Kamala Harris’i dinliyorum gözü kapalı İngiliz BBC’de. Halka hitap ediyor. Hitap ne demek! Adeta cenneti vaat ediyor Amerikalılara. Orta sınıfı güçlendirecek, sağlığa ve ilaca herkesin ulaşımını sağlayacak, ilk defa ev alanlara 25 bin dolar başlangıç parası verecek. Sayın Başkan adayı sormazlar mı: Yahu 4 yıldır başkan yardımcısıydın; bu vaatlerin en azından bir kısmını yapsaydın bari? 

Ev ile ilgili vaati bana bizim ülke ekonomisini uçurumdan aşağı atan Tansu Çiller'in vaatlerinden birine benziyor gibi geldi. Anlaşılan Amerika belasını bulacak: Ya Kamala ya Trump. Birisi sınırsız kahkahasıyla sınır kişiliği bozukluğu diğeri manik depresif halleriyle paranoyak şizofren şüphesiyle meydanda..

İzmir ve Çanakkale yangınları:

İzmir merkez, Ödemiş Beydağ. Tüm İzmir yanıyor.. Çanakkale 2 gündür yanıyor. Conkbayırında ancak durduruldu. İzmir perişan oldu. İlaveten Bolu ve Muğla Milas’ta yangınlar çıktı. 

Tecrübeli basiretli becerikli yönetici kalmamış. Tam bir kahtı rical hali. Devlet adamı yokluğu sarmış ülkeyi.

Devlet adamı kriz anlarında belli olur. Normal dönemde herkes yapar bu işi.. Mesele zor dönemlere hazırlık ve zor zamanlarda sevk ve idare..

Ormanlık alanlara tüm girişler yasaklanmalı.. Kontrollü ya da kontrolsüz hiç giriş yapılmamalı. Orman içinde kaçak yapılara izin verilmemeli. Yangınların çoğu ormanlık alan içine yapılan kaçak yapıların sahipleri yüzünden. Diğer başlıca sebep anız yangınları. Suçların cezasızlığı ya da cezaların caydırıcı olmaması yangınları körüklüyor. Bu kadar çok yerde yangın olması da akıllara şüphe getiriyor. Organize bir kötülük olmasından kaygılanılıyor.

Bir orman yangınında geldiğimiz hale bakın.

YUNANİSTAN ile SAVAŞ çıksa, halimiz nice olacak?

YANGIN SÖNDÜRME REZALETİ yaşanıyor.

TSK'nın yangına odaklanması lazım.

Bu, ASKERİ bir mesele.

PLANLAMA REZALETİ de cabası..

İtfaiyelerin tamamı yangının başında yola çıkmalıydı.

Türkiye'nin yangın söndürme gücü çok zayıf.

Gece havadan çalışacak uçak yok ya da az.

MİLLİ GÜVENLİK meselesi bu.

Bela geldi mi üst üste geliyor.. Allah akibetimizi hayır eylesin.

Depremleri; 17 Ağustos Gölcük depremini anarken:

17 Ağustos 2024, bundan 25 yıl önce Gölcük’te 7,4 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi, resmi kayıtlara göre 17.000 insanımızı kaybettik, 66 bin 441 konutun yıkıldığı, depremde, 16 milyon kişi dolaylı olarak etkilendi. Depremin ülkeye maliyeti ise 20 milyar dolar oldu.
Bu depremden sonra, ülkemiz beş büyük deprem daha yaşadı, yine aynı sahnelerle karşılaştık, biz bunu hep yaşıyoruz, yaşıyoruz da! hiç ibret almıyoruz. Biz ne zaman akıllanacağız? 
Tamam depremlerde deprem sonrası için tecrübe kazandık, ancak neden hep deprem sonrasına odaklanıyoruz? 
Türkiye’de depremler oluyor, maalesef deprem öncesi önlemler alınmadığı için insanlarımız yaşamını yitiriyor. Aynı senaryoyu biz 6 Şubat depreminde yaşadık, yine deprem öncesi önlemler alınmadığı için onbinlerce insanımızı kaybettik, deprem sonrası değişen tek şey rakamlar oluyor, yarın ne olacak bilinmiyor? eğer önlemler alınmazsa yaşanacak depremler sonrası rakamlar doğal olarak artacak.
Soruyorum 
Niçin deprem öncesi önlemler alınmıyor? 
25 senedir depreme karşı ne gibi önlemler aldık?
Niçin hep aynı senaryolarla karşı karşıya kalıyoruz?
Toplum olarak depremlere karşı, ne kadar bilinçliyiz?
Depremlere karşı şehirlerimizi neden dirençli hale getiremedik?
Niçin Japonya’da 7.8 büyüklüğündeki depremlerde kimse ölmezken, ülkemizde on binlerce insanımız yaşamını yitiriyor?

Emniyet teşkilatında deprem: 

Çıkan son kararname ile Emniye Genel Müdürü Erol Ayyıldız Bursa valiliğine Bursa valisi de emniyet genel müdürlüğüne atandı. Kendi dar oligarşik çemberinde bir atama daha gerçekleşti.

Bursa Valisi Demirtaş'ın merkeze gideceği (çekileceği, kızağa) söyleniyordu. Tam merkeze gitti sayın vali; emniyetin başına. Külliyeden ve aileden birilerine temas etmiş olmalı son anda.. Başkanlık rejiminde böyle.

Erol Ayyıldız vali ile geçen aylarda emekli olan eski Diyarbakır valisi Ali İhsan Su çok benzerdir. İkisi de gözdesidir ak parti hükümetlerinin; ikisi de dünürlerdir etkili ailelere. Erol vali ile  Ali İhsan Su valinin başka versiyonu; tek fark var! Onu sonra söylerim.

Erol valinin Eşi hanımefendi sürekli kaymakamları ve eşlerini rahatsız eder. Doktor hanım hayatı boyunca hiç çalışmamış. Bir meme kanseri muhabbeti geliştirmiş, 20 yıldır kadınların memelerini çektirip duruyor; sana ve eşine de konuşma yapacağı kalabalığı toplaman gerekiyor.

Erol beyin gözünde kaymakamlar beceriksiz insan yığınıdır kendisinde de Sokollu boyutunda bir sadrazam kumaşı var olduğuna inanır.

Ali İhsan Su Vali ile farkını söyleyeyim de sonunda: Ali vali hiçbir meseleyi çözmez, çözmeye de yanaşmaz, yaralı parmağa işemezdi. Erol vali sorun mesele çözmeye bayılır ama hiçbir meseleyi çözmediği ya da çözemediği gibi içinden çıkılmaz hale getirir. O nedenle kesinlikle Erol valiye sorun götürmeyin der onla çalışanlar. Zaten genel müdürlükten ondan gitti. Biraz daha kalsa emniyet teşkilatı çökecekti. Zaten çok matah halde değil teşkilat son zamanlarda..

Sayın Erol Ayyıldız vali aslında Çorum ya da Kütahya tarzı muhafazakar bir yere iyi bir müftü olabilirdi ama kesinlikle karar merciinde bir yöneticilik hele valilik hiç ona göre değil. Bundan sonrasını Bursa düşünsün!

Sorunlu eğitim ve üniversiteli işsizler:

Üniversitelerden her yıl 1 milyon civarı genç mezun oluyor!..
Çoğu “diplomalı mesleksiz”!..
Hemen hepsinin tek hedefi, “Devlet’e kapak atabilmek!”
Yani…
Memuriyet.
Garanti iş, garanti maaş, garanti tatil…
Boğulursan büyük denizde boğul!..
Devlet’ten büyük işveren mi var?
Tamam ama, Devlet’in kapasitesi de bir yere kadar…
Her yıl 1 milyon genci bünyesine alamaz ya…
Her yıl mevcutlara eklenen 1 milyona nasıl iş bulacaksın?
Özel sektör, hele “para sıkılaştırma” politikasının şiddetini arttırarak devam edeceği bu süreçte, çoğu “mesleksiz diplomalı” niteliğinde olan gençlerin ne kadarını çalıştırabilecek?
Kişi hem üniversite mezunu hem de vasıfsız ise, ister istemez ayak bağı oluyor ortamda.

“Diploma sahibi” olmaktan başka hiçbir vasfı olmayan neredeyse orta yaşlara gelmiş bir “genci” nerede çalıştıracaksın?
Kaç lira vereceksin?..
Asgari ücret versen, diğer maliyetleri de üzerine koyduğunda ciddi rakamları buluyor.
Üniversite mezununa asgari ücret teklif etmek ayıp olmaz mı?
Ne açmaz!
Üniversite öğrencilerinin, hele yeni başlayanların o aşamaya gelmelerine hayli vakit var.
Bu yazın sonundaki dertleri, “kalacak yer” bulabilmek!..
Ev kiraları el yakıyor.
Talep çok, arz çok az.

Yani…
Kiralık ev arayan çok, kiraya veren az.
Eski kiracılar, evden çıktıkları takdirde çok daha yüksek paralar ödemek mecburiyetinde kalacaklarını bildiklerinden bulundukları yerden ayrılmamak için ellerinden geleni yapıyor.
Ev sahiplerinin önemli bir bölümü, evlerini satıp, “oranı hayli yükselmiş olan faize” yatırıyor!..
Ev alabilenlerin kahir ekseriyetinin amacı kiraya vermek değil, ihtiyacını karşılamak.
Yani…
Kiralık ev çok az, talep çok fazla.
Bu durumda ne oluyor?
Eski kiracılarla ev sahipleri takışıyor, bazı yerlerde çatışıyor!..
Öğrenciler ve tayinleri çıkan memurlar harıl harıl ev arıyor!...

Şu 12 yıl “eğitim” mecburiyeti olmasaydı…
Ve dahi meslek eğitimi, meslek edindiren eğitim olabilseydi…
Çocuklarımız, vakit geçmeden kabiliyetlerine, isteklerine göre yönlendirilebilseydi… 
“Üniversite olsun da çamurdan olsun!” denmeseydi…
Üç beş net yapabilen, üniversiteli olamasaydı…
Üniversite öğrencisi sayısı, şimdikinin üçte biri kadar olacaktı.

Meslek sahibi gençlerimizin sayısı ise, şimdikinin üç katı olacaktı.
Piyasada, “usta-kalfa-çırak” krizi yaşanmayacaktı.
Öğrencilerin çoğu üniversiteye “adam gibi okumak” için gideceklerinden, eğitimde kalite yükselecekti.
Liselerimize de “mecburi olanlar değil de, istekli olanlar” gittikleri için, oralarda da kalite yükselecekti.
Öğretmen ve hocalarla, öğrencilerin arası çok daha iyi olacaktı.
Okullarımızdaki öğrenci-öğretmen, öğretmen-veli takışmaları, hatta çatışmaları çok çok daha az olacaktı.
Gençlerimizin büyük bir bölümünün elleri “orta yaşa gelmeden” ekmek tutacaktı.
Bundan dolayı da, büyük bir bölümü, yuvasını kurmuş, çoluk çocuğa kavuşmuş olacaktı.

Biz de…
“Nüfus artış hızı dibe vurdu! Bu varoluşsal tehdittir! Nüfusumuz hızla yaşlanıyor!” şikayetlerini dinlemiyor olacaktık!..

Mehmet Doğan'ın ardından:

Bazı şahsiyetler vardır, onlar bulundukları camiada söz sahibidirler. Adımları takip edilir bunların. Liderdirler. Fikirleri, yaşamları, eserleri; siyasete, sanata, kültüre ve ülke meselelerine dair görüşleri takip edilir, örnek alınır. Bu şahsiyetler her bakımdan öncüdür ve onların hayatları inandıkları değerler ve hayatlarını ortaya koydukları memleketleri içindir. D. Mehmet Doğan ağabeyimiz de ömrünü bu değerler uğruna feda etti. 

D. Mehmet Doğan ismini ilk defa 1993 yılı olmalı, liseli bir gençtim. Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenimizden  duydum. Hocamız, heyecanlı bir şekilde onun ismini zikrediyor, Batılışma İhaneti isimli kitabından hareketle ufkumuzu açıyor, bize yol gösteriyordu. Kısa süre sonra bu eseri alıp okuma imkânım oldu. Batılılaşma İhaneti, yakın tarihe yönelik bir meydan okumaydı. İlk baskısı 1975’te yapılmıştı ama eserin tesiri hepimizin üzerinde hâlâ devam ediyordu. Ardından diğer eserlerini okuyarak fikir dünyamızı hem zenginleştirme hem de kuvvetlendirme imkânı bulduk. 

D. Mehmet Doğan, büyük hareket ve fikir adamı Nurettin Topçu’nun gösterdiği yolda yılmadan ve cesaretle yürüdü. Topçu için “Onun fikirleri bize ideal verir, harekete yöneltir, hakikat arayışına zorlar.” diyordu. Dolayısıyla Doğan da bizleri her zaman harekete geçirerek hakikat arayışına yöneltmiştir. 

Kurumsal yapılara karşı, siyasaya karşı herkes bir taş atar, herkesin eleştirel anlamda mutlaka bir kelam eder. Ama o denli ağır ve o denli de kirlenmiş taşların altına kimse elini koymaz. Kimse yükü omuzlamaz, sorumluluk almaz. Ülkemizin derin imtihanlardan geçtiği, siyasal ve sosyal anlamda bölünmelerin, travmaların, darbelerin yaşandığı nice çalkantılı dönemlerde elini taşın o ağır ve kirli taşın altına koyan ve yükü omuzlayan bir güzel ağabeydir Üstad Mehmet Doğan. Ankara’da yaşıyor olmak her zaman soğuk ve resmi bir yaşam şeklini öngörür gibidir. Şehrin soğuk, ayazlı, kurak ve yazları kavuran iklimi insanına sirayet eder gibidir. Bu soğuk ve resmi hava sarıp kuşatsa da şehrin insanını, bürokratını, yazarını, memurunu; Üstad Mehmet Doğan pergel ayağı gibi yüreğiyle sabitlenmiş kımıldamaz bu ciddi şehirden bir yere ama diğer ayağıyla yüreğinin tüm sıcaklığını dağıtır tüm Anadolu toprağına.

Gençliğinden başlamak üzere bir hareket ve fikir adamı olarak fikir ve kültür dünyasında mücadele etti. Devlet memurluğum yok, derdi. Sivil, hür ve çekincesiz duruşu hep takdir edildi, örnek alındı. Hayatının her safhasında dilimize, edebiyatımıza, sanatımıza ve düşünce dünyamıza dair onun gayretini görüyoruz. Edebiyat ve sanatla meşgul olanlara siyasetten uzak durulması gerektiğini telkin ederdi.  Onun her zaman kıvrak ve karşısındakini savunmasız bırakan güçlü fikirleri bizler için işaret olmuştu. Tıpkı Topçu’nun “Bizim hareketimiz mesuliyet hareketidir; davamız hayata uymak değil, hayatımızı hakka uydurmaktır." dediği gibi Doğan da aynı düşünce ile hareket etmiştir. 
D. Mehmet Doğan, Tanzimat ile başlayan ve Cumhuriyet ile devam eden Türk toplum ve devlet yapısını, siyasetini, kültür değişimlerini mercek altına alarak itirazlarını yazmış, alternatifler sunmuştur. Kalemini hakikat için korkmadan kullanmıştır. Bu düşüncelerini bir çatı altında toplamak ve mücadelesini daha güçlü sürdürmek maksadıyla 1978’de TYB’nin kurulmasına öncülük etmiş, kurucu başkanı olmuştur. O tarihten beri de TYB’nin tüm faaliyetlerinde bulunmuş, hiçbir zaman sahayı terk etmemiş, ömrünü de TYB’nin birçok alandaki çalışmalarına harcamıştır.

Bereketli, kuşatan kalemi, dost ve ağabey duruşlu muhabbetli hali, her daim tevazu ile eğilen gülen çehresiyle bu toprakların yetiştirdiği ender bir aydındır Üstad Mehmet Doğan. Mehmet Doğan ağabeyimiz hak üzere saf aldı, kalemini fikrinin silahı olarak kullandı. Aziz ruhu şâd, mekânı cennet olsun. Başımız sağ olsun.

Son söz: Maymun çiçeği virüsü koronayı mumla aratacağa benziyor. İnsanlar sonunda dünyanın gerçekten fani olduğunu idrak edecekler; kısa vadede bile olsa..

Not 1: Hasan dağı arpalıktır, Eğer saban yürürse
Her derede bir değirmen, Eğer suyu gelirse
Her köylüden bir tavuk, Eğer köylü verirse
Güzel gidiş bu gidiş, Eğer sonu gelirse

Not 2: İnsan bu dünyada yaşarken bir çok ders çıkarıyor yaşadıklarından. Fakat ne yaparsa yapsın ne kadar ders çıkarırsa çıkarırsın ders çıkarmak bazı hataları telafi etmiyor, geri dönülmez şekilde o sonuçlarla yaşamak zorunda kalıyor insan. Belki de hayatta alınan en acı verici bedel yalnız yaşamak oluyor neticede. Hayalleri kursağında kalarak yaşamaya devam etmek en büyük mahkumiyeti oluyor. Yalnızlık acı çekmekten daha kadim.

Not 3: Yarım kalmışlık yaşamın özüdür; telafi edilemez..

Not 4: Verdiği umutu geri alan aldığı ahı güle güle kulansın..

Not 5: Yüreğime yara açtın sevin gayrı gözün aydın.!

Not 6: Akşam rüzgarı değilsin ki, vefa serinliğin olsun..

Not 7: Deniz suyu gibisin müslüm baba ne içiliyorsun ne de vazgeçiliyorsun.

Not 8: Sen Kokuyor Yüreğim..

‘İstanbul kokuyor ellerin,’ demişsin 
Yalnız ellerim mi, İstanbul kokan 
Yüreğim var ki 
İçinde de sen... 
Sanki minik bir serçe 
Titrer ürkekçe 

Kırkı çıkmış özlemimin 
Yine de emekleyedurur umutlarım 
Ve sen 
Bir daha seslensen 
‘Gel’ desen 
-Bilmem ki, nasıl söylesem? - 
Kıyama durur aşk 
Vakitsiz 

Kız Kulesi’nde 
Sabah horozları ötüyordur şimdi 
Sarhoş 
Çamlıca, hüzünlü bir gelin 
Ben ağır yaralı 
Kadıköy-Üsküdar arasında sıkışmış 
Emektar Haydarpaşa 

İstanbul kokuyor yüreğim 
Ve İçinde 
Sen... 

Sana çıkan bütün yollar 
İstanbul; yüreğim 
-Dönmek mümkün mü? - 
Sen yağ ki üstüne 
Sırılsıklam ...
Öleyim

Not 9: Şimdi ben acılar ülkesindeyim
Yolcusuz yollar beklemekteyim
Çaresizçe seni özlemekteyim 
Baktığım gördüğüm duyduğum sensin..

Not 10: 20. yüzyıl onca büyük savaş, onca kriz, onca yıkıma rağmen gelecek fikrinin umut taşıdığı bir dönemdi.
Gelecek, olumlu bir zaman kipiydi.
İyi illüzyondu, doğrusu...
Lakin 21. yüzyıl farklı çıktı.
Gelecek artık ürpertiyor ve bunu okul çocukları bile biliyor.
Vaatler, tehditlere dönüştü...
Hayaller, şüphelere çevrildi...
Niye?
Bu noktaya nasıl geldik?
Artık geldiğimiz noktayı sorgulamanınzamanı gelmedi mi?

Not 11: Bankadayım...
Önümde 82 yaşında olduğunu öğrendiğim niye hala yaşadığını çözemediğim gereksiz bir beyefendi var.
Müşteri temsilcisi diyor ki...
"Banka uygulamanız var mı?" Var, diyor beyefendi, damadım indirmişti, ara ara kullanıyorum.
Müşteri temsilcisi hanım "Bravo size" diyor; "çünkü yapacağımız işlemi oradan yapmak çok daha kolay; şimdi açın uygulamanızı, şifrenizi girin, başlayalım." Yanlışlık olmasın, mahvolurum diyor beyefendi...
Gülümsüyor müşteri temsilcisi...
Banka şubesine, çalışanlara, müşterilere göz gezdiriyorum...
Daha ne kadar böyle sürecek? Çok değil...
Sıradan bir örnek verdim ama gündelik hayatın dönüşümünü iyi anlatıyor.
"Gelecek" çoktan geldi...
Dijital devrimle sınırın öte yanına geçtik...
Bazen bu gerçeği bize çaktırmamaya çalışıyorlar, bazen de kafamıza vuruyorlar.

Not 12: Sekülarizmin akılcı dayanakları iflas etti, bu açık!
Dindarların (aslında vahyin onlara görev olarak verdiği) hayatın gerçeksorunlarına karşı ilgisi ise çok zayıf kaldı.
Mecalimiz mi yok?
Niye?
Oysa bugünlerimizle iyice hesaplaşmamız ve başka bir geleceğe şuurla yönelmemiz gerekiyor.
Yeni bir siyasal çizgi oluşacaksa, buradan yürümek zorunda...
İrademizi dijital devrimin derebeylerinden geri alabilecek miyiz?
Yoksa yeni çağın serflerine mi dönüşeceğiz?

Not 13: 20. yüzyıl onca büyük savaş, onca kriz, onca yıkıma rağmen gelecek fikrinin umut taşıdığı bir dönemdi.
Gelecek, olumlu bir zaman kipiydi.
İyi illüzyondu, doğrusu...
Lakin 21. yüzyıl farklı çıktı.
Gelecek artık ürpertiyor ve bunu okul çocukları bile biliyor.
Vaatler, tehditlere dönüştü...
Hayaller, şüphelere çevrildi...
Niye?
Bu noktaya nasıl geldik?
Artık geldiğimiz noktayı sorgulamanınzamanı gelmedi mi?

Not 14: Çocukken tam dünyanın harika şeylerle dolu olduğunu düşünmeye başladığında sana yalnızca ölü balinalar, kesilmiş ormanlar ve milyonlarca sene boyunca gitmeyecek nükleer atıklardan ibaret olduğunu söylüyorlar. Büyümeye değmez. (NEIL GAIMAN / Kıyamet Gösterisi)

Not 15: ABD bazen DEMOKRASİ getirmek, bazen petrol akışını kontrol etmek adına bölgeye geliyordu. Ancak ortalama bir akıl bile rakiplerinin IRAK ya da İRAN olmadığı sonucuna ulaşabilirdi. Bölgedeki hiçbir aktör rakipleri değildi. Onlar ÇİN’in gelme ihtimaline karşı bölgeyi parsellemekle meşguldü ve meşguliyetleri devam edecek..
Bu kadar güç kullanımı haliyle bölgede de bizde de TEKTONİK hareketlenme meydana getirmektedir ve getirmeye devam edecektir.  Çinin BYD elektrikli otomobillerine sağladığımız vergi teşvikleri, hibeler başta Amerika olmak üzere tüm batının oklarını üzerimize çekmiştir. Önümüzdeki dönemde aynı kulvarda aynı nedenlerle yeni sarsıntılar göreceğiz.. 

Not 16: İşte kamunun 5 kritik ev ödevi;

1-Arazilari bütünleştirmede keyfiyet değil, zorunluluk,

2-Neyi ekeceklerine bilim, rekolte ve pazar koşullarıyla bakanlığın karar vermesi,

3-Üreticinin örgütlenerek yem, gübre gibi alımlarda birlikte davranması ve kooperatifleşme zorunluluğu,

4-Finansa erişimde tarım önceliği ve kolaylığı, 

5- Pazarla ve dağıtım kanalları oluşturup market rafı terörüne son vermesi…
Şeref Oğuz 
Peki niçin bu öneriler bir türlü gerçekleşmez!

Not 17: Dışişleri Bakanı Hakan Fidan: “15 yaş altı ve 50 yaş üstü Iraklı kardeşlerimiz için vize serbestisi uygulaması 1 Eylül'den itibaren başlayacak.”

Bu işte bir bit yeniği var gibi. 15 yaş altı çocuklar kendi başlarına mı gelecekler? 50 yaş üzeri herkesin gelebilmesi nerden icap etti? Buradan gideceklerle oradan gelecekler arasında büyük fark olacağına göre bu iş hangi amaca hizmet için yapılıyor?

Ülke adım adım araplaştırılıyor. Gelenler Türkmense de Irak PKK’ya ve Barzani’ye peşkeş çekiliyor. Her türlü sıkıntı..

Not 17: Maduro seçimi%51 ile kazandığını iddia etti. Gelin görün ki bu defâ seçime gölge düştü. Maduro “zaferini” ispatlayacak tutanakları ilân etmekten kaçınıyor. Seçimi %70 ile kazandığını iddia eden muhalefet ise kıyâmeti koparmakta. Sokaklar karıştı. Maduro buna mukâbil, taraftarlarını ve devlet şiddetini devreye soktu. Hâsılı tam bir iç savaş manzarası ile karşı karşıyayız. Yakın bir vâdede Venezüela’da suların durulmayacağını düşünebiliriz. Ama daha dikkât çekici olan, bugüne kadar kendi aralarında antiemperyalist bir dayanışma geliştirmiş olan Latin Amerika solunun bu gelişme karşısında ciddî bir kriz yaşamasıdır. Şili ve Brezilya’da iktidarda olan sol liderler, Gabriel Boric ve Lula de Silva, Maduro’yu şiddetle eleştirdi. Peru, Uruguay ve Ekvador da bu kervâna katıldılar. 

Not 18: İster zırâi, ister sınâî zeminde olsun târih artık değerin talanlarından oluşuyor. Talandan el edilen artığın içerideki bölüşüme aktarılması sâyesinde sağlanır. Neticede medeniyet inşâsının kapısı açılır ve topluluk içindeki gerilimler yok olmasa bile görece azalır ve yatışır.. Modern dünyâda bunun karşılığı refahtır. Refah bir toplumsal başarı olmaktan ziyâde kapitalist-sömürgeci ilişkilerin, yâni dünyâdan artık çekmek kudretinin ve imtiyâzının fonksiyonudur. Bu sebeple ne müreffeh toplumların medeniyet iddiası ne de bundan nasibini alamamış toplumların entelijensiyalarının medeniyet arzu ve özlemi inandırıcıdır.

Not 19: Talan karşıtı hareketlerin ise tuhaf bir mukadderatı vardır. Bunları sömürgecilik karşıtı süreçlerden başlayarak tâkip edebiliriz. Askerî ve siyâsal düzlemlerde kazanılmış olan istiklâller kendilerini behemahâl medenî dünyânın ablukası altında bulurlar.Bu hareketler dış talana esaslı bir tepki koymakla, yâni başlangıçta ahlâkî bir zeminden hareket eder. Gelin görün ki, dış talandan büyük bir pay elde etmiş ve gelişim dinamiklerini tekellerine almış olan medenî dünyâ karşısında açıklarını kapatmak için iç talandan başka müracaat edebilecekleri başka bir kaynak yoktur.

İç talanı çok defa bürokrasiler ve onlarla beraber hareket eden yerli oligarklar yürütür. Yerlici, dinî ve millî söylemlerle donanmış olan popülizm ise iç talanın hegemonik çerçevesini oluşturur. Bunun solcu ve sağcı tematikler üzerinden yürütülmesi son kertede hiç mühim değildir. Yaşananların neticesinin çürüme olması mukadderdir. Ahlâki ve haklı zeminlerde yeşeren sistem karşıtı hareketler arasında çürümenin her nev’iyle defter kapatmayan ve dükkân teslim etmeyen yoktur. Heyhat, Chavez’den Maduro’ya Venezüela’nın serencâmı tam da bu şablona oturuyor.

Not 20: Medyada nasıl SALTANATLAR var haberiniz yok.

Bir tane gazeteci, sevgilisini bir odaya kapatıp, golf sopasıyla dövüyor.

Sonra mola veriyor, gidiyor ÖDÜL alıyor.

Geri geliyor ve dayak atmaya devam ediyor.

Bunlar yaşanmış.

Davası sürüyormuş.

Medya budur işte.

Not 21: "Konut fiyatı artıyor mu?
O zaman konut alınır çünkü fiyatı daha da artacak
Konut fiyatı düşüyor mu?
O zaman konut alınır çünkü ucuzlamış."

Bu tür yorumlar 'her şey borsaya yarar' anlayışının konut için olanı.

"Efendim biz ülkemizin kombisi yanan, bacası tüten konutuna yatırım yaptık. Bu kadar düşüş olmaz, ne yani dolar mı alsaydık?"

Konut fiyatlarında reel düşüş sürüyor.

Not 22: Gana'da merkez bankası enflasyonla mücadelede başarısız olunca geniş halk kitleleri tarafından merkez bankası günlerce protesto edilmişti. Gana'nın %54'e kadar çıkan enflasyonun %20'li oranlara kadar indiğini ancak bu seviyelerden aşağı gitmediğini görüyoruz.
Bizdeki 'Kurul' da buna dikkat etmeli, %20'li enflasyon oranlarına inebilirsek hemen gevşememeli ve 2025'te %14 enflasyon hedefiyle uyumlu olacak şekilde para arzı artışını kontrol etmeli. Önümüzde Gana örneği var. 'Kurul' fiyat istikrarını sağlamada Gana'dan daha başarılı olmayı hedeflemeli.