İyi olacağız!
Rüzgardan mamüldür hayat, geçip gider. Geçip gider. Lakin, fırtınanın dinmesini beklemek değildir yaşamak. Yağmurda dans etmek, kırılan bir bileğin üzerinde...
Rüzgardan mamüldür hayat, geçip gider.
Geçip gider. Lakin, fırtınanın dinmesini beklemek değildir yaşamak.
Yağmurda dans etmek, kırılan bir bileğin üzerinde sek sek oynayabilmektir. Yani ki, yaşamak ciddi hadisedir.
Başlayan her şey bitmekle kaimdir. En uzun, en çaresiz geceni düşün, sabah olmadı mı?
Yolu yok; bulup buluşturacak, gerekirse borç harç denkleyecek, umut edeceksin.
Çünkü güneş, yalnızca umut edebilme kabiliyetine sahip insanların yüzü suyu hürmetine doğar.
Karamsar olma hakkın yok. İyi olacağız! İyi!
En umutsuz olduğumuz, bittiğimiz birinci dünya savaşı sonrası Selanikli bir yetim geldi, hepsinin içinden geçip Türkiye Cumhuriyetini kurup bize hediye ettiyse; umutsuzluğa yer yok demektir. Atatürk’ün mirasçıları olarak en iyiye en güzele ulaşma çabamız içimizdeki bazılarına rağmen azimle devam etmeli, devam da edecek inşallah. Cumhuriyetin yüzüncü yıldönümünde kutlamalardaki kalabalığı, coşkuyu, heyecanı görünce içim bir hoş oldu, güvenim daha da bir arttı geleceğe. Umutsuzluğa yer yok. Yaşasın laik Cumhuriyet. Hoşçabakın zatınıza.
Son söz: Dünyanın en ağır duygusu, kimsesiz hissetmek..
Not 1: Hem Erdoğan hem de Cevdet Yılmaz resmen Türkiye’nin gönüllü olarak göçmen alacağını ilan ettiler.
Öncelikle şunu belirtelim: Almanya 2. Dünya Savaşı sonrası
vasıfsız elemen ihtiyacını göç alarak karşıladı. Aynı Almanya
şimdilerde ise vasıflı, yani okumuş insan göçü alarak karşılamaya
devam ediyor.
Türkiye ise vasıfsız göç alıyor. Sanki vasıflı insan gücümüz çok
fazlaymış gibi...
Ama biliyorsunuz ki yıllardır Türkiye’nin işsiz sayısı 3-4 milyon
civarında seyrediyor. Burada genç işsizler de ayrı bir sorun.
Öncelikle şunu belirteyim ki ‘Her ile üniversite’ mantığı aslında
gençleri ömür boyu vasıfsız ve eğitim gördükleri alanlarda
çalışamaz duruma getirme projesidir.
Teknik elemen olsun ara eleman olsun artık ülkemizde zor
bulunuyor. Hatta vasıfsız işçi sorunu bile yaşanıyor. Ne tarlada
çalışacak genç kaldı ne de çıraklık yapacak...
Herkes üniversiteli ama bomboş bir eğitim.
Şimdi bu açığı Afganistan’dan, Irak’tan, Pakistan’dan, Yemen’den,
Somali’den vs vs ülkelerden göç alarak kapatacağız. Mantık
bu...
Teknik elemen olsun ara eleman olsun artık ülkemizde zor
bulunuyor. Hatta vasıfsız işçi sorunu bile yaşanıyor. Ne tarlada
çalışacak genç kaldı ne de çıraklık yapacak...
Herkes üniversiteli ama bomboş bir eğitim.
Şimdi bu açığı Afganistan’dan, Irak’tan, Pakistan’dan, Yemen’den,
Somali’den vs vs ülkelerden göç alarak kapatacağız. Mantık
bu...
Not 2: Ruther Bregman “Çoğu İnsan İyidir” kitabında:
“Dünya üstünde demokrasileri zayıflatan en az yedi bela var:
kutuplaşan siyasi partiler, yurttaşların birbirine güvenini
kaybetmesi, azınlıkların toplumdan dışlanması,
seçmenlerin
ilgisini yitirmesi,
yolsuzluk yapan siyasetçiler,
vergi kaçıran
zenginler
ve son olarak da demokrasinin ciddi bir eşitsizlik
üstünde yükseldiğinin farkındalığı” diye sıralıyor.
Ülkemiz 100. yılını; insan hak ve özgürlüklerinin gelişmişliği,
demokrasi beşiği, cumhuriyetin kazanımları ilkesi doğrultusunda
kutlarken halen maarifin fıtratıyla çelişen “yaptım, oldu, bitti”
dayatmalarında bulunmanın ne kadar yanlış olduğunu alınan kararadan
vazgeçmek zorunda kalmasından anlıyoruz.
Vazgeçilmeseydi değişen bir şey olmazdı. Öğretmen arkadaşlar eş
dost tanıdık doktor bulup alacakları raporla yine tatillerini
planladıkları gibi yapacaklardı.
Türkiye’de her soruna çözüm
kılıfı pratiği mevcut.
O zaman demokrasiyi zayıflatan yedi nedene “Karar mercilerin
muttasıl dil değiştirmeleri”ni ekleyebiliriz. Sekizinci kazanımı
Sayın Bakanımıza borçlu olduğumuzu söylemek haksızlık olur. 100
yıllık Cumhuriyet tarihimizde 65 Milli Eğitim Bakanı değişikliğini
göz önünde bulundurduğumuzda maarif dünyamızın istikrarı ve
istikrarlı kararaları hakkında yeterli bilgiye dair bir ipucu
veriyor.
“Ayağın kırılması ruhun kırılmasından iyidir.” diyen Bregman’ın
sözünü güvenin kırılması karardan vazgeçilmesinden daha zararlıdır
olarak da değiştirebiliriz.
Not 3: Şimdi söylemekten kaçınılanı dümdüz söyleyeyim...
Bir milat yaşıyoruz.
Olayların gelişimine bakıp belki şöyle tekrarlıyorsunuzdur:
"Bu nasıl iş Allah'ım, Batı bir olmuş, zalim İsrail'i destekliyor."
Artık İsrail desteklenmiyor, İsrail olunuyor.
Filistinliler hepimizin onuru için savaşıyor, Gazze "insan olma"yı
savunuyor bugün... Lakin bu savaş İsrail-Hamas savaşı falan değil,
sakın global medyanın söylemlerine kanmayın!
Zamanı geldi ve hegemonlar fitili ateşledi, olay bu.
Not 4: Bir insanı beş-on insan ortalarına almış evire çevire
dövüyor, linç ediyor, işkence ediyorsa, “Böyle zamanlarda ne
yapılabilir acaba, bir istişare yapıp dönelim(!)” demekten daha
büyük göz yumma biçimi olamaz elbette. El armut toplama aygıtı
değildir; haksızlığa mâni olmanın savunma silahıdır. Dil şahsi
menfaatlerini koruma ve kollama enstrümanı değil, haksızlığa ve
zulme sözle reaksiyon gösterme silahıdır. “Dil ola kese savaşı/Dil
ola kestire başı” (Yunus Emre) mucibince karanlığın üstüne çöker,
zalimin çenesini kapatır.
Buğuz diye bir şey var. Çok zamandır kullanmayıp rafa kaldırdığımız
surat asma hakkımızdır buğuz bizim. Dosta, komşuya, kardeşe
pervasızca gösterilen bu tavır, yeryüzünde ekini ve nesli ifsat
edenlere karşı bir türlü gösterilmez. İsrail’e, Siyonizm’e karşı ne
yapmalı? Kıyımdan geçirilen çocuklar ve bebekler üzerinden empati
yapmak da mı gelmiyor aklımıza? Rahat uyuyamamak da mı gelmiyor?
Zalime ve zulme ortak olanlara unutamayacakları bir insanlık dersi
vermek de mi gelmiyor aklımıza? Halbuki milletlerin caydırıcılık
gücü devletlerinkinden daha az değildir.
Not 5: Değer üretmek yerine var olan değerleri ortadan kaldırmak üzere hayatın orta yerine konuşlanmış bir dünyada yaşıyoruz. “Yaşıyoruz” dediğime bakmayın, uzun zamandır dünya bir yaşam olanı olmaktan çıktı ve yaşayan her şeye namlusunu doğrultmuş bir savaş aygıtı haline geldi. Katiller çok profesyonel, bakıldığında eli kanlı değil, o kadar profesyonel. Ölümün yürekleri sızlatan sesine susturucu takılmış. “Her şey çok normal” dünyanın yeni ekran görüntüsü.
Bir süredir emperyalizm işgallerini açık açık ve doğrudan yapıyor. Savaşların sebebi yok, barışın uygulanabilir bir sonucu kalmadı. Dünya ismi ile müsemma alçaklığını sahneden indirip kendi reel yaşam alanlarına kaydırdı. Denaet ve şenaatin resmi geçidini yaşıyor dünya. Tiksiniyoruz, kalbimiz ve vicdanımız kadar midemiz de kabul etmiyor olup biteni. Fakat gidecek başka bir yerimiz de yok. Hicret ne güne duruyor diyenlere ise sadece şunu söylemek isterim: Güneşe göç vardı da biz mi gitmedik?!
Not 6: Mersin Limanı'nda muz kolilerinin içine gizlenmiş şekilde 610 kilogram kokain ele geçirildi…. Kimlerin acaba! Yeni içişleri bakanının yaptıklarını gördükçe, eskisi ne yapmış acaba diye sizde düşünüyor musunuz?
Not 7: Salman Akhtar, 'Acının Kaynakları' adlı kitabını bir yerinde, iradenin sakatlanmasıyla korkuya yenik düşme arasındaki ilişkiye değinir. Gerçeklikle bağı bozulmuş, toplumsal çözülme içinde yalıtılmış bireyin iradesinin sakatlanmış olması kaçınılmaz. Yeni siyaset ve ahlak anlayışının bu gerçeği gözetmesi gerek öncelikle.
Not 8: ANGLO SAKSON sisteminde, FAKİR halka, ZENGİNLERE karşı bazı imtiyazlar tanınmıştır.
Bunlardan birisi HAKARETTİR.
Hakaret suç değildir.
Ayrıca, zenginler, fakirlerle mahkemeye de düşmek istemez, para verirler ve konuyu kapatırlar. Çünkü, JÜRİ de FAKİRLERDEN oluşur.
Not 9: Bizim muhitte işi büyüten restorancı TAVUK PİLAVCI.
Bir de, PİZZACI var sanayide, o iyi iş yapıyor. Dominos'u tokatladı. Öyle diyeyim. Ama kalitesi başarılı.
Çoğu restoran ise MORT.
Ocak sonrası kapatan olur personele dayalı çalışanlardan.
Not 10: Usher Evi’nin Çöküşü yani orijinal adıyla “The Fall of the House of Usher” Amerikalı yazar Edgar Allan Poe’nun 1839'da Burton's Gentleman's Magazine'de yayınlanan kısa öyküsüdür. Gotik kurguyla harmanlanan hikayenin dizi versiyonuna göz attığımızda ise bolca cinayet ve kan görüyoruz.
Mike Flanagan, Edgar Allan Poe’nun kaleme aldığı bu hikâyeyi alarak Netflix için uyarladı. 8 bölümlük bu mini dizide ise başta Roderick Usher'ı canlandıran Bruce Greenwood, Mary McDonnell, Carla Gugino, Willa Fitzgerald, Kate Siegel, Henry Thomas, Zach Gilford, Carl Lumbly, Samantha Sloyan, T'Niah Miller, Rahul Kohli, Michael Trucco, Annabeth Gish, Robert Longstreet ve Katie Parker gibi isimler yer alıyor.
Netflix’te yeni yayınlanan dizinin genel konusuna baktığımızda
ise iyi bir hayat yaşama hırsıyla inşa ettikleri aile hanedanlığı,
mirasçılarının tuhaf şekilde birer birer ölmesiyle sarsılmaya
başlar.
Yıl 1980’dir: Madeline ve Roderick Usher insanları hırslarına
kurban ederek şeytanla bir anlaşma yapar. Amaç aile servetlerini
sağlama almaktır. Uzun yıllar yaşayacak Usher hanedanlığı, vakti
geldiğinde onlarla birlikte son bulacaktır. Ama o güne kadar
“Fortunato Pharmaceuticals” şirketinde oturacak, onlarca yıl içinde
mültimilyon dolarlık bir şirkete dönüştürerek para içinde kolay bir
hayat yaşayacaklardır. Vakit geldiğinde ise aile tam bir vahşet
yaşar.
Ölümler ilk ailenin en küçük üyelerinden olan Perry ile başlar.
Gerçekleştirdiği seks partisini asit yağmuruyla süsleyen Perry
eriyerek can verir. Ölümler sırasıyla devam ederken Madeline ve
Roderick gizemli yabancının uzun yıllardır dünyanın en zengin
insanlarının yanında yer aldığını fark eder. Artık beklenen sona
yaklaşılmaktadır.
Madeline yalnız bir yaşam sürerken Roderick’in altı çocuğu bir de
torunu vardır. Perry ile başlayan ölümler sırasıyla cinayet
şeklinde gerçekleşir. Buradan sonrasını ise izlemek isteyen
okuyucularıma bırakıyorum. Netflix’in orijinal içeriği olan Usher
Evi’nin Çöküşü sosyal medya platformlarında da genel olarak
beğenildiği kanısında.
Oyunculuklar, çekim ve hikâyesiyle beğendiğim bir yapım oldu.
Ayrıca edebiyat eserlerinin günümüze uyarlanmasını ve daha çok
insanın duymasını da destekliyorum.
Usher Evi’nin Çöküşü’nde ise Fortunato şirketiyle bir ilaç
hanedanlığı olarak lanse edilen Usher ailesinin tek bir üyesi bile
kalmayarak sırasıyla korkunç şekilde ölüşü tam bir vahşet. Birini
öldürerek kanla başlattıkları hanedanlık yine kendilerinin can
verdiği, kanla bittiği acı bir hikâyeye dönüşüyor.
Not 11: MB zorunlu karşılık oranlarını arttırdı. KKM ZK oranları 5 puan, YP mevduat ZK oranları 1 puan arttırıldı. Ayrıca YP mevduat için TL cinsinden %4 ilave ZK geldi.
Karar çok özetle bankaların maliyetlerini arttırır, piyasadaki likiditeyi azaltıcı etki gösterir. Beklenen gelişme..
Not 12: Yaygın kanının aksine, OTOMOBİLLER ucuz kaldı.
Millet 700-800'e yüksek diyor 2. elde.
10.000$ neredeyse 300.000 TL oldu.
TL düşünürseniz, kaybedersiniz.
Not 13: Bugün ofiste ilk MİKRODALGA yemeğimi yaptım.
VERGİLER ve ASGARİ ÜCRET artınca ne oldu?
Ayda neredeyse 1 asgari ücreti bulan sipariş ve yemek masrafımı %50 azaltma kararı aldım.
Benim gibi 10 kişi olsa, 1 kişi İŞSİZ kaldı demektir.
Not 14: İSTANBUL EMLAK BALONU acı patlayacak.
1 Milyon $'a apartman dairesi satıyorlar.
GERİZEKALI mısınız siz?
O kadar para ediyorsa, git KUVEYT'te otur, DUBAI'de otur.
Bu fiyatlara evlerini elden çıkarmayanlar da APTAL.
Not 15: Kadınlar sevmezler dostum.
Kadınlar arkanızdan yas bile tutmazlar.
Not 16: Türkiye biri genel, diğeri cumhurbaşkanlığı için yapılan
iki seçimi geride bıraktı. O seçimlerin sonucunun gözle görünür en
büyük etkisi yeni hükümete yansıdı. Israrla izlenen yanlış ekonomi
politikalarından yeni bakanla dönüldü; içişleri bakanlığına dair
söylentilere kulak verildiğini düşündürecek tipte bir güvenlik
bürokratı da o göreve getirildi. Yeni içişleri bakanı da daha önce
üzerine gidilmeyen ciddi konuları dert edindiğini belli etti.
Kamuoyu -bu arada medyamız da- bu iki gelişmeyi olumlu
karşıladı.
Umutlanıldı.
Françoise Bacon’a ait “Umut iyi bir kahvaltıdır ama öğle yemeğine
yetmez” özdeyişi galiba bir kez daha doğru çıkıyor.
Bir çiçekle bahar gelmiş olmuyor…
Huylu huyundan kolay kolay vazgeçmiyor.
Anayasa Mahkemesi’nin birkaç gün sonra ele alacağı -ve belki iptal
edeceği- bir yasa maddesinin “Hazır elimizde böyle bir silah var,
teslim etmemiz gerekmeden önce kullanalım” düşüncesiyle işletildiği
izlenimini almamak zor.
Not 17: Hak ve hakikatin peşinde olmak, garip ve yalnız kalmak demektir.
Hz. Muhammed (s.a.v)
Not 18: KKM’den çıkan nereye gider? Kısa cevabım net; geldiği
yere… Nereden gelmişti? Dövizden… Ancak guvernörümüz “TL mevduatına
gidiyor” dese de TL mevduatının bundan pek haberi yokmuş görünüyor.
Soru şudur… KKM’ye davet ettiğiniz tasarruf sahiplerine, daha
cazibi olmasa da onları enflasyondan koruyacak bir öneri
getirmezseniz, KKM’den neden çıksınlar ki?
O halde KKM’de kalışlarını zorlaştırırız. Misal karşılıkları %30
yaparsınız, ekran uygulamalarını çalıştırmazsınız. Ancak KKM’nin
devasa yükünü boşaltmak için eğer enflasyondan koruyacak bir dam
altı bulunmazsa, yeni KKM’ler üretmek zorunda kalacak, çözeyim
derken daha da dolandıracağız.
Not 19; Bana kalırsa delege sistemi yanlıştır.
Partilerin genel başkanlarını delegeler değil üyeler
belirlemelidir.
Cumhurbaşkanı ile iktidara gelecek partiyi bile seçmenler bizzat
seçerken parti genel başkanlarının kaderini bir avuç delegenin
eline bırakmamak gerekir.
CHP’nin 1 milyon 369 bin 430 üyesi bulunuyor.
Lider seçimini direkt olarak üyeler yerine yaklaşık her bin üyeyi
temsilen bir delegeye bırakma uygulamasından vazgeçilmelidir.
...
Tabii CHP için söylediklerim diğer partiler için de geçerli.
Onlar da lider seçimini üyelere bırakmalıdır.
Delegeler yerine partili üyelerin seçtiği liderler koltuklarında
kesinlikle daha güçlü otururlar.
Ve başarısız liderleri değiştirmek partiler için bugünküne kıyasla
herhalde çok daha kolay olur.