İnci Taneleri adlı diziden sonra pavyonlar ve pavyon dansı gündeme oturdu. Meğer herkes ne özlem içerisindeymiş pavyona ve dansına. Ne matah yermiş de haberimiz yokmuş.

Hayatımda beş kez pavyona gittim. Üçü İzmir’de iksi Ankara’da. Kafa dağıtmaya bire bir. Yalnız fiyatlar tuzlu. Konsomatrislerle oturup  bir kaç kadeh bir şey içmenin bedeli sabit ücretlerle size en az 8-10 bin tl ye mal olur. 

Benim gittiğim pavyonlarda genelde orta Asya’dan gelen kızlar yoğunluktaydı. Elleri ayakları düzgün boyları posları yerinde arzulanır bedenlere sahip nesnelerdi. Hemen hemen hepsi ya yüksek kazanç ve kolay yaşam nedeniyle ve zor şartların esiri olarak çalışıyorlardı. Acılı, hüzünlü tutunamayan kadınlardı ekseriyeti. Pavyona gelen erkekleri konuşmaya gerek yok. Hepsi saklı cennetin peşindeydiler. Çıktıkları ana rahminin sıcaklığını genç taze bedenlerde arayan çoğunlukla parayı sonradan bulmuş, sahte de olsa ışıltılı bir kadının şehevi sıcaklığını tenlerinde hissetmek isteyenlerde. Hayvani yönleri çok olanlardı gelen erkek tipler genelde.

Pavyonda  çalışan kadın diyor ki “ben öyle masaya oturmam, patronun arkadaşlarıydı da ondan oturdum. yoksa para verenler için dans ederim o kadar.” 

Aynen tam olarak böyle gönüllü dansçılık yaptığınız, arada bir rica minnet masada tanımadığınız birileriyle sohbet ettiğiniz bir yerdir pavyon. 

2006 facebook duvar yazısı gibi şiirlerini, gizemli karaktere herkesin aşık olmasını ve diğer tüm her şeyi geçiyorum. Artık kadınlar ve kadına yönelik şiddet üzerinden reyting toplamanız çok onursuzca geliyor. 

Pavyon nasıl bir yer biliyor musunuz? bunun için 2012'de yayınlanan Uçurum dizisine bakabilirsiniz. Seneler geçti hala sahneleri aklımda. Zaten reyting bahanesiyle yayından kaldırılmıştı. 

Yılmaz erdoğanın derdinin de bir meseleyi anlatmak olduğunu düşünmüyorum. “seneler sonra televizyona iş yapıyorum” başlığıyla ünlüler geri dönmeye başladı. diğer platformların gerçekliği kalmadığı için olabilir mi? Bir şekilde şiir kitabı satmanız, para kazanmanız, yukarıda kalmanız gerekiyor. 

Zengin ailelerin sevgisiz büyüyen şımarık z kuşağı çocuklarını, erken yaşta evlendirilip kötü yola (!) düşmüş mutlu yuva hayali kuran genç kadın hikayesini, suçsuz yere içeride yatmış gizemli dostoyevski karakteri şair hocayı anlatmak işinize geliyor.

 Sevgi evlerinden kaçırılıp bataklığa çekilen kimsesiz çocukları, okul masrafını çıkarmak için pavyonda konsomatrislik yapan öğrencileri, pasaportlarına el konulan seks kölesi yapılan işkenceye uğrayan yabancı uyruklu kadınları, gıda alamayan ailelerin okulda bayılan çocuklarını anlatsanıza. metruk binalar, yalılar, villalar arasında geçiyor bütün hikayeleriniz. Arkaya verdiğiniz ağlak fon müzikleriyle, gerçeklikten bihaber işe yaramaz dertlerinizle, geçmişin meselelerine ve yöntemlerine saplanıp kalmış halinizle bir şairin şiirinde dediği gibi: 
“Korkak, kör ve sağır gibisiniz.”

Anlayacağınız pavyonlar idealize edilecek yerler değil. Duyar kasmanın anlamı yok diyenlere söyleyeceğim şudur: Kızın ya da bacın oraya düşerse duyar kasmayı görürsün.

Beddua etmek istemem ama pavyon özlemi içerisinde pavyon dansı öğrenmeye koşanlar bir gün kendilerini pavyonda raks ederken bulursa bu ilahi adaletten başkaca bir şey olmayacaktır. Kötülüğü eliyle, diliyle engel olmayı geçip hiç olmazsa  kalbiyle buğz ederek bile lanetlemeyenler başlarına hayran olup üzerinde tepindikleri derin acıları bir gün elbet derinlerinde hissedeceklerdir.

Son söz: Murphy kanundur: Hiç beklemediğin anda yersin tokadı. Hiç beklemediğin anda aldatılırsın. Hiç beklemezken gelir Allahın gazabı. İnsan tanrı ilan etmişken bulursun ölümün pençesinde kendini. Yaratıcının huyudur sonunda hep hatırlatır bidayeti olan her şeyin nihayeti olduğunu. Şüphesiz anlayanlar için bunlar ibretlik hikayelerdir.

Ayet: Hiç beklemediğiniz bir anda, size ansızın bir azap gelmeden önce, Rabbinizden size gönderilenin en güzeline (Kur’ân’a) uyun.
(Zümer-55)

Aforizma: Tekamül etmeyen, evrimleşmeyen her şey çürümeye ve yok olmanın karanlık sessizliğine mahkumdur..

Hakikat: Hakim savcılar zam beklentisindeymiş. Mehmet Şimşek Bakanım olduğu sürece ve enflasyonla mücadele sürdüğü sürece herkes maaşını aldığına şükretsin. Hakime savcıya niye fazla ek zam olsun; yerlerine geçmeye hazır binlerce hukuk mezunu var. Beğenmiyorlarsa avukatlık yapsınlar. Hem kamuda olacaksın hem maaş beğenmeyeceksin. Yok öyle yağma. Hükümet daha ne yapsın. Kimseye yaranılmıyor . Ayrıca bol para dönemi bitti. Lale devri bitti Kemer sıkma dönemi başladı. Artık kamu dahil her yerde tasarruf dönemi.

Not 1: ÖTV zammının tek amacı, VERGİ değildir.
DÖVİZ çıkışını kesmekte harika bir yöntemdir.
Merak etmeyin, 1 Egea'ya 1 Milyon TL veren, 2 Milyon TL de verir.

Not 2: CHP yönetimi 1 Nisan şakasını fena hissedecek görünüyor…. 3-5 isim partiyi, halkı değil kendi menfaatleri için resmen vatanı satıyor…. Bunun yansımasını 31 martta İmamoğlu’da, M.Yavaş’da yaşayacak görünüyor.

Not 3: Hırsızın büyüğü takdir, küçüğü tekdir görür.

Not 4: Tarihçi Arnold Toynbee, yirmi uygarlığın yükselişi ve çöküşü üzerine yaptığı analizlerden yola çıkarak şunu söyler:  Bir medeniyetin büyümesi ve canlılığı toprak ya da insanlar üzerindeki gücün bir fonksiyonu  değildir.  Ne kadar  kaynak alıp sattığımızla ya da tükettiğimizle de ilgili  değildir. Aksine, bir uygarlığın büyümesinin ölçüsü, artan miktarda enerji ve dikkati yaşamın maddi yönünden psikolojik, kültürel, estetik ve manevi yönüne aktarma becerisidir.

Not 5: ‘Şiddet, ona kulluk eden herkesi şeyleştirir’. 

S. Weil

Not 6: benzetiyorum seni birine
nasıl desem
kendinden ziyade kendime
yüzüne yansısaydı
pişmanlığı hatıraların
eksikliği tamamlanırdı
ziyadesi olmayan yalnızlıkların

kırıklarından sızıp duruyor
sessiz bir kalbin gürültüsü
özünü yitirmiş aşk
kalmış geriye görüntüsü

Not 7: Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor... (Nisa 58)

Şu bir cümlelik emri dinleyen devletler ihya oluyor, dinlemeyenler sefil...

Not 8: DAĞLARDAKİ binalar duruyor.

Demek ki, TARIM ARAZİSİNDE, tarım yapacaksın.

Ya da, düz kısım komple PARK olacak.

Şöyle İMAR çıkarmak çok mu zor? Zor demek ki..

Not 9: X (eski adıyla Twitter) odaları iyi oldu...
Hoş dostluklara yol açtı falan...
Doğrusu, fena halde "aldatıcı" bir liberal tartışma ortamı duygusu da veriyorlar.
Siyaset üzerine sadece siyasetçilerin konuştuğu uzun bir çağın bitimi bu...
Şimdi en azından herkes konuştuğunu sanıyor; on kişiye, yüz kişiye, bin kişiye de olsa, al sana nutuk, al sana vaat, al sana gelecek vizyonu, al sana dertleşme!..
Ama arkadaşlar, bana sorarsanız iş kötüye gidiyor!
Televizyon kanallarındaki "oyalayıcı" tartışmaları bu online sohbet odalarına aynen taşımanın ne âlemi var?
Kim daha iyi iktidarla veya muhalefetle dalga geçiyor gösterileri için bu sohbetlere ihtiyacımız var mıydı?
Hele büyük tarihsel, sosyal konularda bazen dinlerken beynim uyuşuyor: Bu kadar az bilgiyle, bu kadar az "ders" çalışmayla, bu kadar çok iddia, nasıl oluyor?

Not 10: Yâ Rab bana bir feyz-i kanâat ver ki
Nâmerde değil merde dahî eyleme muhtâc.

Not 11: Elimde bir veri yok, anketlere artık inanmıyorum, gözlemim şudur ki, diğer iller için bir şey diyemem ama İmamoğlu ve M.Yavaş ipi çok rahat göğüsler, İzmir’de de CHP rahat alır belediyeyi.

Not 12: Bugün bizi ‘insan’a gönülsüz kılan ne?...
-çünkü insandan çok çekiyoruz...
Ahlakın Soykütüğü Üstüne, Nietzsche

Not 13: Binde 1,1'den sonra nüfus artışı 2024 ile birlikte negatife dönecektir.
Demek ki neymiş?
Çocuk sahibi olmak ekonomiye bağlı. Kaynakları alayına betona gömerseniz bırakın 3 çocuğu, ülke hızla negatif nüfus artışına dönermiş.

Not 14: TCMB'den beklentiler çok yüksek. Isteniyor ki 600-700 milyar $ net rezerv olsun. Baraj kapağı açar gibi her ay piyasaya 15-20 milyar $ akıtsın, faizler %8-9 olsun, halk da hiç çalışmadan oturduğu yerden ithalatla ekmek elden su gölden yaşasın. Petrol ülkesi değil burası.

Not 15: Fed martta faiz indirmez. Nisan bence şu an %50-50. Eğer ola ki nisanı da pas geçerse mayıs banko. Piyasa şu an martta indirim geleceğini fiyatlıyor. Yanılgı içinde.

Not 16: yol kenarlarına biçimsiz bir şekilde üst üste gelecek şekilde ya da her boş bulunan yere asılan seçim afişleri vaatler, parti bayrakları kavşakları kapatırcasına; büyüklüklerini, güçlerini gösterircesine astıkları büyük büyük bayraklar ve afişler, kullandıkları dildeki kibir kokusu… Hepsi birden hiçbir şey konuşmadan hiçbir şey çözmeden sadece bir bilek güreşi müsameresinin çirkin yüzü olarak orada duruyorlar. Gözünü kaçıramıyorsun çünkü her yerdeler. Birçoğu aslında konu ciddi olmasa komik bile. Ama ortadaki hâl trajikomik. Hatırlamamak elde değil. Hatırlatmak için her şey var. Şimdi soruyorum kendi kendime bütün bu gürültü, görüntü kirliliği neyi gizliyor? Cevap belli. Bu dört-beş yılın dağıtımını kim yapacak? Ya halk buna ne diyecek? Onlara ne olmuş ki? Bir talepleri yok mu? Sence! Şimdiden kutuplar arası serbest uçuşa geçmişler bile. Kulakları duymaz, gözleri görmez ve hiçbir şeyi hissetmezler. Serbest düşüşe devam yani! Aynen öyle.

Not 17: Kahvede konuşan ihtiyarların içinde kıvrandıkları yoksulluktan şikâyet edip edip beş dakika sonra müsebbibine hayranlıklarını ifade edişlerindeki şizofrenik hâl bütün bu askıda kalan soruların cevabı gibi. Sosyal adalet, hak-hukuk, kent hakkı ya da diğer kavramlar istihdam adil paylaşım, şehirlerin güvenliği, insanca yaşam hakkı gibi konular hiçbir şey ifade etmez. Kimin umurunda daha iyi bir şehir, daha güzel bir yönetişim. Şimdi PR zamanı! Kim daha çok görünüyorsa, kim daha çok yapmayacağı projeleri ilan ediyorsa onun ardında oluşan kuyruklara bakmak lazım. Kimin umurunda şehirlerde yükselen beton yığınları, bir yerden bir yere varmak için heba edilen zaman, emek ve imkân. Şimdi neyi, kimi niçin seçeceğiz? Hangi düşüncenin hangi bakış açısının ortaya koyduğu yönetim modelini seçeceğiz? Var mı böyle bir şey? Gücün ve karar verme yetkisinin konumu, etkinin dağılımı, sosyal statü ihsanı, faaliyetleri düzenleyecek ve denetleyecek kurumlar var mı? Varsa nerde? Görünür mü? Ya da seçilenler halkı görür mü veya seçenler neyi, niçin seçtiklerini sorgular mı? Ortadaki kirliliğe bakarsanız zor!

Not 18: Erdoğan ve Bahçeli iktidarda kaldıkça, Türkiye’nin kalkınması ihtimali sıfır. Yerel seçimleri de kazanırlarsa, Türkiye’de rekabetçi siyaset biter.  Seçimler yapılır, ama kimse Erdoğan’ın kaybedeceğine inanmaz. Sandığa da gitmez, muhalif seçmen ilk fırsatta soluğu başka bir ülkede alır. Ya da kendini siyasetten dışlar, Boğaz’da, Kordon’da içtiği 2 duble rakı ve yediği kavunla mutluluk aramaya başlar.

Not 19: Tarihte dehşet yaratan ve pek çok felsefecinin hakkında yazdığı Lizbon depremi ile Auschwitz'i karşılaştıran Susan Neiman, ilkinin doğal felaket olarak insanın anlam duygusunun sınırlarında durduğunu söyler. İkincisi ise mutlak zalimliktir. 1755 yılında vuku bulan ve çok konuşulan bu depremin yarattığı gürültü ile diğerinin yarattığı sessizlik. Doğal ve ahlaki kötülük arasındaki ayrım. İnsanların akılcı normlara rağmen nasıl bu derece korkunç, akıl dışı işler yapabileceğine ilişkin sorular modern bilince aittir.
Geçtiğimiz yıl Şubat ayında hayatları dümdüz eden depremin özelliği ise doğal kötülükle ahlaki kötülüğü birleştirmesiydi. Aniden ayağınızın altından kayan bir toprak, yıkılan evler, altında kalan insanlar, 1755 yılının dünyasından çok uzakta yaşıyorlardı ve felakete yol açan şeyin doğadan çok insana ait olduğunu öğrenmişlerdi. Depremin, depremlerin yaşandığı ve yaşanacağı ülke için sıradışı bir şey olmadığını bilimsel raporlardan biliyorlardı ve inşaat sektörünün iktidarın çimentosuna dönüştüğü bu ülkede, hiçbir kurum tarafından yeterince denetlenmeyen evlere mahkûm olduklarını da.
Geçmişte yaşanan büyük depremlerde öğrenilmişti ki, binalar betonun yasalarına, çeliğin gücüne uyarsa ve projeler bilimsel kurallar dikkate alarak yürütülürse, insanlar hayatta kalabilirdi. Şiddetli depremleri çok az kayıpla atlatmayı başaran kentlerdeki mucizenin dayanıklı binalara ve akıllı kentleşmeye bağlı olduğu artık bir sır değildi. Korkutucu anın yaklaştığını bildirip acil önlem alınması gerektiğini haykıran yerbilim uzmanlarına bir çeşit Kassandra muamelesi yapan yönetimler, bize kendi seçimlerimizin nelere yol açabileceğini de gösterdiler.