İyi ki deprem oldu, villa sahibi olduk.. Bu cümleyi kuran depremzede bir vatandaşımızmış. Çevre Bakanımız deprem bölgesindeki çalışmaları anlatırken yaptıkları köy evinden bahsederken kullanmış vatandaşımız bu cümleleri.
Belli ki bu vatandaşın çekirdek ailesinden ölen kimse yok; akrabaları ölmüşse de onlardan nefret ettiği kesin. Peki depremde ölen 53 bin vatandaşımıza hiç mi üzülmemiş. Belli ki hiç üzülmemiş. Bu nasıl soysuzluk ve bu nasıl vicdansız bakış açısı ve duygu halidir ki; asrın felaketinde en az 4 kent virane ölmüş, binlerce insan ölmüş binlercesi yaralanmış, insanların hayatları kaymış. Peki o neye seviniyor villa sahibi olduğuna..
Depremin olduğu aynı günün 6 Şubat 2023 akşamı 10.40 sularında Kahramanmaraş’a ulaşıp orada canla başla 3 ay çalışan ve ailesi de depremzede bir fert olarak şunu dilerim: Umarım binlerce ölü insanın üstünde tepinerek villa sahibi olmayı kutsayan bu ahlaksız, vicdansız insan müsveddesi ölüm hak vaki olmadan Yüce Rabbimin eşsiz adaleti ile tanışır. İnsan kahroluyor. Biz hangi ara bu hale geldik. Böyle ayrıksı insanlıktan nasibini almamışlar hangi ara türedi. Maalesef her şey biz yaşarken oldu.
Demokrasi ve yönetim üzerine..
Fransız yazar Jean Rostand şöyle yazmış: “Bir gün atomun enerjisini serbest bırakacağız, gezegenler arası yolculuklar gerçekleştireceğiz, ömrü uzatıp, kanseri ve tüberkülozu tedavi edeceğiz; ama en düşük seviyeli kişiler tarafından yönetilmiş olmanın sırrını asla çözemeyeceğiz.”
Sırrını çözemeyecek ne var? Çoğunluğun tercihine uymayı karşı gelinemez bir tabu haline getirir, tamamı iyi yetişmemiş bir toplumda sürekli uygular; karar verme yetisi olmayanlara, kara cahillere oy kullandırırsanız sonuç hep düşük seviyeli, demogog kişilerce yönetilmek olur.
85 milyon bu ülkede yaşıyoruz, %99umuzun boyu 1.90 altı. Basketbol milli takımımızda bu %99 temsil edilmiyor, haksızlık, kura çekilerek her kesimden ya da tüm Millet oy kullanarak Milli Takım belirlensin diyor muyuz? Desek mantıklı olur mu? 1.75 takım ortalamasıyla her maçı kaybetmez miyiz?
Ülke yönetiminde de aynısı oluyor. Ülke yönetmek, ülke yönetecek kişileri seçmek çok ciddi iştir; liyakatsiz, yetersiz kişilerin eline geçerse tüm toplum zarar görür, ülke ligden düşer.
Sharenting:
Nedir bu.
Paylaşma ve ebeveynlik kelimelerinin birleşimi imiş.
Çocuklarını, sürekli sosyal medyada paylaşan aileleri anlatmak için kullanılıyormuş.
Uzmanlar,
"Sosyal medyada büyüyen bir nesil var, çocukların mahremiyet hakkı ihlal ediliyor" diye bu konuya karşı çıkıyorlarmış.
Bir yanda instagram da bebekliğinden itibaren bir ünlü gibi büyüyen, sürekli kamera karşısında oynayan çocuklar var.
Sanırsın küçük prensler, sanırsın küçük prenseslerden oluşan çocuklar var.
Diğer yanda ağlayan, zorbalığa maruz kalan şiddet gören çocuklar var.
Ülkenin kayıp çocukları var.
İşin garibi, bu çocukların tamamının görüntüleri tüm Türkiye'ye anında yayılıyor.
O kadar çok konuşuyor ve o kadar çok paylaşım halindeyiz ki.
Paylaşım arsızı olmuşuz.
Kadın yeni doğurmuş, gaz çıkar yani osur yavrum konuşsunlar diyor.
Bakıyorsun organik bilmeme ne bez reklamında.
Anladık kardeşim.
Ekonomi berbat.
Ama sizin bu kadar kovalamanıza gerek duyulacak bir durumunuz yok.
Öyle büyük paralardan söz ediliyor ki, bedava beleş para, çocuk ne dert.
Zaten bunların çocuklarına büyüyünce kendileri gibi olacak.
Devamlı para kovalayan, para konuşulan bir evde çocukları ne kovalayacak zannediyorsunuz.
Son söz: İyi bir erkek tarafından sevilmek, onur verir. Ama dünyanın tezgâhlarından geçmiş bir erkek tarafından sevilmek, işte o muhteşemdir!
Hakkını vermek gerekir.
Aforizma: Zenginlerin malı herkese helaldir, gönül rahatlığıyla çalabilirsiniz; çünkü hırsızdan çalmak günah değildir ve suç olmamalıdır.
Aforizma 2: Yalnızca iyiler erken ölür..
Tadımlık: Nasihat insanın hep başka insana verdiği şeydir; bu kıymetli şeyi kimse kendisine alıkoymaz. (M. C. KUNTAY / Üç İstanbul)
Vurucu dizeler: “çok sevdim/ güzel sevdim
güzelliğim kırıldı
ah mavi intiharlar taşıdım günlerce
yeminler getirdim bak kekik kokulu
kekik kokulu ölümlere gidiyorum ben
artık kuşlarını uçur” (Adem Turan)
Not 1: Sn.Şimşek'in görevde olduğu 8 ayda enflasyon geldiği günkü seviyeye bile inmediği gibi, politika faizi ile enflasyon farkı da hala geldiği günlerdeki gibi eksi %20. Enflasyonun geçici etkiyle yükseldiği iddiası ikna edici değil.
Not 2: Benim hayat tecrübem, kadınlar evlendiğinde soyadının değişmesinden hiç rahatsız olmaz.
Hatta, kocasının soyadını taşımaktan ilginç bir duygu ya da gurur taşırlar.
Kocam benim hali.
Kocamda kocam hali.
Kocalı olmayı çok seviyor kadınlar.
Deniz Seki ne diyor, yeni şarkısında;
"Ben adımı söylerim sen soyadımı yaz".
Not 3: Türkiye’de cemaatlerin ve tarikatların bu kadar göz önüne çıkması siyasi ve iktisadi bir meseledir. Bu gruplar eskiden de vardı, gelecekte de var olmaya devam edeceklerdir. Bunları yasaklayarak yok etmek de mümkün değildir. Sosyolojik olgu ve süreçleri kanun ve tüzükle değiştiremezsiniz. Bugün Hükümet’in dayandığı önemli bir seçmen bu tarikat ve cemaatlerin yönlendirmesi ile karar vermektedir. Küresel kapitalizmin ve sahip olunan siyasi imtiyazların desteğiyle devlet kurumlarında belli bir yer edinmişler, kurdukları vakıflara bağlı şirketlerle holdingleşmişlerdir. Yani kapitalist sisteme çarpık bir şekilde eklemlenmişlerdir. Daha önce bu servet birikimine ve kamusal alanda görünüme sahip olmadıkları için bazı kesimler şaşırmaktadır. Bilinsin ki, bunlar, zannedildiği kadar çok değildir. Türk toplumunun kahir ekseriyeti bozulmuş haliyle bile Türk – Osmanlı Kültürü’ne bağlıdır. Yapılması gereken tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi bu cemaat yapılarının sıkı bir devlet denetimine alınmasıdır.
Not 4: Ne garip hale geldik, değil mi?
Hayvanlarla, bitkilerle, suyla, taşla hesaplaşırsak, kafamızdaki sorulara cevap buluruz sanıyoruz.
İnsanın "insan" halini unutturmak üzereler.
Bir iktisat çarkının aklını kaybetmiş, kalbi çırpınan vidaları olduk hepi topu...
Hayvanlarla, bitkilerle, dağla taşla bağımız da ancak modern masallar üzerinden oluyor
Kedisi üzerine saatlerce konuşan ama kedisinin niye ısıl işlemle üretilmiş bir sosisi yemeyi red ettiğine akıl erdiremeyen tonla hayvansever...
Hümanizm, insanı ilahlaştırmayı denemişti; sonunda geldiğimiz şu acıklı noktaya bakın!
Not 5; Hatırlayalım, geçen ay yaşanan krizde hemen yeni aday bulan piyasa aktörleri propagandaya başlamışlardı. Buradan anlaşılıyor ki sistemi okumayı başaramıyorlar. Özellikle kriz dönemlerinde hükümet havalı isimlerden çok mütevazı şekilde sessiz duran, daha önce iktidarı sert şekilde eleştirmeden ve polemik üretmeden sakin duran hatta pek bilinmeyen isimleri tercih ediyor. Ayrıca “yerin kulağı var” sözünü hep unutuyoruz. Kimin, nerede ne konuştuğu, kimlerle oturup kalktığını, hangi grupların hangi isimle ilgili ne şekilde yorum yapıldığı önünde sonunda kritik noktalardaki insanlara ulaşıyor. Bu sebeple yanıma gelip “yeni başkan şu olacak, bu olacak” dediklerinde tebessüm edip “hiçbiri olmayacak” diye cevap verdim hep. Genel Seçimlerden yatırımcı ve iş insanı bazı Dostlar “bu sefer tamam” demiş, ben de “güldürmeyin beni” demiş ve onları kızdırmıştım. Haklı çıksak da fark etmiyor, insanlar bir kaç yabancı finans kuruluşunun raporunu “mutlak doğru” olarak kabul etmeye alışmışlar. Yalan güzel olunca gerçeği kimse dinlemek istemiyor.
İçinde yaşadığımız siyasi şartlar ve gerçekler ışığında, düzenleyici otoritelerde ve devlette görev almaya meraklı kişiler, tecrübe ve kabiliyetlerini tamamen sergileyemeceklerini ve sınırsız bir özgürlük içinde davranamayacaklarını, siyasetle sürekli müzakere etmek zorunda olacaklarını, idare etmeleri gereken zor durumlar çıkacağını yaşları gereği biliyor olmaları gerekir. Buradan hareketle bu görevlere atananlar bir şeyleri değiştirmek için değil ya kurulu düzeni disiplinli devam ettirmek için, ya bazı zor işleri hükümet adına yapmak için, ya da “bir de burada gözükelim” demek için talip olmuşlardır. Dolayısıyla onlardan mucizeler beklemek hem onlara hem de kendinizi kandırmak olur. Tarif edilen görevi tarif edildiği şekilde yapan insanlara ağırlığının üzerinde veya altında bir tarifle yaklaşmayalım. Bazı insanlar “görevli” olsa da bazıları “meraklı” hatta ihtiraslıdır. Koltuk tatlı olduğundan, arzu ettiği yerlere gelemeyenler bile “gidiyorum” diyemez. Mevcut koltuklarında oturmaya devam ederler. Ancak, ihtirasları mantığın ötesine geçenleri hangi idare biçimi olursa olsun, sonunda öğütür.
Not 6: Ekonomik İstikrar Programı’nın (EİP) 2 temel hedefi var. İlki, enflasyonla mücadele. İkincisi ise dış açığın sürdürülebilir düzeye çekilmesi. Bu ikinci misyon aslında 2 ara-hedefi içeriyor. İlki, cari açığı daraltmak. İkincisi ise cari açık finansmanını sağlam dış fonlama yoluyla halletmek. Bunu becerirsek, enflasyondan sıtma olsak da, döviz krizinden kanser olmayız.
Tabi ki, enflasyonla mücadele birincil hedef, ama bu cephede aşama kaydedebilmek için kurun yavaş yükselmesi şart. Bu şartın yerine gelmesi için de TCMB’nin rezerv biriktirmesi. TCMB’nin rezerv biriktirmesi için de, cari açığın daralması ve/ya dış finansman kaynaklarının güçlenmesi.
Yeni yıl zamları ve 2024’e aktarılan deprem harcamaları nedeniyle, yılın ilk yarısında iç talep çok güçlü seyredecek. Eğer onun tekerleğine taş koymazsak, ithalat da yükselir.
Kredi kartı faizleri yükseltilmeli. Taksit ve kredi kartıyla alınabilecek ürünlere de sınırlama getirilmeli. Piyasada TL650 milyar likidite fazlası var, eğer bu emilmezse, iç talep ve ithalat akabilir.
Not 7: Kardeşlerim, gerçekçi olalım, bu ekonomide kalıcı ve bizi refah eriştiren bir iyileşme beklemeyin. Burası artık Haramilerin, yol kesenlerin, yetim malına göz dikenlerin at koşturduğu bir ülke. Her türlü yetki verilse de, Şimşek en fazla gelmekte olan krizi bir kaç yıl erteler.
Not 8: Seninle bulutlara uçtuğumda
Bir ateş yakar beni….