Gelmiş geçmiş en büyük Türk şairi Karacaoğlandır zannımca. Bir de delikanlı adamdır. Herkes Farsça yazarken o Türkçe yazacak kadar milli ve yerli ve civanperttir. Tek zaafı genç güzel kadınlara düşkünlüğüdür. O da şairliğin aşıklığın şanındandır. Üryan geldim yine üryan giderimle başlayıp bir kız bana emmi diyerek şairliği noktalayan efsanedir Karacaoğlan; hakkını ödeyemeyiz..

Sonrasında Yunus Emre gelir. “Göçtü kervan kaldık dağlar başında” diyerek noktayı koymuştur.

Sonra efsane isimler Fuzuli, Mehmet Akif Ersoy,  Arif Nihat Asyalı, Cahit Zarifoğlu, Abdurrahim Karakoç, Sezai Karakoç ve Edip Cansever vb gibi nice değerli şairlerimiz gelmiş geçmiştir.

Ve günümüze geldiğimizde bence yaşayan en büyük Türk şairi İsmet Özeldir. Selam olsun.

Son söz: Her şey güzel olsaydı insanlar çirkini severlerdi.

Tadımlık: Karınları dışında davaları olmayan geniş halk yığınları.. Karınları tam doysa felsefenin kralını yapacaklar da. Karından davaya fırsat kalmıyor. Eyvallah.. 

Kulağa küpe: İçersinde filizlendiğim, yetiştiğim ve büyüdüğüm muhafazakar İslami camia maalesef paranın esiri olacak kadar dünyevileşmiş ve samimiyetini kaybetmiştir; kendimi de içine koyarak söylüyorum. Maalesef biz Ömer’e aşık olanlar konforun tuzağında çürüdük ve nefisle olan savaşımızı kaybettik. Gerisi lafı güzaf..

Ferdi Babadan: Akşam oldu kuşlar döndü yuvaya
Sen gittin de dönmüyorsun sılaya 
Ne bir selam ne bir haber yollarsın
Öldüğümde belki beni anlarsın, hayırsız
Biter mi bu hasret! 
Biter mi sen söyle..
Sen başka yollarda ben başka yollarda
Bu hayat geçer mi söyle!

Gece çöker karanlığa dalarım
Sensiz geçen günlerime yanarım
Anladım ki senden bana hayır yok 
Ben bu aşkı nasıl hayra yorayım..

Atasözü: Rahmetli dedem, çobanın dünyası koyunun makatı kadar, makatın ebatıyla doğru orantılıdır, derdi.. Rahmet olsun inşallah.

Uyarı: Bu saatten sonra borsalardaki emtia piyasası dahil her yükseliş yatırımcılar için satış fırsatıdır. Sahte bahara aldanmayın karınızı cebinize koyun.. Suyun akışına direnirseniz hepiniz uzun vadeli (en az 3 yıl) yatırımcı olursunuz..

Not: Yukarıda verilen tavsiye yatırım tavsiyesi değildir. Yatırım tavsiyesinizi sizden işlem başına komisyon alan yatırımcı kurumlardan ve finansal danışmanlarınızdan alınız..

Not 1: 2018 yılındaki nüfus projeksiyonuna göre 2023 yılında nüfusumuz 86,9 milyon olacaktı. Oysa 2023 yılında Türkiye nüfusu 85 milyon 372 binde kaldı. Ortada 1,5 milyon gibi bir sapma var. Bu çok ama çok feci bir durum. Hatta fecaat diyebiliriz.
2018 yılındaki hesaplara göre 2050 yılında Türkiye nüfusu 104 milyon 749 bin kişi olacaktı. Oysa şimdi bütün senaryolara göre Türkiye nüfusu hiçbir zaman 100 milyonu aşamayacak.

Ana senaryoya göre 2050 yılında 93 milyon 775 bin, kötü senaryoya göre ise 89 milyon 494 bin kişi olacağız. En iyimser senaryoda bile 98 milyon 594 binde kalacağız.
Ben 2018 senaryosunda ülkemizde doğum oranının 2,0 ve doğum sayısının 1 milyon 257 bin olduğunu gördüğümde TUIK’in kötümser senaryosunun bile iyimser kaldığını görüyorum.
Bu durumda ne olacağız?
2044 yılında 89 milyon 959 bine ulaşıp sonrasında nüfusumuz hızla düşmeye başlayacak. 2061 yılında 2023 nüfusuna geri dönmüş olacağız ama asıl sonuç 2100 yılına ait: Türkiye bu nüfus yapısı ile devam ederse 2100 yılında 55 milyonun bile altına düşmüş olacak…
Evet, durumumuz bu.

Not 2: Böyle hüzne boğulmuşken gecem ruhumu yalnızlığın falezlerinde kıyıya vuran dalgaların ritmine bırakır ve bir sigara yakıp Tanbûrî Cemil’e bir Muhayyer Kürdî şarkıyla “Çak!” diyerek açarım, onun da rûhunun zevcesi Saide Hanım ile yaralı olduğunu bildiğimden: Ağladığın geceleri / Kalbindeki acıları / Çekinmeden bana getir / Sen tükenme beni bitir..

Not 3: Olay şu...
Anglosakson hegemonyası önce parıltılı bir medyatik vitrin kuruyor.
İçine davetkâr cilalar; özgürlük, demokrasi, refah koyuluyor.
Ve maalesef içeride dönen siyonistdolaplar fark edilinceye kadar yıllar geçiyor.
Geçmiş hataları değerlendirip vitrin camlarını aşağı indirmek de her babayiğidin harcı değil...

Not 4: Sizi sömürgeleştiren yabancıların sizde yarattığı en büyük yıkım, zamanla sizin kendinize onların gözüyle bakmanızı sağlamalarıdır.

 (F. FANON / Siyah Deri Beyaz Maskeler)

Not 5: Dünya inanan için bir gurbettir, bir çilehanedir. 
Çile illa dert ile, kederle olmaz. 
Sevinçle geçse de her an dünya çilemizi doldurmaktayız.
O hâlde geldiğimiz ve gideceğimiz ebediyet vatanını unutup bu çilehaneyi vatan bellemeyelim.

Not 6: Evrende sonsuz sayıda varlık, sonsuz sayıda oluşlar iç içe, muazzam bir âhenk içinde yaşayıp gidiyor. 
Bu o kadar mükemmel işleyen bir düzen ki bize olağan geliyor.
Dolayısıyla asıl olağanüstü olan şey, her şeyin bu kadar olağan görünmesidir.

Not 7: “Teşbihte hata olmaz” deyip yalan-yanlış benzetmeler yapanlar çok. 
Oysa bu söz; “benzetme yaparken dikkatli ol, sakın hata yapma” demektir. 
Çünkü yanlış benzetme, gerçeği çarpıtır.

Not 8: İnsanlara iyiliği, doğruluğu ve güzelliği anlatıyorsan sabredeceksin. 
Tohum bir günde başağa durmaz. 
Sen tohumu ek, ona iyi bak. 
Onu bitiren de, çoğaltan da, hasada eriştiren de Allah’tır.

Not 9: Şimdi
gece değil artık sevgilim,
işte tekrar tutuştu ufuk
ve güneş tırmanmakta göğe
uyuyan insanlar tekrar uyanacaklar,
ekmek ve hayat kavgasının kalk borusu
başlayacak ötmeye

Not 10: Şubata kısa derler
Şu ömrümün şubatı bir bitmedi
Gelmedi ışıklı günler
Kışın kılıncı hiç eksilmedi
Ruhum ışıklı günleri bekler halbuki

Not 11: Ne söylenir ki; kurutulmuş acı biber gibidir içimiz/ Bahçe yeşil olsada biz kurumuşuz/ Ağustos ayında bile kavuşmaz/ Ruhumuz ışıklı günlere..

Not 12: “Hiçbir şey bir erkeğin kişiliğini iyi aile terbiyesi almış bir kadınla kuracağı yakınlık kadar geliştiremez.” (Tolstoy)

Not 13: Bu yerin yerlisi değildik./Gittiğimiz çok oldu./ Ama hep içimize doğru..A.L.

Not 14: Tekrar mülâkî oluruz bezm-i ezelde; Evvel giden ahbâba selâm olsun..

Not 15: Yalnızlık, kişinin sahip olduğu kitap sayısıyla ölçülebilen, tercih edilmiş bir "uzak durma" faaliyetidir. Tesirsiz Parçalar, Ali L.

Not 16: Anne...
Ben iyi değilim. 
Neyi tuttuysam elimde kaldı. Atladığım her öğün için üzülen sen, ruhumdan akan kanı görsen, nasıl dayanır/sın/dır bilmem... Tesirsiz Parçalar, Ali L.

Not 17: Nebati'ye veryansın eden televole ekonomistler şimdi eylülde faiz indirilsine başladı. Enflasyon düşmeden faiz düşmesinin bir faydası olmadığını daha 2 yıl önce yaşadık. Enflasyondan kastım halkın hissettiği enflasyon. Yılsonu enflasyon beklentim %65. Mevduat faizi %45-46.. Herkes pozisyon almış, portföyüne göre manipülasyon yapıyor; Goldman Sachs ve içerideki enflasyon lobisi balinalar dahil. Umarım bu sene faiz indirilmez; yoksa dönülmez akşamın ufkuna doğru yol alırız.

Not 18: IMF gelse bundan daha iyi olurduk diyenler hayal görüyor. 2010'da Yunanistan'da IMF ne yaptı bir baksınlar. Memur maaşları düşürüldü, devlete personel alımı durdu. Halk sokaklarda yattı. Bizde devlete personel alımı sürüyor, maaşlara da bol kepçeden olmasa da iyi kötü zam yapılıyor.

Not 19: Duyulmuyor günlerin nasıl geçtiği 
Bu temmuz, ağustos ayları böyledir..

Not 20: rastgele yürürken aklına geleyim için sızlasın/ Boğazın düğüm düğüm olsun. Ama ağlama. Ağlayamayacak kadar yansın için..."
C.Zarifoğlu

Not 21: Haftaya İsrail'e savaş açma söylemi ile başladık, gelecek haftaki ülke belirsiz.
Dünyanın en iyi politika profesörünü getir, tırtlar Türkiye'nin politik riskini sayamaz.
Sonra yabancı yatırım için kapitülasyonlar gibi teşvikler veriliyor.

Not 22: "Siz yeryüzünün tuzusunuz...
Fakat tuz özelliğini kaybederse ona nasıl yeniden tat verilebilir ki!
Artık hiçbir işe yaramadığı için atılıp ayaklar altında çiğnenir.
Siz dünyanın nurusunuz...
Nurunuz insanları aydınlatsın ki, iyi işler görsünler." (Matta İncili, 5:13-16)

Not 23: Ben, kendi hesabıma kalbimle kafam arasında barış istemiyorum; birbiriyle boğuşup dursunlar. İsteğim bu! (UNAMUNO / Yaşamın Trajik Duygusu)

Not 24: İran lideri Hamaney, Hamas lideri İsmail Haniye için kılınan cenaze namazında intikamın en ağır şekilde alınacağını açıklamış. İşte o zaman bir devlet başkanına sorarlar. Ülkenin en muktedir ikinci adamı olarak bilinen Kasım Süleymani de benzer bir infaz emriyle öldürüldü. İran, Süleymani’nin öcünü aldı da biz mi duymadık? Süleymani’nin ölümünün üzerinden çok sular aktı. İran’da kimse artık onu hatırlamıyor bile. Birkaç gün sonra Hamas lideri İsmail Haniye de unutulur gider. Siyasi söylemler de söylendiğiyle kalır. Ne yazık ki İslam coğrafyası bu kadar sıradan ve gerçeklerden uzakta yaşıyor. Artık bölge insanlarının da bu gerçeği görmesi gerekiyor.

Not 25: Üzüntülerin hepsi sahte. Hepsi şark kurnazlığı kokan hesapları gizlemek için. Hayatını halkının felahına adamış bir önderin ölümüne üzülmek yerine bu ölümü getiren suikastın arkasındaki dünya hakkında derin derin düşünmek gerekir. Böyle bir adamın ölümüne üzülmekten çok saygı duymalısınız.

Not 26: Gazze için savaşa girmeye hazır görünen İran bile iki yüzlü bir politika peşinde koşuyor. Filistinli çocuklar onlar adına vekaleten ölüyor. Bir Acem palavrası şeklinde süren İran’ın İsrail ile şiddet yüklü ilişkisinde en son düşündüğü mesele Filistin halkıdır. Askerî açıdan hiçbir caydırıcılığı olmayan koca ülke, sadece boş tehditlerle davul çalıyor. Baksanıza Haniye suikastı, Hamas’ın liderinin ölümünden önce İran’ın misafirini bile koruyamadığı bir skandal şeklinde tecelli etti. Koca bir balona iğne batırmak gibi.

Not 27: Haniye suikastı, İslâm dünyası açısından inanılan her şeyin sorgulanmasına yol açacak kadar büyük bir hezimet. İktidar çıkarlarının kutsandığı müesses din anlayışlarından, despot yönetimlere, ahlâkî yozluğa kadar yanlış yerlerde, yanlış prensiplere dayanan birçok şey var. Bu kadar yanlışın üzerinde hiçbir şeyi koruyamazsınız.

Not 28: İngiltere’deki yabancı düşmanlığı ve mültecilere yönelik saldırganlık bir süre sonra Avrupa’nın tamamına yayılırsa şaşırmam.
Dengeler alt üst edildi.
Altından kalkılamıyor.

Not 29: Hayati soru.

Mossad, İran’ın Polis Özel Kuvvetleri Komutanı’nı ajan olarak devşirmişse Türkiye’de kim bilir kimleri devşirmiştir?

Not 30: Bazı insanların aslında sizin bahsettiğiniz, methettiğiniz ve yücelttiğiniz kişiler olmadıklarını görmeniz için biraz zaman geçmesi ve onları farklı durum ile makamlarda görmeniz gerekir. 

Esasında değişen o kişi olmuyor, sadece siz erken davranıp fazla anlam yükleyip değer atfetmiş olduğunuzu anlıyorsunuz.

Mesele her zamanda ve her zeminde aynı kalabilmek.
Asıl kazananlar değişen durum ve makamlara rağmen aynı kalanlardır...

Not 31: Sonunda olacağı buydu...
Artık kim orta yere "Arkadaşlar biz yine de pozitif düşünelim" lafını atsa, yüzler buruşturuluyor.
En küçük motivasyon cümlesi bile işitenleri huysuzlaştırıyor.
Çünkü herkes ruhen yorgun...
"Aman moraller bozulmasın" diye diye çocuklaştırılmış beyaz yakalı seküler kesim ise iyice dağıldı...
Şimdi de dilek manyaklığı büyütülüyor.
Dilek tutuyorlar sürekli...
Neye inandıklarından bihaberler...
Dileklerine neyin, kimin cevap vereceğini bilemiyor, "evren" deyip geçiyorlar.
Ama ısrarlılar; sürekli bir şeyler istiyorlar.
Tembel irade, şaşkın bilinç, arsız iştah...

Not 32: Günümüz insanı gösterisini yapmadığı, alkışını almadığı bir tatile çıkmaz, çıkarsa da zevk almaz..

Not 33: Seyahatten dönenlerin kimisi yaşlı ve yalnız, kimisi arkadaşsız, kimisinin arkadaşı var ama arkadaşını son tatilinde çektiği bir fotoğrafa maruz bırakırsa kaybedeceğinden korkuyor, bir başkası ise bunu mutlaka bir gösterişe çeviriyor. Hepsinin ortak yönü, bu seyahatlerini mutlaka birine anlatmak istiyor olmaları..

Not 34: Bombayı Japonya'ya taşıyıp atan uçağın pilotuna dönüşünde bir gazete sormuştu...
Ne düşündün o sırada?
Cevap, Amerikan gevşekliğine pek uygundu...
"Evdeki buzdolabının geriye kalan 175 dolarlık taksiti kafamı meşgul etti durdu" demişti pilot.

Not 35: Kitlelerin hâline bir isim vermek gerekirse, kolektif var olmama deneyimi demek daha yerinde olacaktır. Seyirci ele geçirilmiştir. Editörlerin, kameramanların, medya yapımcılarının kolektif çabaları sonucu oluşan bir etkiden ibarettir her şey. (VIKTORPELEVIN / Homo Zapiens)

Not 36: Bizi asıl ilgilendiren yarının korkutucu ihtimalleri değil, en az onlar kadar korkutucu olan bugünün gerçekleridir. (VIKTOR PELEVIN / Homo Zapiens)

Not 37: Meşhur "Lord of the Rings" filminde oynayan aktörlerin hiçbiri 5 kuruş para almamış. Buna Cate Blanchett  de dahilmiş. İşte buna şok oldum. Aslında şok olmaya gerek yok; benimki latife: Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez. Filmden alma ama gelen şöhretle reklam paraları ve sonraki film gelirleri var neticede. Ben de oynarım teklif gelirse sıkıntı yok!

Not 38: Kaç nişanlı ya da yeni evli çift, gelecekte gerçekleşecek sevginin mutluluğunu düşlerken, yaşadıkları o anda birbirlerinden sıkılmaya başlamıştır bile. Bu tutum, çağdaş insanın belirli özelliği olan tutuma oldukça uyar.

Not 39: Sevgi bir hayal olduğu sürece katılırlar ona. İki insan arasındaki ilişki haline dönüşüp gerçekleşmeye yüz tuttu mu buz kesilirler.

Sevme Sanatı, Erich Fromm

Not 40: Kapitalizmde fırsat eşitliği diye bir şey yoktur. Sayısız akademik araştırma gösteriyor ki yoksul bir aileye doğduysanız çok yüksek bir ihtimalle yoksul, zengin bir aileye doğduysanız zengin ölüyorsunuz.

Not 41: Neoliberal kapitalizm kazananlar ile kaybedenler arasındaki makası çok fazla açtı. Sadece gelir ve servet dağılımı açısından değil zengin ile yoksulun birbirlerine olan tutumları açısından da bir dönüşüm yaşandı. Michael Sandel’in “The Tyranny of Merit” kitabında tespit ettiği üzere, “kazananlar, başarılarının kendi çabaları sonucunda geldiğine ve hünerlerinin bir karşılığı olduğuna inanırken kaybedenler tek suçlunun kendileri olduğunu düşünüyorlar/düşündürülüyorlar.”

Not 42: Yukarı doğru sınıf hareketi (upward class mobility), yani nüfusun en yoksul yüzde 20’lik dilimindeki bir aileye doğan birinin hayatı boyunca nüfusun en zengin yüzde 20’lik dilimine yükselme ihtimali hür girişim ülkesi Amerika’da sadece yüzde 4-5 civarında. Kölelikten hallice… Bu da gösteriyor ki “nereden başlarsan başla, çok çalışarak sen de Bill Gates kadar zengin olabilirsin” ideolojik bir fasaryadan ibaret aslında. Geçmişinde feodal sınıflar olan İngiltere’de bile bu oran Amerika’dakinden yüksek, yüzde 15 civarı. Dünyada bu oranın en yüksek olduğu ülke ise, yüzde 19 ile, Danimarka.

Not 43: Çünkü, hepimiz biliyoruz ve görüyoruz ki, zengin aileler ekonomik avantajlarını çocuklarına aktarıyorlar. Örneğin Amerika’daki Ivy League üniversitelerinde en zengin yüzde birden gelen öğrencilerin sayısı aşağıdaki yüzde 60’tan gelen toplam öğrenci sayısından fazla. Haliyle eğitim yoluyla sınıf atlamak, eğitimin “paralı” olduğu ülkelerde, neredeyse imkânsız gibi bir şey.

Not 44: Bill Gates’in annesi IBM’in CEO’suyla aynı kuruldaydı; Jeff Bezos ailesinden o zamanın parasıyla 300 bin dolar başlangıç sermayesi aldı; Warren Buffet’ın babası yatırım şirketi olan bir milletvekiliydi; Elon Musk’ın babasının Güney Afrika’da zümrüt madeni vardı; Ferit Şahenk’e de babasından holding kaldı. Fakat bu insanlar bize çok çalışkan, dahi ve hayırsever insanlar olarak anlatılır. Pazarlamanın gücü…Buna bir de babadan dededen siyasetçi ve diplomatları eklemek lazım. Eski ve yeni cumhuriyetçileri.. Soyu kutsallara uzananları..

Not 45: Meritokrasi; kazananlar arasında bir kibre, kaybedenler arasında ise bir aşağılanmaya sebep oluyor. “Başarılı” zenginlerin havasından geçilmezken “başarısız” yoksullar kendilerini mağlup ve yorgun hissediyorlar. Byung-Chul Han da, aynı minvalde, meritokratik performans toplumlarında başarısızlık, yetersizlik ve değersizlik endişesinin depresifler ve mağluplar yarattığını söylüyor.

Not 46: Her şeyin mümkün olduğuna inanılan bir toplumda hiçbir şey mümkün değil çığlığı depresif bireyden yükseliyor. Bu insanları mental olarak yoran bir şey. Zenginler başarılarını anlatırken yolda onlara yardımcı olan şans faktörlerini düşünmüyor ve kendileri kadar şanslı olmayan yoksul insanları hor görüyorlar.

Mesela başka bir ülkede, başka bir zaman diliminde yaşasa, yüksek ihtimal, böyle bir zenginliği ve şöhreti olmayacak olan Jahrein, internet çağına denk geldiği için zengin oluyor ve zırt pırt “Belediye hangi hakla benim vergilerimle yoksul halka zararına Halk Ekmek satıyor” bilmem ne diyor. İngiltere’de Tudor döneminde yaşasaydı muhtemelen o ucuz ekmekleri kendisi almak durumunda kalacaktı.

Not 47: Aynı şekilde, kitlesel medya ve “entertainment” çağında yaşadıkları için Ronaldo veya Duygu Özalan Burcu Esmersoy’un becerileri bugün onları zengin ve saygın yapıyor. Ama topu kaleye sokmanın ya da Instagram’da makyaj seti tanıtmanın değil de kilise duvarlarına ince resimler yapmanın prestij olduğu bir orta çağ ülkesinde yaşasalardı ne durumda olurlardı? Yani o becerilerin ödüllendirildiği bir toplum ve zaman diliminde yaşadıkları için zengin olmaları tamamen onlara ait bir başarı mı? Yoksa onların şansı mı?

Birileri evsiz veya işsizken lüks spor arabalara binip toplumda kibirle boy göstermelerini sağlayacak kadar “hak edilmiş” bir servet mi bu sizce? Ronaldo’nun çok çalıştığına hiç şüphe yok; ama ben ne kadar çalışırsam çalışayım Ronaldo gibi olamıyorsam, bu benim tembelliğim mi yoksa Ronaldo’nun ve Ardanın biyolojik (ve tarihsel) bir şansı mı?

Not 48: Çok açık ki bugün üniversite eğitimi fırsatın temel belirleyicisi. Ve nüfusların çoğu yüksek eğitimli değil. Bu durum yüksek eğitimlileri, neredeyse otomatik bir şekilde, “ayrıcalıklı” kılıyor. Son 20 yıldaki şişmeye rağmen, Türkiye’de nüfusun sadece yüzde 13’ü lisans, yüzde 1,3’ü yüksek lisans ve yüzde 0,3’ü doktora mezunu. Yani yetişkin nüfusun yaklaşık yüzde 80’inin lisans diploması yok. Çünkü ortalama bir ekonomide bundan daha fazla diploma gerektirecek iş pozisyonu yok.

Hatta lisans diplomasıyla işçi alan pozisyonların büyük bir kısmı diplomasız da (kısa bir eğitimle) yapılabilecek işler. Aslında ortada bir “fazla/gereksiz diploma” sorunu olduğu aşikâr. Ancak sınıf atlamanın ön koşulu diploma olduğu için herkes diploma peşinde koşuyor. Bu da diplomalı işçi arzını hızla arttırıyor (hatırlarsanız Merkel Türkiye’de 8 milyon üniversite öğrencisi olduğunu duyunca “üfff” demişti.)Türkiye’de büyüyen diplomalı işsizlik, bir bakıma, rekabetçi meritokratik sistemin yarattığı bir sorun.

Not 49: Herhangi bir toplumda, birilerinin doktor, mühendis, öğretmen, mimar vs. olması gerekir tabii ama birilerinin de çöp toplaması, çimento karması, paket taşıması, kasiyer olması ve temizlik yapması gerekir. Bakın bunlar bir tercih değil, zorunluluk. Üretim toplumsaldır. Ameliyat masasında kendini tanrı gibi hisseden bazı doktorların kibrini anlıyorum ama asla hak vermiyorum!

Not 50: Toplumsal fayda üretiminin bir takım oyunu olduğunu kabul etmeliyiz… Çöpçüler greve gidip çöp toplamazlarsa metropol şehirler birkaç hafta içinde yaşanmaz hale gelir. İnşaat işçileri şantiyelerde çalışmazlarsa, mimarlar kalkıp demir taşımayacağına göre, ekonomi çökme noktasına gelir. Pandemide adliyeler üç ay boyunca kapalı kaldı; tek bir dava bile görülmedi; banka avukatı kardeşim aylarca evde bira içip online alışveriş yapmaktan başka fazla bir şey yapmadı. Dünya avukatların üç ay boyunca çalışmamasından ne kadar etkilendi? Hiç etkilenmedi demiyorum; ama kargo işçileri, çöpçüler, market çalışanları, çiftçiler veya hemşirelerin (hipotetik olarak) üç ay boyunca çalışmıyor olmasına kıyasla daha az mı etkilenmiştir, daha çok mu!

Not 51: Neoliberal kapitalizm insanların önüne eğitimi tek çıkar yol olarak sunuyor. Fakat çok açık ki bizim 55 milyon doktora, mühendise, avukata ve profesöre ihtiyacımız yok. Birilerinin (yüksek eğitim gerektirmeyen ama yapılmasa toplumun devam edemeyeceği) diğer işleri de yapması gerekiyor. Hal böyleyken, yani her meslek grubuna birbirini tamamlayıcı olarak ihtiyacımız varken, “üniversite diplomasını haysiyetli bir işin ve münasip bir hayatın (neredeyse tek) gerekli koşulu yapan bir ekonomik sistem ahmaklıktan başka bir şey değildir.”

Ayrıca, toplumsal statüler göreli olduğu için eğitim ile yukarı doğru sınıf hareketi eşitsizliklerin çözümü için hiç iyi bir yol değil… Herkes aynı anda CEO, doktor veya mimar ol(a)mayacağına eğitim ortalaması yükselse bile birileri yüksek eğitim gerektirmeyen işleri yapmak zorunda. Eskiden lise mezunlarının yaptığı işleri bugün yüksek lisans mezunları yapıyor, aynı göreli maaşa. Bundan daha saçma bir rekabetçi toplum modeli olabilir mi?

Not 52: Her türlü mesleki kadrolarda kompetan insanların olmasını istemek gayet anlaşılabilir bir şey… Liyakat fetişizmini eleştirirken dişinizi su tesisatçıları çeksin önerisinde bulunmuyorum tabii ki. Sadece, toplumsal menfaat adına, su tesisatçılarının da dişçiler kadar (ya da en azından onlara yakın) saygınlık ve yaşam kalitesine erişebilmeleri gerektiğini öne sürüyor, bunun bir mücadele hattı olması gerektiğini düşünüyorum.

Not 53: Geldiğimiz noktada meritokrasi, eşitsizliği meşrulaştıran bir ideoloji işlevi görüyor. Eğitimli zenginler kendilerini bir nevi aristokratik elit haline getiriyorlar. Medya ve ekonomik güç elitlerin elinde olduğu için toplumsal parçalanmışlık kendini yeniden üretmeye devam ediyor.

Bugün yükselen halk tepkisinin en güçlü kaynaklarından biri işçilerin meritokratik elitler tarafından hor görülüyor olması (bkz. Recep İvedik). TikTok gibi elit olmayan kitlesel mecralarda birçok işçi eğitimli insanlara öfke kusuyor. Meritokratik elitlerin küçümsediği gruplar, varoşlardan gelen liderleri bağırlarına basıyor. Bu da, Türkiye örneğinde gördüğümüz gibi, genelde sağ popülizm ile sonuçlanıyor.

Not 54: Martin Luther King’in bir sözü vardır: “Bir gün toplumumuz temizlik işçisine saygı duyacak, çünkü çöpümüzü toplayan kişi, son tahlilde, en az hekim kadar önemlidir; zira o işini yapmazsa, hastalıklar kol gezer.” Pandemide bunun daha iyi anlaşılmış olması lazım. Kuryeler, hemşireler, market kasiyerleri, depo işçileri, çocuk bakıcıları, kamyon şoförleri… Bunlar çok kazanan ya da çok takdir gören işçiler değil. Tam tersine hor görülen işçiler. Eğer hasta yakını saldırısına uğrayan doktorlar haber oluyorsa (ki olmalı), aynı mağduriyete uğrayan depo işçileri, market kasiyerleri, motosikletli kuryeler de haber olmalı.

Not 55: Çok net söyleyeyim, ben bugün bir çöpçünün bir bankacıdan daha saygın ve toplum için daha faydalı bir iş yaptığını düşünüyorum. Ama sırf üniversite eğitimi aldığı için bankacılar hem daha fazla saygı görüyor hem daha fazla maaş alıyor hem de mezeleri güzel mekanlarda kurulan rakı sofralarında havalarından ve kibirlerinden geçilmiyor.

Not 56: Biz, diploması olmayan ama toplumsal hayata önemli katkılar sunan insanların hayatlarını daha iyi yapmanın yollarını düşünmeliyiz. “İş,” aslında, sadece para kazanmaktan ibaret değildir; topluma katkıda sunmak ve, belki, bunun için takdir görmektir. Hayat hedonik bir şekilde tüketim yapmaktan ibaret değildir. Hayatta arkadaşlık, aile, cemiyet, vatanseverlik gibi toplumsal değerler de var. Sandel insanlara, “ben bu ülkenin inşasına yardım ettim” diyebilmelerini sağlayacak işler, ücretler ve toplumsal itibar vermemiz gerektiğini söylüyor. Bu hissiyat bugün bizim toplumsal hayatımızda, maalesef, yok gibi bir şey. Meritokrasinin karanlık tarafı, özellikle eğitimli ve hali vakti yerinde insanlar için, yutması kolay bir hap değil. Ama üzerine konuşmaya değer bir mesele…