ERCİYES'İN GÖLGESİ ALTINDA 

Bir şehrin bizi cezbetmesi için ne gerekir acaba? Tarihsel zenginliği mi, lezzetli yemekleri mi, kişisel yaşanmışlıklarımız mı yoksa? Benim için çokça özel yerler kuşkusuz var. Oraların hatıraları silinebilir mi? Mesela, Vezirköprü. İlk bilincimin oluştuğu ve Köprülü ailesinin isminin adandığı şehir.  Peki ya Kayseri? Daha öncesinde birkaç kez gittiğim ama yine de geçmişte benim için o derece bir yaşanmışlığın bulunmadığı bu kente beni yine çeken acaba neydi? Kayseri, beni ilk başta İzmir’e uçak seferlerinin doğrudan ve çok sık olması ile şaşırtıyor. Nedeni aslında artık önemli bir turistik durak olan Peri Bacaları, Göreme ile ilgili. Kayseri’ye gidenler dışında Nevşehir’e gitmek isteyen özellikle yabancı turistler Efes gezisi sonrası İzmir’den Kayseri’ye buradan ulaşmaktalar ve bu da sefer sayısını arttırmış durumda. Kayseri’ye gitmeden bu kent hakkında bildiklerimi tek tek aklımdan geçiriyorum. Başlık olarak kullandığım Evliya Çelebi’nin tanımı ile “kayserlerin taht merkezi” olan Kayseri’de yok yok. Yakın zamanda tekrar gezdiğim Ankara Anadolu Medeniyetler Müzesi’ndeki erken tunç döneminin önemli ticari kentlerinden Kültepe Kaniş/Karum mesela. Ama aklımda hep Ağırnaslı Rum kökenli dâhi mimarımız Sinan, Koca Mimar Sinan var. Sonra biraz tarih dersi diyorum. Ve hiçbir zaman konumundan kaynaklı olarak işgale uğramayan Kayseri’ye meclisin taşınma düşüncesi. Romalılar için “kayser” tanımı ve beylikler. Şaşırıyorum aslında, kentte Osmanlı etkisinin nerede ise olmamasına. Ne varsa Beylikler dönemine ait görünmesine. Ve kente geliyorum…

TİCARETİN MERKEZİ: KÜLTEPE

 Akşam ilk olarak Cumhuriyet Meydanı’ndayım. Önce 1906 yılındaki tarihi saat kulesinin önüne gidiyorum.  Abdülhamit’in emri ve Kayseri Mutasarrıfı Haydar Bey’in desteği ile Tavlusunlu Salih Usta’ya yaptırılan mühim eser. Önemi aslında müştemilatının Milli Mücadele döneminde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin Kayseri şubesi olarak kullanılmasından da kaynaklanıyor. Sonra kasım ayındaki soğuk havanın etkisi ile kendimi meşhur bir pöç çorbası içmek için “Tarihi Kayseri Pöç Salonu”na atıyorum. Ve dedikleri kadar lezzetli ve bol ikramlı çorbadan sonra ertesi günün yorucu geçeceğini öngörerek dinlenmeye çekiliyorum. Ertesi gün hedef şehrin çok uzağında olmayan Kültepe kazı alanı oluyor. Erciyes Dağının eteğinde, Mezopotamya’ya uzanan ana ticaret yollarının birleştiği bir noktada altı bin yıl önce kurulmuş Kültepe’ye varıyorum. Burası orta tunç devrinde yani MÖ 2000-1650 yılları arasında önemli bir ticaret merkezi. Ve Anadolu’ya ilk yazıyı da Asurlu tüccarlar getiriyorlar. Kuzey Mezopotamya’daki Asurlu tüccarların kurduğu ticaret kolonilerinin Anadolu’daki merkezi olan Kaniş Krallığı tam da buradaydı. Kervanlar sadece mal taşımıyorlardı. Aynı zamanda birçok kültürün aktarılması işlevini de görüyorlardı. Çivi yazısı sayesinde her türlü ticari, politik ve hukuki işlemler kayda alınıyordu. Bu tabletlerin en önemlisi kuşkusuz Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergileniyor. Bir kısmını ise yine oldukça bilgilendirici olan kalenin içerisindeki Kayseri Arkeoloji Müzesi’nde görebilirsiniz. Şehri gezdiğinizde burada yönetim merkezi olan yukarı şehir ile ağırlıklı olarak ticaretin yapıldığı ve tüccar evlerinin de bulunduğu Kaniş’i çevreleyen Aşağı şehir olan karumlar bulunuyordu. Ve tam tüccar evlerinin gezerken bir grupla birlikte kazı başkanı olan Prof. Fikri Kulakoğlu’nun sunumuna denk geliyoruz. Şansın böylesi. Ve ondan değerli bilgiler aldıktan sonra sevgili okul arkadaşım Cem ile birlikte bu kez Ağırnas’a doğru yol alıyoruz.

kayseri-24kasim2023-4

SER MİMARÂN-I HASSA: MİMAR SİNAN

Ağırnas’ın benim için ilk dikkat çeken özelliği kayalık yapısından kaynaklanan o ilginç evleri ve yeraltı şehri görünümü. İlk durağımız Ağırnas Yeraltı Şehri oluyor. Ağırnas’ın girişinde, doğu yamacında konumlanan ve küçük çocukların size rehberlik yaptığı tipik Kapadokya tarzı yeraltı şehrinde ufak kilise, erzak deposu, işkence odası, taş kapılar, tandır evi erken Hristiyan dönemi mimarisi bakımından bize eşsiz bilgiler sunuyor. Ancak burayı gezmek özellikle dar koridorları ile oldukça zorlayıcı olabilir. Klostrofobisi yani kapalı mekân korkusu bulunanlar açısından şimdiden uyaralım. Ardından hemen yürüme mesafesinde olan Mimar Sinan’ın evine gidiyoruz. Mimar Sinan’ın evinin restorasyonunda Prof. Dr. Metin Sözen’in çok ciddi katkıları olmuş. Bunu evin hemen girişinde bulunan panolardaki yazılardan da bunu görmek mümkün. Ve geniş salon ve üst katı ile birlikte yine küçük bir yeraltı şehri görünümündeki evde Mimar Sinan’a ait çok sayıda bilgiye de ulaşmamız mümkün oluyor. Seksen küsur çok önemli camiden, köprülere, mescitlere, saraylara, kemerlere, türbelere, darüşşifalara kadar eserleriyle sadece Osmanlı mimarisinin değil, dünyanın sayılı mimarlarından birisi olan bir dâhiye, ser mimarân-ı hassa olan, el-fakir Sinan’a bu kadar yakın olmanın gururunu yaşıyorsunuz. Bir zamanların önemli Rum nüfus barındıran bu kasabasından çıkan birisinin İslam medeniyetine bu kadar hizmet etmesini ise hayırla yâd ediyoruz. Ağırnas’ın daracık taşlı sokaklarından ayrılarak yine geçmişte çokça Rum ve Ermeni nüfusu barındıran çok kültürlü il merkezine yakın Talas’a geçiyoruz. Talas’ta ilk olarak gözüme tepelik bir alanda kurulu 1886 yılında Abdülhamit döneminde Tablakaya Mahallesinde Rum kilisesi olarak yaptırılmış ancak 1925 yılında camiye çevrilen Talas Yeni ya da bir başka isimle “Talas Yaman Dede Cami” ilişiyor. Cami, özellikle kesme taş yapısı ve yüksek mimarisi ile etkileyici. Ancak burasının Rumların şehri terki öncesinde kullanılan bir kilise olduğunu anlamamız zor olmuyor.  Talas sokaklarını gezdiğimizde bazı evlerin restore edildiğini ve bunlara restoran vb olarak işlev verildiğini görüyorum. Bunlar arasında Karakullukçu evi, Parlak Konak ilk karşıma çıkanlar. Tarihi 16. yüzyıla uzanan Harman Caminin önünden geçerek hemen yanında bulunan Talas Rüştiye Mektebi olarak 1869 yılında inşa edilen ve günümüzde Fatma-Kemal Timuçin Kütüphanesi olarak kullanılan yapının önünde hayranlıkla tarihi eserin güzelliğini duyumsuyorum.  Talas demek biraz da Ali Saip Paşa demek. Kimdir derseniz kendisi Sultan Abdülaziz ve Abdülhamit dönemlerinde serasker yâni Milli Savunma Bakanı olarak görev yapan bir devlet adamı. Tıpkı Mithat Paşa gibi bayındıra önem veren Paşa, memleketi Talas’a bir cami, üç çeşme, bir hamam ve annesi Esma Hanım için de Talas Mezarlığı’nda bir türbe inşa ettirmiş. Ayrıca Talas’ta bir kısım arazinin gelirini tahsis ettiği bir de vakıf kurmuş. Sanat sokağında ilk karşımıza çıkan Ali Saip Paşa Meydan Çeşmesi daha önce bulunduğu yerde bağımsız bir meydan çeşmesi iken 1968 yılında günümüzde bulunduğu yere getirilmiş. Çeşme, özellikle ayna taşının, kitabesinin mermerden olması ve üst kısımda yer alan üçgen alınlığındaki sülüs hattıyla yazılmış altı bölümden oluşan kitabesi ile dikkatleri çekmekte. Ali Saip Paşa Camisi ise 1887 yılında inşa edilmiş. Amerikalılar tarafından misyonerlik faaliyetlerini yürütmek amacıyla 1850 yılında açılan Amerikan Kolej binası ise gayrimüslim mimarisindeki detayları ile dikkati çekmekte. Osmanlı Mahallesindeki bir diğer önemli mimari eser ise tarihi 18. yüzyıla konumlanan “Kalem Kırdı Cami” Duvarları sıralı moloz taşından yapılan, toprak örtülü ahşap hali ile dikkati çekmekte burası.

kayseri-24kasim2023-1

MEVLANA'NIN HOCASI SEYİD BURHANETTİN'İN TÜRBESİ

Talas’ı artık gerimize bırakıp tekrar Kayseri merkeze döndüğümüzde bu kez karşımıza Seyid Burhanettin Mezarlığı ve Türbesi çıkmakta. Kimdir Seyid Burhaneddin derseniz, aklımıza hemen Mevlana gelmeli. Zira kendisi Mevlana’nın hocası. 1235-1244 yılları arasında Kayseri yaşayan bu önemli din adamının tespit edilen mezarının üzerine 1894 yılında Ankara vilayet valisi tarafından bugünkü türbe inşa ettirilmiş. Seyid Burhanettin türbesinin içine girdiğimizde kendisine ait olduğu belirtilen bazı veciz sözlerin panolara konulduğunu görüyoruz. Örneğin “…beden yok olur ve ölür gider; ruh yok olmaz, ölmez. Bu dünyada akıl ve iman esastır, bedenin ölmesi, ruhun doğmasıdır” gibi. Ayrıca türbenin bulunduğu yerin bir başka odasında ise Emir Erdoğmuş’un mezarı bulunmakta. Mezarlığı gezdiğimizde karşımıza bu kez “Ulemadan Su İçmez Efendi Kabri” çıkmakta. Su İçmez Efendi’nin bir gece rüyasında Peygamberin ellerinden su içtiği ve ondan sonra hayatı boyunca o sudaki lezzeti bulmaması neden ile ağzına bir daha su almadığından kendisine su içmez lakabının takıldığını öğreniyoruz. Tam karşısında bulunan Acıbadem Hastanesi’nin tarihi binası ilgimi çekiyor. Ve içine girip yapının tarihini incelediğimde burasının kuruluşunun 1924 yılında Atatürk tarafından açıldığı ve Memleket Hastanesi olarak kullanıldığını öğreniyorum. Bugünlük bu kadar deyip ikinci günümde ise bu kez Cumhuriyet Meydanı’nda bulunan Kayseri Kalesi’ne gitmeyi kafamdan geçiriyorum.  

kayseri-24kasim2023-3

KÜLTÜR YOLUNU TAKİBEN KAYSERİ MERKEZİ 

Roma İmparatoru 3. Gordionus döneminde (238-244) kale ve surlar ilk kez inşa edilmiş. Bizans imparatoru Justinaus döneminde yani 527-565 yılları arasında ise kalede bir kısım değişiklikler yapılarak köşede iç kale oluşturulmuş. Kale ve surların bugünkü şekli ise Selçuklu Hükümdarı I. Alaattin Keykubat döneminde oluşturulmuş. Dulkadirliler tarafından ise 1431’de, Karamanlılar devrinde ise 1465 yılında bir takım tamirlerle kale tahkim edilmiş. Kalenin Osmanlılar için de önemi büyük. Matrakçı Nasuh’un Kayseri minyatürlerinden de görüldüğü üzere Kanuni Sultan Süleyman 1533-1535 yılları arasında düzenlemiş olduğu Irakeyn Seferi sırasında ordusu ile Kayseri’den geçerken bu kaleyi de ziyaret etmiş. Ancak iç kale yıllara dayanamamış. Şu an kale içinde güzel bir Arkeoloji Müzesi bulunmakta. Burada Kaniş, Hitit, Asur Ticaret Kolonileri, Eretna Beyliği, Tabal Kralığı, Selçuklular, Beylikler ve Osmanlıya ait çok sayıda orijinal eseri görmeniz mümkün. Benim en çok ilgimi “Herakles Lahdi” ile Develi ilçesi Gümüşören Köyü’nde bulunan Hititlere ait “Fraktin Kaya Anıtı” çekti. Daha sonra belediyenin katkıları ile oluşturulan kültür yolunu takiben “Atatürk Evi” olarak bilinen İmamzade Raşit Ağa Konağı’na giriyorum. Sivas Kongresi sonrasında Mustafa Kemal Paşa’nın Temsil Heyeti ile birlikte 19-20 Aralık tarihlerinde karlar altındaki bu kentte iki gece bu konakta kaldığı biliniyor. Daha sonra özgün bir Kayseri Konağını görmek isteyenler “Güpgüpoğlu Konağı”na gidebilirler. Burası halen “Etnografya Müzesi” olarak hizmet vermekte. 1419-1497 yılları arasında yapılan konakta her birinin kendisine has avlusu bulunan haremlik ve selamlık bölümlerinden oluştuğunu görmekteyiz. Müzede yöresel kıyafetlerden, sahtiyancılık, halıcılık, bakır ve ahşap sanatına kadar tüm el sanatlarının örneklerini görmemiz mümkün.

kayseri-24kasim2023-2

Daha sonra Kayseri Lisesi’nde hizmet veren Milli Mücadele Müzesi’ne gidiyorum. İki Cumhurbaşkanı çıkartan, hocaları arasında Behçet Kemal Çağlar, Faruk Nafiz Çamlıbel gibi değerli edebiyatçılar bulunan lise, II. Abdülhamit döneminde 1904 yaptırılmış. 1916 yılında ise ikinci katı tamamlanan bina, Osmanlı döneminde rüştiye, idadi ve sultani olarak hizmet vermiş. Kayseri Lisesi’nin tarihi iki bakımdan önemli. İlkin 1921 yılında tüm son sınıf öğrencilerinin şehit olması nedeni ile mezun verememesi, diğeri ise Milli Mücadele yıllarında şayet meclis Ankara’dan Kayseri’ye taşınmış olsaydı meclis binası olarak bu lisenin kullanılacak olmasıydı. Müzenin bahçesinde ise 1921 Sakarya Savaşı sırasında şehitler adına yapılan “Atatürk ve Kayseri Lisesi Şehit Öğrencileri Anıtı” bulunmakta. Sonra bezemelerinde hayat ağacı, çift başlı kartal ve aslan motifleri bulunan Döner Kümbet’i görmeye gidiyorum. 14. yüzyıl Selçuklu eseri olan kümbet, mimari olarak kare bir kaide üzerine oturtulmuş. Hemen çaprazında ise Esnaf ve Sanatkârlar Müzesi olarak işlev gören “Ahi Evran Zaviyesi”ne gidiyorum. Burası esnaf ve sanatkârların mesleki ve ahlaki teşkilatı olan Ahilerin merkezi konumundaymış döneminde. Ve bina tam tamına 13. yüzyıla tarihlenmekte. İçinde esnaflığa dair Ahi Evran başta olmak üzere önemli kişilerin mesleki ahlak kurallarını gösteren metinler konulmuş. Mesela “biri seni yardıma çağırdıysa bahane bulma” gibi. Burada dönemin ve günümüzde tükenmeye yüz tutmuş zanaatlara ilişkin heykeller ve bilgi panolarını görmek mümkün. Sonrasında yine Cumhuriyet Meydanı’na giderek bu kez Sahabiye Medresesi’nin önüne geliyorum. Burasının Selçuklu Sultanı III. Keyhüsrev döneminde Selçuklu veziri Hüseyin oğlu Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından 1267 yılında yaptırıldığını öğreniyorum. İçine girildiğinde yapının birisi büyük ve iki küçük dershane (eyvan) ve küçük odalardan müteşekkil klasik medrese tarzında olduğunu, kapılarının ise oyma işçiliği ile dikkat çektiğini belirtmek gerek. Hemen ilerisinde ise Kayserili Mimar Sinan’ın memleketinde yaptığı asıl adı Hacı Ahmet Paşa Camisi olan ancak merkezi kubbesinin kurşunla kaplı olmasından dolayı “Kurşunlu” olarak bilinen camiye geçiyorum. Önünde bulunan ağaçların etkisi ile bende Bursa havası estiren yapısı ve iç süslemeleri ile avluda sekiz sütuna atılmış sivri kemerlerin taşıdığı kubbeli şadırvanı ile dikkat çeken camiyi mutlaka görün. Hemen yanında bulunan parkın içinde ise büyük ve etkileyici bir Mimar Sinan Heykeli önünüze çıkacak. Ve artık zaman daraldığı için son durağım olan Gevheri Nesibe Medresesi’ne ya da günümüzdeki kullanımı ile “Selçuklu Uygarlığı Müzesi”ne geçiyorum. Bu yapı Anadolu Selçuklu Devleti Sultanı olan I. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından hastalık sonrasında vefat eden kız kardeşi Gevher Nesibe’nin vasiyeti ile inşa edilmiş. Yapı; tıp medresesi, darüşşifa, bimarhane gibi bölümlerden oluşmakta. Daha öncesinde Manisa, Amasya ve Edirne’de de benzerlerini gördüğüm, müzik ve su ile tedavi yöntemlerine dair aydınlatıcı bilgileri içeren tarihi malzemelerin de içinde bulunduğu bu tarihi yapıyı gezmeden kentten ayrılmayın. Son olarak Zülfü Livaneli’nin buralı olan oscarlı yönetmen Elia Kazan ile yaptığı ziyareti ve dostluğu anlattığı “Elia ile Yolculuk” kitabı da bulunan şehir merkezine yedi-sekiz km mesafedeki eski bir yerleşim olan Germir’e gidiyorum. Germir’de çevreye sorduğumda Elia Kazan’ın yıkık evini buluyorum. Ardından evine yakın, yine harap haldeki Aya Panagia Rum Kilisesi’nin bu haline üzülerek buradan ayrılıyorum.

Ancak benim vaktim bu kadar, siz yine bunlar dışında kışın gelirseniz Erciyes’in heybetli duruşu eşliğinde eteğine yapışarak kayak zevkinden de kendinizi mahrum etmeyin. Argunlu Medresesi, Hunat Hatun Camii ve Külliyesi, Kapalı çarşıyı da gezmeden dönmeyin. Başka bir yazı konusu olacak Kayseri’nin ilçelerine ise hiç girmiyorum.  

KAYSERİ'NİN ZENGİN MUTFAĞI

Gezdiğim Anadolu kentleri arasında en tatmin edici mutfaklardan birisinin Kayseri Mutfağı olduğunu belirtebilirim. İçine tahta kaşık ile kırk adet mantının sığdırılması gerektiği gibi abartı ile söylenen mantısı, pöç çorbası ve yemeği, Develi cıvıklısı, yağlaması ve böbreğe iyi geldiği belirtilen ancak tadı ilk başta garip gelecek olan Gilaburu içeceği de buraya kadar gelmişken tadılmalı. Özellikle Bursa’yı aratmayacak İskender kebabıyla Elmacıoğlu ve Bağdat Pöç restoranları oldukça başarılıydı.

Mimar Sinan’ın bir eserini yaptıktan sonra şöyle dediği rivayet edilir: “Hayırla yâd edilmek, hayır duası almak, Allah rızasını kazanmak için, ben bütün bu eserleri yaptım” Kayseri’den dönüş uçağım havalandığında artık tek tük seçilen bir iki şehir ışığına denk geldiğimde Sinan’ın bu sözlerini hatırladım ve kendisini hayırlarla anarak şehirden ayrıldım.