Bürokrasi haysiyetini yitirmek üzere. İtibarları kalmadı artık. Hatta büyük bir nefret var. Bürokrasi şu an haysiyet mücadelesi yapıyor, devletin kalıcı memurları saygınlığını yitirmiş durumda. Parti her şeye karar veriyor mevcut sistemde. Sadakat belirliyor her şeyi. 

Partiye sadakat. Devletler efsaneyle sadakatle kurulur ama    Liyakatle, rasyonalite (akıllı mekanizmalar)  ile yönetilir. Yaşamda kalmak için rasyonaliteye  (akla) ihtiyaç duyulmaz, büyük duygulara, korkulara ihtiyaç vardır ama varlığı,  devleti sürekli kılmak için usa, akla ihtiyaç vardır. Devlet kurulurken ihtiyaç duyulmayan liyakat devletin bekası için elzemdir. Bunun işleticisi de bürokrasidir. İtibarını ve ardından haysiyetini kaybetmiş bir bürokrasi devletin çöküşü demektir.

Çökmüş bürokrasinin meyveleri ise enflasyon, hiper enflasyon, hayat pahalılığı, gelir dağılımı adaletsizliği, yolsuzluk, hırsızlık, pervasızlık, kibir ve sefalet olarak sayılabilir. Halk olarak siyasetin denetimini yapmak zorundayız. Halk olarak siyasetle ilgilenmeyiz. Halkın aydınları halkı bilinçlendirmeli ve öncü olmalılar bu konuda; öncü olmalılardı. Denetim ve teftiş mekanizmaları kuvvetlendirilmeli. Şeffaflık ve denetim yeni dönemin anahtarları olmalı. Zavallı, ekmeğin peşinde koşan adam bunu düşünemez. Ülkeni okumuşları  ve düşünürleri daha aktif ve cesur olmalıydı. O sefih rezil anayasa geçmemeliydi. Gerçi iyi ki geçti. Bir şeyi tamamen kaybetmeden kıymeti bilinmiyor. Kendi dağına, ağacına ve koyuna sahip çıkan, hukuka riayet eden bir halkı yaratmak zorundayız. Yasa önünde eşitliği ve ifade özgürlüğünü tesis etmek zorundayız tekrar. 

Siyasetçilere orada kalıcı olmadıklarını halkın seçimlerde değişim yolunu kullanarak hatırlatmak lazım. Eğer iktidara getirdiğini oradan indirmezse vakti geldiğinde politikacılar halkı köle olarak görür. Siyasetçi halkın bakışından bile korkar. Siyasetçilerin evlatlarına babalarının çaldırdıklarını yedirmemeliyiz. Yok öyle yağma. Hırsız siyasetçi ve onların evlatları çaldıklarını millete iade etmeliler aksi halde sokaklarda yürüyememeli ne bu güzel ülkenin ne de kaçtıkları diyarların.

Doğu kültüründe sürgün vardır. Çalan politikacılara ve evlatlarına uygulamak lazım. Ailece hepsinin yüzüne tükürülmeli ve medeni ölüme mahkum edilmeliler.

Talan edilen, ırzına geçilen ülkenin yolsuzluklarının buz üstündekileri:

Özeti:
Antalya Havalimanı'nı işleten firma yeni dönem için 4 milyar$ önerecek hatta 5 milyar$'a kadar çıkacakken firma belge eksikliği gerekçesiyle ihaleye sokulmuyor ve ihale 3 milyar$'a başka firmaya veriliyor.

Devlet 2 milyar$ zarar ediyor.

Hesapladım. Hz. İsa’nın doğumundan bu yana 2023 yılına kadar bir insan her gün 2000 (iki bin) dolar harcasa bu 2 milyar dolar bitmiyor. Her gün 2000 dolar harcasanız. Böyle bir yolsuzluk, yolsuzluk hafif kalır hırsızlık bırakın Türkiye tarihini, insanlık tarihinde görülmemiştir. Akp yaptı, becerdi.

Boş tencere:

TÜİK’in dün açıkladığı 2022 yılına ilişkin “Yoksulluk ve Yaşam Koşulları İstatistikleri”ne göre ise sürekli yoksulluk oranı bir önceki yıla göre 0,2 puan artarak yüzde 14 oldu. Araştırmaya göre, bir önceki yıla göre konut alımı ve konut masrafları dışında borç veya taksit ödemesi olanların oranı yüzde 59,4 olurken; nüfusun yüzde 6,2’sine bu ödemeler yük getirmezken yüzde 17,7’sine çok yük getirdi.

Aynı araştırmaya göre, hanelerin yüzde 59,6’sı evden uzakta bir haftalık tatil masraflarını, yüzde 41,5’i iki günde bir et, tavuk ya da balık içeren yemek masrafını, yüzde 31,1’i beklenmedik harcamaları, yüzde 20,4’ü evin ısınma ihtiyacını, yüzde 65,4’ü eskimiş mobilyaların yenilenmesini ekonomik olarak karşılayamadığını beyan etti.

Bu sonuçlar, insanların maddi açıdan zorluk yaşadıklarını açıkça ortaya koyuyor. Temel belirleyicisinin ekonomi olacağı aşikar olan bu seçimde, ekonomi dışında her şeyin söz konusu edildiği bu kirli seçim sürecinin sonuna yaklaşılıyor çok şükür. “Boş tencere”nin iktidar değiştirip değiştiremeyeceğini göreceğiz yakında.

Son söz: Sonsuzluk adlı kızıma (tek ve biricik evladıma) tavsiye ettim: Ölünce kremataryumda (fırında) yak cesedimi, küllerimi ya akarsuya ya da okyanusa savur dedim.

Tadımlık: Dünyadaki hiçbir güç kaderi değiştiremez, göklerden gelen kararı geri döndüremez ve zamanın ruhuna meydan okuyup değişimi engelleyemez. Su akar yatağını bulur ve duvarda bir çatlak varsa ille de büyür. Allah’ın adaletine herkes saygı duymasını öğrenecek, kaçış yok..

Anekdot: Genç bir çocuk vardı ismi Cemil’di küçük Büfesi vardı tek oturduğum yerdi bir gün abi ben ölürsem yaksınlar beni boşa yer kaplamayalım dedi deprem de rahmetli oldu. Ruhu şad olsun.

Not 1: “Her bin erkekten ancak bir lider çıkar, insanları peşinden sürükler” demiş Üç Ahbap Çavuşun Groucho Marx’ı. Sonra eklemiş: “Geriye kalan 999 erkek kadınların peşinden gider”

Not 2: 

“Aşkitom” diye başlayan nazlı cümlelerin hedefinde “şuursuz erkek milleti” var. Kadınlar biz erkeklere ellerini tutturunca nikaha götüreceklerinden eminler.  Bu tespitlerim A/B grubu için geçerli. Bu grup okumuş yazmışları kapsıyor. Erkek ne kadar çok okursa o kadar gerçeklerden kopuyor. Bakın Esra Erol’un programlarına. Bütün kitle tabanı C/D grubundan kimseler. Çoğu ikişer üçer evlilik yapmış. O da yetmemiş. İnternetten girdiği sosyal sitelerden tanıştığı erkeklerle ilişki kurup onlara kaçmış. Geride üç beş evlilik, bir iki yasak ilişki, bir yığın rezillik var. Ortada kalan çocuklar hiçbirinin vicdanını titretmiyor. O programda bir de “devlet” sözcüğünü ağzından düşürmeyen “Avukat Hanım” var. Eline fırsat geçti mi o zır cahil kadınları acımasızca fırçalıyor. En büyük dayanağı da “Bizim toplumda aile yapısı bu değil” şeklinde. Bizim aile yapısı bu minvalde olmasaydı, siz programa çıkaracak kadın bulamazdınız. Genel aile yapımız tam da böyle işte. Allah’tan Esra Erol kadınları, kocalarına “Mavi elmas benim de hakkım” diye kafa tutmuyor. O yüzden de C/D grubunda “Blue diamond” sorunsalı yok. Ne demişler? Açla çıplak şen olur. Dört bir yana şan olur.

Not 3: Gidecek yeri olmayanların kaldıkları yerde mutlu olduğu görülmemiştir.

Not 4: Bizim hayatlarımız güneşin uğramadığı kiraz bahçelerine benziyor.

Not 5: Ömrünü aşkta ve yoksullukta kaybedenler suça bulanmadan uslanmazlar.

Not 6: Nedir ki kalbim bu ağırlığın,
Özlenen mayıs akşamları da geldi bak...
Nedir yüreğimi istila eden tuhaf ve anlaşılmaz hüzün 
Sona mı yaklaşıyorum yoksa

Gücün tadını bir türlü alamayanlar
Alırlar mı ölümden tat hafız 
Terziler keser mi bir top kefen en afillisinden
Kederden gebermiş olan benim gibilere
Yağmur fayda eder mi
Tanrılaşmaya meraklı olmayanların yüzüne
Rahat yüzü görürler mi kabirde
Ferahlar mı sineleri hafız, ferahlar mı..

Not 7: Bir ah’ın uzatacak ayakları yoktur.

Not 8: Gitmenin en güzeli artık hiç haber alınmamasıdır.

Not 9: Sevdiklerinden kendilerine miras olarak boşluk kalanlara hayat haciz getirmiştir.

Not 10: Yoksulluk kışla başlar ama yazla bitmez.

Not 11: Evrimde öyle bir yere geldik ki, henüz son durak değil ama bu dönemi çabuk geçmemiz gerekiyor, yoksa çoğumuz yolda telef olacak, geri kalanlarımız da kuşku ve korku ormanında yolunu kaybedecek.

Mutlu Olma Sanatı,Bertrand Russell

Not 12: ne kalacaksa yaşadığım bunca çıldırmaktan geriye
vaktinde gelmeyen her şey kadar haindir..

Bülent Parlak

Not 13: Hayatın güzel olduğunu savunanlar
Elbette hayattan hiçbir şey anlamayanlardır

Not 14: Şunu çok iyi öğrettim elektrik direklerine,
Kimse;
Benim kadar güzel bekleyemez!
B. Parlak

Not 15: Konuştukça başımızı öne eğecek ne çok şey var.
Diyordum yakın arkadaşlarıma.

Not 16: Kabul edelim ki atalarımız olarak gurur duysak da Osmanlı haracına bakmış; zerre kadar medeniyet ve kültür inşa etmeye kafa yormamış. Belki ontolojik ve epistemolojik olarak öyle bir kapasitesi olmadığından kılıç olmuş kalem olamamıştır..

Not 17: Soylu: Bütün yeşil pasaportlar hususi pasaportlara dönebilir

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, yeşil pasaport konusunda, “Dünyanın bize tahsis ettiği belli bir miktar var. Biz bu miktarı aşmak üzereyiz. Yani aştık da diyebiliriz aslında” dedi

Her önünüze gelene yeşil pasaport verirseniz, yeşil pasaport verdikleriniz resmi turlarla Avrupa’ya gidip geri gelmezse olacağı bu.

Zaten AB’deki havalimanlarında Türk yeşil pasaportlarına şüpheyle yaklaşıyorlar, vize soruyorlar.

Yakında tüm yeşiller bordo muamelesi görür.

Not 18: Twitter’da siyasi görüşü 180 derece değişen ne kadar çok hesap var.

Üstelik on binlerce, yüz binlerce takipçiye sahipler ve siyasi geçmişleri(adaylık vs) var.

Bir seçim dönemi önce şiddetle desteklediklerine şimdi şiddetle muhalifler.

İnsanda biraz utanma olur yahu.

Not 19: Hakikat yolcusunun temel dertleri bellidir. Onun için kendine uyduruk dertler edinmiş, güya dertliymiş süsü veren neyin eskisi, tembeli, yozlaşmışı, popülerleşmişi varsa onlara da itibar etme! Gayreti olmayanın vefası, sadakati ve itaati, haliyle omurgası dolayısı ile muteberlikleri de yoktur. Temel erdemlerden noksan olanların da elde edeceği bir şey yoktur. Bütün olumsuz söylemlere, algılara önce sen dur de ki, bütün bu propagandalar etrafındakilere tesir etmesin. 

Not 20: Sen iyiyi, güzeli, doğruyu, adaleti üstün tut ve gayret et. Çünkü rahmet zahmete tabidir. Zor ve sancılı olan şeylerin sonunda hep güzellikler gelir. Hiçbir şey gelmezse bir umut gelir. Senin gözüne fer, ayağına derman gelir. Bütün kara propagandalara kulaklarını tıka ve yola devam et. Yolun sonu selamet, her şeye ve herkese rağmen diren kardeşim! Hoşça bakın zatınıza…

Not 21: Bir insan, şans eseri ya da miras yoluyla sahip olduğu şeylerle değil, kendi emeğiyle başardığı şeylerle övünmelidir.

Not 22: Bir teki bile özgür değildir insanların, çünkü ya paranın ya da kaderin kölesidir herkes.

Euripides, Hecabe

Not 23: Ödül ve ceza sistemi birçok canlının davranışı üzerinde etkilidir. İnsan, herhangi bir şekilde ödüllendirileceğine inanırsa, yani ortada bir ödül ihtimali varsa harekete geçer. Ödüllendirilme ihtimalinin olmadığına inanıyorsa hareketsiz kalır; çünkü hayalini kuracağı ve umut edeceği bir şey yoktur. Maddi zorluklarla dolu bir hayat yaşarken, bu zorlukların bir nebze hafiflemesi bile ödül olarak algılanabilir.

Not 24: Bir ödül ihtimalinin olmadığına inanmak, kaygı ve korkuyla birleşince umudu ayaklar altına alır. Böylece, değişim için gerekli adımların atılmasının önü kesilir. Oysa, bir ödül ihtimali her zaman vardır. Sadece insan böyle bir ihtimal olmadığına inandırılır ki hareketsiz kalsın. Ve böylece hiçbir şey değişmesin. Algı yönetimiyle manipüle edilerek insanlar farkında olmadan kendi kehanetlerini gerçekleştirebilir. Yani, korktukları başlarına gelebilir.

Not 25: Para, önemli bir motivasyon kaynağıdır. Çalışırsınız, kazanırsınız ve kazandığınız paranın bir kısmıyla ihtiyaçlarınızı giderir, bir kısmını biriktirir, bir kısmını da keyif aldığınız şeyler için harcarsınız. Ancak bugün itibariyle gece gündüz çalışıp giderleri bile zor karşılayacak duruma gelmiş olmak, birçok insanın çalışma şevkini de kırdı. Zamanında yoğun çalışma temposu ardından bir hafta sonu yurt dışı seyahati yapmak, o tempoyu kaldırabilme adına güç verirken bugünlerde sadece yaşamsal ihtiyaçları gidermek için o tempoyu kaldırmak zorunda olmak birçok insanı bunalttı.

“Bütün restoranlar dolu, insanlar sürekli alışveriş yapıyor; demek ki pahalılık yok” söylemlerini değerlendirecek olursak; eskiden ev ya da araba almak için kredi alan, para biriktiren insanlar artık ev ya da araba almanın hayal olduğunu düşünüp cep telefonu için kredi alıyor. Birçok insan; “O kadar çalışıyorum, bir yemeğe bile çıkamayacak mıyım?”, “Bari telefonum en lüksünden olsun” dediği için restoranlar ve alışveriş merkezleri hala dolu. Dolayısıyla, yatırım yapmak için kredi almanın ya da para biriktirmenin yerini, küçük keyifler için para harcamak aldı. Sonuçta her insan duygu durumunu olumlu yönde etkileyecek araçlara ihtiyaç duyar, yoksa iş ile ev arasında sıkışmış hayatlarımızda nefes almak neredeyse imkansız hale gelir.  

Not 25: Issız petrol istasyonun birinde sadece lavaboyu kullanıp arabasına dönen müşteri için orada teyakkuzda bekleyen emekçi kasiyer ne düşünüyordur?!

Not 26: Gecenin bir yarısı arayıp Fatma Şahinden  “Selviye benzer yarimin boynu” adlı türküyü bana dinlet oğlum diyen selvi boylu al yazmalı anamın önce ellerinden öper, sonra al yüzümü ayaklarına sürerim. Sevgiyle, muhabbetle ve hürmetle. Hatır gönül bilen tüm dostlara selam olsun..

Not 27: Önümüzde iki yol var: Ya değişmemek için verdiğimiz beyhude mücadeleyi ümitsizce sürdürecek ve görmek, düşünmek bile istemediğimiz bir istikbale doğru sürükleneceğiz, yahut değişimin kaçınılmazlığını kabul edip hakikatle yüzleşecek, belirsizlikleri asgariye indirebilmek için kendimize bir yol haritası yapmaya çalışacağız.
Değişimi kabul etmemiz de kâfi değil! Toplumun “doğal” değişimi oldukça yavaş gerçekleşiyor. Bunu hızlandırmamız, dünyadaki değişim hızına ayak uydurmamız lazım.
Hızlanmak için de, statükoya meydan okuyan öncü liderlere ihtiyacımız var.

Not 27: “Seninle karşılaşıncaya kadar gerçekleşmekte olan bu değişimi adlandırmaktan acizdim. Bugün ilerlemiş yaşımda koyduğum ad ise: aşkın içe işleyişi. Her şey akıntıya kapılmıştı. O üç armut ağacı, o alçak tepe, vadinin öbür ucu, biçilmiş tarlalar, orman. Dağlar daha yüksek, ağaç ve tarlalar daha yakındı. Görülebilir her şey bana yaklaşıyordu. Daha doğrusu her şey durmuş olduğum yere sürükleniyordu, çünkü ben artık orada değildim. Her yerdeydim, vadinin karşısındaki ormanda olduğum kadar ölü ağacın içinde, dağ yakasında olduğum kadar saman balyalarını bağladığım tarladaydım” diye yazmış John Berger, ‘Ve Yüzlerimiz, Kalbim, Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü’ isimli kitabında.

Not 28: Yalnızken insan, ne kadar da kalabalık dünya! Bir adım atınca neden kimse kalmıyor? Hemen herkes kendini süslemeye çalışıyor. Neden hiç kimse zaten güzel olduğuna inanmıyor! Belki söyleyeceklerim var insanlardan herhangi bir insana... Ama sesimi bastıran şu gürültülü atlıkarınca bir an olsun durmuyor.

Not 29: sonra ölüm konuşulur fısıltılar düzeyinde/ aşkın adı geçmez ama belleğin bir yerlerindedir/ çocuk gibi defne dalı gibi rüzgar gibi bir şey olarak/ lambanın sönmesini durdurur ocaktaki ateşi tazeler/ susulur saygı duyulur oturulur oturulur.
T.U.

Not 30: Haline bırakmak lazım aslında; tecrübeyle sabit ki, bizim dağınıklık sandığımız şeylerin derinliğinde bazen bilmediğimiz bir başka düzen saklı oluyor.

“Ne biliyorsun ki!” dedi meczup. Uzun bir sükutun ardından yineledi: “Ne biliyorsun ki!”

Yalan dünya. Bir de takmasan ruhumun dehlizlerini, dağlamasan gönlüme, kırmasan kalbimi zaten beni çirkin gösteren aynalarında.

Not 31: Telefonun şarjı biten bir insanın çölde susuz kalmış bir insandan farksız hale geldiği bu zamanda insanın “anlama”sını beklemek biraz insana haksızlık etmek gibi geldiğini düşünüyorum. Çünkü sadeliğini yitirmiş bir hayatın içerisinde sadeliğin kıymeti ancak pazarlanabiliyorsa ya da her şey bir pazarlama materyaline dönüşebiliyorsa o zaman bir şekilde anlam taşıyabiliyor. Nitekim bütün bu gürültü içerinde insanın kendisini kaybetmek isteği de bir yere kadar anlaşılabiliyor. Eski zamanların işleri icra ederken verdiği huzur ve sükûnetin hayatın akışını, biçimini belirlemesinde ortaya çıkardığı bilgeliği bugün aramak biraz maceraperestlik olarak görülebiliyor. Ancak onu romantikleştirip satılabilir hale getirmek tam da bu zamana mahsus bir davranış olarak karşımıza çıkıyor.

Not 32: Yaşlandığında sen sürekli geçmişe doğru şeyler anlatırsın ve etrafındakiler onu artık dinlemekten bıkmış gibidirler. Sürekli geçmişe doğru bakarsın geçmişte nasıl bir anlamın olduğunu anlatmaya çalışırsın ancak kimsenin geçmişle ilgisi kalmamıştır ve senden başka hiç kimse bunu önemsememektedir. Sürekli geçmişte, hatıraların arasında yaşadığından yönün hep geriyedir ve geleceğe bakmazsın.

Artık vücudunda o anlattığın geçmişin izlerini taşımadığından ve o geçmişin şahitleri de ya gitmiş ya da kendi geçmişlerinde kaybolduklarından onlar da sana destek veremez. Yaşadığın hayat sana birçok eşik, birçok önemli ders vermiştir ve artık zaman gençlerindir. Senin görüp unuttuğun bir eşikte onlar da benzer kayboluşlar yaşamaktadırlar. Ve seni dinlemediklerini öğrendiğinden beri dilinin ucuna gelen kelimeler yutkunma ile geri giderler. Yol aynıdır ve herkes aynı noktaya doğru koşar adım yürümektedir.

Not 33: “Kafan rahat ki yastığa varmadan uykuya dalıyorsun bir de bu kadar çok rüya görebiliyorsun” dedi, telefonun öbür ucundaki ses. Bir kafa rahatlığı mıdır yoksa huzur mudur? Bilemiyorum. Ancak bildiğim bir şey var rüyaların yelkenini özlem rüzgârları dolduruyor. Uykunun sükûnetini ise dedikodudan, kaprislerden ve kibir yarışmalarından uzak durmak sağlıyor olmalı. Her rüya başka bir zaman diliminden pay taşısa da güne, insan dönüp bakınca yaşam çizelgesine hiç uzatmadan şarkının sözleri ile mukabele ediyor. Sanal gerçekliklerdense “rüyalarda buluşmak” herhalde en sağlıklısıdır.

Not 34: Şair, “Nereye gitsem ki içimdeki bu cehennemle” diyor. İnsanın içinde kor gibi yanan bir mesele bir dert olduktan sonra nereye gitse o dert onun yakasını bırakmaz. Herkesin sıradanlaşan bir düzene intibak ettiği yerde ‘ne oluyor’ diye sorarak gidişatın, olup bitenin yanlışlığına ve o yanlışlığın giderek makul olmasına hayretini gizleyemez olduğunda içindeki kor daha da artıp artık dışını da yakar. İnsafın, merhametin ortada olmadığı adalet duygusunun incindiği bir noktada arada denk gelen doğru şeyleri mucizevî bir şeymiş gibi algılamak bir devrin iç yarasıdır.

Not 35: İbn Zafer, “Adaletli ve insaflı davranmanın teşekkürle karşılık bulması, devrin bozukluğu sebebiyle adil ve insaflı kimselerin azlığından dolayıdır” der. Nereye gitti bu adil ve insaflı insanlar, nerede kaybettik merhamet ve şefkatimizi? Kendimizden bile esirgediğimiz şefkati, merhameti, hüsnü zan-ı hangi yol ayrımında çarçur ettik? Ömer’in adaletini bu kadar dillendirip, onu anlatıp ve onu örnek gösterip neden onun hizasından uzaklaştık. Zor olsa da kendimize bir dönebilsek, uzak sandığımız içimizdeki cehennemi, cennete çevirebilsek. Payımıza düşen bütün hataları önümüze koyup, ‘ah bu ben!’ diyerek kendimize sadece hayıflanmadan kendimizi hesaba çekebilsek, ne güzel olur! Belki içimiz düzelirse, dışımız da güzelleşir.

Not 36: Dert sahibi insanların dertlerinin kendilerinden ibaret olduğunu göreli, dünyanın bir yere gittiğini söylemenin naiflik olduğunu anladık. Aslında dünya bir yere gitmiyordu. Koca koca adamlar dediğimiz adamların aslında birer gölge olduğunu kavradık. Bütün bu kavrayışlar bizi bir uslanmaz derde düşürdü. Dermanı da derdin içinde, fermanı da!

Not 37: Şimdi kimsecikler varmaz yanıma/Müminden yoksunum tek ve tenhayım/Rüzgârlar silemez gözyaşlarımı/Çöllerde kayıp bir yetim vahayım..

Not 38: Hepimizin bir kahramana ihtiyaç duyduğu zamanları yaşadık, yaşıyoruz. Bazen bireysel ve toplumsal refleksimizi de belirleyen ana unsur bu kahramana ihtiyaç duyacak yoksunluk duygusu, ümit kesme hali. Sorularına artık makul ve de mantıklı birer cevap bulamayıp, sorulardan da vazgeçmek, endişeden kesilmek ve olup bitene hayret edemeden sanki donup kalmak. Sanki zamanın bir yerinde her şeyi dondurmuş insanların arasında sadece miadını doldurmayı bekleyen insanlar var.

Not 39: İdealizm hızla başlıyor, hızlı bulaşıyor ve hızla tükeniyor. İdealist insanlar(!) için en büyük problemlerden birisi de çok çabuk şartlara teslim oluyorlar. Belki buradaki karışıklığın temeli sahte ideal ve dava sahiplerinin –miş gibi hallerinden kaynaklanıyor. Davalardan çok dava sahipleri var. Herkes bir çeşit yol mülkiyeti iddiasında ama kimse yürümeye talip değil. Nadir de olsa toplumsal yapı hızla değişip dönüşürken arada iyi ve adanmış insanlar, bulunduğu hali sorgulayan ortadaki tuhaflığı gören bireyler ortaya çıkabiliyor. İnsanlar gerçekte yeni bir vaat değil yeni bir anlayış istiyor. Sistemler, düşünceler, inançlar artık insana yeni bir ivme kazandırmıyor. Oysa insanı insan yapan onu güçlü ve kaim kılan şey onun endişeleridir. İçinde yaşanılan zaman insana hiçbir konuda güven vermiyor. Hukuk korumuyor, adalet yerini bulmuyor. Zaman her şeyi öğütüyor. En çok da insanı öğütüyor.

Not 40: Montaj video ile toplum mühendisliği 1940'larda işe yarardı.
2023 bilgi çağında ise ters teper.

Not 41: Kakistokrasi kelimesi 1644'e gitse de bir terim olarak kullanımı ilk kez 1829'da Thomas Love Peacock'un 'Elphin'in Talihsizlikleri' adlı romanındadır:
"Bizimki, halk tarafından halk için bir halk hükümeti mi, yoksa aptallar pahasına düzenbazların yararına bir Kakistokrasi mi?".

Not 42: İş yok, hayat kalitesi yok, para yok, evlilik hayali yok, mutluluk yok, huzur yok,sağlik,eğitim ve barinma yok. Peki ne var gençler için? İşsizlik var, borç var, depresyon var, enflasyon var, torpil var, adaletsizlik var, karamsar bir gelecek var...

Not 43: Bir bayram tatili idi Dolar 4,5 TL idi, enflasyon henüz %10 lari görmemişti o günlerde uzmanlar dedi ki yol bu değil... Dinlemediler hiç bir uzmanı o gün konuşanlar bugün hepsinin ağzını bıçak kesti...Sermaye değişimi yaşandı bu ülkede o sermaye evine dönecek...

Not 44: Kılıçdaroğlu: İstanbul seçimlerinde görüldü. İstiyorlarsa bir daha seçim yaparız. Halkın iradesine herkes saygı göstermek zorunda. Yönetimi vermemezlik edemez, tıpış tıpış verecek.

Kılıçdaroğlu neden böyle saçma sapan açıklamalar yapıyor?

Neden bir daha seçim yapılsın?

Normal şartlarda 1 oy farkla bile kazanılsa seçim yenilenmez.

İstanbul seçimlerinin tekrarı iktidarın demokrasiyi katletmesinden başka bir şey değildi.

Bu kapıyı açarsan kullanırlar.

Not 45: Üniversite diploması kadar şişirilen bir şey yok.

Kendinizi yetiştirmezseniz, o diplomayı kıvırıp, bir tarafa koyabilirsiniz..

Bilgi çağındayız.

Sadece bilmek yetmiyor, güncel kalmak da şart.

Türkiye'de sistem EZBERLE/GEÇ şeklindedir. Pek çok akademik kadro da ezberin sonucudur.

AVUKATLIK SINAVI geliyormuş.

Yine konuyu yanlış yerden çözmeye çalışacağız.

Bu işin çözümü, kontenjanların bir hayli düşürülmesidir. Sınav değildir.

Sınavı çoğunluk geçemezse, sorular kolaylaştırılacak, bir şekilde formaliteye çevirilecek.

Örnek: SPK Lisanslama.

Bir başka mesele ise, ailelerin durumu anlamaması olacak.

Hala, diploma aldırmanın yeterli olduğunu düşünüyor aileler.

Diplomayı alıp, sınavı geçemeyen pek çok öğrencinin sonu, atanamayan öğretmenler gibi olacak, intihar haberleri gelecek.

Kontenjanların azalması lazım.

Her bölüm için bu geçerlidir.

Bu işin başka da çözümü yoktur.

Üniversite sınavında, ilgili alan sorularının en az %70'ini NET yapamayan öğrenciler, üniversite tercihi de yapamamalılar.

Zaten, daha sınavda %70 çözemeyenin, üniversitede işi ne?

Not 46: Ekrem Coşkun Döner, TAVUK DÖNER satmaya başlamışsa, bunun adı KRİZDİR.

Not 47: Şu gergin günlerde hoş bir anekdot.Rahmetli Osman Bölükbaşı, 1957 seçimlerinde %7,13 oyla 4 milletvekili çıkarmıştı. Cuntanın zorlamasına tepki oylarının bir kısmı Bölükbaşı’nın partisine sığınmış ve 1961’de ona %13,95 ile 54 milletvekilliği vermişti. Radyo başında seçim sonuçlarını dinleyen Bölükbaşı’nın, bir milletvekili, bir milletvekili daha, bir daha geldiğini gördükçe gerildiği ve sayı 30, 40, 50 diye yükselince, “Ben bu kadar p***’i ne yapacağım!” diye isyan ettiği nakledilir.

Not 48: Bir yanda idealler: Çalışmaya saygı, üretmeye saygı, canlıya saygı, doğaya saygı. Diğer yanda popülist politikacının vaatleri: O da bedava, bu da bedava. Çalıştığın yeter artık sen de emekli oluver. Beş vereceğim. Beş değil on beş vereceğim!

Not 49: mahallî idarelere bırakılmayacak işler;  kaldırım işgali, otopark+belediyelerin etkinlik düzenlemesi yasaklanmalı, dileyen parasını verip biletini alıp ne istiyorsa izlesin dinlesin, abuksubuk şarkıcılara türkücülere, siyaset uzmanıyım diyen zibidilere belediye kaynaklar aktarılmamalı..

Not 50: Kayıtlı özel sektör istihdamı artmadan kamu istihdamını daha fazla şişirmek enflasyonu %200-300 bandına çıkarır. Enflasyon düşecekse devlet en az 2-3 yıl yeni personel almayacak, olanların da maaşları düşürülecek. Yani acı reçetesiz çıkış YOK..

Not 51: Düşük enflasyon=çalışkanlık, alınteri, özveri
Yüksek enflasyon=TEMBELLİK, VERİMSİZLİK, DİSİPLİNSİZLİK
Fizikte EYLEMSİZLİK kanunu vardır. Bunu ekonomiye adapte edersek tembelliğe alışan biri çalışmak istemez. Türkiye’deki temel sorun işte bu. Ondan enflasyonun düşmesini kimse istemiyor..

Not 52: Dijital dünya gerçeği öldürdü. Mücadele etmek zor. Tarafları fikirle bertaraf edemeyenler ya yalan video kayıtları yaparak fake hesaplardan paylaşacaklar ya da yapay zekaca görüntüler üretecekler.
Böyle bir dünyada ayakta kalabilmenin tek yolu, tartışılmaz bir güvenilirliğe sahip olmaktır.

Not 53: Artık evlilikleri ayakta tutmak için ya arkadaşlarınızla evleneceksiniz ya da evlendiğiniz insanla arkadaş olmayı başaracaksınız.
Onan ve Aslantuğ evliliği, bu gerekçeden bu kadar uzun sürmüştü. Bir de “model evlilik” baskısı nedendi.
Açıklamalarından anladığım arkadaş kalmaya devam edecekler. Diyeceğim o ki, bu ilişki bu koşullarda bittiyse, kesinlikle ortada üçüncü bir kişi var.

Not 54: ürkiye Komünist Partisi’nin sözcüsü Zeynep Demirel Hatunoğlu TRT’de yaptığı konuşmasında önemli bir saptamada bulundu. Zenginlik ve yoksulluğun etnik kökenle ilgisi olmadığını fark ettiğini söyleyerek, herkese örnek olacak bir özeleştiri yaptı: “Kafamı kaldırdığımda zengin, çok zengin insanlar gördüm. Bunların sayısı çok azdı. Onların sayısı ne kadar azsa, yoksulların, işsizlerin sayısı o kadar çoktu. Bunları etnik kökenlerine göre ayırdığımda bir sonuca ulaşamıyordum. Kürt patronlar gördüm sömürdüğü işçiye köle gibi yaklaşan. Ve Kürt olmayan işçiler tanıdım zamanla benden farkı olmayan, benimle aynı duyguları paylaşan, aynı koşullarda yaşayan.”

Not 55: Sürüleşmek insanın kendisini kör bir kuyuya hapsetmesidir ve en tehlikeli hastalıktır. Allah insanı bu hastalıktan korumak için peygamberler ve kitaplar göndermiş ve aklın gücüne işaret etmiştir. İslam öncesi kız çocuklarını diri diri toprağa gömen kişilerin bulunduğu bir durumdur sürüleşmek. Kur’an’da En’am Suresi 165. ayetinde, “Yeryüzünde yaşamakta olan insanların çoğunluğuna uyacak olursan seni Allah’ın yolundan saptırırlar” buyrulur ve sürüleşmenin getirdiği tehlikeye işaret edilir.