Liyakat mi, sadakat mi? O kadar temel bir soru ki! Yükselişle geri kalış, kalkınmayla sürünüş, yaşamakla çürüyüp yok olmayı birbirinden ayıran iki seçenek. Devlet olmakla kabileler arenası olmak arasındaki fark.

Liyakat ve sadakat… Birincisi devlet adamlarının aradığı vasıftır; ikincisi popülist, fırsatçı siyasetçinin…

 Osmanlı’nın çöküş dönemini Vezir Faik Reşat’ın sözü ne güzel anlatıyor: “Benim vezir oluşum liyakatimin muktezası değil sadâkatimin mükâfatıdır.” Edebiyatçı, tabii güzel anlatacak. Faik Reşat, çöküşün sırrını barındıran bu cümleyi belki alçak gönüllülük niyetine sarf ediyor. Ama aynı anda da Osmanlı’nın sonunun geldiğinin işaretini veriyor.

Etrafınıza bir bakın! Mevkileri işgal edenler liyakatleri gereği mi, sadakatleri karşılığı mı oradalar? Eğer ikinci gerekçe hâkimse biz de Osmanlı’nın 19. asrın sonunda tuttuğu yoldayız demektir.

Ehliyet, herhangi bir işi yapacak uzmanlık bilgisine, yeteneğine, yani yeterliliğine sahip olmak demek. Liyakat prensibi ise, ehliyet sahibi adaylar arasında mukayeseli olarak en yüksek niteliklere sahip olana o işi emanet etmek anlamına geliyor. Maşallah ülkemizde liyakat sorununu öne sürmenin bir anlamı yok, çünkü ehliyet sahibi olmayanlar her yeri doldurmuş durumda. Somut örneği yargı. KPSS barajı düşürülerek mesleğe atanan hakîm ve savcılardan, herkesten çok adalet bakanlarının ve yüksek yargı bürokratlarının şikayetlerini hatırlayın.

Ağaç kurdu gibi, ahşabı kıtır kıtır kemirerek içerden çürüten asalak böcekleri gözünüzün önünde canlandırın. Torpil, bu asalakları özel olarak seçip oturduğunuz koltuğun tam da eklem yerlerine yerleştirmek demek. Torpil yapma gücüne sahip olan iktidar çevreleri, meselenin bir fırsat eşitliği ve adalet sorununun ötesine geçtiğinin, oturdukları koltuğu darmadağın ettiğinin farkında değiller.

Torpil-adam kayırma liyakati yok eder. Devlet kurumlarını bir yığın işe yaramayan, arkasını sağlam yere dayadığı için sorumluluktan ve emek harcamaktan kaçınan beceriksiz adamın eline teslim eder. Güç sahiplerinin koltukları çürürken, devlet gücü de fesada uğrar, etkisini ve saygınlığını kaybeder.

Devlet, kurumlardan oluşan bir meta-kurumdur, üst kurumdur. Temel kurumların amaçları bellidir. Mesela milli eğitim, milletini seven, kültürünü yüceltmeye ve dünyadaki bilim ve teknoloji yarışına katılmaya hazır, üstün donanımlı nesiller yetiştirmekle yükümlüdür. Üniversiteler, milli eğitimin kendilerine gönderdiği potansiyeli gerçeğe çevirmeyle; “kuvveden fiile çıkarmayla” görevlidir. Bir de ülkenin bilim ve teknoloji üretiminde başat rol oynamakla…Mesela Kızılay, bir felaket anında veya harpte derhâl yardım ulaştırıp insanları aç ve açık bırakmamayı amaçlayan kurumdur. Mesela AFAD, felaket anında hemen ve derhal müdahale edip canları kurtaracak kurumdur.

“Liyakat” diye başlayıp kurumlara geldim. Çünkü devleti, görevini layıkıyla yapan kurumlar ayakta tutar. Kurumları da liyakatli yöneticiler. Liyakatin bizim için en hayatî olduğu yer, kurumlardır.

Milli eğitim teşkilatımız kendisine teslim ettiğimiz çocuklarımıza millet sevgisini, tarihimizi, kültürümüzü öğretip sevdirebiliyor mu? Onları, dünyadaki gençlerle rekabet edebilecekleri bilgi ve bilim alt yapısıyla donatabiliyor mu? Üniversitelerimiz bu donanımlı gençleri alıp onların potansiyelini gerçekleştirebiliyor, kabiliyetlerini kuvveden fiile çıkarabiliyor mu? Bu üniversiteler, dünyayla başa baş bir eğitim ve araştırma kurumları mı? Cevaplarınız “evet, evet, evet” ise, o hâlde bu kurumların, bunların üst kurumlarının, alt kurumlarının, yan kurumlarının yönetiminde liyakat sahipleri var demektir. Rahat edin. Yok, “hayır, hayır, hayır” ise; o halde “Liyakat yoksa ne var?” diye sorun.

‘Liyakat yoksa ne var?’ sorusunun cevabını aslında biliyorsunuz. Vezir Faik Reşat’ın söylediğine, bu sefer tevazuun ifadesi değil, gerçeğin itirafı olarak bakın: Liyakat yoksa sadakat var.

Bir kurum görevini yerine getiremiyorsa onun başındaki adam o mevkiye layık değildir. Belli ki oraya, liyakatinden dolayı değil, “bizim adam” olduğu için getirilmiştir.

“Bizim adamlar” son tahlilde bizim kabiledir. Bizim adam olmayanlar da devlet imkanlarından uzak tutulacak düşman kabilelerin mensubudur.

Kabile yönetimi, devlet yönetiminden kolaydır. Tek yapmanız gereken, mensuplarınızı beslemek, diğerlerine küfretmektir. Devlet ve devlet kurumları için ise liyakat gerekiyor. Liyakat ise zor iş. Bilgi lazım, bilim lazım, çalışma, kendi günlük yaşamından vazgeçmek lazım. Liyakatli yöneticinin fedakârlıklar yapması gerekir. Kurumuna hizmet edecek yöneticinin işi zordur.

Hep yanlış anlaşılan bir husustur. Torpil-adam kayırma faaliyeti, iktidar yanlılarının devlet kadrolarına doldurulmasından ve partizanlıktan çok önce, iktidar gücünü kullananların yakın çevrelerine kamu imkanlarını dağıtmalarıdır. Ha ihale vermişsiniz, rüşvet almışsınız, ha yeteneksiz ve yetersiz yeğeninizin öğretmen olarak tayinini sağlamışsınız. İkisi arasında hiçbir fark yoktur.

Sonucu bir de şöyle hesaplamayı deneyin.

2012 yılını dönüm noktası olarak alabilirsiniz. Büyük paralar akıtılarak AK Parti gençliğini yetiştirmek üzere TÜRGEV, TÜGVA isminde vakıflar kuruldu, Yunus Emre merkezleri ve Maarif kolejleri açıldı. Orta öğretim imanlı bir AK Partili nesli yetiştirmek üzere İmam-Hatipleştirildi. Her ile üniversiteler açıldı, iktidara yakın sermaye özel üniversiteler kuruldu ve bu üniversiteler parti referansları olan öğretim üyeleri ile dolduruldu.

Aradan tam 12 sene geçti. Peki sonuç?

31 Mart seçimleri ve kamuoyu araştırmalarında genç neslin iktidar partisinden kaçışı, eldeki en somut sonuçlardan biri değil mi? İmam Hatiplerde deist akımlar revaçta ve onca paraya ve imkâna rağmen dindar bir nesil yetişmiyor. Taşrada gösterişli kampüslere saklanmalarına aldırmayın, bugün o üniversitelerde dedikodudan başka bir şey üretilmiyor. Mezunlarının hali içler acısı.

Gözüne öğretmenlik, kaymakamlık, hakim-savcılık gibi bir devlet kadrosunu kestiren genç, bütün tanıdıklarını seferber edip etkili bir torpil arayışına giriyor. Torpil arayışı, etkin konumdaki siyasetçi ve bürokratlara kendi güçlerini ve itibarlarını kanıtlayacakları bir fırsat olarak görülüyor. Torpil yarışı, kesin bir kural olarak en yeteneksiz ama en çok ve etkili torpil bulan adayın lehine sonuçlanıyor. Böylece liyakatsizlik, kamu görevleri için genel-geçer bir nitelik haline geliyor.

Torpil ile memur olmak, ahlâk standartları dışında bir kişilik kuşanmak ve mesleği de o ölçülere uygun icra etmek demek.

Yıllar önce, okuduğum üniversitenin öğrenci işlerine Bülent Ecevit’in başbakanlığı sırasında gelen KPSS sınavı ile üç yeni memur alınmıştı. O üç memur hemen hemen 26 memurun işini görmeye, üstelik denilenleri anlayarak hatasız iş yapmaya başlamış, bütün havayı da olumlu biçimde değiştirmişti. KPSS, devlet dairelerinde bir devrim yaratmıştı. Ta ki şu mülakat engeliyle eski düzene dönene kadar.

Yazılı sınavdan sonra mülakat sınavı, adayın psikolojisini anlamak, görünüş ve davranış itibariyle o işe layık olup olmadığını gözlemek için yapılır, bilgiyi ölçmek için değil. Bizde mülakat, torpile uygun kazananlar listesi hazırlamak için yapılıyor. Mülakatı kaldırmak yerine, ehliyet standardına uymak için yazılı puanının ağırlığını arttırmak, sonra mülakatları halka açık veya kayıt altında yapmak kesin bir çözüm olabilir. Torpil karanlık dünyanın ve ilişkilerin sonucudur; kamuya açık mülakatta hangi jüri üyesi parlak bir adayı liste dışında tutmaya cesaret edebilir?

Hazreti Ebubekir’le Hazreti Ömer’e atfedilen bir söz vardır: Makamlar talep edenlere verilmez. Ne dersiniz? Doğru mu söylemişler?

Son söz: “Milyonlarca halk bedenen, ruhen, fikren ve ahlaken çürüyor da hiç kimse bu kokuşmuşluğu görmüyor. Herkesin karakteri bozulmuş veya herkes bu yozlaşmışlığa alışmış da bunu doğal bir durum sanıyor sanki; ama bu böyle mi olmalıdır?”

Beyaz Zambaklar Ülkesinde

Grigory Petrov

Kutlama: Aslında hergün analarımızın günü.Onlar hep bizim yanımızda ve gönlümüzde.Ölenlere rahmet, sağ olanlara sağlıklı ve  mutlu bir ömür dileklerimle anneler günü kutlu olsun.

Not 1: Eskiden adım adım ne yapacaklarını programladığımız bilgisayarlar artık biz insanlar gibi, “öğrenme” ve“öğrendiklerinden yeni şeyler üretme”kabiliyeti kazanıyorlar.

Eskiden, yaptıkları verdiğimiz verileri çağırdığımızda hızlıca geri getirmek ve verdiğimiz formüllere göre işlemekten ibaret olan bilgisayarlar artık kendi kendilerine öğrenip onlara verdiklerimizin “dışında” çıktılar üretmeye, mantık yürütmeye, mukayeseler yapmaya, alternatifler arasında kendi tercihlerini belirlemeye başlıyorlar.

Yani yapay zeka araçları “programlanarak”değil “öğrenerek” çalışıyorlar.

Dediklerimin daha iyi anlaşılması için bir örnek vereyim.

Bilgisayarlar uzun zamandır satranç oynayabiliyordu. Ama bunu muhtemel hamlelere puan vererek yapıyorlardı.

Makine öğrenmesi ile çalışan yapay zeka modellerine böyle algoritmalar, puanlama yöntemleri falan verilmiyor!

Onlar tıpkı satranca yeni başlayan bir insan gibi, önce satrancın temel kurallarını, sonra “yenile yenile yenmesini” öğreniyorlar!

Bunu da çok kısa sürede çok sayıda oyun oynayarak, deneme yanılma yöntemi ile yapıyorlar.

Hem de kendi başlarına!..

Google DeepMind şirketinin ürettiği AlphaZero isimli program 2017 yılında, hiçbir insan ve makine müdahalesi olmadan, sadece kendi kendisiyle oynayarak 4 saat içinde dünyadaki tüm insanları, 9 saat içinde daha önce yazılmış tüm satranç programlarını yenebilecek seviyeye geldi!

Geniş Dil Modelleri (GDM), ya da İngilizcesiyle Large Language Models (LLM) de, makine öğrenmesi tekniklerini kullanarak insan dilini anlama, üretme ve işleme yeteneği geliştiren YZ araçları.

Arama sonuçlarının kişiselleştirilmesinden, müşterilere hizmet veren sohbet robotlarına, hatta hikaye, şiir ve kod yazmaya kadar pek çok alanda kullanılıyorlar.

Bu sistemler güçlerini, devasa veri setleriyle (yani milyonlarca farklı metinle) eğitilmelerinden alıyorlar. Milyarlarca kelime ve cümle üzerinde eğitilen GDM’ler, dilin yapısını ve kurallarını öğrenip, farklı bağlamları anlayabilir, anlamlı metinler üretebilir, farklı diller arasında çeviri yapabilir hale geliyorlar.

Tabi her teknolojik gelişme gibi GDM’lerin de potansiyel riskleri ve etik tartışmaları beraberinde getirdiğini unutmamak gerekiyor.

Yapay zeka ve GDM’ler hakkındaki bilgi eksikliği, bireylerin bu teknolojileri bilinçli ve verimli şekilde kullanmalarını engelliyor.

Tıpkı dijital okuryazarlık gibi, “yapay zeka okuryazarlığı” da artık mutlaka edinilmesi gereken bir beceri.

Toplumun yapay zeka hakkındaki farkındalığını artırıcı çalışmalara ihtiyaç var.

Eğitim sistemimizi güncellememiz, YZ kullanım becerilerini geliştirecek ders ve etkinlikleri erken yaşlardan itibaren müfredata dahil etmemiz lazım.

Not 2: Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün İslamiyet ülkemizde daha iyi anlaşılsın ve cehaletten etkilenmesin diye devlet kurumu olarak kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığının son yıllarda Ali Erbaş isimli bir başkanı var.

Kendisi lüks, şatafat içinde yaşarken insanlara fakirlik karşısında sabrı öğütleyen, CV’sinde “ileri düzeyde Arapça bilir” yazmasına rağmen basit bir şekilde sorulan Arapça soruyu bile anlamayan bir siyasi figür.

Din adamından çok siyaset adamı olmaya çalışan, Atatürk ve cumhuriyet değerleriyle içindeki sorunları bitirememiş, siyasi ortamın verdiği rahatlıkla da bu sorunları öfkeye dönüştürüp makamına yansıtan biri.

Not 3: Arkadaşımın dediği gibi, "Dünya tuhaf bir yerdir ve zarlar hiç durmadan atılıyor." (TOM ROBBINS / Sıska Bacaklar)

Not 4: Bir tek peynir çeşidi yetmiyor.

Dört çeşit peynir var hamburgerin içinde...

Soslar da öyle...

Sonra kırmızı soğan turşusu...

Sonra soya fasulyesi...

Yok, yok!

Tam da bu yüzden var olan bir şey de yok.

Bu bulamacın içinde köfteye benzer bir şey var, lakin damağınızdaki tadı çoktan kayıp...

Ve aylar sonra, arkadaşımın aklına uyup da bu yanlışı niye yaptım diye hayıflanmaya başlıyorum.

Anlıyor yüzümdeki ifadeden...

"Ama bak önünde kuyruk var" diyor.

Haklı...

Hamburger sos demek, döner sos demek artık...

Not 5: Çok ama çok eski bir zaman...

Issız bir oteldeyim, servise bakan genç kadının getirdiği minik hamburgerleri hatırlıyorum şimdi...

Sadece cızbız köfte ve yeşil marul yaprakları vardı.

Bitkin bir hâlde içeri girdiğimde "Aç mısın" diye sormuştu; kafamı "evet" anlamında sallamıştım.

Sonra boşaltılmış havuza bakan balkonda gece yarısına kadar laflamıştık.

Yıldızlar, burçlar, kayıp aşklar üzerine...

Sabah onu sorduğumda, resepsiyondaki adam "Gelmez artık" demişti; kapıdaki polis arabalarını gösterip.

Not 6: Biliyorum...

"Aman her dönemde kuşak farkı vardı, günümüzün kuşak farklarını abartmamalı" diyenler çok.

Şimdi özellikle siyasetçi veya "halkla ilişkilerci" iseniz “dikkatle okuyun”, derim...

Doğru, antik Yunan filozofları bile kuşak farkından şikayet etmiştir. Ancak şu an çok farklı bir noktadayız...

Binlerce yıllık "insan" ve dünya tasavvuru değişiyor; bu dönüşümün yeni kuşaklarda yol açacağı farkları anlamazsanız, hiçbir şeyi kavrayamazsınız.

İnsanın biyolojik bedenine "dijital, teknolojik beden" eklendi; bugünün 40'lı yaşları iki kuşak sonrasına bir tür "mağara adamı" gibi görünebilir; şakası yok!

Ve bugünün insanı "enfosfer" içinde soluk alarak yaşayabiliyor; yani enformasyondan oluşan bir atmosfer içinde yaşayabiliyor.

Sonuç?

Babadan kalma hayata devam etmekte ısrarcı olabilirsiniz ama gençlerden bunu beklemek umarsız bir çaba...

Not 7: Mevsim geldi; herkes tatil günlerini iple çekiyor.

Nasıl mı?

Mesai saatlerini zehir ederek...

10 gün, 15 gün mutlu olacağım diye mutsuz geçmesi göze alınmış 350 gün...

Tatil...

Kapitalizmin büyük uyuşturucusu!

Ve iyi etkisi dozaj artırımlarına rağmen azaldıkça azalıyor.

Not 8: İnkar edebilir misiniz?

Devlet okulları, çocukları evden ve sokaktan birkaç saat uzakta tutmak içindir.

Gerisi süslü hayallerdir.

Geçenlerde öğretmen arkadaşlarla sohbet ediyoruz; içlerinden biri "Bana öğretmen değil gardiyan deseniz daha doğru" dedi; sustuk uzun bir süre...

Ve şunu da hep bilmiyormuş gibi yapıyoruz...

Ülkemizde iki ayrı okullaşma modeli var; devlet okulları ve özel okullar...

Birincisinde öğretmenler çocukları oyalamak ile bir şeyler öğretmek arasında salınıp duruyorlar; ikincisinde ise tüketiciye (parayı bastıran velilere) kendilerini beğendirmek için helak oluyorlar.

Çocukların kaderleri mi?

Çok fark ediyor.

Çok şey için geç kaldık; belli bir çıtayı yakaladığımızda ise okul denen şey "oyalamaca"ya dönüşmüştü...

Şimdi herkes, “Sıra eğitimde kaliteye gelsin artık.” diyor ya...

Peki ama nasıl olacak?

Not 9: En şahane yalanları söyleyebilirsin. Göz alıcı kılıklara saklanabilirsin. Ama elinden kurtulamazsın içini okuyan gözlerin. (TOM ROBBINS / Villa Meçhul)

Not 10: “Siyasal yumuşama” mı istiyorsunuz? Gideceğiniz tek yer hukuktur.

Siyasal iktidar, hukuku uygulamaz da “mış” gibi yapar ise yumuşama laflarıyla oylamaya kalktığı toplumdan sert bir tokat daha yiyecek ilk seçimde.

Ekmek alamayan, baskıdan ve kibirden bıkan halkı artık palavralarla kandırmak mümkün değil.

Ya bu çürümenin önünü kesersiniz ya da ilk seçimde bedelini ödersiniz.

Not 11: Hayatın o en zor geçitlerinde, karanlığı delen bir ışık mutlaka vardır. Onunla yolumuzu bulur, onunla yaşamaya devam ederiz. Senin içinde yanan kandili kimse söndüremez. Etrafı zifiri karanlık kapladığında sakın korkma.

Kendi ışığına yürü.

Not 12: Daha derin yaralar için bazen doktor yetmez. Şairin orada olması gerekir.

Not 13: 40 bin TL'ye çobanlık mı yapılır diyenler, 1 kg et 500 TL mi olur diyenler. Teşhisi doğru koyalım. TR'de gıdada çok ciddi bir arz yetersizliği var. Fiyatları yukarı çeken bu. Yoksa bir yerlerde birileri peynir, et falan stoklamıyor.

Not 14: Son 15 yılda dünyadaki reel büyümenin 3'te 2'si Çin ve Hindistan'da gerçekleşti. Bu iki ülke şu anda dünya nüfusunun 3'te 1'ini oluşturuyor. Yani diğer ülkeler 15 yıldır neredeyse yerinde saymış. Son yıllarda yaşanan ekonomik buhranın temel sebebi bu aslında.

Not 15: Twitter ahalisi “dünya yıkılıyor” havasında; Instagram ve TikTok ahalisi “ay buralar yıkılıyo” havasında.

Not 16: Gece ikide uyuyup gece beşte uyanıyorum.

Uyku(suzluk) düzenim böyle.

Kafamı yastığa koyduğum an bütün düşünceler aynı anda taarruza geçiyor.

Meydan muharebesini kaybediyorum her defasında.

Uyku ilaçları denedim, çok daha kötü oldu, uyutmadı sadece sersemletti.

Not 17: Hiç kimsenin yararlanabileceğinden fazlasını tekeline alma hakkı yoktur.

Milyonlarca insan açlıktan ölürken, zenginlerin yoksullara verdikleri şeyler, kusursuz bir iyilik değil, kusurlu bir haktır.

Percy Shelly

1811/Haklar Deklarasyonu

Not 18: Keşke Boğaziçi’nde sadece 2 dönem alıp bırakmasaymışım Fransızcayı...Devam etseymişim. Pek çok dil denedim ikinci yabancı dil olarak, ama birine başlayıp sebat etmek en iyisi olurmuş.

Not 19: Konut pahalı bir şey değildir. Günümüz teknolojisinde inşaat maliyetleri düşmüştür.

Pahalı olması, tamamen YAPAY KITLIK ile sağlanıyor.

ARSA BALONU şişmesi için, her şeyi belli yerlere yığıyorlar. Elbette arsalar kendilerinin ve uzun vadede KİRA AĞASI olacaklar.

Not 20: aptala anlatır gibi anlatıyorum:

20 yıl önce de gidemediğin pahalı kafeler vardı. Fakat gidebildiğin kafeler de vardı. Artık hiçbirine gidemiyorsun, çünkü paranın değeri düştü. Çünkü fakirleştin. Çünkü sen artık orta sınıf değil, alt sınıfsın. Dümdüz fakirsin yani. Uyan artık!

Ömür boyu çalışsa uyduruk bir daire sahibi olamıyor. Varını yoğunu satsa külüstür bir araba alamıyor. Yemeden içmeden para biriktirse ikinci sınıf bir otelde tatil yapamıyor. Bir ayakkabıya maaşının yarısını veriyor. Hayat pahalılığını marketlere bağlıyor. Allah, akıl versin.

Domates pahalı değil. Çay pahalı değil. Peynir pahalı değil. Döner pahalı değil. Çorap pahalı değil. Biz fakiriz. Israrla, inatla, sistematik bir çabayla fakirleştirdiler bizi. Paramızı pul ettiler. Emeklerimizi hiç ettiler. Canımıza okudular. Bu gerçeği anlamamız lazım artık.

Not 21: VARLIK YÖNETİM ŞİRKETİNE borcunuz var. Ödeyecek gücünüz yok. Ya da, maliyette dönüyorsunuz ve sisteme ne zaman geri döneceğinize karar veremiyorsunuz.

ENFLASYON düşene kadar bekleyin. Borçlarda yasal faiz %9.

Enflasyon düşünce de, icraya versinler, oradan çıkan rakamı ödeyin.

Not 22: Hayat bize, bizim sandığımız şeylerin aslında bizim olmadığını öğretir.

Not 23: Bir gün gelirsen

ağıtların

sessizlikle karşılacak

gözyaşların ancak toprakta

gözlerimle buluşacak

getirdiğin çiçekleri

bir tek mezar taşım koklayacak

bir gün gelirsen

ağıtların

gölgelerle dans eden bir mezarlığın ortasında

geç kalmış olduğun

zamanların şahidi olacak..

Not 23: Para-sermaye piyasaları”bu sefer farklı olacak” cehaleti ile kaldıraçları birleştirerek “yaratıcı yıkımlarla”kripto  paraya geldi.Bir perde arkası teknoloji sureti olan sanal  paralar en nihayetinde bilgisayar TOKENİzasyonunun alt kümesi haline gelecek, zira aynı teknoloji-yıkım.