Osmanlı’nın son döneminde batıdan gelen bir hastalıkla artık mezarlıklar ve mezarlar adeta lahitler şeklinde yapılmaya başlandı. Bugün Eyüp Sultan Türbesi civarında bulunan mezarlara baktığımız zaman Tanzimat döneminde yapılmış olduğunu görüyoruz… Hem de oldukça büyük ve azametli bir şekilde… Aradan yıllar geçti ama bugün yine aynı hastalığın devam ettiğini görüyoruz. İstanbul’da bulunan mezarlıklara baktığımız zaman hepsi olmasa da birçok mezarların adeta LAHİT ve TÜRBE şeklinde yapıldığını görebiliriz…

Bugün ayrı bir sektör oluşmuş durumda, mezar bakımı, mezar süslemesi giderek büyüyor.

Sözün özü şudur. Osmanlı İmparatorluğu döneminde devlet dairesinde çalışanlar vefat ettiğinde geriye bıraktıkları mal varlıkları MÜSADERE edilirdi. Bu müsadere sadece fazla mal varlıklarını içine alırdı. Yani ailesi için gerekli ihtiyaç bırakılır, artan mal devlet hazinesine bırakılırdı. Tüm devlet adamları bunu bildikleri için daha ölmeden geride ihtiyaç dışında mal bırakmaz, hepsini ahrete gönderirlerdi. Sultanahmet’ten yürüyerek Topkapı’ya doğru yürüdüğünüz zaman sağlı-sollu 20’den fazla paşalara ait olan kütüphane, cami, çeşme, okul görürsünüz… Yine aynı şekilde ordunun geçtiği diğer yerlerde de hep devlet adamları ahrete yatırım yaparlardı.  Ama ne zamanki MÜSADERE SİSTEMİ kaldırıldı. Bu sefer devlet adamları yine yatırım yapmaya devam ettiler ama AHİRETE değil DÜNYAYA… Bugün Boğazın her iki yakasında bulunan yalı ve saraylar müsadere sisteminden sonra yapılmış olan dünyanın süsü binalardır.

Çürüme:

Dinamizmi tükenen düzen katılaşır ve hayata/insana daire bilgelik üretmek yerine mutluluğun ana kaynağı olarak güç ve maddî imkânlarla kendini sürdürmeye çalışan bir çürüme başlar. Ahlâk kuralları köhneleşerek; eğitim kalıpçı bir yapıya dönüşerek; din, artık bilgeliğin değil hayatın karşısındaki bir metafizik kara deliğe dönüşerek uyum bozulur ve insan kendi özüne yabancılaşır.

Hülasa “kendini bil” çağrısına yabancı bir medeniyet ortamı söz konusu olur. Yabancılaşma oluşan bir yerde insanın kendi kökleri, buna dair değerlerin tarihî ve sosyal süreçleri, gayeleri gibi tarih metafiziğine dair konularda oluşan türbülansları aşmak için yapılan iç ve dış müdahalelerin sonuçlarını modernleşme tarihimizde izlemek mümkündür. Ahlâk çalışmaz hâle geldiğinde felsefî, dinî ve fikrî tüm arka planların amacı gerçekleşemez hâle gelmekte ve bu da o medeniyeti aşağıya çekmektedir. Hakikat o andan itibaren ahlâk da dâhil tüm çerçevelerin en büyük tezadı haline gelir.

Nietzsche tabiri ile ahlâk, bireydeki sürü içgüdüsüne dönüşünce hakikatte sürünün çıkarlarına uygun olan hâline gelir. Kendöz bu noktada bilgeliğin değil çıkarın sözcüsü olarak var olmaya çalışır. Adı sözde ve görünürde ahlâk ve değer lakin mefhumu çıkar olan her şeyin medeniyetin gerçek varlık nedeniyle insan arasına koyduğu mesafeyi teşhis edemedikçe yolda kalmak mukadderdir. İnsanların Tanrı da dâhil her şeyi araçsallaştırdıkları bir düzlemde şekiller ve imgeler ne kadar moral, etik ve insanî olursa olsun büyük bir kaosun varlığını görmemek için kör olmak gerekir. Bu bakımdan tarih, bugünün babası olduğu gibi geçmişte ne olduğumuzun ve hâldeki soysuzlaşmanın nereden gerçekleştiğini anlamanın ve kökleri duyumsamanın da imkânıdır.

Taklitler ne yazık ki toplum ve medeniyet hayatında asılları temsil edemiyor ve yaşatamıyor. İktidar ilişkilerinin iktidarın varlık amacından iktidarın sürmesi meselesine yöneldiği durumlarda ahlâk, erdemin değil dayatmanın kavramına dönüşmez mi? Nietzsche bu yolda “En kutsal isimler altında hüküm süren değerler, çöküş değerleri, nihilist değerlerdir.” derken acaba ne demek istemişti? Farabî’nin bahsettiği cahil şehirlerin ahalisi bu şehirleri oluşturan ana kavramlar etrafında ahlâkı ve değerleri yontup biçmediler mi? Oradaki iktidar ilişkilerini erdemler mi yoksa o şehirlerde bahsedilen menfî hâller yahut çıkar ilişkileri mi belirledi? İşte kendimizden kendimize yahut şehrimizde hâlimize bakmamız için Farabî atamın bahsettiği dekadans şehirler ve onların ahlâkı üzerinden günümüze, kendimize, içimize ve işimize baktığımızda gördüklerimiz bize ne söyler? Ahlâkın esası reaksiyoner olması değil kendi özüne dayalı olarak erdem var edici olmasıdır. Bir ötekini değilleyerek kendini varlamak başka bir nefis eğlencesi olabilir.

 

Yazlık talanı:

Kadın kocaman cipinin yanında, arabasının kapısı açık, tüttüre tüttüre sigara içiyor.

Ayağında tokyo terliği var, sigarası bitiyor izmaritini yere atıyor ve tokyo terliği ile söndürüyor. Alışveriş torbalarını, arabasının arka koltuğuna yerleştiriyor 

Ve arabasına binip, varolmanın dayanılmaz terbiyesizliği ile gidiyor.

Caddeler, kaldırımlar sigara izmariti dolu.

Bütün sokaklar çöp dolu, çöp varilleri taşmış, yerlere dökülmüş.

Sahillerde, belediye plajlarında ki pislik anlatılır gibi değil 

Şu şişeleri, kağıt ve naylon poşetler, plastik bardaklar, kumların üzerine saçılmış.

Hani içki bira çok pahalıydı, bira şişeleri sanki savaştan kalmış gibi, yerlere saçılmışlar..

Sahil darmaduman.

Deniz çarşaf gibi tertemiz, küçük dalgası ile geliyor ve insanlardan utanıyor ve geri gidiyor.

Duş kabinleri anlatılır gibi değil 

Bütün bulaşıcı hastalıklar kol açmış bekliyor gibi.

Ya iskeleler.

Adam zıpkını elinde, çoluk çocuk herkesin yüzdüğü denizde, balığın karnına zıpkın saplamak için denize dalıyor.

Herkes meraklı. 

Herkes birbirini merak ediyor.

Herkes birbirine bakıyor.

Herkes parası varmış gibi anlatıyor, zenginmiş gibi yürüyor, BİM markette spotta dolaşıyor.

Eh market demişken.

Şok markete girin, ömrümüzde bu kadar dağınık, bu kadar pis market gördünüz mü, şaşıracaksınız.

Çalışan 1 kişi var. Ya diğerleri.

Bütün malları yerlerde, darmaduman, tarihleri geçmiş bozuk ürünler ve çalışan 2 kişi var.

Ben anladım ki, yazlık yerlerde hiçbir konunun sahibi yok.

Ve anladım ki, bizler yazlıkçı falan olamayız.

Bu belediyeler korkunç.

Bütün yollar, dağlar taşlar delik deşik.

Bu çok pahalı siteler, inşaatlar kimin diyorlar ve bütün ve cevaplar turizm bakanına çıkıyor.

Belediye başkanı 60lı yaşlarda, doğma büyüme Edremitli, çoğu zeytin bahçelerinin sahibi, çok zengin biri.

Edremit merkezde su yok çoğu zaman.

Edremit’te yollar, merkez, meydanlar, delik deşik, binalar toz toprak.

Ve televizyon kanalında, anlattıklarına denk geldim, su sorununu çözmeye gelmemiş, su neden yok şikâyet ve anlatmaya gelmiş.

O da dertli yani.

Ve anladım ki.

Yazlık yerlerde belediye başkanlığı da yalan.

Yazık olmuş tabiata.

Yazık olmuş her şeye.

Arsızlık diz boyu.  

Utanmazlık diz boyu.

Yazıklar olsun hepinize.

Artık.

Kibrit çöpü kadar ışık saçmayan umutlarımız var.

Kader utanır, bu insanlar utanmaz.

Son söz: İçinizden hiç kimse binmek istemez ölüm kayığına! Peki öyleyse dünya- yorgunu olmak isteyişiniz niye?

Böyle Söyledi Zerdüşt, Nietzsche

Uyarı: Dünya hiç bu kadar dünyevi, sevgide ve iyilikte hiç bu kadar fakir olmamıştı. Çağdaş sanat ve bilim dahil her şey, yaklaşan barbarlığa hizmet ediyor.

Hatırlatma: ESKİ ZENGİNLER, yani BURJUVALAR, ailecek, kimseyle takışmaz, bazen haklıyken bile geri çekilirler.

Neden biliyor musunuz?

Adamlarda ömür boyu yatacak para var, 1 sene sonra hatırlanmayacak bir mesele için, neden RİSK alsınlar?

Ağızlarının tadını bozmazlar.

Kulağa küpe: YAPAY ZEKA, yaratıcı insanlara KALDIRAÇ olacak.

Yaratıcılığı olmayan insanları ise, iyice ucuzlaştıracak.

Süreç: Halk (danışıklı dövüş) siyaset ve (talimatla işleyen) hukuktan umudu kesip kendi göbeğini kendi kesmek zorunda olduğunu idrak edene kadar çöküş devam eder. Yol uzun..

Vicdan ve adalet çağrısı: Yeni minimum emekli maaşı Temmuz ayında açıklanacak (yaklaşık) 19.500 lira açlık sınırının %36 altında. Ama belki daha kötüsü ortalama emekli maaşının minimum emekli maaşının sadece %~10 üstünde oluşması. Yatırdığın prim miktarının, kaç gün yatırdığının önemi yok artık.

Anamın bizim (evlatları) için söylerdi davranışlarıyla:

Ben seni kötüleyemem hiç.

Çiçekli bir yol vardı, yürüdüm derim.

Ayaklarıma dikenler battı ama her ormanda olur böyle şeyler derim...

C. Z.

Tadımlık: Yaratılmış olmak, başımıza gelen en vahim şeydir.

Biz burada geç kalmış yaratıklar olarak bulunuyoruz. Yaratılmışlığımızla geç kalmışlığımız üst üste düşüyor. İnsan geç kalmış yaratıktır. Neye? Her şeye...

Göçtü Kervan Kaldık Dağlar Başında - İsmet Özel

Not 1: “Bir insan ömrünü neye vermeli

Harcanıp gidiyor ömür dediğin

Yolda kalan da bir yürüyen de bir

Harcanıp gidiyor ömür dediğin

Yüreğin ürperir kapı çalınsa

Esmeyen yelinden hile sezerler

Künyeler kazınır demir sandıkta

Savrulup gidiyor ömür dediğin”

(Zülfü Livaneli-Ömür Dediğin)

Not 2: Bütün fikirlere saygı duyulmaz. Fikirler saygı konusu değildir. İnsanlar saygı konusudur. Fikirler değerlendirilir.

Not 3: Yol uzun... Yolculuk, meşakkatli bir uğraş. İnsan, ömür yolculuğunun bir yerinde oturup yukarıdaki türkünün sözlerinde buluyor kendini. İnandığın her şey allak bullak oluyor. Sahici hiçbir dal elinde kalmıyor. Vefa bir semt isminden öte bir şey değilmiş, bunu bir kez daha anlıyorsun. Anlamaktan yorulduğun kadar anlaşılmamaktan yoruluyorsun. Dümdüz bir yol, dümdüz bir uğraş yok. İnsan var ve kir var. Ahirete ertelenen büyük muhasibe ertelenen çok hak var. Bu dünyanın düdüğünü öttürenler ile bu dünyaya öyle bir bağlananların kirli oyunlarından yılmak var. Yola, yolculuğa övgü sadece kendi hesabınca olanların ağızlarında sakız olarak birtakım değerler var.

Not 4: Hangi kavrama tutunmaya çalışsan elinde kalıveriyor. Çözümün parçası olması gerekenler problemin derinliğine kendilerini vakfediyorlar. Yaprak kıpırdasa öç almak için ellerini ovuşturanlara her kırılımda gün doğuyor. Her yaptıkları yanlarına kâr kaldıkları için yola ve yolculuğa yükten başka bir şey katmayanların bayram günleri oluyor bu günler. Hakikat yolcuları derin bir hüzne boğulurken sevinç naraları atanların düğün günü oluyor bugünler. Yazıktan öte bir şey kalmıyor insanın elinde. Savrulup gidiyor ömür dediğin. Hoşça bakın zatınıza…

Not 5: Dövize ihtiyaç var. Yabancı turist lazım ve onun için geniş özel plajlı veya geniş ormanlık içeren her şey içine dahil oteller lazım..Bu yüzden yanar durur ormanlar daha çok ve kimse önüne geçemez.. Kurban olduğum Allah'ın mucizesi resmen. Daha önce yanan yerlerde doğa kendisini çok kısa sürede tatil köyü olarak yeniliyor.

Not 6: Sıcak değil de, nem çok nem..!

Not 7: Rahmet olsun inşallah diyorum erken yaşta ölenlere. Ve fakat şunu unutma: İyi insanlar fazla yaşamaz ve kötü şeyler iyilerin başına gelir genellikle.

Not 8: Yanan yerlere bırakın otel dikilmesini, otel dikmek isteyenlere “yangını çıkarmış olabilir” şüphesiyle dava açılsaydı; her yıl bu kadar ormanlık alan yanar mıydı?

Not 9: Neredeyse 10 yıldır Türkiye’de yaşayan, Türkiye vatandaşı olan, Türkiye’de düzenini kurmuş Suriyelilerin ülkelerine döneceğini sananlar biraz naif düşünceli.

Not 10: Duy beni ve dinle

Denizler boğuşuyor içimde.

Unutma diyorum ama sen anla

Anlat bizim de yaşamak istediğimizi onlara. E.B.

Not 11: Dış politika, dünyanın önüne Türkiye’yi koymak anlamına gelir. Her ülke size bir konum belirler… Onun için dış politika hakkında söz söylerken boğazın kırk boğum olduğunu unutmamak gerekir… “Eyyy”leri bilmem neleri daha dikkatli kullanmak gerekir. Değilse dün “Eyyyy” çektiğiniz birisine bugün, milyon milyon mülteciyi ne yapacağınızı şaşırdığınız bir zamanda “Sayın” diye hitap etmek zorunda kalabilirsiniz. Mesela ayak üstü sorulan “Üçüncü dünya savaşı” sorularına ayak üstü “Böyle bir savaşa ordumuz hazır” gibi cevap vermeye kalktığınızda “Ne diyor Türkiye?” diye sorulur.

Mesela Milli Eğitim’i 22 yılda 9 bakanla yönettiğinizde, en son bakana da köklü bir reform yaptırmaya kalktığınızda, size nesillerin hayatı üzerinde nasıl bu kadar kolay operasyon yaptığınız sorulur. Kaldı ki, eğitimde yapılan yanlışların hesabı, işsiz ve mesleksiz milyonlar üretmek tarzında ucun ucun ortaya çıksa da böyle 22 yılda da çıkmaz. “Ülkenin beşerî sermayesi” dediğiniz alan, atıl kapasiteler haline dönüşür ve gençlik sorunu, işsizlik sorunu, uyuşturucu sorunu vs olarak önünüze çıkar…

Not 12: En tepeden cezaevinde olan bir siyasi rakibinizi, ya da sevmediğiniz bir eyleme katılan kişiyi “terörist” olarak suçlamak var mı? İktidar ortağı bir liderin ülkenin en temel hukuk kurumu Anayasa Mahkemesi’ni kürsülerden mahkûm etmesi, nasıl bir şey? Bir KHK ile yüzbinlerce kişinin, tüm hayatını “terör suçlaması” ile boğuşmak zorunda bırakmak var mı? Yargı hataları sebebiyle ülkenin milyonlarca lira tazminat ödemesi yargının sağlıklı işlediğinin işareti mi?

Not 13: TBMM seçim tarihini erkene alırsa görevdeki cumhurbaşkanı dönemini tamamlayamadığı için anayasa kendisine yeniden seçilme imkânı sağlıyor.

CHP genel başkanı “Erdoğan kendine güveniyorsa bir kere daha gelir yarışırız” da diyor… Erdoğan’ın karşısında kim yarışacak, kendisi mi? “Yarışırız” fiili o anlama geliyor da.] Peki yaa yarışmaya yanaşmazsa Erdoğan?

“Yok güvenmiyorsa, geriye giden her gün onun seçimden kaçtığı gündür” diyor Özel…İzlerken, tebessüm etmekten kendimi alamadım.

Not 14: Pek çok Demokrat Biden’ın aday olmasının seçimi yeniden aday olan Trump karşısında kaybetmek anlamına geleceğine inanıyor ve hala onu bir şekilde vazgeçirmenin, başka aday bulmanın yollarını arıyor. Ama görünen o ki bu yol hukuken de siyaseten de kapalı. Parti adayına elinden gelen desteği umutsuz bir şekilde vermeyi sürdürecek.

Eğer olağan dışı, daha doğrusu siyaset dışı bir müdahale olmazsa da (Bidenin adaylıktan çekilmesi gibi) gelecek yıl 20 Ocak’ta Trump ABD Başkanlık koltuğuna bir kez daha oturacak. Amerika biraz daha içine kapanacak, daha fazla göçmen karşıtı olacak, demokratik değerlere ve evrensel insan hakları normalarına daha da az önem veren bir ülke haline dönüşecek.

 

Not 15: Amerika ile olan ikili ve çok taraflı sorunlarından mustarip Türkiye de sanırım Washington’la ilişkilerini daha az sancılı yöntemlerle yürütme imkanına kavuşacak. PKK ve S-400 gibi konularda Türkiye’yi daha iyi anlayan bir yönetim işbaşında olacak. Trump Türkiye’nin konumuna, duruşuna ve askeri kapasitesine muhtemelen daha fazla önem atfedecek Başkan olduğu takdirde.

Not 16: Amerika gibi büyük ve güçlü bir ülkenin biri ciddi bilişsel sorunlarından muzdarip, diğeri kibrinden mağdur iki yaşını başını almış başkan adayı arasında seçim yapmak zorunda olması bence onlar açısından da dünyanın geri kalanı açısından da üzücü ve düşündürücü. Avrupa’daki aşırı sağın yükselişiyle birlikte düşünüldüğünde de kaygı verici. Umarım dünya bu dönemi kazasız belasız atlatır, tatsız sürprizler yaşamaz.

Ancak bizim onlar için de dünyanın geri kalanı için de üzülme, gereğinden fazla düşünme lüksümüz yok. Eski Trump’ı zaten tanıyoruz demekle de yetinemeyiz. Dünya da değişti, o da. Trump 2.0 sürümünü iyi takip etmek, dünya siyaseti hakkında ne dediğini ve ne yapacağını doğru kestirmek, onun başkan olacağı döneme kadar kalan zaman içinde hangi sorunlarımızı çözmek için daha çok çaba harcamamız gerektiğini bilmek zorundayız…

Not 17: Saha gözlemleri:

Genellikle polemik sevilen bir kavramken şimdi çözüm üreten aktörler tercih ediliyor. Bu noktada sorunların şiddetinin giderek artmasının etkisi de büyük denilebilir.

En önemlisi de sosyoloji değişiyor. Ve bu değişime ayak uyduramama durumu söz konusu… Yani ekonomideki rakamların olumlu anlamda değişiminin sağlanması Erdoğan için eskisi gibi seçimde olumlu sonuç vermeyebilir.

Beklentiler hızla değişiyor. Örneğin gençlerin dünyasının, gerçekliğinin ardında kalınmış bir tablo mevcut.

Öte yandan gençler ve diğer yaş gruplarında muhalefetin Cumhurbaşkanlığı adaylığı için Ekrem İmamoğlu ismi söylendi. Yalnız Mansur Yavaş ismi daha çok söylendi. Bu durum iktidar tarafında olumlu anlamda Hakan Fidan için söylendi. Daha çok Fidan ve Yavaş isminin söylenmesindeki motivasyonun altında yatan kavramda başta ‘duruş’ kavramı. Duruş kavramını belirtenler arasında ‘devlet adamı’ kavramının özellikle altını çizenler oldu. Bununla birlikte tarafsızlık kavramı belirtildi. ‘Ayrıştırmadan ziyade kapsayıcı olan’ olarak daha detaylı açıklamalar yapıldı.

Açıkçası muhalefet yanlıları da iktidar yanlıları da çoğunlukla aynı noktada birleşti gibi.

Aslında buradan şöyle bir çıkarım yapılabilir: Polemikçi aktörlerden ziyade devlet adamı özellikleri taşıyan, kapsayıcı olan aktörler daha dikkat çekiyor denilebilir. Bunun altını da eşeleyince güvende olma ihtiyacının, bu duygunun bu süreçte ne denli arttığı söylenebilir. Bu çıkarıma elbette farklı argümanlarla yaklaşanlar olabilir.

Ayrıca Özgür Özel’in Cumhurbaşkanlığı için ismi neredeyse hiç söylenmedi. Bir taraftan da Özel’in parti genel başkanlığıyla ilgili olumlu yorumlar yapıldı.

Açıkçası dünya genelinde bunca medyan okuma yaşanırken ülkemizin her alanda tehditlere karşı hazırlıklı olması talep ediliyor.

Kalabalıklar özellikle kurumların yeniden olumlu anlamda ayağa kalkmasını talep ediyor. Ekonomi, adalet başta olmak üzere meselelerin önem sırasına göre hızla çözülmesini talep ediyor. Ve siyasetçilerin özellikle sokağın sesine kulak vermesini talep ediyor…

 

Not 18: Muhafazakâr iktidarın, ilkeleri tartışmaya açık olmayan bir dindarlık anlayışı ile tesis etmeye çalıştığı dindar toplum hayali sınırlarına ulaştı. Çünkü imam hatip liselerinin, ilahiyat fakültelerinin, cemaatlerin ve hocaların toplumda oluşan dini kanaatler üzerindeki otoritesi artık eskisi gibi güçlü değil. Elbette kapalı devre cemaat ve kurumlarda bu otorite hala devam ediyor. Ancak toplumun genelinde bu otorite artık eski gücünü kaybetti.

Dini söylem kent yaşamıyla hiçbir zaman barışık olmadı. Din yüzyıllardır kullandığı vaaz dilini değiştirmek ihtiyacını bu zamana kadar hissetmedi. Din adına konuşanlar, muhataplarının, sorgulanması mevzu olmayan mesajlarını kabul etmekten başka alternatifleri olmadığı sanrısına kapıldılar. Oysa kent yaşamında iletişim vaaz ve talimatla değil, karşılıklı saygı ve geçerli argüman ilkesiyle çalışıyor.

Not 19: Açmaz şu ki toplumsal ilişkileri düzenleyen çoğu dini hükmün kent yaşamında neredeyse bir karşılığı yok. Bu kurallar etrafında oluşan kutsiyet kalkanı da gün geçtikçe daha incelip yok oluyor ve hızla marjinalleşiyor. Kamusal alanda din gittikçe daha da görünürlük kazansa da dindarlık o derece anlamını kaybediyor. Bir nevi müsebbibi muhafazakârlar olan ‘’kayıt dışı bir sekülerleşme’’ yaşanıyor.

Not 20: İslami anlatıların kutsiyetlerini kaybettiklerini yönelik en somut örneği geçtiğimiz günlerde gündem olan Diamond Tema tartışmasında yaşadık. İslam hakkındaki merkezi bir tartışma (Hz. Ayşe’nin evlilik yaşı) dini kurumların hiçbir dahli ol(a)madan, konuyla alakası olmayan bir Youtube kanalında yapıldı.

Gelenekte kabul edilmesi söz konusu olmayacak bir üslupla gerçekleştirilen bu tartışma milyonlarca insanın konu hakkındaki kanaatlerini oluşturdu. Konu burada ne Diamond Tema ne de söz konusu Youtube kanalı. Konu, merkezi öneme sahip dini bir konunun, konunun geleneksel muhataplarının hiçbir müdahalesi olamadan insanlara aktırılması. Tema hakkında yakalama kararı çıkarılması ise, geleneğin yaşadığı çaresizlik üzerine tüy dikmekten başka hiçbir anlam taşımıyor.

Bu saatten sonra Türkiye dindarlığının kendi iç dinamikleri ile bir ‘’güncelleme’’ yapması mümkün gözükmüyor. Zamanında gerekli hamleyi yapmayan dindarlık, karşı konulması mümkün olmayan seküler bir tazyik altında.

Not 21: Dindar kentliler de tesis edilmeye çalışan taşra İslam’ından memnun değil. Artık hükmü kalmayan eski öğretilerin günün birinde kendiliğinden ortadan kalkacağı şekilde iyimser bir gelecek tasavvurları var. Maruz kaldıkları seküler tacizi iktidar imkanları ile savuşturabilmenin yeterli olacağını düşünerek kafalarını kuma gömüyorlar.

Not 22: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2018 yılında Dünya Kadınları Günü’nde yaptığı çağrıyı kısaca hatırlayalım “Son günlerde bakıyorsunuz din adamı olarak ortaya çıkıp da ne yazık ki kadınla ilgili çok farklı açıklamalarda bulunup, dinimizde kesinlikle yeri olmayan bazı kendine göre içtihatta bulunan kişiler çıkıyor ortaya. Anlamak mümkün değil. Bunlar ya bu asırda yaşamıyorlar çok farklı bir zamanda yaşıyorlar. Çünkü İslam’ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz bunlar. İslam’ın hükümlerinin güncellenmesi vardır. Siz İslam’ı 14-15 asır öncesi hükümleriyle bugün uygulayamazsınız. Böyle bir şey yok. Onun içinde bugün İslam’ın uygulanması yer, zaman koşullar her şeyiyle değişiyor. İslam’ın güzelliği burada zaten. Şimdi birçok hoca efendi beni tefe koyup çalacak o ayrı mesele…’’

Not 23: Kadınlar kadınları eleştirmeye başladıysa çıkarlarına olmayan bir şeye uyanmaya başlamışlar demektir. Ülkede evliliklerin azalmasının, boşanmaların artmasının sebebi ekonomik değil ülkede yaşanmakta olan cinsel devrim. Bu düzen bazı erkeklere yaradı. Bedava seks varken kimse evlenmek istemez. Gerçi bedava olduğu tartışılır. Ve fakat evlenmekten daha ucuza geldiği açık maddi ve manevi olarak orası kesin. Her iki taraf da memnunsa diyecek bir şey yoktur. Kadınlar değerlerini düşürmek istemiyorlarsa evlenmeden vermesinler. Ancak elbette ne desek boş. Akacak kan damarda durmaz neticede. Bu arada vermeyin derken kalbinizi kastetmedim.

Bu diyeceklerimin irite edici olacağının farkındayım ama yine de diyeceğim. Bakın hanımlar, Türkiye gibi bir ülkede talibiniz daima olur ve bu ülkede evlenmek isteyen kadın daima evlenebilir. Ancak burada mesele evleneceği erkeğin dış görünüm olsun, para olsun, güç/statü olsun seviyesidir. Bekaretinizi kaybettiğiniz anda evleneceğiniz erkeğin seviyesi de en az %50 oranında düşer. Türkiye’de daha şiddetli olmakla birlikte bekaret dünyanın her yerinde değerdir, bakire kadın değerlidir.

Bir erkeğin gözünde kendini değerli yapan kadının ahlakı ve namusudur. Bir erkek, bir kadına öncelikle iyi bir eş ve anne olabilir mi diye bakar. Türkiye gibi bir yerde yaşıyorsanız dikkat etmek zorundasınız. Kendinizi kullandırtmayın.

Namus olayına takıldığı için sevdiği erkek tarafından reddedilen kızlar gördü bu gözler. Evet, erkekler kullanıyor ve atıyorlar. İstediğini aldığı bir kadınla çok sevmiyorsa evlenmiyorlar. Kadın olarak kendine değer ver ve kendi değerini kendin yarat. Değerinin farkına varan değerli bir erkek seni görecek ve bulacaktır…

Özet olarak erkek istediğini alırsa ondan mutlusu yoktur, devam ettirebildiği kadar aynı koşullarda yaşar. Evli değilse evlenmez, zora gelince kaçar. Evliyse ve istediğini alamıyorsa da alacağı birini bulur. Devir değişti, yenisini bulmak 5 dakika..

Evlenmeden vereceksiniz de, bedava vermeyin kızlar. Sizin için uğraşmamışsa, hediyeler almamışsa, kırmızı halılar sermemişse o erkek boştur, üzülürsünüz.

Not 24: Ölümle tanıştığınızda yaşamın sadece bir kimlik belgesi olduğunu anlarsınız.

Not 25: Onda olmayan bir şey vardıysa, tamahkarlık ve dünya hırsıydı. Güzelliğe, güzel söze, güzel sese, ahenge aşıktı. Hayatın bildik kalıp ve ritimlerini alt üst etmeyi severdi.

Not 26: Dostlarımızın ve sevdiklerimizin ölümüyle bizim içimizde de bir şeyler bir daha yeşermemecesine ölüyor. İnsan, sevdiğini maddi alemde yitirmekle, hayatın kırılganlığıyla ilk elden yüzleşiyor. Sonra bir vedaya henüz hazır olmayışın getirdiği yürek burukluğu. Keşkeler. 

O ölümden korkmuyordu. Zaten ölüm bir yenilgi değildir. Rabbiyle birlikte olan kişi için ölüm pirimiz Mevlâna Celaleddin’in dediği gibi düğün gecesidir. ‘Beni toprağa verdikleri zaman, elvedâ elvedâ demeye kalkışma/ Mezar, cennet topluluğunun perdesidir. / Batmayı gördün değil mi?  Doğmayı da seyret, güneşle aya gurûbdan hiç ziyân gelir mi?’

Onun için üzülmeli miyiz? Hayır. O zaten mana âlemlerinin meftunuydu. Sevdiğine aitti ve ona gitti. Sadece kendimiz için üzülebiliriz. O latif sabah rüzgârı madde aleminde kapımızı çalmayacak. Yine de kalbimizin kapısı aralık dursun. Aşıklar ölmez. Mana, manayı bulur. Yeter ki biz kalbimizdeki manayı diri tutalım. Fizik âlem bir teferruattır.