İnsanlar, “Akşam eve geldiğimde neden en az yarım saat park yeri arıyorum? Temiz, sağlıklı içme suyuna neden para ödüyorum, evimdeki musluktan neden su içemiyorum? Allah’ın yolunun kenarına neden otopark ücreti ödüyorum? Asgari ücretle nasıl geçinebilirim? Neden herkes kiracı olmak zorunda, devletim bana küçücük bir ev ayarlayamaz mı? Tavuk kümesi kadar evlere binlerce lira nasıl istenebiliyor?” gibi soruları sormayı bırakırsa emin olun çok daha kötü şartlar gelmeye başlar.

Türkülerle büyümek güzel, şarkılar söylemek, muhabbet etmek güzel ama bir yere kadar. Geçmişi anmak, eski güzel günleri hatırlamak, hatıralarla yaşamak güzel ama bir yere kadar. Fakire destek olmak, ihtiyacı olana yardımcı olmak, bir garibin elinden tutmak güzel ama bir yere kadar. Şöyle bir deniz havası almak, biraz yürüyüş yapmak, iş yerine bisikletle gitmek güzel ama bir yere kadar. Bakkaldan alışveriş yapmak, soğanı kırıp ekmek arası yapmak, makarnayı salçalı yemek güzel ama bir yere kadar. Her şeyin, her garibanlığın, her sabrın, her tevazuun, her merhametin bir sınırı olmalı. Bu fakirlik, bu zulüm, bu zorbalık, bu adaletsizlik, bu ahlâksızlık nedir arkadaş. Bu kendini bilmezlik, bu vurdumduymazlık, bu ahmaklık, bu şaşkınlık nedir arkadaş. Bu nasıl bir düzendir, bu nasıl bir yönetimdir, bu nasıl bir sistemdir, bu nasıl bir dünyadır, bu nasıl bir hayattır arkadaş.

Güzel olan her şey kitaplardan mı okunmalı, hep tarihe bakıp, geriye mi dönmeliyiz yüzümüzü, hep mi gözümüzü kapatmalıyız, hep mi hayal kurmalıyız, nerede bu yaşanmışlıklar, nerede bu gerçek, nerede bu hakikat. Nerede bu devlet?

Geçmiş sonsuzluk ve gelecek sonsuzluk arasında bu kadar kısa bir zamanda bu nasıl maharettir, bu nasıl bir kandırmacadır. Eskiden çok daha uzun yıllar yaşayan insanlara demişler ki: “Sizden sonra ortalama 70-80 yıl yaşayacak nesiller gelecek.” Onlar da hemen şu soruyu sormuş: “Onlar kendilerine kalacak ev yapacaklar mı?” Kalacak eve bile gerek yok dedikleri zamanlar, bazı insanların hiç kalmadığı evlere sahip olduğu zamanlar, bazılarının ise kira ödemekten canının çıktığı zamanlar. İnsan bazen zamana mı, hayata mı yoksa dünyaya mı kızsın bilemiyor. Cem Karaca’nın dediği gibi: “Dörtnala gidiyoruz bizi bekleyen yere.” Nerde o son durak, bizi kim ve neler bekliyor, şimdi ne yapıyoruz, sonra ne olacak? Yaşadığımız dünyayı ne kadar biliyoruz, gittiğimiz yerden haberimiz var mı? Sorular bitmiyor.

Zor zamanlardan geçiyoruz gerçekten. Alım gücünün düştüğü, rakamların şiştiği, ihracatın konuşulup ithalatın ağza alınmadığı, yoksulun görmezden gelinip, sırça saraylarda oturanların örnek gösterildiği, kendi parası olsa kuruşuna kıymayacak kişilerin devlet malını deniz misali yiye yiye bitiremedikleri bir zamandan geçiyoruz. Zor, sıkıcı, üzücü, bunaltıcı, boğucu bir zamandan geçiyoruz. İnsanların açlık sorunu ile yüz yüze geldiklerini, etin, sütün, peynirin fiyatlarının yok ya bir dakika. Anlatmaya gerek yok, zaten görüyor ve yaşıyorsunuz. Herkes ne durumda olduğumuzu çok net biliyor. Bilmediklerinden değil, işlerine gelmediğinden susuyorlar. Susma kardeşim, vicdanına yönel, Allah’tan kork, insafın yok mu senin, şunun şurasında daha ne kadar ömrün kaldı ki!
Cem Karaca ile kapatalım. “Doğuma da ölüme de çiçekler yolluyoruz” demiş merhum Cem Karaca. Ne kadar güzel söylemiş, doğuma da ölüme de çiçek gönderen insandan ne bekliyoruz ki?

Doktorlar ve sağlık sistemi:

Tamam doktorlar baş göz üstüne. Ailemde de doktor çok. Ve fakat ilkokuldan tıp fakültesi birimine kadar neredeyse tüm bedeli bir lira  ödemeden millet kaynaklarıyla okuyorsunuz (diğer bölümlere göre çok masraflıdır tıp). Uyduruk harç miktarı söylemenin anlamı yok. Bizde üniversitelerin tamamı ücretsiz.
 
Tamam daha çok kazanın. Ama ülkenin şartları belli. Ülke şartlarında en az 6 asgari ücret kazanıyorsunuz en az. Dünyada da ortalama böyledir. İyi bir cerrahsanız, aranan branşlardaysanız zaten özel hastanede 200 bin tl den az kazanamıyorsunuz. Allah daha çok versin. Ama devlet şemsiyesinde ve konforunda bu kadar. Beğenmiyorsanız da diyecek bir şey yok. Allah gözünüzü doyursun. Veyahut siz de Avrupa ve ABD ye gidebilrsiniz. Gönülsüz burada çalışıp millete köpek muamelesi yapıp, yanlış malpraktisle sakat bırakacağınıza mutlu olacağınız yere gidin. 

Memleket çalışmadan, üretmeden yüksek makam ve mevkiyi doğal hakları olarak görenlerle dolmuş. Teknik melekelerle donanmışlar, okumuşlar, okumamışlar herkes üst düzey yönetici, siyasetçi olmak istiyor. Kimse çalışmak istemiyor. Herkes mükemmel. Tek sorun herkesin mükemmel olması ve her şeyin en iyisini hak etmesi. Vasat, ortalama kimse yok ülkede şükürler olsun. Doktorda en az başhekim olmalı. Üniversite hocası ise en az bölüm başkanı olmalı. Okuldaysa müdür olmalı. Herkes yönetici olup geniş odalarda çay kahve varsa üstüne de pompa. Çalışmak enayilik olarak görülüyor. Bu gidişle bence sahada çalışan üst yöneticiden fazla maaş almalı. Yoksa çalışan kalmayacak. Sistem tembelliği ve yönetici olmayı teşvik ediyor.

2022 YILINDA KURLAR VE CARİ AÇIK

2022 yılı başında Sayın Nebati KKM uygulaması ile birlikte doların 10 TL altına düşeceği, ihracatın da rekorlar kıracağını söylemişti. Siyasetçiler istediğini söyler iktisatçılar ise acı gerçekleri söylemekle yükümlüdür. Kurun artması her zaman beklenen ihracat artışını getirmeyebilir ama kurun düşmesi ihracatta daralmaya kesinlikle yol açar. Yani Sayın Nebati birbiriyle çelişen iki hedef koymuştu! Döviz kuru Kasım 2021 ayında kontrolden çıkınca KKM uygulanmaya başladı. Bu sayede kur kontrol altına alındı. Bugün üç aya yakındır 18,70 TL civarında sabitlenmiş vaziyettir. Programdaki hedef hem hızlı büyüme hem de cari fazla idi. Bu iki hedef de çelişiyordu. Bütün dünya resesyon ihtimalini konuşurken Türkiye hızla büyüyordu. Bunun sonucu ithalatın, dış ticaret açığı ve cari açığın patlaması idi. Nitekim öyle de oldu. Türkiye tarihinde görülmedik bir turizm ve bavul ticareti geliri elde etmesine rağmen 50 milyar dolarlık bir cari açık verecektir. Dış Ticaret açığı ise 100 milyar dolara dayanmıştır. Hükümetin karnesinde kur notu 10 üzerinden 5 ve cari açık notu 10 üzerinden 2’dir. 

2022 YILINDA İŞSİZLİK

2021 yılında başlanan alışılmadık politikanın bir hedefi de işsizliğin düşürülmesi idi. Eylül 2021’de yüzde 13’lere dayanmış işsizlik bugün yüzde 10 civarındadır. Türkiye’nin doğal işsizlik oranının yüzde 11 civarında olduğu düşünülürse Türkiye tam istihdamın üzerinde ve aşırı istihdam durumundadır. Program işsizlik hedefine ulaşmıştır. Ancak unutmayalım işsizlikte yüzde 3 düşüş için ödediğimiz bedel enflasyonda yüzde 66 (yüzde 85 – yüzde 19) oranında artıştır. Yani işsizlikte her yüzde 1’lik iniş için enflasyonda yüzde 22’lik artış. Buna değer miydi? Bütün bunlara binaen Hükümetin karnesinde işsizlik notu 10 üzerinden 6’dır.
Toplamda Hükümetin benden aldığı notların ortalaması 10 üzerinden 5’tir. Ancak unutulmasın hükümet borçlu geçmektedir. Bugün bıçak sırtı dengedeki ekonomik durum yarın yüksek iç borç ve yüksek dış borçla tepetaklak olabilir.

ÇÖKME:

Paranın târihi ile ekonominin târihi özdeş bir târih değil. Paranın târihi son derecede eski bir târih. Kadim târihte parasal güçler servet formundaydı. Bu güçlerin hedefindeki en büyük varlık devletlerdi. Kadim güçlü devletler hazineleri sağlam karşılıkları olan varlıklara dayandığı nispette ayakta kalabiliyordu. Ama, bir bakıma yaşanması kaçınılmaz olan açıklar verildiği bir merhalede paranın güçleri devreye giriyor ve devletleri yüksek fâizlerle borçlandırarak onun varlıklarına çöküyordu.

2020’ler artık sistemik krizlerin en ileri belki de terminal evresine işâret ediyor. Paranın güçleri sınâî kapitalizmin sonuna gelindiğinin farkında. Şişirilen Dolar’ın alım gücünün sonuna gelindiğini onlar da görüyorlar. Fark şurada: Dolar’ın dünyâ rezerv birimi olmasının sağladığı eşsiz imkân ve fırsat üzerinden, daha evvel kısmî ve mevziî olarak başarabildikleri mülksüzleştirme ve çökme işini artık küresel olarak başarmanın peşindeler. 

Mülksüzleştirilen toplumsal ve kurumsal yapılar toptan yok edilmek isteniyor. Bunun iki bacağı olduğunu düşünüyorum. İlki savaş.. Savaş bugün, daha evvel olduğu gibi sınâî kapitalizmin krizlerini dindirmek içindeğil, bizzât onun sonunu getirmek için hayâta geçiriliyor. Birbirine kırdırılan uluslar ve devletler sahnede. Bugün savaş doğrudan toplumsal ve kurumsal yapıları sönümlendirmenin âleti. İkinci bacak ise bu yıkımın üzerine yükseliyor. Parasal güçler en büyük yatırımlarını biyoloji, kimyâ ve teknolojiye yapıyor. İnsanı bir “tür” seviyesine indirgeyen, ifâdesini çökerten, her eylemini mutlak kontrol altına zehirli bir bileşim bu. Ama insanlığa şekerlendirilerek takdim ediliyor. Asla dayatılmıyor; tam tersine özendiriliyor.

Yapay zekâ, akıllı şehirler, akıllı teknolojiler, sürdürülebilir kalkınma modelleri, Yeşil Çevre, minimalist yaşamanın erdemleri vb tekerlemeler, bu şekerlemelerden başka bir şey değil.

Hepiniz için mutlu, huzurlu ve sağlık dolu bir gelecek dilerim.

Son söz: “Mazi, bırak kendi ölülerini gömsün.” derdi dedem. Rahmet olsun.

Not 1: Sahih rüyalar nübüvvetin 40'da 1'i derler ys bence 10'da 1'i. Ne kadar çok sahih rüya görüyorsanız Allah'ın o kadar sevgili kulusunuz. Kendi kendinizi böyle değerlendirin.

Not 2: Son EYT kararı ile ülkede emeklilerin çalışanlara oranı yaklaşık %50'ye ulaşacak.

Bordrolu çalışan insan sayısı en son verilere göre 14.8 milyon. Bunun 4.8 milyonu kamu çalışanı zaten. Toplam emekli sayısı EYT öncesi 13.9 milyondu. Buna değişik yardım alanlar dahil değil. Yani emekli/bordrolu çalışan insan sayısı zaten %90 civarında geziniyordu. Son düzenlemeden sonra %100'ü rahatlıkla geçecek. En büyük problem yaş sınırı olmayışı. 45-50 yaşa aralığında emekli olacak bir sürü kişi var. 25 yıl emekli maaşı alacaklar..

Not 3: Eğer ben sana yalnızlığın bendeki bir duygusunu anlatabilseydim! Ne yaşayanlar ne de ölüler arasında kendimi akraba hissetti­ğim biri mevcut değildir. Bu tarif edilemez derecede tüyler ür­perticidir.

Sadece bu duyguya katlanmaya kendimi alıştırmakla ve daha çocukluğumdan beri bunun adım adım gelişimi, hâlâ bundan mahvolmayışımı bana belirgin, kavranılır kılmaktadır.

Mektuplar, Nietzsche

Not 4: Cahilin nimeti arttıkça çirkinliği de artar..

Not 5: Türkiye'de 25.000.000 silah varmış.

%85'i ruhsatsız imiş.

Yani;

Savunma amaçlı silah: 3.750.000
Kriminal amaçlı silah: 21.250.000

21.250.000 ruhsatsız silah, muhtemelen yasalardan korkmayan tiplerdedir.

Bunlara karşılık, yasalardan korkanlar silahsız.

Sistem böyle.

Not 6: Konut fiyatları ve TÜFE.
Bir noktada talebin durması lazım, her fiyat artışının talebi yaklaşık olarak tamamen durduracak bir limiti vardır.
Tabii ki İstanbul'da 2+1 daireye 50 milyon TL bile verecekler hala var. Ama sayıları yetmez.
Onun için %0.69'u yabancı vatandaşlara açın.

Not 7: Eğitim eşitliği için tüm özel okullar kapatılsın.. Herkes Mahallesi'ndeki okula gitsin.. Var mısınız? Parası olan ister özel ders aldırsın, ister etüt, ister dersane. Bize ne.. 250 bin TL 1.sınıf okul mu olur..  Şaka mısınız?

Serbest piyasa.
Para kazanmanın optimum bir düzeyi var.  Bu düzeyi ne kadar aşarsanız o kadar soyuluyorsunuz.
Lastik ayakkabıyı 25 bin TL'ye alan 1. sınıftaki çocuğunun okuluna 250 bin TL veriyor (Üniversite tıp eğitiminden fazla).
Bence Nişantaşı'nda 1. sınıf 1 milyon TL olmalı.

Not 8: Türkiye'de ekonomi ve oy tercihi arasında artık bağlantı yok.
Eskiden de pek yoktu ama şimdi hiç yok.
Onun için yüzde 25 yerine yüzde 15'te olsa oy dağılımı değişmeyecekti.
En azından anketler böyle söylüyor. Eğer millet anketçileri keklemiyorsa, korkudan fikrini dürüstçe belirtmiyorsa.

Enflasyon yükünü birilerinin üstlenmesi gerekiyordu.

TOGG'u daha fazla yerde sergilesinler, memur ve emekliler mutlaka görmeye gitsin.
'Şu TOGG'un güzelliğine bak Necati' ile söze başlayabilirler.

Not 9: Türkiye nitröz oksit gazı çekiyor. Bu gaz hem güldürücü (gülme gazı) hem de roket itici yakıtlarında oksidan olarak gücü arttırır.
Sonrası tabii ki duvara toslama,
Güle güle roketleyerek duvara toslayan bir ekonomi.

Not 10: Araç satışında sıkıntı olmaması insanların bu vergiden vergilerden rahatsız olmadığı izlenimi yaratıyor yukarlarda. Boykot edilse 3-4 ay araç satılmasa ÖTV güzel iner ama Türk halkında kolektif bilinç yok yolunmaya devam.

Fiyatı düşürecek tek şey talebin arzın altına çekilmesi. Talep arzdan fazla olduğu müddetçe devlet hiç ÖTV almasa bile gram fiyat düşüşü olmaz. Aradaki farkı bayiler cebine indirir.

Not 11: Sıfır konutlara yönelik kredi kampanyası başlatılmış. Piyasada doğru dürüst sıfır konut yok ki zaten...

Tekrar edelim.. Arzı değil talebi artırmaya yönelik bir önlem bu. Arzın olmadığı yerde talebi şişirirsen ne olur? Fiyatlar yukarı gider.. Bu kadar basit. Yani ENFLASYON