Kahramanmaraş ve Hatay’ı adeta yerle bir eden depremler, 10 ilimizi etkiledi.

Resmi rakamlara göre 45 bin 89 vatandaşımız hayatını kaybederken 20 binden fazla bina yıkıldı, 40 binden fazla binada da acil yıkım gerektiren hasar oluştu.

100 binlerce insan evsiz kalırken devlet bölgeye 100 milyar lira kaynak aktardı, bununla beraber televizyon programında da 74 milyar 118 milyon 164 bin lira yardım toplandı.

Devlet büyüklerimiz sağ olsun hemen bir açıklama yaptı ve dedi ki:

“Endişelenmeyin 1 yıl içinde konutlar teslim edilecek, depremzedeler sokakta bırakılmayacak!”

Bölgede uzmanların artçı depremler yaşandığı için inşaat yapılmaması gerektiğine yönelik eleştirilerine kulaklar tıkandı ve Pazarcık ve Afşin’de toplam 1.340 konut için temeller atıldı.

Üzerinden çok geçmeden çatlamış temel fotoğrafları sosyal medyaya düştü tabii.

Haliyle bu şekilde inşa edilmiş evlerde depremzedelere teslim edilemeyeceğine göre süreç uzayacakta uzayacak!

Ama umut aşılanmaya devam ediliyor vatandaşa.

Evlerin inşasıyla ilgili bazı ihaleler de yapıldı bu arada ve “davet usulü” ile ihaleler yine yandaşlara gitti tabi ki! Depremi bile yolsuzluk ve rant için kullanan ahlaksız bir yönetim.

Maraş, Adıyaman, Malatya ve Gaziantep gibi yıllardır AK Parti’nin yönettiği şehirlerdeki yıkım ve bölgede hala devam eden sıkıntılar ile iktidar arasında bağlantı kurulmaması imkansız. Yönetim ve koordinasyon hataları AK Parti’nin rüzgarını kesti. Siyasetsizleştirme ve sessizlik girişimleri iktidara bir siyasal fatura kesilmesini engelleyemeyecek gibi.  

Üstelik, AK Parti telaşla hatalar yapıyor. Öyle görülüyor ki seçim kampanyalarında ‘Depremlerde yıkılan bölgeyi biz ayağa kaldırırız’ temasını işleyecekler. Cumhurbaşkanının bölge ziyaretleri, daha şimdiden verilen ihaleler, atılan temeller bunu gösteriyor.

Gelgelelim ‘Biz yaparız’ algısı yaratmak isterken deprem bölgesinde verdikleri her fotoğrafla ‘Bu yıkımların sorumlusu biziz’ algısı ürettiklerinin farkında değiller. ‘Türkiye yüzyılı’ hayalleri pazarlayan bir partiden, 21 yıldır iktidarda olduğu bir ülkede yıkımlar içinde görüntü veren bir AK Parti’ye geçiş, iktidar partisinin rüzgarının tükendiğinin de bir işareti.

Yaz başlarında yakaladıkları yeni rüzgarın kendini hissettirmesi dört beş ay sürmüştü. Deprem sonrası yapılan araştırmalar, AK Parti’nin oylarında belirgin bir düşüş olduğunu gösteriyor. Bunun yeniden yükseliş trendine dönüşüp belirginleşmesi normal koşullarda aylar alacak bir süreç. İktidar partisinin ise o kadar zamanı yok. Seçimlere iki aydan kısa bir süre kalmışken zaman AK Parti’nin aleyhine işliyor.

Üstelik, muhalefetin yakaladığı yeni bir heyecan ve motivasyon dalgası var. Rüzgar, kırgınlıkları geride bırakan ve cumhurbaşkanlığı seçiminde ‘kazanacak ekip’ oluşturan Millet İttiakı’ndan yana esiyor.

Konjonktür de AK Parti’nin lehine değil. Enflasyon ve geçim sıkıntısı gibi toplumun oy tercihlerini etkileyen göstergeler olumsuz. Depremler ve son günlerde de sel felaketleri iktidarı tamamen ‘savuma’ hattında tutuyor. AK Parti, atak, gündem yaratıcı, umut verici bir görüntü vermekten çok uzak.

İzmir depreminden sonra sözlerine ve gerçekleşmelerine bakılırsa seçimden sonrası tufan. 18 Mart 2023’te yani İzmir depreminin üzerinden tam 2 buçuk sene geçtikten sonra evlerin 4 bin 602’sinin tamamlandığı açıklandı.

Kalan 459 konut ise denilene göre mayıs ayında tamamlanacak!

Yani ihalesi yapılan toplam 5 bin 61 konut, 2 buçuk senede halen bitirilemedi.

Varın siz düşünün Kahramanmaraş ve Hatay depremleri sonrası vatandaşların evleri ne zaman teslim edilir?

Son söz: 6 Şubat'ta gerçekleşen, merkez üssü Kahramanmaraş olan ve birçok ilimizi etkileyen deprem felaketinin acısıyla kavrulduk. Yaşadığımız yıkımın boyutları o kadar büyük ki, aradan geçen 45 günün ardından hala mezarlarına kavuşamamış, kimliği teşhis edilmemiş yurttaşlarımız var. On binlerce canımız gitti, şehirlerimiz yıkıldı; hepsinden de önemlisi depremin psikolojik buhranıyla, ağır kayıplarıyla kalmış milyonlarca insanımız var.

Üzüntümüzün tarifi yok, acımızı kelimelere dökmek mümkün değil. Enkaz altında kalmış, beklediği yardım gelmek bilmemiş, canını teslim etmiş tüm canlarımıza Allah'tan rahmet, ailelerine sabır diliyorum. Milletimizin başı sağ olsun.

Not 1: Psikolog masaya bir şekerleme bırakıyor ve ‘Ben on dakika sonra geleceğim. Eğer masadaki şekerlemeyi yememişsen sana on tane daha vereceğim. Yemişsen, şekerleme yok.’ diyor. Çocukların bir kısmı zorlanıyor ama bekliyor. Bir kısmı da psikolog çıkar çıkmaz şekerlemeyi mideye indiriyor. Çocukların testten sonraki hayatları izleniyor. Yirmi yıl geçince zorlansa da tahammül edip bekleyenler; yani zevki erteleyebilenler, yiyenlere kıyasla belirgin derecede daha başarılı!...

Not 2: Etkili İnsanın Yedi Alışkanlığı’nda, Stephen Covey, işleri iki türlü sınıflandırır: 1) Önemli -- önemli olmayan; 2) Acil -- acil olmayan. Sonra bunlardan dört gözlü bir matris yapar: Önemli ve acil; önemli ve acil olmayan; önemsiz ve acil, önemsiz ve acil olmayan. Ve asıl sonucu söyler: Zamanını planlayamayanlar… (Covey’in asıl muhatabı yöneticilerdir, ama hepimizi ilgilendirir bu hüküm.) Zamanını iyi planlayamayanlar, önemsiz fakat acil işlerle boğuşmaktan, önemli fakat acil olmayan işlere vakit bulamazlar. Sonunda ertelene ertelene önemli işler acil hâle gelir ama artık elde, onları hakkıyla yapacak zaman kalmamıştır.

“Etkili ve akıllı adamın yapması gereken” der Covey, henüz aciliyet kesp etmemiş önemli işlerle uğraşmaktır. Onları, acil hale gelmelerine müsaade etmeden halletmektir.

Not 3: bir sokak röportajında genç bir adam, "abi güle farklı bir isim versen farklı kokmaz ha" diyor. bence çok ufuk açıcı, aydınlatıcı ve ferah bir tespit. Ben bunu beğendim.

Not 4: Eğer güçlü ile güçsüz arasında "tarafsızsanız" güçlünün tarafındasınızdır..

Not 5: Adem, Musa, İsa, Muhammed; terini siliyorlar alınlarından, bakıp insan soyuna!

Not 6: Kimse, başkasının merkezinde değil hayatının.,

Gelip geçici şu dünyada, sahile vuran dalgalar misali, geçip gideceğiz.,

İhtiyaçlar(ı) kadar "var"ız.,

Peki, gerçek(ten) var mıyız..?

Not 7: Boşluğu derinlik sandık..

Not 8: Bakın Machiavelli ne demiş ~beşyüz yıl evvel İtalyalardan...

"Ahlâk" insan ile hayvanları ayrıştırır; "politika" -tekrar- birleştirir...

Not 9: Tahammül gerek, özlem iyice arsızlaştı..

Not 10: Ayırır zaman "ebü'l-vakt"i "ibnü'l vakt"ten her çark edişte devran. Sen onu söyle, vakti gelip kurulunca hakîkat sofrası, kimlerin lokmasına yâren olacaksın?

Not 11: Sanki yeniden başlasak aynı şeyleri yeniden yapmayacakmışız, aynı hatalara yeniden düşmeyecekmişiz gibi... Sanki biz kendimizi değiştirmeden hayatımız değişebilirmiş gibi... Kendimizde memnun olmadığımız şeyleri değiştirmek için bir şeyler yapmaya niyet dahi etmiyoruz aslında.

Not 12: Bazı insanlar renk kataloğu gibi, onlarda renklerin daha önce hiç görmediğiniz tonlarıyla karşılaşabiliyorsunuz.

“Burada,” diyerek başladı sözlerine güleç yaşlı bilge, “size yükselmek için ne yapmak gerektiği sorulduğunda, asansör ya da merdivenleri aklınıza getirmemeyi öğreneceksiniz.”

Siz aklınızdan geçenleri fazla ciddiye alırsanız, aklınızdan geçenler sizi kuyruğuna takıp dolaştırır, hayat böyle!

Not 13: “Bir şehir kaç kamyona sığar”, diye sordu gözlerini uzaklara dikmiş olan yanındakine. “Sığmaz, eşyaları sığsa hatıraları sığmaz.” diyerek yanıtladı umarsızca saçlarını değirmende dökmeyen adam.

Not 14: Gidelim buradan.

Bak uyuyamıyorum yine. Senin de uykuların defolu, bölük pörçük. Huzur içinde uyuyabileceğimiz bir yerlere gidelim.

Gidelim buradan.

Ya sen bana gel ya da ben geleyim sana. Sonra gidelim.

A.Lidar

Not 15: Depremde 200 binden fazla bina yıkılmış. Bu kadar binayı 7‐8 ayda yaparım diyen doğru konuşmuyor. Bunun maliyeti en az 150 milyar $. Bugünkü rakamla 3 trilyon TL. Seçimden sonra 1 lt mazot 50 TL olsa bile bence yine yetmez.. Ayakların yere basması şart.

Not 16: Gökdelenlerin yükseldiği yerde ahlâkın da yükseleceğine ancak ahmaklar inanır.

Not 17: Biz insanlar birbirimize benzediğimiz kadar değil, benzemediğimiz kadar “iyi” sayılırız. Samimiyet biricikliğin bir parçasıdır. Kendimizi ne kadar kamuya ayarlar isek samimiyetten o kadar uzaklaşırız.

İsmet Özel, Cuma Mektupları

Not 18: gerçek köle “bir efendisi olan” demek değildir, aksine gerçek köle, “artık bir efendisiz yapamayacak olan”dır.

Not 19: olağanüstü durumlarda yönetilenlerle yöneticiler eşitlenir. yöneticilerin duygusal ayrıcalıkları sona erer. üstenci bakış silinir. yöneticiler ellerinden geleni yapmaya çalışan ama işin hakkını veremeyen hizmetlilere dönüştüğünde yetersizliklerin itirafı erdem olarak algılanır.

 “ben hatalıyım, suçluyum, suçumun cezası neyse çekmek istiyorum, çünkü nedeni olduğum bu yıkıntılardan ötürü vicdan azabı çekiyorum.”

Bir müteahhit, bir mühendis ya da bir siyasetçi olsun çıkıp günahını itiraf edebilir mi?

Bir kişi bile etmedi, etmeyecek de!

Acaba neden?

Not 20: Bu kargaşa içinde birdenbire Fuzuli'nin şu mısrasıyla karşılaşmak: "Esir-i gurbetiz biz, senden özge aşinamız yok."

Beyit halini yazmıyorum, çünkü bu kadarı yeterince sarsıcı, beni alıp götüren de burası... Yani şair diyor ki, "Biz gurbet(in)e esiriz, senden başka bildiğimiz yok."

Not 21: Evet, depremzedelerin felaketi yaşadıktan sonra hemen çadıra kavuşması, ardından hemen konteyner kentlere, ardından geçici konutlara yerleşmeleri hayati önemde… Tabii deprem yıkıntıları yaşayanların bir an önce kalıcı konutlara yerleşme arzuları da göz ardı edilemez. Başka şehirlere göç etmiş olanların şehirlerine, kalıcı konutlara dönmeleri de hayati önemde.

Ama bütün bunların hangi planlamayla yapıldığı da sorulmalı değil mi? Diyelim yarısı yıkılmış olan Maraş’ı, ondan daha ağır hasar yaşayan Hatay’ı, Adıyaman’ı, nasıl “inşa ve ihya” edeceksiniz?

Şehirler için bir master plan hazırlandı mı, bu, kamuoyu ile o şehirlerin sakinleri ile paylaşıldı mı? Bunlar, tarihleri bin yıllar geriye giden kadim şehirler… Depremle pek çok şey gitti, neler geri gelecek, bunlara bakıldı mı?

Belli ki “İktidarın acelesi var.” Evet, şurada seçime iki aylık süre kaldı. Hiç kimse ona “Seçime iki ay kaldı, bekle, seçimden sonra iş yap” gibi bir söz söylemiyor. O son nefesine kadar çaba sarf edecek. Ama kalıcı planlamalar için de biraz nefeslenecek. Evet, halka soracak… Şehir planlamacılarına alternatif master planlar hazırlatacak. Bunların maliyetleri dikkate alınacak. En uygun, en ekonomik ve tabii şehrin medeniyet mirasına en sadık, en estetik plan geliştirilecek.

TOKİ sağlam bina yapıyor, onun için çuvala doldurur gibi binaları bölge bölge istif edelim. Bu mu? Tabii ki TOKİ sağlam bina yapsın, ama TOKİ şehrin estetiğini de gözetsin.

Büyük bütçe var bu işte. Milyarlar. Bakanlık sürekli ihaleler açıyor. İhaleler davet usulü ile yapılıyor. Bu tür ihaleler öteden beri “kuşku” üretiyor. Kuşku, ihalelerin iktidarla iyi ilişkiler içinde bulunan firmalara verildiği ve bu işlerin sağlıklı işlemediği, yeterli denetim görmediği noktasında odaklaşıyor. Bu konudaki kaygılar, belli ki Bakanlığın kulağına ulaşmıyor (!) ya da ulaşsa bile pek kaale alınacak nitelikte görülmüyor.

Not 22: “Allah kimseyi alıştığından (ya da gördüğünden) geri komasın” diye bir dua vardır halk arasında.

Doğru bir duadır.

Alıştığından geri kalınca çok sarsılırsın.

Hülasa, iktidarın kaybetmekle kaybedecekleri muhalefetin kaybetmekle kaybedeceklerinden ziyadedir.

Aslında doğrusu bu değil.

Doğrusu, ülke siyasetinin iktidarların değişmesiyle kimsenin sarsılmayacağı, kimsenin aklının başından uçmayacağı bir nitelik, bir olgunluk kazanması.

Maalesef buna çok uzağız.

Kimse kendi iktidarında bu niteliği temin edecek bir yol izlemiyor.

Gücü eline geçiren ülkeyi bu olgunluğun biraz daha uzağına fırlatıyor.

Memleketin bu olgunluğa yaklaşması için dua etmeye değer.

(Duaya dudak bükmeye hazır olanlar için not: Dua ‘dilemek’ten ziyadedir. Aynı zamanda uğraşmak, çabalamaktır.)

Not 23: Taksirle ölüme sebebiyet… Depremde binlerce insanımızı öldüren binaların sorumluları, yani müteahhitleri, o binaların öyle yapılmasına izin verenler, bu suçla yargılanacak. Kusurundan ötürü, eksikliğinden, önleminin yetersizliğinden dolayı adam öldürmekten. Bu suç kaç kademe yukarı çıkar acaba? Görevi doğru bina yapmakken yapmayan, kusurlu. O binayı kontrol etmesi gerekirken etmeyen; ettiyse de gördüğünü raporlamayan, kusurlu. O binaya izin vermemesi gerekirken veren, evrağa imza atmaması gerekirken atan, kusurlu. Peki, bütün bu suçları işleyenleri o görevlere tayin eden? Onların o görevlere layık olup olmadıklarını, yeterli olup olmadıklarını sorgulamadan tayin eden? O görevle alakası olmadığını bile bile tayin eden? Pirüpak mı? Kusursuz mu?

Not 24: Bakınız, kabahat devlette değil, devletin o mevkilerinde oturanlardadır. O mevkilere liyakatsizleri getirenlerdedir. Tabii, liyakatsizliğine rağmen koltuğa “yeme sırası bizde” diye yapışanlarda da… Onların odağı, o mevkilerin yapması gereken işlere değildir ki. Onların odağı tayinlerde, terfilerde, maaşlarda, hakkı huzurlarda, Uganda ve eski Sovyet ülkeleri gibi vatandaştan veya büyük şirketlerden paylarına düşenlerdedir.

Peki tedavi? Tedavi, ülkeyi, çok işe karışıp hiç birini doğru dürüst beceremeyen bölgesinden çıkarıp, az fakat asli işlerini hakkıyla yapan devlete kavuşturmaktır. Yoksa bina yönetmeliğini kanun hâline getirmekle, çimentonun nasıl karılacağını anayasaya koymakla sorunu çözemezsiniz. Bilgi, beceri; yani liyakat ve odak, odak, odak. İşe odaklanma, adama adanma değil.

Not 25: Türkiye’de eğitimin çöküşü:

1960’larda eğitim yatırımlarında devletin %90 olan payı 2022’de %37’ye kadar düştü. Eğitim giderek, temel kaygısı kâr olan özel yatırımların alanı haline geldi.

Devletin eğitimi özel kesime devretmesi eğilimi, 1980’lerde Özal ile başladı. Kamu yatırım payı %90’lardan %70’lere indi. 1990’larda %65’in altına inmedi. Asıl kırılma 2009 yılı. Bu tarihten sonra devlet vatandaşlarına anayasal hak olan ücretsiz, kaliteli eğitim sağlama yükümlülüğünü terk etmeye başladı. Önümüzdeki dönemde eğitim temel ilgi konularından biri olmak durumunda. Eğitimi meta olarak gören ve kaliteli eğitime toplumun sadece üst gelirli kesiminin erişebildiği bu sistem kabul edilemez.

2009’da %70’lerde olan eğitim yatırımlarındaki kamu payı günümüzde %40’ın altına inmiş.

2000’li yıllara kadar çok kaliteli devlet liseleri(Fen, Anadolu) vardı.

Bu liseleri kazanan fakir aile çocukları çok başarılı olabilirdi.

Peki ya şimdi?

Fırsat eşitsizliği giderek artıyor.

Not 26: Büyük şair Fuzûlî daha yüzyıllar öncesinden idrak edimindeki dağılmadan açıyordu:

“Öyle ser-mestem ki idrâk etmezem dünyâ nedir;

Ben kimim, sâki olan kimdir, mey ü sahbâ nedir?”

Şarabı ikram eden kim, kadehi tutan kim: öyle sermest düşmüştür ki kişi dünyayı kavrayamaz artık, çekilir çözülür ne var ne yoksa… Dünya anlamın çatlakları arasından sızıp gider, akıl hükümsüz kalır, dilin boynu bükülür, güzel cevapsızlığıyla “ben kimim?” sorusu idrak sınırlarını aşan daha muhteşem bir soruyla birleşir, kaynaşır: dünya nedir? “Ben neyim?” sorusu askıya alınmaz, “dünya nedir?” sorusu içinde yeniden anlam ve içerik kazanır. Bu sıkıntılı sorunun da kesin ve tamamlanmış bir cevabı yoktur elbette, özne yakınır, şikâyet eder belki bu durumdan ama mücevherden bir farkındalıkla, kendi içini dünyaya açmak suretiyle işleyen bir bilinçle: “Âh ü feryadın Fuzûlî incitir âlemi.” Ben kimim, saki olan kimdir, dünya nedir gibi sorulara istinaden cevapsızlıklar, muammalar ortasında şairin feryadı, inlemeleri, kendi adı gibi fuzulidir, fazladandır, inciticidir; dünyadan âleme, içten dışa doğru bir genişleme, incitmeden, zarifçe: kendi içine kapanmış, körleşmiş özne artık sadece kendi dip köşelerini değil, evreni de görüp seyredebiliyordur: emsalsiz temaşa… 

Not 27: Enkaz altında “Baba bak ben de öleceğim, kimse yardıma gelmiyor, lütfen bir ambulans” diye diye hayata veda eden küçücük Elif’in, Kıbrıs’lı çocukların yokluğuyla hiç baş edemeyeceğiz. Hep hatırlatacağız kendimize; insan kalmak sürekli bir oluş içinde olmaktır. Sürekli kendini yaratma edimidir. Onlardan geriye kalan boşluğu, onların seslerini, anılarını eksiksizce içimizde taşımak, onların yokluğuna tahammül etmek, o eşsiz emaneti korumak, o yoklukla cesaretle özdeşleşmektir.

Not 28: Siyaset-inşaat-rant üçgeni etrafında şekillenen kirli ittifaklar ne yazık ki ne Maraş şehriyle ne de İslamcı siyasetle sınırlı. Gerçek anlamda “siyaset-üstü” ve “kapsayıcı” bir tabloyla karşı karşıyayız. Ne Hatay’ın ne İstanbul’un ne İzmir’in ne Antalya’nın ne de Diyarbakır’ın hikayesi özünde Maraş’tan farklı değil. Siyaset-inşaat-rant üçgeni etrafında kurulan ittifaklar farklı siyasi mahallelerde, farklı ölçeklerde “sorunsuz” işliyor.

Not 29: Gitmeye Değer Yerlerin Kestirmesi Yoktur.. Platon’un haklı olarak aktardığı gibi “Hapislik durumuna en çok da mahpusun kendisi hizmet eder.” Son dönüşün nereye olduğunu bilenler için hiçbir korku yoktur. Ve böyle birisi asla madden ve manen maniple edilemez ve de yenilemez. Sonu bilenler için hiçbir kestirmeye de ihtiyaç yoktur. Dikkat, rikkat biraz da gayret, güzelliklere hafif pencereler aralayacaktır. Hoşça bakın zatınıza.

Not 30: Son zamanlarda hatıratlara yansımış eski depremlerle ilgili satırlara birkaç gündür başka bir dikkatle yaklaşıyorum...

Satır aralarında çok şey var...

Mesela Bursa çevresinde büyük yıkıma sebep olan 1855 depremi sırasında halkın durumu anca dokuz gün sonra Dersaadet'e rapor edilebilmiş.

O sırada İngilizler çoktan iki gemi ile Bursa halkına yiyecek ve akçe yardımına başlamışlar.

Bürokrasinin gevşekliğine bozulan Ahmet Cevdet Paşa durumu şöyle değerlendiriyor: "Rusya muharebelerinde atılan topların sedaları bizi uyandırmadı. Acaba Bursa'nın kudret topları da bizi uyandırmayacak mı? Hayır! Cenab-ı Hak bizleri ikaz ve ıslah eyleye!

Not 31: Deprem ve sel neden bu kadar tahripkar? Çünkü biz paraya değil, para bize sahip oluyor. “Çılgınlığımızdır para bizim, muazzam kollektif deliliğimiz. Aşağı çeker bizi, titreyerek kapanırız ayaklarına.”

D.H. Lawrence

Not 32: “Hatırlıyor musunuz bir gün bana yurt dışına gitmek istediğinizi söylemiştiniz keşke gitseydiniz. Bende keşke çıkıp gitme cesaretinde bulunsaymışım. Onca ahh onca veball.... Söylenecek çok şey var ama söyleyemiyoruz ne yazık ki” diye seslendi karşısındakine. “Demir tavında dövülüyor. Şartlar müsait değildi o zaman, ailenin yükü omuzlarımdaydı. Sonra da yaşlandım zaten. Hastalıklar dertler. Genç olmak lazım maceralar ve yeni dünyalar için..” diye cevapladı kederli adam..

Not 33: Devletin sürekliliği akla dayanır, akıl bürokrasiye, bürokrasi liyakate, ve liyakat demek, adalet demektir.

Not 34: Yaşlı doğmak, doğuştan olgun olmak çok hızlı yoruyor, yaşlandırıyor…