Yaban nanelerinin kokusunda akan derenin kenarından
Ta dağlardan geldik coşku dolu çocukluğumla;
Önce ovaya indik sonra köylere sonra şehirlere ve başka şehirlere göç ettik
İklimler değiştirdik meridyenler değiştirdik
Ve hiç bir iklim ısıtmadı bizi hiçbir şehir mutlu etmedi bizi
Ve edemez de özlenen sıla ise çocukluğumuz ise,
Hep başa sararsın yürüdükçe güzelleşmeyeceğini anlarsın geleceğin...
İyi günlerin hayalinden çoktan vazgeçtik
Sarıldık geçmişin ne kadar güzel hatırası varsa
Serilsin önümüze talihin nimetleri ümidiyle
Dualarla geçti ömrümüz
Tanrıların vadisinde akışkan su olma hevesiyle
Harcadık ne kadar barutumuz varsa
Nil kenarında Musa’ya komşu olamadık yine de
Sıkıştık kaldık Fırat ile Dicle arasında
Bir şey de vaat edilmemişti
Öylesine bir bekleyişti
Bizimkisi bir umuttu işte…
Son söz 1: Soğan, peynir ve dana kıyma. Fiyatları seçim sonuçlarını etkileyebilecek mahşerin üç atlısı. Rekabeti engelleyen ve halkın aleyhine stokçuluk yapan perakendeciler, toptancılar ve iş adamlarına ait işyerleri için süreli kapatma, mala el koyma ve bahsi geçenler için gerekirse hürriyeti tahdit (hapis) cezaları getirilmeli gerekiyorsa. Hiçbir üretim kaleminde ve ayrıca MB M1 para arzında % 100 artış olmamışken, bunun yanında karkas et için ithal izni verilmişken bu fiyatlar niye!
Son söz 2: İlla milletvekili seçmeye devam edeceksek ki bence dijital dünyada gereksiz, siyasi partiler yasası değiştirilerek parti üyelerince (manipüle edilmesi kolay delegelerce değil) ön seçim zorunluluğu getirilmeli, halk kendisini temsil etmesi gerektiğini düşündüğü insanları ana seçimden önce belirlemeli ki; hem temsilci ile halk arasında organik bağ olsun hem de demokrasinin en önemli unsuru olan aktif katılım sağlanmış olsun.
Son söz 3: İnsanoğlunun hiçbir icadı para kadar fesat verici olmamıştır. Ve enflasyon kadar bir toplumu ahlaksızlaştıran, gelir dağılımını bozan, zenginlere fakirlerden servet transferine neden olan ve fakir çocuklarının fiziki ve ruhi dengesini alt üst eden, toplumun tuzu kuru azgın azınlığını daha da azıtan, mazlum yoksullara iliştirilmiş, yoksulları varsıllara, para baronlarına köle eden acımasız bir vergi türü ve tövbesi olmayan suç yoktur…
Not 1: Hatırlanan geçmiş, zamandan yoksundur. Bir aşkı, bir kitabı yeni baştan okur gibi ya da bir filmi baştan seyreder gibi yeniden yaşayamazsın. (M. KUNDERA / Bilmemek)
Not 2: Benim içimde, daima var olacağını zannettiğim birçok şey yok oldu.
Kayıp Zamanın İzinde, Marcel Proust
Not 3: Bir ayrım yapmak gerekirse, en sevgi dolu sözleri söyleyen kişi, gerçekten aşık olmayan kişidir.
Aşk Karşılıklı İşkencedir, Marcel Proust
Not 3: Konuşmalarımızın büyük bir bölümü ezberlenmiş sözlerden ibarettir.
Mahpus, Marcel Proust
Not 4: “Her aptal kendine hayran kalacak daha büyük bir aptal bulur."
Korku ve Titreme, Kierkegaard
Not 5: Elbette, ‘dava’ kıymetlidir.
Ama sattınız. Dava cebinizde artık.
Not 6: Her akşam yatarken manda yoğurdu. Manda yoğurdu hakikaten kalitedir çok iyidir. Onun içine Medine hurması doğrarım, 3 tane veya 5 tane. Ona çay kaşığı biraz kestane balı ve bir de içine yulaf ezmesi atarım. Bu dörtlüyü karıştırarak yer yatarım, şifa. Bakraç içinde geliyor, demişti bir zamanlar.
Not 7: İçinde var olduğumuz toplumda, değerler mi ön planda yoksa ilişkiler mi? Değerler toplumu, bireylerin ortaklaşa kabul ettiği kavramların bütünü olur. İlişkiler toplumunda bireylere, kavramlara biçilen değer, fiyatı üzerinden veya güce yakınlığı derecesinden gelir.
Değerler toplumu, sürdürülebilirdir de ilişkiler toplumu; çıkar ilişkileri bozulana dek ayakta kalacaktır. Tarihi, değerler toplumu dinamikleri şekillendirmiştir. İlişkiler toplumu ise menfaat üretilmediği noktada çökecektir.
Yığınlar bencildir. Kümeler; değer üretebildikleri sürece var olurlar. Bireyleri bencil yığınlar, kalıcı değer üretemezler. Kurnazdırlar. Nimeti alıp külfeti öteleme eğilimindedirler. Uğruna bedel ödenesi anlayış, toplumun çimentosu olur. Değerler kaybolduğunda toplum çözülür, çürür ve yok olur.
Not 8: Çok sık kullanılan “Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenirse diğerleri de yanlış gider” sözü de Bruno’ya aittir. Bu söz, başlangıçta yapılan bir hatanın, zincirleme olarak olumsuz sonuçlara yol açabileceğini ima eder.
Cuma günü dış ticaret rakamları açıklanınca Bruno’nun bu veciz sözü aklıma geldi. İhracat, şubatta geçen yılın aynı ayına kıyasla yüzde 6,4 azalarak 18.6 milyara inerken, ithalat yüzde 10,1 artarak 30.7 milyar dolar olmuş. Dış ticaret açığı ise yüzde 51.4 artarak 12.8 milyara dolara çıkmış. Türkiye yaptığı ihracat ile ithalatının ancak yüzde 60.7’sini karşılayabilir hale düşmüş. Oysa bir yıl önce Şubatta bu oran yüzde 71.4’tü.
Hükümet 2021 yılında uygulanan ekonomik modeli değiştirdiğinde amacı ihracatı desteklemek; cari açığı daraltmak ve bu yolla enflasyonu da aşağı çekmekti. Ama öyle olmadı. Enflasyon hızla arttı, dış ticaret rekor seviyede açık verdi, cari denge bozuldu.
Bruno’nun dediği gibi ilk düğme yanlış iliklenince diğerleri de yanlış gidiyor. Bizim vakamızdaki ilk düğme ise yanlış kur ve faiz politikasıdır.
Not 9: Yıllık enflasyon için ben de kendimden rakamlar vereyim. Zorunlu trafik sigortam 1 yılda 1000 TL'den 2910 TL'ye, en ucuz KASKO da 3300 TL'den 5760 TL'ye çıktı. 10 bin TL KASKO fiyat verenler var. Araba aynı araba, son 1 yılda hiçbir kazaya da karışmadı.
Bu ülkede insanlar üretmekten ziyade sürekli kredi çekip bir şeyler almakla ilgilendiği müddetçe kesinlikle hiçbir ürünün fiyatında bir düşüş olmayacaktır. Örneğin kıyma fiyatının yüksek olduğunu düşünenler bir zahmet hayvan yetiştiriciliği yapsın, bakalım kaça satacaklar kıymayı…
Not 10: TÜRKİYE AYLIK TÜFE
Enflasyonun düştüğü algısı doğru değil. Aylık enflasyon Aralık 2018'den bu yana 51 aydır hiç eksi gelmedi. Fiyatlar genel seviyesi sürekli arttı.
Son 20 yıllık birikimli enflasyon %1219.
Yani, 20 yıl önce 100 TL'ye aldığınız bir ürün bugün 1219 TL.
Not 11: ABD DIŞ TİCARET AÇIĞI
Ukrayna Savaşı nedeniyle Avrupa'ya yapılan petrol ve doğal gaz satışı ABD'nin dış ticaret açığını sıfırladı. Bir yıl içinde dış ticaret açığı -110 milyar dolardan neredeyse sıfıra düştü. ABD, S. Arabistan'ı geçerek dünyanın en büyük petrol üreticisi oldu.
Not 12: ABD ORTALAMA ÜCRETLER
(Enflasyon Bazlı)
ABD'de şu an ortalama ücretler saatlik 28 $.
1973'teki ortalama ücretin alım gücüne tam 50 yıl sonra tekrar ulaşılabilmiş. Neo-liberal ekonomi işçiye pek yaramamış.
Not 13: TÜRK LİRASI VE ARJANTİN PESOSU
2003-2008 arasının Türkiye özelinde bir başarı hikayesi olmadığı açık. Arjantin'de de aynı dönemde dolara karşı bir değer kazancı var. Sonraki süreç de benzer.
Havada dans eden bir uçurtma iseniz nereye gideceğinize siz değil rüzgar karar veriyor.
Not 14: Ekrem İmamoğlu göreve geldiğinde ilk iş şehrin altyapısına neşter attı. İstanbul'da son 4 yıldır can kaybına neden olan sel ve su baskını olmadı. Sele kapılan araç görüntüleri tarihe karıştı. Demek ki, isteyince ve çalışınca oluyormuş. Teşekkürler Eko Başkan.
Not 15: Kendi içine bakmaya cesareti olmayan herkesin yaşamı bulanıktır.
Not 16: Şimdi kimsenin kimseye ihtiyacı yok.
Belki bir fırtına ya da bir kasırga eserse herkes birbirine can havliyle tutunur.
Eskiden gelenlerin ayağının tozu vardı.
Şimdi gidenlerin ayağının tozu.
Biz kendimizi toplamadıkça kimse bizi toplayamaz artık.
İyi dağıldık iyi!
Not 17: İlk olarak, kapitalizmin yeni evresine damgasını vuran olgu düşük ya da negatif büyümedir. Ekonomik kalkınmaya ve büyümeye dayanan birikim modelleri, büyümenin olumlu sonuçlarının yukarıdan aşağıya bütün sınıflara yansıtılmasıyla bir “sınıflar arası uzlaşma” yaratmıştı. Siyasi partiler de büyüme koşullarında istihdam ve gelir artışı vaat ederek toplumun çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfının rızasını ve seçimlerde de oylarını aldılar. Kronik durgunluk döneminde ise siyasi partilerin (ne kadar adaletsiz de olsa) dağıtmayı vaat edecekleri yeni bir ekonomik kaynak üretilmiyor. Bu nedenle de sınıf uzlaşısının maddi koşulları ortadan kalkmış durumda. Hal böyle olunca siyasi partiler üretime dayanan yeni ekonomi politikaları değil, olsa olsa mali paketler öneriyorlar ve olsa olsa mali paketlerinde farklılaşıyorlar.
Büyüme olmaksızın ve kapitalizmin dinamizmini yitirdiği koşullarda siyasi partilerin seslenebilecekleri bir merkez de kalmadı. Seçimleri kazandıran şey de halkın çoğunluğunun maddi çıkarlarına yönelik politikalar üretmek değil, kime oy vereceğini hali hazırda bilen seçmenleri harekete geçirmek, katılım oranlarını arttırmak ve kararsızları kendi tarafına çekmek. Bunu destekler şekilde seçim kampanyaları da artık sokaktan ziyade sosyal medyada yürütülüyor.
İkinci önemli olgu, siyasi zorun sermaye birikimine yeniden dâhil olmuş olması. Riley ve Brenner’in “siyasi kapitalizm” olarak adlandırdıkları yeni birikim modelinde getiri oranının belirleyicisi piyasaya içkin unsurlar değil, siyasi güçtür. Devlet ihalelerini almak, özel vergi aflarından yararlanmak, köprü ve havaalanlarına verilen devlet garantileri ya da en kaba olarak, üstü örtülen yolsuzluklar gibi “siyasi vurgunlar”, bu yeni birikim modelinin en önemli mekanizmaları.
Siyasi zor ile artı değere el konulması aslında kapitalizme aykırı. Ellen Meiksins Wood’un birçok eserinde detaylıca dile getirdiği üzere siyasi zor ile artı değere el koyulması feodalizmin ayırt edici özelliğidir. Feodal lortların uyguladığı zor ve tehdit nedeniyle fazladan çalışan toprak kölesi durumundaki köylünün, çalıştığının bir kısmını vassala aktarması feodal sınıf ilişkilerinde görülür. Kapitalizmde ise siyasi iktidar sahiplerinin doğrudan uyguladığı zor geri çekilir ve işçi, sadece ekonomik zorla baş başa kalır. Piyasa, siyasi zordan azade bir alandır. İşçiler, kendi hür iradeleriyle (!) emek güçlerini satarlar ve karşılığında ücretlerini alırlar. Bu nedenle en bilineni Hayek olan liberal iktisatçılar tarafından piyasa “gönüllülük, özgürlük, rıza” alanı olarak kurgulanmaktadır.
Not 18: ster istemez aklımıza Millet ittifakı geliyor. Büyümenin azaldığı ancak artı değer oranının neredeyse geometrik olarak arttığı koşullarda, sermayedarın kârına hiç dokunmadan halka olsa olsa “ilerlemecilik” vaat edilebilir. İlerlemecilik, günümüzde devlet bürokrasisinin partizanlığı düşünüldüğünde azımsanacak bir durum değil. Ancak şu an devlet ihalelerini alan 5’li çetenin 8’li çeteye, 9’lu çeteye doğru genişletilmesi anlamına geldiği müddetçe de halkı kölelikten kurtarmıyor.
Not 19: Senin hasretin varken bu şehirde yaşanmaz..
Not 20: 1960’lara kadar aşırı zayıflık hiç moda olmadı. 60’larda İngiliz model Twiggy’nin moda dünyasında farklı bir akımın öncüsü olarak kabul görmesi, maskülen feminen tarzıyla kıvrımsız kadın bedeninin popülerleşmeye başlamasında ön ayak oldu. Bazı markalar çok ince modellerle çalışmaya başladı. Ayrıca, modellik her ne kadar ‘ideal beden şekline‘ sahip olmakla özdeşleştirilse de birçok marka, modellerin podyumda kıyafetleri taşırken askı görevi görmelerini tercih ettiği için özellikle kıvrımsız bedenlere sahip olmalarını ister. Yani, podyum mankenliği ince olmakla özdeşleştirilebilir ama sanıldığı gibi ‘ideal beden şekline‘ sahip olmak ya da çekici olmak anlamı taşımayabilir. Ayrıca, dünyanın en çekici kadınları arasında çok zayıf olmayan ünlülerin de olduğu göz ardı edilmemeli. Yani zayıf olmak, ideal beden şekline sahip olmak -ki ideal olan seneler içinde sürekli değişir- ve çekici olmak, birbirinden farklı değerlendirilmeli.
Not 21: Küresel rekabet iyidir; Türkiye gibi orta büyüklükte oyuncuların pazarlık gücünü artırır. El iyi oynanırsa Batı’nın bizim hassasiyetlerimiz konusunda duyarsızlıklarını da belli ölçülerde giderebilir. Öte yandan doğru hesap yapma yükümlülüğünü de ortadan kaldırmaz. Uzak Asya’dan gelen ‘beyaz atlı süvari’nin kendi hesapları var. Bir öpücükle uykudan uyanıp, gökten üç elma düşsün diye beklemek ancak masallarda olur.
Not 22: İnce 2018’i bırakamadı ama 2018’deki seçmeni onu çoktan bıraktı. Zaten o gece bırakmıştı ya, 2019’da Ekrem İmamoğlu, kendisinden türlü hukuksuzlukla gasp edilen seçimi aylarca kovalayıp Saray’ından da, Yüksek Seçim Kurulu’ndan da, kayyım valisinden de söke söke geri alınca, İnce’nin siyasi kariyerinin de mezarı oturmuş oldu. İmamoğlu’nun ilk kazandığı seçimin gasp edilmesinin ardından mücadele edip ikinci seçimi 800 bin oy farkla kazanması, “Adam kazandı“yla yenen kazığın büyüklüğünü gözümüze iyice soktu.
Muharrem bey, bu kopuşu anlamıyor. Anlamadıkça da kafasında kuruyor.
Şu anki -yine sosyal medyada gezinip orada tekrar toprak olacak- adaylığının tek motivasyonu, 24 Haziran 2018’de uğradığı hüsranın sorumlusu saydığı Kemal Kılıçdaroğlu’ndan intikam almak. Kılıçdaroğlu’nun ilk turda kazanmasına engel olup ikinci turda kendisine mecbur bırakmak. Herhalde o gün için ters dönmüş koltuğu hazırdır, ‘Hani fakir ve gururlu bir cumhurbaşkanı adayı vardı ya‘ tiradı için.
İnce, o gece Kılıçdaroğlu yüzünden kaybetmedi. İnce, o gece temsil ettiği insanların yüzüne bakmaktan kaçtığı için, o insanların çabasına sahip çıkmadığı için, “Adam kazandı” deyip ülke tarihinin o güne kadarki en adaletsiz seçimine meşruiyet verdiği için kaybetti. Siyasi kariyeri, Kılıçdaroğlu öyle istediği için değil, iradesizlikten öldü. Bunu anlamıyor, anlamadıkça işin suyunu çıkarıyor. Kabak tadı veriyor.
İnce, o gece Kılıçdaroğlu yüzünden kaybettiğini sanmıştı, şimdi ise aday olarak Kılıçdaroğlu’nu trollediğini sanıyor. Kaybettiği siyasi bir mücadeleyi kişiselleştiriyor, kişiselleştirdikçe de bencilleşiyor.
14 Mayıs’ta biz ülkemizi geri almaya çalışacağız. Tarih o gün kimin nerede durduğunu silinmez kalemle yazacak.
Not 23:Haritamda caddeyi ürpertiye açacak
bir kaç kaçıktan başka nirengi noktası yok.
Açıkça gösteriyor haritam farkı nedir
bir cenaze kalkarken yağan yağmurun
bir hükümet darbesinden sonra yağan yağmurdan.
Yağmalar belli ki kim bulsa defineyi, umurumda mı
ben kalbime döneceğim fokurdayıp pörtlemek için
hep fokurdak ve pörtlek kalacağım kalp içinde
canı sıkkın kızların yüzlerinden
döşünden ahı kalmış delikanlıların
dünyaya habire pörtleyeceğim
evlerin olanca tınısı dindiği zaman
kısıldığı zaman bütün şarkıların kanatları
fokurtum dokunacak herkese yedi ırkın kavşağından.
Yahudi değilsem bile
bende Yahudalık da mı yok-
Kimi öptüm de kurtuldu çarmıha çakılmaktan?
İ. Ö.
Not 24: Hiçbir şey söylemeyen sözlere varmak için/ Bütün sözlerin söylenmesi gerekti..
Not 25: Allah Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir gün dünyevî isteklerinden dolayı hanımlarına gücenmiş ve onları te’dîp etmek amacıyla yanlarından ayrılarak inzivaya çekilmiştir. Bu gören Ashab-ı Kiram, Peygamberin hanımlarını boşadığını zannederek derin bir üzüntüye kapılmış ve şehir bir anda sessizliğe bürünmüştür. Bu acı haber Müslümanlar arasında hızla yayılınca Ömer (Radıyallahu Anh) olayın aslını öğrenmek için Peygamberin yanına gitmiş ve O’nu (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), basit birkaç eşyadan oluşan odasında bir hasıra yaslanır vaziyette bulmuştur. Yaslandığı hasırın yanağında iz yaptığını görünce bir hayli müteessir olan Ömer (Radıyallahu Anh), Peygamberin sade hayatı ile Kisrâ ve Kayserin müreffeh hayatını kıyaslayarak ağlamaya başlamıştır. Ve Resulü Ekrem, bir duyanın bir daha unutmadığı o vecîz sözünü tam bu esnada söylemiştir: “İstemez misin ya Ömer, dünya onların ahiret de bizim olsun?”
Not 26:
“Kemdürür (Daha kötüdür) yoksulluktan nicelerin varlığı,
Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı.”
Yunus Emre Hazretleri
Not 27: Diken sitesinden Bilal Çelik, Diyanet’in Alo Fetva hattına seccadeyi sormuş.
Görevli hocanın cevabı kitabın ortasından, dört dörtlüktü.
Hurafecilerin elinden, kullanmak için kutsallaştırdıkları silahı almış. Seccade istismarına geçit vermemiş. Diyor ki:
“Seccade sermek gerekir mi? Hayır gerekmez. Bütün yerler insana mescittir. Mesela temiz topraktır, gidersiniz toprağın üzerinde direkt namaz kılarsınız. Yani seccadenin özelliği, kutsiyeti yok. Temizlik için kullanılan, elbiselerimiz gibi bir şey.”
Zaten 14 Mayıs’ta, kimin daha dindar olduğunu, kimin âhiretimizi kurtaracağını seçmeyecek millet. Bu dünyada memleketi kim daha iyi, adil, dürüst, hak ve hukukla yönetir? Haksızlığa, yalana, iftiraya kim yüz vermez? Kim ayrımcılık, kayırmacılık, yolsuzluk yapmaz ve yaptırmaz? O siyasetçi seçilecek.
Sandıkta hesabı sorulacak şey de seccadeye kazara ayak basmak değil. Öyleymiş gibi gösterildiğine bakmayın siz.
Not 28: 3 Mart 2022'de;
"2023 Haziran seçimlerine de tek haneli enflasyonla gireceğiz" diyen bakan şimdi; "enflasyon, attığımız isabetli adımların etkisiyle düşüşe geçmiş, Mart 2023 itibarıyla yüzde 50,5 seviyesine kadar gerilemiştir" demiş.
Özür dileyeceğine başarısını anlatıyor.
Not 29: Yangından mal kaçırmak hızıyla yapılan çeviriler, düşüncesizce, bilgisizce takılan adlar...
Bunlardan birkaç örnek: Medeni Kanun ve Medeni Nikâh.
Bu sözleri bugün hepimiz hayatımızda, üniversitelerimizde, mahkemelerimizde hiç düşünmeden bol bol kullanmaktayız.
Oysa yakın tarihi bin yıla yaklaşan bir toplumda, herhangi bir kanun değişmesini böyle adlandırmak için insanların milli onurdan, tarih anlayışından yoksun düşürülmüş olması gerekir. Medeni kanundan önce biz barbar bir toplum mu idik? Hiç mi kanunumuz yoktu. Varsa, kanunlarımız medeni mi değildi? Buradaki "medeni" kelimesi hangi toplumlara göre kullanılmaktadır ve dünyada medeni ve medeniyet tek midir? (KEMAL TAHİR / Notlar-1)
Not 30: Çaresizlikle baş etmenin yollarından biri de gerçekliğin inkârı... Artık dünya nasıl bir çaresizlikle baş başa kaldıysa bu çağa ‚hakikat sonrası‘ adı veriliyor. Hepimizin içinde, onaylanma, sevgi ve korunma bekleyen bir çocuk var. Bebekler üzerine yapılan araştırmalar, onaylanma ve sevginin besin kadar hayati bir öneme sahip olduğunu gösteriyor. Sosyal medyada ‘like‘ dilencisi gibi hissetmek boşuna değil. Eğer bu ihtiyaçlar karşılanmazsa ortaya çıkan acı ve korku çaresizliğe, çaresizlik de fantezilere ve kendilik nefretine neden olabilir.
Bu çaresizlik ve neden olduğu fanteziler, son dönem yerli TV dizilerinde de oldukça zengin bir biçimde sunuluyor. Herkesin herkese ‚atar‘ yapması ve anlaşılamamakla ilgili şikâyetler izleyenlerin fantezileriyle ilişkili. Herkes içindeki kurbanla yüzleşme derdinde. Arno Gruen‘in ‚Demokrasi Mücadelesi‘ adlı kitabında yazdığı gibi, "Zaman daralıyor. Yaşamdan yana olan herkes birlik olmalı ve iç kurbanın püskürtülmesi için tüm insanlara onurlu bir varoluşu garanti etmeyi görev edinmeli.“
Not 31: Özlem, hep her şeyi ister. Bir şeyde her şeyi; birisinde herkesi...
-- Uzak, Oruç Aruoba
Not 32: Gerekli olanı isteme, zararlı olandan kaçınma duygusu olmadan, bir şeye doğru yönelme ya da bir şeyden uzaklaşma dürtüsü, hedefin değeri hakkında bilgili bir değer biçmenin eşlik etmediği bir dürtü bulunmamaktadır insanda. Biz daha en başından mantık dışı ve bu yüzden adaletsiz varlıklarız ve bunu bilebiliriz: en büyük ve en çözülemez uyumsuzluklardan birisidir bu varoluşun.
İnsanca Pek İnsanca 1 Nietzsche
Not 33: Bir yabancı dili yarım yamalak konuşan biri, iyi konuşan birinden daha çok zevk alır bundan.
Keyif yarım bilgilidedir.
İnsanca Pek İnsanca 1 Nietzsche
Not 34: Kendine açıkça büyük hedefler koyan ve sonradan kendisinin bunlar için zayıf kaldığını gören birisinin, genellikle bu hedeflerden açıkça vazgeçecek gücü de yoktur ve sonra kaçınılmaz bir biçimde bir ikiyüzlüye dönüşür.
İnsanca Pek İnsanca 1 Nietzsche
Not 35: Sevilme talebi, kendini beğenmişliklerin en büyüğüdür.
Not 36: bir şiir bir mısraı için okunur; yüzlerce kötü örneğini denemeksizin iyi bir insanı, iyi bir kitabı, iyi bir filmi bulmanın olanağı yoktur.
Not 37: Allahtan (c.c), kitaptan, vatandan ve ahlaktan dem vuran adamın ne dediğine değil, ne yediğine bak, çünkü dediği iddia, yediği ispattır.
Not 38: iktidara yürüyüş yürek (samimiyet) ile olur.
iktidarda kalış akıl (itidal) ile.
iktidardan düşüş küstahlık (kibir) ile.
Not 39: bir ülkenin yurttaşlarına sunduğu yaşam kalitesi sürdürülebilir olmadığında orası yurt olmaktan çıkar, yer olur.
Not 40: İdeolojiler çöküyor, dinsel yapılar yüzeyselleşiyor ve işlevlerinden sapıyor, siyasal yapılar ve sınıflar yozlaşıyor, hukuksal yapılar güven kaybına uğruyor. Mesafeler açısından da tablo tuhaf.
Ekonomik kriz, başladığı yeri vurmuyor; tam aksine, işbölümü içinde yarı çeper ve uzak çeperleri etkiliyor.
Hegemonik güç ABD’nin 1970 ve 1980’lerde başlattığı, sebep olduğu ekonomik kriz, ilk olarak Sovyetler Birliği ve onun vassal devletlerini çökertti. Latin Amerikaları, Asya’yı perişan etti. Ama bunlar ârızî sayıldı. Finansal şişmelerle gemiler yüzdürüldü. Nitekim dünyâ 1990-2008 arası ekonomik olarak yakın zamanların en güzel günlerini yaşadı. Arada, meselâ türev piyasalarında ve teknoloji piyasalarında yaşanan krizler arızî sayıldı ve finansal genişlemelerle savuşturuldu. Hatta, 2008 konut piyasasında yaşanan krizi de aştık ve 2009-2019 arasında durumlar yine düzelmiş göründü. 1990’larda Sovyetleri vuran kriz, şimdilerde başladığı yere, merkeze, yâni ABD, AB ve Japonya’ya ulaştı.
İşte tehlikeli olan da bu. Ekonomik krizler merkezleri vurmaya başladığında anlaşılıyor krizlerin ârızî değil sistemik olduğu. O zaman da iş işten geçmiş oluyor…
Not 41: ‘İktidar tekrar kazanır’ diyenler için yazıyorum.
Bakın son seçimlerde alınan oylardan sadece %1,4’lük bir karşı geçiş bile iktidarın değişmesine yetiyor.
Şimdi düşünün; 2018’den bu yana iktidarda oy artışı mı vardır, yoksa oy düşüşü mü?
Döviz, işsizlik, hayat pahalılığı, akaryakıt, konut fiyatları, kiralar, deprem, mülteciler…
Tablo bu kadar netken tarihi hezimet kaçınılmaz.
Not 42: Akıl hastanesinde bir hasta kendini tavana baş aşağı asarak "Ben ampul oldum" diyor ve kimse de onu indiremiyormuş
Konu başhekime intikal ettirilmiş. Başhekim; "Gidin ona elektrik kesildi, artık bir işe yaramazsın, in oradan diye ikna edin" talimatı vermiş
Bir süre sonra görevliler tekrar başhekime gelmişler: Efendim onu ikna ettik, inecek! Fakat bu kez de etrafında toplananlar, ‘karanlıkta kalacağız’ diye indirmemize izin vermiyorlar.