırı
gelişmesine paralel olarak para yönetiminin de merkezileştiği
mevcut iklim içinde banka ve sanayi sermayesi ortaklığını yani mali
sermayeyi mafya ve kara para birikiminden ayırmak mümkün değil.
Saadet zincirleri, fonlar, ponziler, kara para vb. arada bir
operasyona tabi tutulan çantacı figüranlarıyla birlikte devasa bir
ekonomi modeli oluşturdular. Kendisi de en büyük tekel işletmesi
haline gelmiş devletin irili ufaklı siyasileri, bürokratları,
memurları kayıtsız ekonominin nimetlerinden yararlanır hale
geldiler. Seçil Erzan’ın, fon tuzağına kapılan futbolcuların
gösterdiği refleks, resmi olmayan kağıtlara atılan bir imza
karşılığında milyon dolarların gayriresmi yollardan iki üç kata
çıkacağına inanmanın artık ne kadar olağan ne kadar meşru hale
geldiğini kanıtlıyor.
Mülke ve paraya çökmek bir racondur. Murat Ağırel’in önceki gün
Halk TV’de açtığı ‘Castle Hawk dosyası’nda borsada kazandığı
paralarla şirketler açan kişinin bütün birikimine önce bir
mafyanın, sonra o mafya grubundan kendisini kurtarmak isteyen bir
başka mafyanın sonra yine bir diğer grubun çökerek kişiyi nasıl
dımdızlak ortada bıraktığını anlatılmıştı.
En büyük saadet zincirini kuran ve diğerlerine gözünü kapatmayı
tercih eden asıl siyasi iktidardır. Bu o kadar oturmuş, alışılmış
bir yöntemdir ki bankaya çantayla getirilen, hiçbir yasal işlemden
geçmeyen paraların kendilerine katlanarak geri döneceğini düşünen
‘kurbanlar’ servetlerine çökülebileceğinden kuşkulanmadılar bile.
Halbuki madalyonun arka yüzü de böyle bir şeydir.
Daha çok Dilanlar, Seçiller gelir geçer. Bu alanda da yeni saadet zincirleri kurulur birileri yine kurban edilir. Düzen kara düzendir çünkü.
Not 7: yabani sayılacak derecede bir başımaydım. Kimseyle arkadaşlık etmiyor, konuşmaktan kaçıyor, gitgide daha çok kabuğuma çekiliyordum.
Yeraltından Notlar, Dostoyevski
Not 8: Sevgim ve umudumla sesleniyorum sana: Sevgini ve umudunu fırlatıp atma!
Not 9: Elon Musk'in evi yok ondan dolayı kimse ev almamalı demek tam bir deli saçması. Bütün oteller onun. 1500 yıl kral dairesinde kalsa parasının 10'da 1'i bitmez. Insanlar ev almazsa kim niye inşaat yapsın? Müteahhitler asgari ücretlilere mi satacak evleri?
Not 10: Yok TCMB başkanı şunu dedi, Yok TCMB faiz artırdı, yok TCMB zorunlu karşılık azalttı vs. Bunlar fasa fiso şeyler. Hiçbir merkez bankası zenginlik, refah var edemez. Para politikasıyla hiçbir ülke zenginleşmez, fakirleşmez. ÜRETIMLE zenginleşir. TR'de üretim gündemde bile değil
Not 11: Ev iyidir. Ana rahmi gibi olur huzur varsa içerisi evin.
Not 12: Asgari ücretle geçinilemiyor deniyor. Bu doğru fakat hangi ülkede tek maaş asgari ücretle aile geçindirilebiliyor? Var mı bir örnek? Asgari ücretin mantığı bu değil ki.. Tartışılması gereken asıl konu neden bu kadar fazla kişi asgari ücreti kabul etmeye hazır.