Hadi gelin biraz zamanda yolculuk yapalım. İtalya’yı 1911’de Trablusgarp‘a karşı harekete geçen en önemli olay fas meselesinin alevlenmesiydi. İtalya’nın daha önce 1900 yılında Fransa ile yaptığı gizli anlaşmaya göre Fransa Fas’ta yeni çıkarlar elde ederse İtalya’da Trablusgarp hareketini başlatacaktı.

 Fransa 24 Nisan 1911’de Fas’a girdi. Almanya İngiltere’nin engellemesi üzerine Fas‘a yönelik istedik isteklerini rafa kaldırdı, bunun üzerine Roma’da Giolitti hükümeti Trablusgarp‘ı altın tepside halka sunacağını söz verdi Başbakan Giolitti’nin Trablusgarp‘ı kolayca işgal edebileceğine inancı tamdı çünkü çok yakından tanıdığı Hakkı başa sadrazam Divan’ına bağdaş kurmuştu. Roma seferliğinden sadrazamlığa geçer geçmez Hakkı Paşa İtalyanların isteği üzerine ilk işi Trablusgarp Valisi İbrahim Paşa’yı görevden almak oldu. İbrahim Paşa Osmanlı’nın çıkarlarını korudu Banco de Roma’nın Bingazi‘de şube açmasına izin vermediği, depolardaki yeni silahların İstanbul’a gönderilmesini engel olduğu için sadrazam ondan kurtulmak istiyordu tıpkı İtalyan dostları gibi. İbrahim Paşa apar topar görevden alındı yerine atanan Bekir Sami Bey bir türlü gelmek bilmedi.  Trablusgarp’a valiliğe Miralay Neşetbey vekalet ediyordu; velhasıl bölge bölge sadrazam sayesinde valisiz, askersiz, komutansınız, sonuçta savunmasız işgale kucak açmış bekler haldeydi; sadrazam Hakkı paşa daha sonra vatana ihanetle suçlanacak,  yaptıkları sui tesadüf değil su idare idi ki cinayet haddine layıktı sözleriyle lanetlenecekti ama ittihat ve terakki cemiyeti Hakkı Paşa’nın arkasında saf tutacak meclisin soruşturma açmasını engel olacaktı, çünkü cemiyetti Hakkı Paşa’yı saadete getiren ve cemiyet tükürdüğünü yalamazdı. Günümüze ne kadar benziyor değil mi!

Hakkı paşa briç masasında aldığı ultimatomun ağırlığı altında ezildi, istifasını verdi, gün ışırken konağına kapandı. Yerine Sait Paşa getirildi.

Değerli dostlar size tarihten bir anektot anlattım. 1911 yılında Trablusgarp‘ı İtalya’nın nasıl işgal ettiği daha önce orada Roma Sefiri olarak yani Roma büyükelçisi olarak görev yapan Hakkı Paşa’nın sadrazamlığa nasıl ittihat ve terakki tarafından getirildiği ve Hakkı Paşa’nın sadrazamın vatanına ve milletine devletine nasıl ihanet ettiği ve adeta şu anki Trablusgarp Libya hattını nasıl düşmana işgal için peşkeş çektiği ve altyapısını hazırladığını anlattım. 

İttihat ve terakki öyle bir örgüt ki vatani kurtarma amacı olduğunu iddia eden postacısından tut damat olmaktan başka hiçbir işlevi ve başarısı olmayan Enver Paşa’nın, tabiri caizse hiçbir şekilde akla mantığa uymayan lanet hayalleri yüzünden Osmanlı’nın yıkılmasını sağlayan, Osmanlı’nın başına bela olan tabiri caizse katilleri ile terör estiren, muhalefeti yok eden, öldüren bir Çete diyeceğim; ki kendilerini her ne kadar parti dese de adeta devlet içinde bir Çete devleti. Adeta mafyalaşan bir Çete devleti ve bunun bedelini de Türk milleti birinci Dünya Savaşı’na Almanya’nın yanında saf tutarak girerek ödeyecek ki; saf tutmamızı da sağlayan Enver Paşa ve onun etrafındaki niteliksiz, vasıfsız, liyakatsiz tabiri caizse vasıfsız, kişisel çıkarlarından başka hiçbir şeyi düşünmeyen ahlaksız yönetici müsveddeleri idi ve birinci Dünya Savaşı’nda saf tutmamız neticesinde de çok ağır bir yenilgi aldık ve şu anki topraklarımıza çekildik ki: şu anki topraklarımız da Mustafa Kemal Atatürk’ün öndeliğini yaptığı kuvayi milliye olmasa muhtemelen iç Anadolu’da küçücük bir adacıkta tabiri caizse buğday arpa ekip hayatımızı idame ettirecektik izin verdikleri ölçüde.

Allah Türk milletine Mustafa Kemal Atatürk’ü nasip eyledi de en azından şu anki jeopolitik konum açısından çok önemli bir toprak parçasını her ne kadar Osmanlı’dan geriye kalan çok küçük bir parça da olsa ele geçirdik. Şimdi tüm bunları niye anlattım bazen vatan millet Allah kitap diyen insanların nasıl ülkelerine isteyerek ya da istemeyerek bilinçli ya da bilinçsiz zarar verdiğini hatta zarar vermeyi de geçip tabiri caizse bir varlık yokluk meselesini haline getirip ülkenin kaderini nasıl uçuruma yuvarladığını anlatmış oldum ve tarihin her zaman tekerrür etme ihtimalini hatırlatmak istedim.

Şu malum ülke büyük bir ekonomik buhran içinde; insanların artık ev alma araba alma hayalleri yok. gençlerin tabiri caizse hayallerine göre bir iş bulma ihtimali yok, gençler ülkede mutsuz ve nitelikli olan gençler özellikleri fırsatını bulduğunda ülkeyi bir an önce terk edip yurt dışına kapak atma peşinde;  bu ortamda biliyorsunuz geçen sene seçimler yapıldı cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri muhalefetin kazanacağına kesin gözle bakılırken hatta ak partililerin kendi bile seçimi kazanamayacağını düşünürken millet ters köşe yaptı ve iktidarı ak Parti‘ye ve Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a altın tepsi içerisinde sundu. Ekonomik şartlar zordu.  ülkede ehliyetsiz liyakatsizlik ve adaletsizlik zirve yapmıştı ama buna rağmen halk muhalefetin ülkeyi yöneteceğine yönetebileceğine kanaat getirmemiş olmalı ki iktidarı tekrar ak parti hükümetine verdi aradan yaklaşık 9 ay geçtikten sonra  yapılan seçimde gördüğünüz gibi ak Parti ikinci parti oldu CHP birinci parti oldu ve neredeyse belediyelerin üçte ikisini CHP yani muhalefet elde etmiş oldu.

Buradan şu çıkıyor sekiz 9-10 ay önce iktidara güven oyu veren halk artık iktidarın ülkeyi yönetebileceğini, iyi bir gelecek inşa edeceğine, ekonomiyi toparlayacağını düşünmüyor ve fakat tüm bunların hepsi basra harap olduktan sonra yani ülkenin geleceğini inşa etmesi, belini doğrultması ve ayağa kalkması artık iyice zorlaştıktan sonra oldu ve bu çok acı.

Kurt kanunu romanında Kemal Tahir ittihat ve terakkînin fedailerinden Kara Kemal şöyle konuşur: “Kimdik biz? Yenik düşmüş bir siyasi ekip; suç ne kadar büyükse çekilecek cezanın da o kadar büyük olması gerekir; biz dünyanın en ağır suçunu biraz tartaklanmalarla savuşturulur sandık. Bu anda yüzüme vuran dar ağacı gölgesi suikast suçlusu olduğundan değildir Eminciğim, büyük suçun gölgesidir bu, tarihin örneğini yazmadığı kurtlar boğuşmasına girip yenik düştük. Kurtluk da düşeni yemek kanundur.”

Niyetim İttihat ve terakki ile AKP arasında benzerlik kurmak değildi ama pekala iki parti arasında şaşırtıcı benzerlikler bulmak mümkün ama o ayrı bir yazı konusu; AKP’yi Neo İttihatçı dense yeridir, farkındayım.

31 Mart seçimlerini analiz ederken AK parti mahallesinden ayrılamadım; tek kaybeden AKP değil doğru fakat AKP’ye kadar büyük kaybeden de yok bugünlerde. 31 Mart bozgunu bile şaşkına dönen AKP’nin ne yapacağı merak konusu. Gözler AKP’ye çevrildi değişiklik için isim veya koltuk Toto oynayanları rastlanıyor.

Falan bakan gidici ya da filan genel başkan yardımcısı görevden alınacak gibi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AKP Genel Başkanlığı’ndan ayrılacağını ileri sürenler bile var. Dikkatli okuyucular hatırlayacaktır seçimden hemen sonra burada bunu dile getirdim aklın yolu bir. Bir daha partinin başında seçime girmeyeceğine göre Erdoğan’ın ilk yapması gereken genel başkan koltuğundan ayrılarak AKP’nin yeni döneme hazırlayacağı kadroları teslim etmek. Değişmeyen kural; kaybedenler bedel öder. yavaş yavaş acele etmekte de yarar var. Erdoğan genel başkanlığı bırakır mı başka çare kalmadıysa, tek seçeneği buysa gönülsüz de olsa bırakır, bayrağa genç bir isme devreder. Erdoğan’dan sonra AKP’ye yaşar mı yaşar fakat eski şaşalı günler bir daha geri gelmez. Erdoğan partinin başında bulunsa da eski hal muhal artık; yeni halde AKP iktidarına yer yok.

Siyasette düşen bir daha kalkamaz; kurtlar dünyası gibidir siyasi arena; kurtlukta düşeni yemekse kanundur. Erdoğan yakın vadede ne yapacak;  siyasetin kuralı değişmez: kaybedenler bedel öder. Liderler daha alt düzeyde kurban vermezse eğer; oklar bir anda kendilerine yönelir, bu yüzden kadrolarda değişikliğe gitmek kaçınılmazdır. Erdoğan uzun bayram tatilinde hem dinlenmiştir hem de 31 Mart’ın muhasebesini yapmıştır başını iki elinin arasına alıp. Neden kaybettik diye düşündü bu arada.

Bu süreçte eylem planı geliştirmiş olmalı; istişare ve parti organlarında değerlendirme yapma gideni geleni görüşme geleneği yok AKP’nin, özellikle isimler söz konusu olduğunda son sözü Erdoğan söyler, tek seçici o kimseyi aldığı kararı ortak etmez, itikadınca da lidere mutlak itaat ister. İnsanın hey gidi siyaset diyesi geliyor.

Erdoğan ve arkadaşlarının Erbakan‘a en büyük itirazlari buydu; bu yüzden milli görüş gömleğini çıkardılar i, yollarını ayırdılar ve yeni parti kurdular sözde tek adamlıktan kadro hareketine geçiş yapacaklardı.  istişare ve kararların ortaklaşa alınması esas olacaktıZ AKP’nin kuruluş felsefesiydi bu. Erdoğan çok eleştirdiği hocası Erbakan‘ı fersah fersah geçti ne istişare söz konusu ne de kararların ortak alınması.

Aşil tendonundan değil ama onun kadar ölümcül yerden iddiasından vuruldu. 31 Mart enkazın altından kalkabilecek mi; sanmıyorum Erdoğan siyasette yenilgiyi ilk kez tattı. 31 Mart hezimetine nasıl cevap vereceğinin örneği yok, yenilginin nasıl yönetileceği konusunda tecrübesiz. Bülent Arınç Abdullah Gül gibi deneyimli isimleri yanından uzaklaştırdı. Şimdi bu ağır tablonun altından tek başına kalkmak zorunda. 31 Mart yıkımının altından kalkabileceğini sanmıyorum da ben daha çok yapacağım hamleyi kastediyorum.

Küllerinden doğmak mı! Ancak o masalda olur. Erdoğan acaba parti yönetiminde ne çapta değişiklik yapacak, değişim kabineye de yansıyacak mı, kaç bakan yolcu i, vitrin değişikliği çare olacak mı? 31 Mart yarası pansuman da iyileşir mi yoksa neşteri daha derine mi vurmak gerekir.  Parti büyüğü Hayati Yazıcı ve AKP tabanına parmak sallayan danışman sıfatlığı Beştepe komiseri Mehmet Uçum yerini koruyacak mı, Monako yat kulübesindeki ıstakoz tabağına bir fatura kesilecek mi? Sorular uzar gider; önce doğru teşhis gerek.

Eskiden Sayın Erdoğan en küçük bir yenilgiyle karşılaştığında hemen harekete geçer ve partisi üzerindeki hâkimiyetiyle çözüm için gerekli ciddi bir yol haritası belirleyerek politikasını yürütürdü. Şebnem Bursalının her ne sebeple olursa olsun böyle bir dönemde parti disiplininden çıkarak hayatını sürdürmesi, Sayın Erdoğan’ın eskisi kadar partisine hâkim olamadığını düşündürüyor.

Bu disiplinsizlik sonrasında parti içinde çatlak seslerin de çıktığını gördük. Yıllarca seçimlerden hep zaferle çıkan partinin, bu ciddi yenilgi sonrası kendini toparlaması kolay olmayacak. Benzer olayların sebep olacağı parti içi çekişmelerin, medyada artarak gündem olacağını önümüzdeki süreçte hep beraber göreceğiz. İktidarın özellikle büyük şehirleri kaybetmesinden sonra belediyelerden nemalanan kiralık partililerin gemiyi hızlı bir şekilde terk edeceğine çok geçmeden şahit olacağız.

AKP 31 Mart’ta neden kaybetti. İlk akla gelen ekonomik kriz, emeklilere verilemeyen maaş artışı. Hayır ana sebep bunlar değil bunlar bardağı taşıran son damlalar. AKP’nin hayal ettiği ülke bu muydu? Hangi alanda AKP politikaları başarılı oldu,  köprü yol dışında söyleyecek sözü var mı!

Nerede kaldı değerler ilkeler kutsallar.. Üç ye ne oldu? Yolsuzluk sınavını geçebildi mi i, yasakları yasaklayabildi mi, yoksulluğu kaldırabildi mi? Türkiye 2002’de devraldıdığı yerden çok çok daha gerilere gitti. 3 Y 22 yıl boyunca altın devrini yaşadı; hukukun olmadığı yerde ekonomik refahın söz edilebilir mi?

AKP yılları adaletsizliğin zirve yaptığı en kötü yıllar, tek parti dönemine bile rahmet okudu 31 Mart’ın sorumlusu bizzat Erdoğan‘dır. AKP seçimi partinin vitrininde yer alan etkisiz isimler yüzünden kaybetmedi.  31 Mart‘ın sorumlusu ne efkan ala ne de İstanbul Ankara şehirlerinin il başkanları sorumlu, bizzat Erdoğan’ın kendisi ve politikaları. Bu gerçeği yüzüne söyleyecek bir babayiğit var mı? O zaman zaman sağlıklı bir öz eleştiri ve değerlendirme mümkün değil; dostlar alışverişte görsünler sonuç alınmaz.

Eğer AKP‘de değişim olacak 31 Mart bozgununa ne eşler vurulacaksa bu isimler üzerinden olmaz:  bizzat Erdoğan’ın belirleyicisi olduğu temel politikaları masaya yatırmak gerekir. AKP’ye kaybettiren kuruluş felsefesinden uzaktan yakından ilgisi olmayan MHP ve doğu Perinçek rotasındaki politikalardır.

İlla isim konuşulacaksa birinci sıradan Mehmet Uçum yer almalı; Beştepe komiseri uçma dokunulmadığı yerde vitrinde birkaç ismi ve yüzü değiştirmenin hiçbir anlamı yok; ana politikaları ve zihniyeti değiştirmek belki AKP’nin siyasi ömrünü bir nebze uzatabilir/  Yeni bir başlangıç asla mümkün değil, pansuman çarelerse 31 Mart bozgunu daha ileri taşır.

Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan aldığı kararlarla bitişin nasıl olacağını belirleyecek o kadar. AK partide kimler gidici sorusunun cevabı bizzat AKP’nin kendisi gidici, gerisi teferruat..

Son söz: Charles W. Pickering’in şu sözü aklıma geliyor: "Sağlıklı bir demokrasi, nezih bir toplum gerektirir; onurlu, cömert, hoşgörülü ve saygılı." Esas bizler 20 yılda nezih bir toplum olma hayalimizi yitirdik. Tekçi anlayışla bizleri birbirinden uzaklaştırarak kültürel erozyonlara teslim ettiler. Ötekileşen sınıflar iktidar yapıların politikalarıyla kutuplaştı. Kolay zenginleşenlerin ve yıllarca İstanbul’da yaşayıp yol parası nedeniyle deniz kenarına dahi gidemeyen insanların yaşadığı bir ülkeye dönüştük. Siyasi söylemlerimizi Gazze gerçeğinde olduğu gibi kazanılan üç kuruş para için bir köşeye bıraktık. Uzun lafın kısası Şebnem Bursalı bir neticedir! Tepki vermemiz gereken Şebnem Bursalı değil, iktidarın bu anlayışı olmalı. Türkiye acilen erken seçime götürülmeli.

Tadımlık: "Açlıktan kıvranan işsiz bir insan özgür müdür?
Okuması yazması olmayan, bilgisiz, kültür ve kitap dünyasının dışında bırakılmış bir insan özgür müdür?
Yılın elli iki haftasında bir işe zincirlenmiş, birkaç gün bile tatil yapma olanağı olmayan bir insan özgür müdür?
Sürekli geçim derdiyle boğuşan bir insan özgür müdür?
Hep işinden olma korkusu içinde yaşayan bir insan özgür müdür?
Yetenekleri olduğu halde bunları geliştirme olanağı olmayan bir insan özgür müdür?"

Leo Huberman

Not 1: Hikaye bu; “Partili" biri araç kiralama şirketi kurar. Kamu bankasından aldığı beleş kredi ile yüz tane araç satın alır. Araç bedeline iki yillik kira ile yandaş belediyeye kiralar. Belediyenin ödediği kiralama bedeli ile araç kredileri ödenir. iki sene sonunda araçlar bedavaya gelmiş olur."

Not 2: Bir yorum okudum.

Diyor ki lise arkadaşlarım sanayide işe başladılar, ben de üniversite okudum.

Onlar evlerini, arabalarını çoktan aldılar ben 30 yaşında düğün yapacak para bulamıyorum.

Bazı bölümler hariç okumak pek para etmiyor!

Not 3: Mesele ıstakoz yiyebilen vekiller değil mesele oğluna balık alamayan halktır.

Mesele vekillerin arsızlığı değil mesele çocukların açlığıdır.

Not 4: Yazları sıcak olurdu..

Maraş’taki evimizin damını yıkardı annem serinlesin diye..

Akşam yemeği damda yenirdi.

İçli köfte veya içi evde hazırlanıp fırında yaptırılan lahmacun oldu mu yemekte değmeyin keyfimize..

Damda yıldızları izleyerek uyumanın keyfiyse bambaşkaydı.

Güzeldi.

Not 5: İnsanlara bir gün uçmayı öğreten, tüm sınır taşlarını yerinden oynatacaktır; tüm sınır taşları havaya uçacak karşısında, yeryüzünü yeniden vaftiz edecek o - “hafif” koyacak adını.

Böyle Söyledi Zerdüşt, Nietzsche

Not 6: Lübnan Merkezi İstatistik İdaresi'ne göre Lübnan'da gençlerin yaklaşık %69'u ve 25-44 yaş grubundakilerin de %66'sı göç etmek istiyor.

Aşırı yüksek enflasyonun uzun süre devam etmesi halkı fakirleştiriyor ve umutları tüketiyor.

Türkiye bu doğrultuda gitmeye devam etmemeli.

Not 7: KKM geri dönüşlerinde kısmi TL mevduat yapılırsa yüksek TL faiz verildiği gibi KKMde kalan tutara bazı bankalar döviz/altın bazında senelik %6-9 arasına denk (benim bildiklerim) prim öneriyorlar. %50+ faizde 2023 nisanına geri döndük.

Not 8: Gazeteci Ersoy Özdem, Kuzguncuk'ta bir pastaneye giriyor.

İki kurabiye alıyor ve 220 TL ödüyor.

Şaşkınlıklar içinde anlatıyor.

"Önce kilosu 110 TL sandım, 2 adet aldım, meğerse tanesi 110 TL imiş, iki adet kurabiyeye 220 TL ödedim"

Diyor.

Önce şunu yazmadan edemeyeceğim, adam size 220 TL dedi ve duydunuz, neden ödemeye devam edip o kurabiyeleri aldınız.

Ben olsam aynen bırakırdım, kalsın beyefendi derdim.

Aldıktan sonra şikayet etmenin, aldıktan ve parayı ödedikten sonra anlatmanın, hiç anlamı yok ki.

Adam sattı mı? Sattı.

Siz, 2 kurabiyeye 220 TL ödediniz mi? Ödediniz.

Korkunç değil mi, bu kadar fırsatçılık bu kadar alçaklık olamaz.

Bunun bir insanın, cebinden para çalmaktan hiç farkı yok, başka da bir şey değildir bence.

Aldıklarınızı bırakın, almam deyin, bakalım ne yapacaklar.

İtalyan bir arkadaşım vardır 

Bana dedi ki. 

Bizi İtalyanlar şöyle konuşuruz, Türkler söylenir, ama bir şey yapmaz diye biliriz. 

Ne kadar doğru.

Pahalılık var diye homurdana homurdana bir hal olduk.

Hep konuşuruz vır vır vır.

Almayın yahu. 

Bırakın yahu.

Yemeyin yahu.

Ölmezsiniz.

Bir kurabiye 110 TL’ye satılamaz.

Bir kurabiye 110 TL’ye yenmez.

Not 9: Bütün kafeler ve restoranlar hınca hınç dolu.

Nereye giderseniz gidin mekanlar dolu.

EH durum böyle olunca.

Fırsatçılar ne yapıyor.

Kafalarına göre zam yapıyorlar.

Her şey çok pahalı kardeşim, napalım duygusundan fırsatçılık yapıyorlar.

Not 10: Hiç kimse ile yarın için, program yapmaya ya da sözleşmeye gelmiyor.

Hiç kimse ile hatır gönül soralım, fikri takip yapalım demeye gelmiyor.

Hiç kimse ile kaldığın yerden devam etmek imkansız hale gelmiş.

İnsanlar birbirini story’den röntgenliyor.

Onun ne yaptığını ne durumda olduğunu öğreniyor ve biliyor ve yine palavra telaşı içinde uzuyor.

Kapıdan giriyor bir telaş, kapıdan çıkıyor bir telaş.

Birileri geliyor bir telaş, birileri gidiyor bir telaş.

Yormayın kimseyi ne olur.

Birbirine yakın insanlar olduğunu sananlar, hiç de yakın değiller aslında.

Herkes sadece kendini değil, etrafını da kandırmaca peşinde.

Not 11: Gezmeyi sevmeyen biriyim.

Belki de stabil, alıştığım yerde kalmak daha konforlu alanım olduğu içindir bilmiyorum.

Mahallede büyüdüm ben.

"Kır dizini otur", diye bir cümle duya duya büyüdüm ben.

Çok hareketlenen bir çocuğa, ailesi "kır dizini otur" derdi.

Severim o cümleyi.

Kır dizini otur. 

Aslında laf olsun diye bilinen ve kullanılan bir cümle değil.

Dizlerimizi kırıp, yer sofrasına oturan ailelerin, ailecek yürekleri ile donattığı ve beraber eksiksiz aile bireylerinin olduğu sofraları tarif ediyor.

Sofrada dizler birbirine değer.

Herkes evinde, sokakta olan yok ki.

Benim.

Tatil ya da bayram geliyor nereye gideceğim duygusu hiçbir zaman aklımdan geçmedi.

Kim bilir belki de evimi çok seviyorum, evimde vakit geçirmekten hiç sıkılmıyorum ondan olabilir.

Not 12: Caddeler, meydanlar inanılmaz.

Sanki evlerde kıyamet kopmuş ve herkes ailecek, çoluk çocuk sokağa çıkmışlar.

Eskiden böyle sokaklar da, gezmek merakı yoktu.

Sanki evde oturana ceza veriyorlar.

EH herkes, Instagram’da gezen, paylaşan diğerlerine özenir ise olacağı budur.

EH herkes, kendinde olmayanı başkasında ararsa olacağı budur.

Ey sokakçılar.

Ey gezme telaşında olanlar.

Sokaklarda savrulurken, farkına varmadığınız, sabahın güneşini kaçırdınız.

Rüzgarın eline bırakacağınız yüreğiniz hiçbir şeyin farkında değil.

İyiliğin kötülüğe yenildiği, böyle bir dünyada gezin anacım.

Sokaklardan evinize girmeyin.

Ey! 

Dizini kırıp evlerin de oturanlar.

Yüreğiniz iki dirhem bir çekirdek olsun.