KKM’nin bankalar açısından cazibesini azaltmak ve bankaları vatandaşı ikna etmeye yönlendirmek için temmuz ayında zorunlu karşılık kararı alındı. Temmuzdaki bu kararla KKM hesaplarına tüm vadeler için yüzde 15 oranında zorunlu karşılık getirildi.

Son alınan kararla ise zorunlu karşılık uygulamasında değişikliğe gidildi. Tüm vadeler için yüzde 15 olan zorunlu karşılık oranında vadelere göre değişiklik yapıldı.
Resmi Gazete’de yayımlanan ve 1 Eylül’den geçerli olması kararlaştırılan kararı göre altı aya kadar (altı ay dahil) vadeli KKM hesapları için zorunlu karşılık yüzde 25’e yükseltildi, altı aydan uzun vadeli hesapların karşılık oranı ise yüzde 5’e çekildi.

Bu değişiklikteki amaç çok açık; isteniyor ki yeni açılacak ya da yenilecek KKM hesapları olabildiğince uzun vadeli olsun. KKM’de en düşük vadenin üç ay olduğunu da hatırlatalım.

Dönem vadesi uzadıkça devletin kur korumalı da ödeyeceği maliyet düşeceği için bankaların mudilerini 9 ay ya da 1 yıl vadeli kur korumalı mevduat yönlendirmesi bekleniyor. Kur korumalı öyle bir bela oldu ki; anlaşılan kurtulmak çok zor olacak.

Kur korumalı mevduat bankalara getirilen yaptırımların etkisiyle artık artmıyor; iki haftadır da düşüş var.
Eylülün ilk haftasında TL bazında 15.7 milyar, dolar bazında 1.2 milyar düşüş yaşandı.
KKM 8 Eylül itibarıyla 3 trilyon 333 milyar lira, dolar olarak ise 124.7 milyar düzeyinde bulunuyor.

Ancak KKM’nin bu düzeydeki azalmalarla kayda değer bir şekilde gerileyeceğini beklemek fazla iyimserlik olur.

Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nun 21 Eylül'deki toplantısında faizin en az 2.5 puan, muhtemelen 5 puan daha artırılacağı beklentisi olduğunu belirtelim. Hatta daha fazla artış bekleyenler de yok değil. Dolayısıyla KKM faizinin yüzde 30 dolayına çıkarıldığı bir durumda tümüyle TL’ye döndürülmüş KKM’ye bankaların yüzde 45 ya da yüzde 50 faiz vermesi pek de cezbedici olmayacaktır.

Ayrıca Merkez Bankası’nın alacağı karar, enflasyonla mücadele adına çok önemli mesajlar verecektir. Bu çerçevede alınacak en önemli karar negatif reel faiz marjının ne düzeyde kapatılacağıdır. Bu karar, ekonomi politikalarında rasyonele dönüş ve Merkez Bankasının bağımsızlığı adına piyasalara yön verecektir. Daha da önemlisi TL tasarruflara olan ilgiyi belirleyerek, enflasyon beklentileri ve finansal istikrarı da şekillendirecektir.

Netice olarak “zafer, hazırlığı sever” boşuna söylenmemiştir. Kur Korumalı mevduatı hazırlıksız çıkardık. Şimdi de hazırlıksız rafa kaldırıyoruz. Peki, maliyeti? Kredi muslukları kısılacak. Faizler yine artacak. Liradan dövize kaydırdığımız parayı tekrar liraya çevirmeye çalışacağız. Para liraya dönecek mi? Söyleyeyim; önceliği; güvenli limanlar olacaktır.

Erdoğan’ın 2021 Eylül’ünde başlattığı ve kontrolden çıkan enflasyona rağmen 2023 Haziran’ına kadar sürdürdüğü “bedava faiz” politikasının yegâne amacı seçimleri kazanmaktı. Sözde faiz karşıtlığı, “nas var nas” söylemleri bunun sadece bir örtüsüydü.

Erdoğan ve ak parti iktidarı altında emekçiler aynı derecede canlarını yakan iki seçenekten birine mahkumdurlar. Ya yüksek enflasyonla, tüketim yönlü büyüme – ki bu ortamda sabit gelirliden döviz milyonerlerine, zenginlere ve şirket sahiplerine servet transferi yaşanmaktadır; ya da yüksek faizle durgunluk ve işsizlik.

Şimdiki ortam iste, hem enflasyon da hem de faizde artışın birlikte gerçekleşeceği bir ortam olacak gibi görünüyor. Reis kendi kendisine devrettiği ekonomik enkazla başa çıkmakta zorlanıyor. Allah sonumuzu hayretsin.

Son söz: Sait Faik, Son Kuşlar öyküsünde uyarmıştı bizi çok yıllar önce. "Dünya değişiyor dostlarım" demişti, "Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi"
Sait Faik'in işaret ettiği biz çocuklar büyüdük ve bu kötü gidişin "hikâye" kısmını çoktan geçtik; geleceği kaybetmeye doğru hızla ilerliyoruz.

Not 1: Sadece kadınların varlığı ile oluşan o sıcak esintide şehveti hissetmeyi seviyorum, bu vesileyle kadınlardan gelen ilhamı da seviyorum..

Not 2: Burada, şuh balıklarla beni süzen yuvarlak yüzlü kadının dolgun kırmızı dudaklarında dişilik unsuru, o ilksel güç, bilinçli yoğun bir çağrı,  ete kemiğe bürünmüş şehvet sinyali söz konusu..

Not 3: Dertleşmek isterseniz size Allah yeter. Şüphesiz O işiten ve bilendir.

Not 4: Bazen hedefe bir kurşun atımlık mesafede olabilirsiniz. Cesur olun basın tetiğe. Sonunu düşünen kahraman olamaz.

Not 5: Korkularından kurtulmak için tutunabilecekleri sarılabilecekleri herhangi bir şeyin olduğunu hissetmek, yalnızlar için kendi içine hapsolmuş insanlar için ne mucizevi bir şey.

Not 6: Birbirinden büyük problemleri olan bir ülkenin neredeyse bütün kurtuluş umudunu, elinden gelen bütün rasyonaliteyi ve bütün ayağa kalkış hamlesini Merkez Bankası’nın faiz artışına yükledik bekliyoruz. Faiz 25 oldu, haftaya da 35 bilemedin en kötü 30 olur diyorlar. Sonra, 2026’nın sonuna kadar -orta vadeli- bir bekleyiş başlayacak. Harcamalar kısıldı mı, enflasyon düşüyor mu, cari açık, büyüme hepsi birlikte gidiyor mu, göreceğiz. Gördük gördük, görmedik; elde hazır olanlardan bir dış güçler senaryosu daha yazar yolumuza devam ederiz. Tıpkı Avrupa Birliği işi sarpa sarınca Kopenhag yerine Ankara Kriterleri deyip yola devam ettiğimiz gibi. Hala da o yolda sağa sola sapmadan ilerliyoruz. Hukuk, adalet, şeffaflık, liyakat, ehliyet gözetmemeye azami riayet ediyoruz. Bilmediğimiz bir menzile gidiyoruz gündüz gece…

Türkiye’nin birçok temel branşta yürümekte olan veya geleceği bağlayan vizyon planı yoktur. Yargı, ekonomi, istihdam, eğitim, teknoloji, tarım, yapay zeka, dijitalleşme, şehirleşme/deprem ve elbette dış politikada ne planı ne de hedefi vardır. Bu durum, içeride kafa karışıklığının ve dışarıda da ittifak kurma kaabiliyetini kaybetmenin sonucudur. En kavgalı olduğumuz ülkelerle şimdi bir şey olmamış gibi iyi ilişki aramak da kaabiliyet kaybının tezahürüdür. Ülkede hala en önemli konunun faiz artışı olması da öyle…

Problemlerimizin büyüklüğü hiçbir alanda göstermelik ve geçici önlemleri kaldırmıyor. Acı ya da tatlı bir reçete olacaksa bunun bütün alanlarda birden olması zarureti vardır.

Not 7: Eğer bir yerde masum ve hatasız kabul edilen kişiler varsa...Doğru bilginin kaynağı şahıslar, rüyalar gibi subjektif şeylerse...Birtakım kitaplar, İslam’ın temel kaynaklarından daha çok itibar görüyorsa...Hakikat tekelciliği yapılıyorsa...Akıl, mantık ilkelerine ve ahlâk değerlerine aykırı söylem ve davranışlar varsa...Eleştirel düşünce kötüleniyor, sorgusuz teslimiyet isteniyorsa...Biliniz ki orada İslam’dan başka bir inanç, başka bir anlayış egemendir.

Not 8: Geçen 7 yılın kabataslak özeti şu:
15 Temmuz darbe girişimi sonrası, darbe vesile edilerek, yeni bir iktidar, rant ve paylaşım düzeni kuruldu. Bu düzende, çeteler siyasetin parçası haline geldi, hatta resmi kurumlara ilişkili bir araçlara dönüştü.

Kanıt pek çok: Suç örgütü liderlerinin korku, tehdit mekanizmasının işlevsel parçaları haline getirilmeleri... Örneğin Tayyip Erdoğan’a küfür eden milletvekilinin karakolda, dışarıdan gelen bir çete üyesi tarafından dövülmesi... Örneğin iktidarı ve ortaklarını eleştiren siyasetçilerin ve gazetecilerin darp edilmesi… Siyasi parti şemsiyesi altında işlenen ve örtbas edilen cinayetler… Kimi suç örgütü liderlerinin iktidara destek mitingleri yapıp, “insanları ağaçlarda, direklerde sallandıracağını” söyleyebilmesi… Bir diğerinin Kılıçdaroğlu’nu, Babacan’ı ve Davutoğlu’nu tehdit etmesi, iktidarın küçük ortağı tarafından alkışlanması… Siyaseti ve siyasetçiyi finanse ettiği ve sistemde döndüğü söylenen büyük uyuşturucu paraları, bunlara denk gelen çapta uyuşturucuların Türkiye yolunda yakalanması… Devlet-mafya iş birliğiyle, FETÖ bahanesi kullanılarak mallara, paralara çökülmesi…
İşlevi biten işte bu düzen…
Şimdi küpe zarar veren sirke boşaltılıyor.
Peki bundan sonrası?
Ufukta kısmen kurumsal ve rasyonel bir işleyişe dönüş görünüyor.
Yine de, tasfiye edilen alandaki boşluğu hukukun dolduracağını sanmak hayal olur.
Süreklilik kuraldır!
İhtiyaca ve (meşrebe) uygun yeni işlev ve yapılar doğar.

Not 9: Bazı hisselerde gözlerime inanamadım. Dolar bazında 10-15 misli fiyatı artanlar var. Eğer yatırımcılar, portföylerinin değer artışını, ellerindeki hisse senetlerini satıp paraya (tabii dövize) döndürmemişlerse, kazançları sanaldır. Sanal olmasına sanaldır ama tümden de sanal değildir. Bunu, yukarıda yazdıklarım “bir an önce kâr realizasyonu yapılmalı” tavsiyesi diye anlaşılmasın diye yazdım. Ama ortada bir balon olduğu da kuşkusuz. Bu furya bana “Banker Kastelli” adıyla bilinen, 1980-2000 yılları arasının “üç defa batan” karizmatik finansçısı, daha doğrusu “tahvil ve senet” tüccarı Cevher Özden'i (1933-2008) hatırlattı. Kastelli, risksiz çalışıyorum anlamında “Ben, aksiyon değil obligasyon alır satarım” derdi. (Aksiyon, hisse senedi; obligasyon tahvil anlamına gelir.) Hisse fiyatları bu kadar yükselince, Şarlo'nun “Altına Hücum” (The Gold Rush) filmini andıran bir şekilde borsaya hücum oldu. Yine Kastelli'nin deyişiyle satılacak mal bulunamaz oldu. Hisse senedine büyük bir talep oluştu. Bu da halka açılmaları, halka açılıp saçılma haline getirdi. Evvelden de bazı girişimciler İMKB'yi bedava para toplama yeri diye görürdü. Bu da menkul kıymet borsalarının, serbest piyasa ekonomisindeki işlevine çok önem veren beni rahatsız ederdi. Yine benzeri olumsuz bir duygu içindeyim. Neyse. Hisse fiyatlarının hızla yükselmesinin 3 sebebi var: Birincisi, BIST çok düşük kalmıştı. İkincisi, faizler ciddi oranda “eksi” getiriyordu. Üçüncüsü, döviz fiyatları “Nas sonrası” hızla artınca özellikle ihracatçı firmalar ile bankaların kârları adeta patladı. Eski bir şarkıyı hatırlayalım. “Ne çıkarsa, o iner; ne inerse, o çıkar” (What goes up, must come down; what goes down, must come up.)

Not 10: Borç faizsiz, sermaye temettüsüz olmaz.

Not 11: Modern devlet hesap verilebilirlik, şeffaflık, devletin toplum tarafından denetlenmesi, katılımcı karar alma mekanizmalarının demokratik meşruiyet süreçleri çerçevesinde oluşturulması üzerine kurulu. Aslında bu mücadelenin üç odağı var. Elinde silah olan güce karşı vatandaşın korunması, iktidarın barışçıl yollarla devri ve toplanan vergiyi kimin nasıl harcayacağının toplum tarafından belirlenmesi.
Dolayısıyla gücü kullanan tüm birimlerin eleştiriye açık olması bir gereklilik. Eğer devletin tamamını ya da bir kısmını eleştiriden, denetimden, tartışmadan uzak tutuyorsanız ya bir şeyleri saklama amacınız vardır ya da o kısım sizin iktidarınıza farklı şekillerde sağlayamadığınız bir zemin oluşturuyordur.

Ordu değil hiçbir kurumun, meşruiyetini halkın verdiği oyların ve ödediği vergilerin üzerine bina eden hiçbir yapının böylesi dokunulmazlık zırhına sarılmasının demokratik bir izahı yok.

Erdoğan’ın her konuşmasında rahmetle andığı Başbakan Menderes’i indiren ve idamına giden süreci hazırlayanlar siviller miydi?
Bir ülke için pek de uzun sayılamayacak son 70 seneye sığan darbeler tarihine, en son olarak da 15 Temmuz darbe girişimine bakılsa Silahlı Kuvvetlerin toplum iradesine ne kadar saygı duyduğuna ve kendisini hukukla bağlı gördüğüne dair ibret verici örnekler bulmak hiç de zor değil.
Sadece bu örneklerden hareketle orduyu, Silahlı Kuvvetleri bütün kötülüklerin anası gibi resmetmek ne kadar yanlışsa “Benim kahraman askerime Mehmetçiğime nasıl laflar atıyor, nasıl hakaretler ediyor…” ifadeleri ile başlayan cümlelerle bir kurumu sınırsız ve tanımsız koruma altına almak da o kadar yanlış.

CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun sözleri sonrasında başlayan tartışma hem Türkiye’nin gerçek bir demokrasi için ihtiyaç duyulan şeffaf ve denetlenebilir devlet olgusundan ne kadar uzak olduğunu gösterdi hem de devleti kutsama ve bunun için özgürlükleri rafa kaldırma konusunda iktidar ile muhalefetin arasında çok da bir fark olmadığını.

Not 12: Bir kuruma girdiğinizde sanki işler yönetici yokmuş gibi tıkırında gidiyorsa, burada yönetim sorunu yok denilebilir.
Yani bir sistem kurulmuş, liyakatli kadrolar işin nasıl yapılacağını biliyor, yetkisini kullanıyor, karar alabiliyor denilebilir.

Karar alırken sağa sola bakınmıyor, korkmuyor, beklemiyor ve ne gerekiyorsa yapıyor denilebilir.

Zira kurumlarda kurallar esastır. Sistem esastır. Süreklilik esastır.
Ayrıca istenildiği kadar oraya buraya çekiştirilsin. Doğru bir tane. On tane değil ki…

Not 13: Adını çoktan unuttum yüzün aklımda
Ve bu şiiri neden sana adadığımı bilmiyorum
Ama her güzellik nasılsa kendi adını bulur
Bunun için ben Gül dedim sana..
Yine de bir çiçeğe bunca yağmur yağarsa
Kökleri toprağı saramaz olur
Üstüne titrediğim her şeyi yitirmeyi öğrendim çoktan..
Ahmet Erhan

Not 14: Yeniçerinin güçlü zamanlarında her asker, gün boyu 10 saat 30 kiloluk gürz ile talim ederek savaşa hazırlanırdı. Sefere çıkınca; savaş meydanında eline 6 kiloluk kılıçla, saatlerce yorulmadan savaşabilirdi.
Sınava hazırlık, geçer notun ön şartı, olmazsa olmazıdır. Hazırlıksız girilen sınav, sayısal totoya dönecektir. İstediğini elde etmek için yapacağın her eylem hazırlık sayılsa da ruhunu ona hazır tutmak da gerekecektir.
Neticede hazırlık, yarına dair fikirlerin, eylemle donatılmışıdır. Gelecek; gelir ve sen onu ayakta karşılarsın. Zira ona hazırlanmışsındır. Zaferi hazırlıkla iliştiren bilgeler; parabellum kelimesini türetmişlerdir. İkbaline hazır olanın makbul sayıldığı ömür, mutluluğun diğer tanımıdır zaten…

Not 15: Geçen yıl, Dunkirk hakkında peş peşe iki film vizyona girdi. Biri Dunkirk idi ve İkinci Dünya Savaşı’nın Dunkirk cephesini anlatıyordu. Diğeri, “En Karanlık Saat”, aynı muharebenin Londra tarafını; Churchill’i Churchill yapan günlerin dokümanteri gibiydi. Filmde Churchill’e “Eşcinsel misin?” diye soruyorlar.
Cevabı: “Ben İngiltere’yi kafamla yönetiyorum!”. Benim de soracağım geliyor: Siz nerenizle düşünüyorsunuz?
Son olarak bir not: Eşcinselliğe en sert tepki verenler, içlerinde gizli eşcinsel eğilimler barındıranlarmış. Ben demiyorum; psikologlar diyor…

Not 16: Türkiye’nin Arap dünyasıyla sağlıklı bir ilişki ihdas edebilmesi için önce yüzyıllar içinde oluşan Arap ulusal bilincini kavraması ve buna saygı duymayı öğrenmesi gerekir. Gereksiz ve hiçbir şekilde faydası olmayan Osmanlı nostaljisi soslu bir Ortadoğu konsepti daha başlamadan başarısız olmaya mahkumdur. Zaten örneklerini de yaşadık
Her fırsatta Batı’dan talep ettiğimiz aynı göz hizasında diyaloğu Araplara karşı da uygulamamız gerektiği açıktır. Başta Mısır, Suudi Arabistan, BAE ve Suriye’de duvara taslayan Arap politikamız, ne denli bir temelsiz Ortadoğu perspektifine sahip olduğumuzun hüzünlü bir ispatıdır. Yaşanan bunca hasardan sonra bu ülkelerle yeniden başlayan ilişkilerin sağlıklı şekilde yürümesi, ilgili ülkelerin beklentilerini ve gelecek konseptlerini iyi anlamaktan geçiyor. O ülkeleri anlamak yönetim üslup ve şekillerini kabul etmek anlamına gelmez.
Türkiye’nin gelecek vizyonu projelerini, hala siyasi olarak komşularını dışlayan, hatta egemenlik haklarını tartışmalı hale getirebilecek söylemlere dayamak, belki içi politikada kısa vadede etkili olur. Ancak dış politikada Türkiye’yi sadece çıkmaza sokar. Bunun sayısız örnekleri var. Bu tecrübeyi tekrar tekrar yapmamıza gerek yok. Ortadoğu ile bütün ideolojik saplantılardan, yanlış tarih yorumlarından arındırılmış gerçekçi yeni bir başlangıç yapabiliriz. Kaybedilen yüzyılların telafisi de ancak böyle mümkün olur.

Not 17: Dünyaya bağlandıkça köklerini yitiren bizler, asma ve ağaç tepelerine sarılıyoruz.

Not 18: Uzun süre bir yerlerde duramayanlardanım. Çiçekten balımı alıp köşeye çekilenlerdenim.

Not 19; Yaşadığımız çağın en büyük kaybı, yavaşlığımız olmalı diye düşünüyorum. Her şeyin bu kadar hızlandığı ve hızın her geçen gün kimseye yetmediği bu çağda durmaya, yavaşlamaya ve anlamaya, hissetmeye o kadar çok hasret kalıyoruz ki; çoğu zaman yavaş zamanları unutacağımızdan korkuyorum. Böylesi her şeyin hızla öğütülüp, tüketilip yok edildiği bir çağda nasıl ayakta kalınabilir ki? Sabrı tükenmiş bir çağın sonu hüsrana doğru gidiyor gibi.

Hiçbir şeyi hissetmiyoruz. Her şey bir dekor mesafesinde hayatımızda… Hayatımız kadar yapay. Onun için maddi ve manevi olarak ağrılarımız artık bize normalmiş gibi geliyor. Onların da üstesinden geliyoruz ya da üstünden geçip gidiyoruz. Duygularımız da bu bağlamda değişken ve tutarsız. Sabırsız, sinirli, biçimsiz bir hayatın içerisindeyiz ve hiçbir şeyin tadı yok ya da bizim tadımız çoktan kaçmış da bizim haberimiz yok. Veya geçiştiriyoruz.

Herkes öfkeli, herkes sabırsız ve herkes birbirinin paçasından aşağı doğru çekmekte maharetli. Mızmız adamların mensup, müntesip olarak (teşkilatçı vb.) boy verdiği bir denklemde çözüm için arayış içerisine kim girebilir ki? Hele vasatın bile bulunamadığı vasatlıktan fersah fersah düşük kalibrede kimselere atfedilen büyüklüklere bakıldığında ortada dönen her şeyi geveze bir kuşun ötüşüne benzetebiliriz. 

Not 20: Alışkanlıklar heyecanı köreltip, en yararlı eylemi bile monotonlaştırmaya yeterlidir. Silkinip önce kendimize sonra okula gelmeliyiz. Okulu gidilen bir yer belleyenler, her zaman için görünür görünmez barikatlarla karşılaşabilirler. Hâlbuki okul, gelinen bir yerdir. Bunu idrak eden öğretmen ve öğrenciler, geldikleri yerin aslında kendileri olduğunu, -kendilerine geldiklerini- fark etmekte zorlanmayacaklardır.

Not 21: İlkokullarda yazılı sınavların kaldırılması, liselerde açık uçlu sınav sistemine geçilmesi olumlu ve önemli bir gelişmedir. Tek kaygımız liselere ve üniversiteye geçiş sınavlarıyla bu yeni sistem nasıl bağdaşacaktır? Açık uçlu sınav sistemi öğrencinin düşünsel ve duyuşsal gelişiminde, kendini ifade edebilmesinde, inşacı zihin yapısı oluşturmada belirgin katkılar sağlayacaktır. 
Öğretmenlerin kariyer planlamasında sınavın kaldırılacağına dair haberler son derece umut vaat edicidir. Öğretmenlerin uzman ve başöğretmen statüsü kazanmaları ancak kalıcı ve iz bırakıcı somut etki, birikim ve tecrübelerle gerçekleşmelidir. 

Not 22: 20'lerinde bir çift.
Kız bilmiş bir şey; konuşmuyor, oğlana aldırmıyor, sanki sürekli plan yapıyor.Oğlan mı?Sağ elindeki çatalı menemen sahanının tam orta yerine nişanlayıp daldırıyor. Sol elinde cep telefonu; göz ucuyla oradan mesajları kontrol ediyor. Gelmek istememiş ama "yapması gereken şeyler listesi"ne uygun biçimde buraya sürüklenmiş bir çocuk gibi...Dayanamıyor, arıyor, hoparlörü açıp konuşuyor.Kahvaltılarına ortak olan "kanka"larının sesi onu mutlu, kızı mutsuz ediyor.

Not 23: Çok çabuk gelen yakınlıktan kaynaklanan yorgunluklar; sosyal endişelere bulanmış tanışıklıklar, haset değiş tokuşları, tatminsizlikler çarçabuk bitiriyor arkadaşlıkları.
Kentlerde yakın arkadaşların yerini psikoterapistler, "koç"lar, akıl hocaları aldı bile...
Şimdi gözde olan "network" (ağ) dedikleri şey...
Geçmişte ancak en yakın arkadaşlarınla paylaşabileceğin mahrem hayallerin bile orada sere serpe boy gösteriyor.
Nasılsa, yalandan yakın herkes...
Gerçekte yapayalnız...
"Gerektiği anda iletişim kurabileceğin; ara ara göz atabileceğin bir 'ağ'ın var mı? O zaman iyisin!" diyorlar.
Bir tür "sosyal sermaye" bu: Biriktiriliyor, harcanıyor; üretiyor, tüketiyor, dükkânı kapatıp gidebiliyor ve hepsi dijital ağın içinde olup bitiyor.

Not 24: Ne yazık ki sınıflı bir dünya düzeninde yaşıyoruz. Sınırları ve sınıfları kaldırmak, giderek daha da yakıcı bir özlem, en güzel rüya ve uğrunda savaşın sürdüğü en onurlu eylem. Ülkeleri, insanları, dilleri, kültürleri ayıran ve şimdi olduğu gibi neredeyse kapısından içeri girmenize, bir arkadaşa bakıp çıkmanıza bile izin vermeyen bir sistem bu dünya. Yarını kurup sınıfları kaldırmakla sınırları kaldırmak aynı düşüncenin düşü ya da aynı düşün düşüncesi.

Yaşamak dediğimiz şeyin hep dünya için çalışmak olduğunu fark eden şeye şiir deniliyordur belki de. Kumarhane kuralı gibi, ne kadar oynarsan oyna hep kasa kazanır! Ne kadar yaşarsan yaşa hep dünya kazanır! 

Hindistan’da anayasayla yasaklanmış olmasına karşın kast sistemi sürüyor ve en altta, sınıf bile sayılmayan, “dokunulmaz” olan Paryalar var. Başka ülkelerde de yazılı olmayan sistemlerde sınıfsal hiyerarşi azgınlaşarak, kalınlaşarak sürüyor ve kim ne derse desin, aksini söylesin, eğsin büksün, liberal dedikleri vahşi dünya düzenine uygun inceliğe uydurmaya çalışsın, eşitsizlik adaletsizlikle birlikte arşa çıkıyor. 

Ne tuhaf, çocukken geleceğe bakarken, koşarken, sonraları durdukça ekşiyoruz ve geriye bakıyoruz, hem de bilmediğimiz, yaşamadığımız kadar geri zamanlara! Canımız çok sıkılıyor belli, bunca geriye gitme isteği yalnızca can sıkıntısıyla mümkün çünkü! Dünyanın gölgesine kimi bağlasan, durmaz denilmiş midir, peki, dünya bir keder ağacı mıdır aslında? 

Şiir, dünyayı değiştirmek isteyenlerin yoldaşıdır.  

Not 25: Evet, siz bu satırları okurken, Nishimura Kuyruklu Yıldızı Dünya’ya en yakın geçişini yapıyor olacak. 17 Eylül’e kadar sadece kuzey yarımkürede, sabah saatlerinde doğu ufkunda görünecek olan Nishimura, bu tarihten sonra güney yarımküreden görünmeye başlayacak. Kuyruklu yıldızı daha yakından görmek isterseniz, teleskoplarınızı Aslan (Leo) takımyıldızına çevirebilirsiniz. Ancak yeşil kuyruğu görmeyi beklemeyin; çıplak gözle sadece beyaz bir leke gibi görebileceksiniz. Yıldızların örtüleri yoktur.

Not 26: Fiyat artışlarının yeniden hızlanmasıyla alarma geçen merkez bankası yetkilileri, yüzde 10 (1.000) puana kadar faiz artırımının enflasyonla mücadele için parasal sıkılaştırmanın kaçınılmaz bir parçası olduğuna inanıyorlar..