Dünyanın düzeni basittir aslında, eğer sadece insanları düşünecek olursak.

Mal ve hizmet üretenler var, bunları satın alanlar var ve görevi bu alışverişin düzgün gitmesini sağlamak olan hükûmetler var.

Bu düzenin lokomotifi büyümedir.
Üretenler daha çok mal ve hizmet üretecek, tüketiciler ihtiyaçları olsun olmasın bunları satın alacaklar.

Ve bu alışveriş muhakkak artarak çoğalacak.
Yangının yangını beslemesi gibi, karşılıklı bir etkiletişimle ha babam birbirlerini büyütecek.
Nüfus da çoğalmalıdır, çünkü ne kadar çok tüketici olursa mal ve hizmete talep o kadar büyük olur. 

Üretim ve talep azaldı mı veya buhran günlerinde olduğu gibi birçok üründe talep ortadan kalktı mı, bacadan süzülen bir cadı gibi, içeri kriz girer.

Ölülerin cüzdanı yoktur. 

Yaşayacaksınız ki satın alasınız.

Amerikan ekonomisinin yüzde yetmişini tüketim meydana getirir.

Dünyanın gerisi de Amerikalılar gibi tüketmek ister.

Bu düzenin tanrısı para, tapınağı banka, dini doymazlıktır.
Dünyada zenginler dâhil, daha çok para sahibi olmak istemeyen insan yoktur.

En güçlü virüs bu istektir. Covid-19 pandemisi ve depremler bile bu virüsü öldüremedi ve öldüremez.

Eğer dünyanın kaynakları sonsuz olsaydı bu para düzeni işleyebilirdi. Ama değil. İnsanlar çoğalırken dünya azalıyor.

İklim felaketi ve doğanın hızla yok oluşa yönelmesi bunu gösteriyor. 

Bunu devletler görüyor ama hiçbiri kılını kıpırdatmıyor. Çünkü hükûmetler mal ve hizmet üretenlerin, yani zenginlerin güdümündedir.  
Hiçbir felaket de zenginleri para yapmaktan alıkoyamaz. 

Bu düzeni değiştirebilecek bir tek şey var: Sekiz milyara dayanan insan nüfusunu 1-2 milyara indirecek  deprem, sel, Covidden daha öldürücü ve yayılımcı bir salgın  veya benzeri sonuç verecek bir olgu.

Ama huylu huyundan vazgeçmediği için o bile fark yaratmayabilir derseniz, haksızsınız diyemeyeceğim. Nuh tufanından sonra insanlığın geldiği nokta ortada. Deprem gibi büyük felaketlerin üzerinden kısa süre geçince insanların insanlıktan çıkıp daha da azgınlaştığı gözlemlenmiş çoğunlukla.

Son kertede, insan kendini yok etmeye adamış bir yaratıktır.

Son söz: Umut dikenli bir gül gibi. Yakından koklamak acıtır. 

Tadımlık: Ölü şehrimin insanları, ölü şairler gibidir
Çünkü şairler gibi şehirlerin de ülkede
Öldükten sonra değeri bilinir; köşedeki mobilyacı
Alt kattaki musluk tamircisi, yan sokakta
Yorgancı, ancak öldükten sonra benimsenir.
Çünkü ölü şairler bu ülkede, anca öğrenilir
Çünkü ölü şehirler bu ülkede, ölü şairlerle
Dalında kuruyarak olgunlaşan kiraz, erik, elma gibidir.

Utanç: Sana sağlık sunması gereken hastaneler birer ticarethaneye dönüştü… Bunun adına da sağlıkta devrim dediler…. O bebelerin günahı sadece katillerinin değildir.

Bazen düşünüyorum da Türkiye gibi çürümüş bir toplumdan bu kadar sayıda iyi insanın çıkması bile bir mucize. Nasıl bir fanusta yaşadıysak pek çok kötülükten haberimiz bile olmamış. Belli bir yaşa kadar başımıza bir şey gelmeden ulaşmamız bile anormal aslında...

Yenidoğan çetesi, yoğun bakım mafyası; adına ne derseniz... Bebek hastaları, anlaştıkları özel hastanelere yönlendirerek SGK'yı ve hasta yakınlarını dolandırmışlar. İstanbul, Çorlu ve Tekirdağ'da.

Öğrendikçe düştüğümüz dehşet artıyor, detaylar korkunç.
SGK'dan fazla para almak için, yenidoğan ünitelerinde bazılarını fazladan yatırmışlar. Bazılarını, gerekmediği halde yoğun bakıma almışlar. Bazılarına doktorsuz ünitelerde yanlış, yetersiz müdahale edilmiş. Bazılarının durumu olduğundan ağır gösterilerek faturalar şişirilmiş...

Haksız kazanç uğruna bebeklerin hayatlarıyla oynamış, 10'unun ölümüne sebep olmuşlar. 
22'si tutuklu 47 şüpheli hakkında, 494 sayfalık iddianame hazırlandı. 

112 Acil Çağrı Merkezi ve şehir hastanelerinden özele uzanan bir şebeke kurulduğu anlaşıldı. Birlikte çalışıp kirli kazancı kırışmışlar.
Skandalın yıktığı perde şu:
Yenidoğan yoğun bakım yatak sayısı, devlette 4 bin 738 iken özelde 7 bin 248. Neredeyse iki katı.
Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 2022 sonu rakamları bunlar.
Devlet hastanelerinde böyle bir açık olmasa özele sevk ederek kirli para kazanmak için öyle bir çete yine kurulur muydu?

Bütün alanlarda, neresine el atsanız biz utanmazlık listesi çıkacak kadar kanun, nizam, ahlak dinlemeyenlerin listesi çıkıyor. Bırakın hepsini, dünyanın neresinde kendisine “devlet” diyen bir yapıda “yenidoğan çetesi” olur? Onlarca hastane, onlarca doktor bir araya gelip daha bebek yaşta çocukların hayatı üzerinden hırsızlık yapar da bu aylarca farkedilemez. Nerede olur, nasıl olur?

Sadece kötülüğü yapanların değil, denetim görevini yapamayanların da çürüdüğü bir düzen… Sokaklarda elde silah çatışanların, mafya kabilelerinin cirit attığı düzen de bunun uzantısı, deprem ihalelerinde bile onbinlerce ölümün üzerinde kurulan ihale şebekeleri de… 
Okullardaki en önemli problemin, müfredat zayıflığı, öğretmen kalitesi ya da laboratuvar eksikliği vesaire değil de kapı önlerinde kurulan uyuşturucu istasyonları olduğu düzenden bahsediyoruz. 

Sözümona emniyetin uçanı kaçanı yakaladığı, bilmem şu kadar sosyal medya hesabını, şu kadar telefonu aynı anda takip ettiği, bununla da övündüğü ortamda oluyor bunlar. Çürüme alttan alta hastalık gibi yayılmış, örgütlü örgütsüz suç hayatın olağan akışının parçası olmuş; haberler peş peşe patladıkça toplumun şaşırma duygusu bile kaybolup gitmiş. Halimiz budur…

Biz de bu acınası hale, “Anadolu irfanı… insanımızın feraseti… büyük millet, güçlü devlet” sloganlarıyla alkış tutmaya devam ediyoruz. Hangi “irfan”da başkasının hakkına girmek var, hangi “büyük devlet” gözünün önünden sürüler halinde geçen kötülük katarlarını çaresiz izler?

Hacivat'ın, Karagöz'e söylediği kapanış repliğiyle noktalayayım bari:
"Yıktın perdeyi eyledin viran/ Varayım sahibine haber vereyim heman."

Not 1: Gözyaşı gibi mukaddes
öylesine aklıma düşüşün..

ayrılığın habercisi bir ses
yankılanıyor içinde
bilinmez bir düşün..

direnir unutkanlığıma her nefes
ruhumu derdest etmiş gülüşün

döngüye kapılmış bir heves
“ister unut” der bana “ister düşün.

Not 2: Konut alımıyla ilgili çok soru geliyor.
Oturmak için alacaksanız hemen alın.

TCMB başkanı ve başkan yardımcısının beklentilerinin tersine ben kira enflasyonun düşmeyeceğini düşünüyorum.

Peşin parayla mı yoksa taksitle mi alayım diyenler eğer peşin paraya iyi bir indirim alabiliyorlarsa (%20 ve daha fazlası) peşin parayla alsın. Yoksa faizler %2'nin altındaysa krediyle alsın. %2'den fazla faizle almasın.

Yatırım için peşin veya krediyle Türkiye'de tavsiye etmiyorum. Ev sahibi düşmanı anlayış devam ettiği sürece böyle.

Not 3: Fahiş internet zamlarına bir şey yapamayınca marketle, fırınla uğraşıyorlar.

Ticaret Bakanlığı, ekmek fiyat tarifesini aşan uygulamalar yapan işyerlerine 100 bin TL’den bir milyon TL’ye varan tutarlarda idari para cezaları uygulanacağını duyurdu.

Not 4: Yeryüzünde gizemli olmayan hiçbir şey yok, ama gizem bazı şeylerde öbürlerinde olduğundan daha belirgin: Denizde, yaşlıların gözlerinde, sarı renkte ve müzikte... (J. L. BORGES / Atlas)

Not 5: İnsan şehirde yüz yıl yaşar da, çoktan ölüp çürüdüğünün farkına bile varmaz.

Not 6: Sokaklar ve ekranlar, ‘Ben!’ diye ünleyen insanlardan geçilmiyor. Bazı insanlar, kendisinde hep övünülecek, başkasına tahakküm edecek, başkasının hayat ve zamanından çalacak bir üstünlük yanılsamasıyla yaşıyor. Gürültülü egolar. Hep dikkat ve ilgi peşinde koşan, hep alkış ve onaylanma isteyen, gürültücü egolar.

Daha sessiz egolara ihtiyacımız var.  “Sessiz ego” kavramı benliğin daha benmerkezci ve potansiyel olarak yıkıcı yönünü ifade eden, onaylanma, baskın olma ve sürekli ilgi görme ihtiyacıyla hareket eden gürültülü egoya  zıt şefkatli bir öz kimlik olarak tanımlanır. Gürültülü bir ego, iyiliği gözetmez, varsa yoksa kendi sesinin diğerlerini bastırmasının derdindedir, empatiyi köreltir ve tekâmülü engeller. 

Buna karşılık sessiz ego, ötekinin sesini de dikkatle dinleyerek, kendini başkalarının hikayelerine de samimiyetle açarak ruhsal büyümeyi teşvik eder. Hem kendine hem de diğer varlıklara şefkati öne çıkarır. Her varlığın birbirine bağlı ve bağımlı olduğunu söyler.  Sessiz ego ne aşırı derecede kendine odaklıdır ne de aşırı derecede başkalarına odaklı, benliğini kaybetmeden başkalarını da içine alan bir özkimlik inşa eder. Egonun sesi kısılır, böylece hayata daha insancıl ve şefkatli bir şekilde yaklaşma çabası öne çıkar. Kişi böylece  kendini olduğu kadar başkalarını da dinleyebilir. 

Sessiz ego yaklaşımı, benliğin ve başkalarının çıkarlarını dengelemek ve birlikte büyüyüp serpilmek derdindedir. Sessiz ego yaklaşımının amacı, benlik duygunuzu kaybetmek ya da başkalarının saygısına olan ihtiyacınızı inkar etmek değil, kendinize ve başkalarına karşı daha az savunmacı bir duruş sahibi olabilmektir. Benliğinizi kaybetmeden veya narsistik kazanma gösterilerine ihtiyaç duymadan başkalarını da kapsayan otantik bir kimlik geliştirebilirsiniz. 

Sessiz bir ego, kişinin kendi sınırlarını kabul ettiği, egosu tehdit edildiğinde sürekli savunmaya geçme ihtiyacı duymadığı ve yine de sağlam bir öz-değer ve yeterlilik duygusuna sahip olduğu sağlıklı bir öz-saygının göstergesidir.

Keşke, her birimiz egolarımızın sesini azıcık kısabilseydik. Kemal Sayar

Not 7: Karşılıklı bağımlılık teorisine dayalı dünya düzeni ve rekabete dayalı piyasa ekonomisini çok arayacaksınız. Irkçı ve popülist siyasileri tercih ederek insanoğlu bindiği dalı kesiyor.

Not 8: sandım ki kalbim yerinden 
çıkacak bu dünya hengâmesinde!
ben yunus değilim, bu tufan beni yutar
ben ibrahim değilim, bu ateş beni yakar.

Not 9: Haset etti Nemrut beni yaktığın ateşe 
Ey Sanemim, söndürmeye İbrahim mi gerek….

Not 10: “Çocukluğumuzun büyük kısmı fotoğraflarda değil, bazı bisküvilerde, gün ışığında, kokularda, halı dokularında saklıdır.”

Alain de Botton

Not 11: "Kendi içinizin derinliklerine inin, çünkü kazmaya devam ederseniz her zaman akmaya hazır bir iyilik pınarı vardır."

Marcus Aurelius, Meditasyonlar

Not 12: “Ve ateş gibi Batı gittiği yeri yakar 
Ruhunu kezzaba batırır insanın 
Artık insan onursuz ve idealsiz 
Yıllarca ve yüzyıllarca 
Amaçsız donmuş kalakalır 
Tanrı yardım etmezse 
Diriliş ne güç! 
Batı, ateş ve duman
Rus, kızıl buz 
Hint, boğucu su, 
Çin yutan kum çölü 
Tanrım, müslüman ne korkunç âfetlerle çevrili!"

Alınyazısı Saati/Sezai Karakoç

Not 13: sonbahar, kışın ardındaki ilkbaharı
müjdelerken renkleriyle..
başım dönüyor ruhuma üflenen o
muazzam aşkın iniltileriyle..

ne sonbahar, ne ilk aşk; ne son aşk, ne ilkbaharsın..
dökülen yapraklarıma ağaç,
boynu bükük sessizliğime kucaksın..
ey uykularımın kayıp çıkmazı!
günüm gecemden rüyalarımı alıp
kucağında uyansın..

Not 14: Sayın Şimşek için ekonomist deniyordu ancak mucit olduğunu da görmüş olduk.
Göreve geldiğinden beri geçen yaklaşık 16 ayda ne kadar çok yeni vergi, verginin vergisi ve harç icat etti kendisi.

Not 15; Arjantin dolarzisayona geçiyor. İlk aşamada Arjantin Merkez Bankası bankaların ABD Doları debit kart çıkartması için çalışmalarına başladı. Yıl sonuna kadar alışverişlerde dolar kullanmak için kartların çıkmış olması bekleniyor.
Milei dolarizasyon sözünü tutacak gibi görünüyor.

Arjantin'de aylık enflasyon %3,5'e düştü ancak Arjantin dolarizasyona kademeli geçerek halka güven vermeyen parasını değiştirecek. Arjantin artık kendi parasıyla güven vermeyeceğini anladı. Güven verecek yeni bir paraya ihtiyacı olduğu kesin. Bunu sağlamanın farklı yolları olabilir lakin ABD dolarına geçmek de bir çözüm.

Not 16: Halkın cebindeki para damadın cebine aktarılıyor; halk fakirleştikçe damat, dünyanın sayılı zenginlerinden biri haline geliyor.

Biri itiraz edecek olsa adına “ülkeyi savunmak” diyorlar.
Üstüne bir de alkış alıyorlar!

Bambaşka bir şey, muhteşem ötesi bir soygun düzeni!

Not 17: Son dönemdeki bazı vergi/harç/katkı payı düzenlemeleri (mesela yurt dışı çıkış harcının 500 TL’ye çıkarılması, kredi kartı limitine göre 750 TL katkı alınması vs.) alt gelir grubunu kollayan fakat en üst gelir grubuna da pek dokunmayan uygulamalar.
Olan orta sınıfa oluyor.

Not 18: "Sözvermenin bütün ağırlığını taşıyan, düzenleyici gücüdür. Her bireyin, her topluluğun başödevi dünyayı yaşanır bir düzene ulaştırmaktır. Çabalar hep bu amaca yönelmiştir. İşte sözverme hep bu çabaların içine örülmüştür; bu çabaların çoğu sözvermeden başka bir şey değildir. Böylelikle insan, yaşama koşullarına kendi dileklerine uygun bir kılık kazandırmaya girişir. Verilen söz bir varoluş yöntemidir. Nasıl varolacağını verdiği sözle belirler insan. Söz, varoluşun kesinliğidir. Belli, pek belli bir yaşama kararını dile getirir söz; ya da bir kararı belli eder, pekiştirir. Sözveren açıkça demese de, sözvermesiyle, sözvermesinde şöyle der: şunu yapacağım; herşeyimle çalışacağım buna; yapmaya da başladım bile. Bir yolculuktur sözverme: verilen söz gidilen yolu çizer. Ondan, bir yaşama tasarısı, bir yapıp etme taslağı gözüyle bakılabilir sözvermelere. Tasarılar olmadan da yürümez hiçbir iş. Neyi nereye koyacağını daha önce düşünüp tasarlamadan ev dikmeye kalkışanın oturulur bir evi olacağını ummam."

Dilin Gücü/Nermi Uygur

Not 19: Cevdet Akçay rekabetçilik için düasyonun çıkmaz sokak olduğunu söylemiş. Aylardır burada aynısını yazıyorum. Türkiye rekabetçilik için beşeri sermayeye yatırım yapmalı. Emek sömürüsü üzerinden rekabetçilik köleliğe götürür.

Not 20: Bir akrabam trafikte eşini bıçakla tehdit eden, arabasını çizen adamı şikayet etmek istemiş.

Polis: “Onlarca suç kaydı vardır, şikayetçi olursanız adresinizi öğrenir, eşinize zarar verebilir; kasten yaralamada duyu/organ kaybı olmazsa hapse girmez.” demiş.

Şikayetten vazgeçmiş.

Not 21:  Sayın Şimşek’e önerimdir:

Kredi kartlarından 750 tl, oyuncaktan 100 tl vs uğraşmayın.

AKP elitleri özel uçaklar ve VIP geçişlerle milyonlarca dolarlık altın kaçakçılığı  yapıyorlar.

Bir kiloda 4500 dolar kazanıyorlar. Her seferde milyonlarca lira cepte.

Gerçi siz sistemi zaten biliyorsunuz ama ben hatırlatayım istedim..

Not 22: Kızını 100 bin TL ile torpille işe başlatan Mustafa Destici:  "Limit düşürmek isteyenlerin kartlarını iptal edin!"…. Allah adaletiyle müsemma eylesin.

Not 23: Deniz Zeyrek:
Gideceğim, kredi kartı limitimi 99 bin 999 liraya düşüreceğim ve vermeyeceğim bu 750 lirayı!" 
"Ey Destici, ben senden daha çok Türk'üm! Ben senden daha çok vatanseverim!" 
"Buna rağmen vermeyeceğim çünkü salak değilim!
Gerekirse kredi kartımı kapatacağım.

Not 24: Halk Tv haberine göre Mersin’de bir kadın, pasaport için biyometrik fotoğraf çektiriyor,fotoğrafı  beğenmiyor,hakim olan kocasına "Bunlar benim fotoğrafımı çekemediler" diye   şikayet ediyor. Koca  soruşturma başlatıyor, fotoğrafçıya yurt dışı yasağı koyuyor.

Not 25: Özgür Özel çok güzel halı dokuyor. zeytin toplama işinde de gayet başarılı. nar, muz, ayva demeden her türlü festivale katılıyor. küçük bir kusuru var sadece: siyasetten anlamıyor. siyasi parti başkanlığı ne eğlenceli iş. geçim derdi yok, gam yok, tasa yok. haftada bir din, bayrak, atatürk diye esip gürle. anadolu'da bir köy pazarında yerel kıyafetler içinde poz ver. fındık, fıstık festivaline katıl. bir kutlama mesajı, iki taziye mesajı. yan gel yat.

Not 26: Yıllardır yerli ve milliyiz ayağına yatan AYDIN DOĞAN’ın kızları Hanzade Doğan, Vuslat Doğan Sabancı, Begüm Doğan Faralyalı, Arzuhan Doğan Yalçındağ ve Işıl Doğan sahibi oldukları http://Hepsiburada.com’u Kazak şirket Kaspi’ye 1 milyar 130 milyon Dolara sattılar. Hey yavrum hey. Hani milliydiniz siz?

Not 27: Kanunların kuralların işlemediği, bir kesimin ısrarla kolladığı toplumlarda çürüme kaçınılmazdır. Siyasetin ve devlet gücünün yolsuzluk ve usulsüzlük ürettiği bir düzende, bunu kendisine fetva kabul edip aynı yoldan kural çiğnemeye tevessül edenlerin artması mutlaktır. Yolsuzluk, kuralsızlık ve kanun tanımazlık yukarıdan aşağıya yayılır ve her kademe kötülük için bir üsttekinden cesaret alır. En yukarıda kanunu uygulamayan, yandaşına bütün yolları açan, anayasayı dahi tanımayan bir grup varsa aşağıya doğru bütün fırsatçılar da güçleri yettiğince payını almaya bakar. Piramit böyle kurulur, böyle işler.
Merkez çürümeden, toplum bu kadar çürümez.
Kurallar herkesi aynı güçte bağlamazsa kimseyi bağlamaz.
Kanunun otorite kaybettiği ortamda kurumlar da fonksiyon icra edemez. 

Not 28: Türkiye’nin yaşamakta olduğu ve giderek derinleşen problem eline fırsat geçenin çekinmeden kötülük yapabildiği ve himaye gördüğü bir mekanizmanın sonucudur. Mekanizma her sahaya o kadar yayıldı ki sorunun temelinde ahlak, vicdan ve edep yoksunluğunu aramaya bile sıra sonra gelir. Zaten, kanunu, nizamı, denetimi, kontrolü ve eşit muameleyi gevşetmekten daha büyük ahlaksızlık da olamaz. Her kötülüğü cesaretlendiren, her türlü desiseyi kolaylaştıran; yani, yoldan çıkmaya meyli olana yol açan düzenin bu uğursuz tabiatıdır. 
Çok meselede çözüme ihtiyaç var ama çürümüşlüğü acilen bertaraf etmek hepsinin başında geliyor. Bunu çözemedikten sonra da gayrısının kuyruğunu çekiverin gitsin…

Not 29: Kamusal alanlarda, özellikle de sessizlik olması beklenen yerlerde, telefonlarından sesli bir şeyler seyredenler kadar gıcık olduğum az şey var. Uyarsan sen kötü oluyorsun, ama resmen duyarsızlık bu.

Not 30: Ahlaki bozulma, toplumsal çürüme

Kurumlara güvenin giderek azalması

İktidar ve muhalefetin sorunları çözeceğine olan inancın tükenmesi 

Adalete inancın bitmesi

Dünyada enflasyonun en yüksek olduğu 6. ülke (TÜİK'e göre)

Sanayi üretiminde çöküş

Milyonlarca eğitimsiz göçmen

Çoban lazım diyen eğitimsiz göçmen sorunununda çözümsüzlüğü savunan anlayış

Beyin göçü

Beyin göçüne karşı giden gitsin anlayışı

Eğitim kalitesinde tükeniş

Dünyada zombi şirketlerin oransal olarak yüksek olduğu ülke

Kartellerin dışarıdan gelecek rekabeti engelleyip fahiş fiyatları kullanıcıya dikte etmesi

Halkı fakirleştiren ekonomi politikalarında inat

Kamuda israfta sonuna kadar inat

Bağış yoluyla vergi vermeyen şirketlerin sebep olduğu vergi geliri açığını ücretliden keserek kapatmayı hedefleyen ekonomi yönetimi 

Enflasyonun düşmesini istemeyen çıkar çevreleri

Emekliyi yük olarak gören ve fakirleşmesini isteyen kötü niyetli anlayış

Yasakçı zihniyet

Bilinçli yanlış tercihleri için sorumluluk almak ve düzeltmek yerine başkalarını suçlama anlayışı. 

Yani:

Çöküş Yüzyılı...