Kur’an-ı Kerim “İnsan hüsrandadır” diyor. İman edenler, salih amel işleyenler, hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna insan büyük bir kayıp içerisindedir. Neyi kaybettiğimizi buralarda arayabiliriz. İmanımız yerinde mi mesela, bakmalıyız bir. Salih amel neydi, hakk neydi, sabır neydi, bunları hatırlamamız lazım.

Bizim kendimizi hatırlamamız lazım. Bir kalbimiz vardı, onu hatırlamamız lazım. Mesela bazı meseleleri kendimizce büyük-küçük diye kategorize ediyoruz. Büyük siyasetlerin, büyük cümlelerin peşine takıldık ve sadaka, merhamet, ibadetler bizim için –haşa- küçük işler kategorisinde kaldı maalesef. Öyle düşünmesek de fiilen öyle kaldı. Bunu hatırlamak ve bunun üzerine yeniden düşünmek durumundayız. 

Kendimizce büyük büyük meseleler ile uğraşırken diğer meseleleri küçük kategorisine atıp ihmal ettik, tali ve furuat olarak görmeye başladık. Örneğin, günlük hayatımızda bizim Müslüman olduğumuzu gösteren en önemli belirtilerinden olan namazı neredeyse hayatımızdan kovduk. Çünkü biz büyük meseleler ile uğraşıyoruz. Namazı ise, cami cemaatinin, hacı amcaların, teyzelerin işi olarak zihnimize kodladık sanki. Bunu hatırlamamız lazım. Helal, haram meselesinde dengeyi kaçırdık. Kadın-erkek ilişkilerinde, para meselesinde kimyamız bozuldu. Bunları hatırlayarak yola çıkabiliriz mesela.

İşin özü şudur: Bizim topyekün bir muhasebeye ihtiyacımız var. Bir Peygamber terbiyesiyle başımızı iki elimizin arasına alıp tefekkür etmemiz lazım. Allah’ın istediği şekilde mümin olabildim mi, böyle bir gayret içerisinde miyim, bu noktada neler yapıyorum? Kayıplarımızı buralarda aramalıyız sanki.

Nasihat: 

İmam Gazali’nin, kendisinden nasihat isteyenlere verdiği bir cevap vardır: “Bir cisim yamuksa onun gölgesi nasıl düz olsun…!” “Siz benden nasihat istiyorsunuz, ben yamuğum, benden çıkacak nasihat de yamuk olur” demeye getiriyor büyük zat. “Nasihat, zekat vermek gibidir.”diyor. Ve zekat vermek de bir mala sahip olana düşer ancak. Nasihat de zekattır ve nasihat edebilecek kişi de o nasihatiyle amel eden kişi olabilir yalnızca. Nasihatiyle amel etmeyen kişi nasihat vermeye ehil değildir. Bizim de durumumuz da o.

Nasihat olarak şunları kendime hep hatırlatırım:
– Hayretimizi yitirmeyelim.
– Eşyayla ve varlıkla ilişkimizi bir denge içerisinde tutalım.
– Allah’ın bütün yaratılmışlarına şefkat ve merhamet nazarıyla bakalım.
– Kalbimizi ihmal etmeyelim, ruhumuzu yok saymayalım.
– Dünyadaki payımızı unutmamakla birlikte daima ölüm ve ahiret şuuruyla yaşayalım.
– Hiçbir günahı da, hiçbir sevabı da küçümsemeyelim.
– Tövbeyi ertelemeyelim.
– Namazlarımızı terk etmeyelim, ötelemeyelim, ertelemeyelim.
– Yalandan ve gıybetten uzak duralım.
– Kalbimizde kibre, kine, hasede, riyaya yer vermeyelim.
– Adil olalım, ahlaklı olalım, vefalı olalım.
– Haram lokmadan uzak duralım.
– İnfakla malımızı ve ömrümüzü bereketlendirelim.

Son söz: “Ölüm alışsın artık bize
Bir dans gibi bahçemize gelsin
Gelsin otursun ılık minderimize” (Ergin Günçe)

Tadımlık: Kaybolmak üzere yeni yollara çıkmak, yeni mekânlara ayak basmak, yeni insanlara selam vermek, yenilenmek, dirilmek zamanı. Kaybolmak fâniliğin remzidir. Çok yerde görünmek, bir eşya gibi göze çarpmak yerine kaybolup sırra kadem basmak, ruhun özgürlüğüne kavuşması değil midir? Sözde de özde de biraz örtülü, biraz gizli kalmak.

Hatırlatma: Sosyal medya, halkı bilinçlendirme konusunda ne kadar etkili bilinmez, lakin eyleme dönüşecek tepkileri lafa dönüştürmede çok etkili.

Protesto kültürü sokaklardan, telefonlara indirgenmiş görünüyor.

Tepki: İlber Ortaylı, yurt dışına giden gençleri “orada sizi cennet beklemiyor” diyerek sürekli eleştiriyor.

Gençler, kendilerini bir cennetin beklemediğini gayet iyi biliyor; ama İlber Ortaylı ülkenin, gençlerin hayallerini yakan bir cehenneme dönüştüğünü bilmek istemiyor!

Dikkat: Klima çarpmasının belirtileri nasıl oluyor? 6 saattir resmen vücudum bitti, kas ağrısı, baş ağrısı ishal ne ararsan var..

Güzel ülkem: AKP eski milletvekili Necdet Ünüvar’ın kızı ile Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı BBP Genel Başkanı Mustafa Destici’nin kızı 100 bin TL maaş ile TBMM de işe alınmış....Ne güzel ülke be!

Haksızlık: Yüksek prim ödeyen emeklilere haksızlık yapıldı, yapılmaya da devam ediyor.

En düşük emekli maaşı 12500 TL olmuş. 10 bin TL maaş alan 12500 TL almaya başlayacak fakat 14 bin TL alan yine 14 bin TL almaya devam edecek. Bu hakkaniyet değil. Yine mayıs 2023 seçimi öncesi gibi adaletsiz bir şekilde en düşük maaş arttı, diğerlerine hiçbir şey yok..

Halktan bu kadar çok vergi alınıp da ekonomisi böylesine kötü olan başka bir ülke yok.

Trump'a: Trump suikasti Turgut Özal suikastinın 1'e 1 aynısı. Açık havada ücra küçük bir alanda (sözde) suikastçi, polis keskin nişancılarının 100 metre ötesindeki tek katlı binanın tepesine çıkıp mevzileniyor ve kimse bunu farketmiyor. Sonra kulaktan vurulma tiyatrosu. Yersen!

Özlem’le: İnsana imtihan olarak özlemek yeter.
Bir şehri, bir sesi, bir nefesi..

C.Zarifoğlu

Not 1: Kaosa şâhitlik eden, onun tehlikelerine mâruz kalan ve bedel ödeyen nesillerin tahammül eşikleri aşılmış ve ne pahasına olursa olsun, düzen arzusu tutkulu ve derin bir şekilde şuurlara hâkim olmaya başlamıştır.. Bu nesiller düzenin nitelikleri husûsunda müşkilpesent davranmazlar. Kaosta hiçbir şey öngürülebilir değildir. Kaotik bir iklimde insanlar dayanacak, tutunacak bir dal bulmakta çok zorlanırlar. Düzen ise insanlara neticelerin kestirilebileceğibir görüş(vision) sağlar, mühim olan da budur. Kaostan yılmış nesiller için düzen, nitelikleri ne olursa olsun başat, birincil bir amaç hâline gelir. Düzenlerin hegemonik karakteri de burada ortaya çıkar. Düzenler, zıddını, yâni kaotik vasatların tehlikelerini hatırlatarak mayasını tutturur. Kaos devirlerinin tecrübe ve hâtıraların canlı olduğu kurucu nesiller yolun başını tutar. Tuhaf olan tutturulmuş düzenlerin, kaotik tecrübelerden yoksun olan sonraki nesiller için çok farklı değerlendirilmesidir.

Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Sovyetler’in çöküşü korkunun sistemik işlevinin de sonuna işâret ediyordu. Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkan iklimi iyimserlik, umut vb pembe kavramlarla selâmlamak basitçilik olur. Kendi nam ve hesâbıma bu iklimi târif edecek daha uygun kavramın gözükaralık (daredeviltry) olduğunu düşünüyorum. (Dikkat, cesâret demiyorum). Toplumsal ve siyâsal korkuların yerini bireysilik dâiresindeki bu gözükaralık aldı. Bireylerin, kendilerini kuşatan belirsizliklerden, risklerden derin bir haz aldığı tuhaf, çocuklaşmakta karşılığını bulan narsisistik gözükaralık yaygınlaştı. Hesaplayıcı, araçsal akıl riskten kaçar. Hâlbuki risk almak, postmodern dünyânın epik-heroik değeridir. Bu dünyânın başkenti Las Vegas’tır. Orada kaybetmek bile ayrı bir hazdır. Artık özgürlük Sartre’ın bir zamanlar ona yüklediklerinin aksine, yegâne talebi dokunulmazlık olan tek boyutlu bir özgürlüktür. Bu iklim, geleneklerin nesilleri birbirine bağlayan ve mes’uliyet doğuran bağların en büyük düşmanıdır. Fâsılasız anlarda, ötekini her şekilde eksiltmeyi amaç edinmiş hırçın işlerdir değer kazanmış görünen.

Çin-ABD, ABD-Rusya gerilimlerini yeni Soğuk Savaş zannedenlerin görmediği bunlardır. Soğuk Savaş’ı, ahlâkî olarak ayrı bir odada sorgulanmayı hak ediyorsa da neticede bir akıl yönetiyordu. Gözükaralık ve ihtirasların savurduğu hesapsız bu yeni iklimdir tedirgin edici olan. Körfez Savaşı’nı bir dizi film seyreder gibi, naklen TV’den umarsızca seyretmiştir bu nesiller. Kazanırken dünyâ şen ve şatırdır. Kaybederken ise alabildiğine vahşileşirler. Gözükara, hırçın bir çocuklaşmayla teopolitik (dinin, ilahiyatın politikleşmesi) birleşirse, artık onları kolay kolay kimse tutamaz...

Not 2: Devletleri yöneten hükümetlerin kafası çalışsa, ligler şifresiz kamu kanallarından, bizde de TRT'den yayınlanır.

FUTBOL dedin mi, bizim ve dünya milletlerinin çoğunun derdi - tasası kalmıyor.

Not 3: Oklar Mehmet Şimşek'in üstünde.. Avukatı değilim fakat şunu söyleyeyim ki; Türkiye gibi herkesin yattığı yerden para kazanmak istediği bir ülkede enflasyonu düşürmek  çok acı verici olacak ve acı reçeteyi içmeden bu işten çıkış yok... Ve herkes faturayı başkasına kesme derdinde..

Not 4: Sevmek ne akıl işi ne de bir sanat işidir..

Not 5: Bir tanrı yeryüzüne inecek olsa haksızlıktan başka bir şey gelmezdi elinden -cezayı değil suçu kabullenmek tanrısal olurdu ancak.

Neden Bu Kadar Akıllıyım?, Nietzsche

Not 6: Hep böyle oluyor zaten, at buluyoruz meydan yok, meydana buluyoruz at yok. Paramız olalım, iktidar olalım, bak nasıl olurmuş diye bir ömür mücadele ediyorsunuz, sonunda altı ay bir güz gittikten sonra dönüp arkanıza baktığınızda bir arpa boyu yol almamışsınız.

Son günlerde haberlere yansıyan olaylara bakıyor musunuz. Adana’dan bir hakime hanımın ilişkiler. Bu işler olurken nasıl kimse bunun farkına varmamış.

Hakime hanım, nikahlı kocası ile, o nikahın altındayken bir başkası ile imam nikahı ile evleniyor. Çocuğu da var ve hep beraber aynı evde kalıyorlar. Dahası kadın 3. Kişilerle de dışarıda benzer ilişkileri var. Kadın TBMM'ye gidiyor, Adalet Bakanlığı'na gidiyor, bir takım görüşmeler yapıyor, bir dava ile ilgili karar için söz alıp dönüp geliyor.

Allah bizi mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizle kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecek. Olmayan malımızı dava uğruna harcamak kolay geliyordu ama o paraya, mala sahip olunca ondan vazgeçmenin o kadar kolay olmadığını anladık. O koltuk da öyle, o koltukta kalmak için meğer ne bedeller ödenebiliyormuş. Bazıları zenginken cömert sanıyorsunuz, sahip olduklarını kaybedince o şey gözlerinde çok değerli hale geliyor. Onun için bir insanı iki halde görmek gerekiyor.

Not 7:  Artık bıçak kemiğe dayandı. Aileler dağılıyor. Sadece boşanma değil sorun, çocuklar ailelerinden kopuyor. Aynı evde bulunsalar bile, farklı dünyalarda yaşıyorlar. Tek dert boşanma değil. Evlilik durma noktasına geldi. Çocuk doğurma oranı da dibe vurdu. Devam eden evliliklerde de mutluluk katsayısı çok düşük. Ya da herkes bir yol tutmuş gidiyor. Gençler evlenmek yerine, birlikte takılıyorlar, zaten kısa süre sonra da, herkes kendi yoluna gidiyor.

İnsanların aklı ile vicdanları savaşıyor. İnsanlar insanlarla kavga ediyor, Akraba, komşu, iş arkadaşı, ortak fark etmiyor. Mahkemeler ve cezaevleri tam kapasite çalışıyor. İnsanlar, dini, mezhebi, etnik, ideolojik, politik, felsefi ve vicdani kanaat farklılıkları sebebi ille birbirine düşman hale gelmiş/getirilmiş. İnsanlar tabiata düşman adeta.

Bu gidiş hayra alamet değil. Böyle giderse, zaten bizim savaşa girmemiz gerek yok. Bizim düşmana ihtiyacımız yok. Biz bizim hakkımızdan geliriz.

Bir an önce bu yoldan geri dönmeliyiz. Belki en azından bir takım tuzu kurular için söyleyecek olursak, bu kadar zengin de değildik, ama başımız dikti ve daha cesurduk.

Şimdi, hep başkalarını suçlamak yerine, nerede yanlış yaptık diye oturup düşünmemiz gerek. Unutmamak gerekir ki, Şeytanın varlığı günah işlememizin bahanesi olamaz.

Not 8: 'Kurul' para arzının artışının durduramıyor. Enflasyonla mücadelede para arzının artışı durudulur, hatta para arzı biraz azalır. Sonra birkaç ay yatay olarak devam eder.

"Enflasyon her zaman ve her yerde parasal bir olgudur."
- Milton Friedman

Yani doğru olan faiz artışı ama bizde yanlış olanı tercih etmek adet haline geldi.

Not 9: Eğer bazı şeyler geniş bir planın parçası olmasaydı İsrail alenen yaptığı sivil katliamlarını durdururdu, daha doğrusu buna zorlanırdı. Halbuki kuduz it gibi sağa sola saldırma, provokasyon ve tahrik ile savaşı yayma görevi verilmiş, o yüzden korunuyor ve vazifesine devam ediyor.

Not 10: Sizi kimin koruduğuna dikkat edin, belki gittiğiniz istikameti farkedersiniz.
Osmanlı Devletinin son döneminde başını ağrıtan mühim bir kişi Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa'dır.  Ehliyetsizlik, işbilmezlik ve ahlaki yozlaşma ile muzdarip devlete ağır bir tokat atmıştır.

Not 11: Değdi saçlarıma bahar küleği
Nazende sevdiğim yadıma düştün
Her erin bahtına bir güzel düşer
Sen de tek benim yadıma düştün

*Figen Genç / Nazende Sevgilim

Not 12: Günümüz sorunlarının büyük kısmı unutamamak ile ilgili. Teknoloji unutturmuyor; özellikle acıları, kayıpları. Büyük ihtimal psikolojik sorunların önemi bir kısmının altında insanın sürekli hatırlaması, hatırlattırılması var. İnsan yasını tutup acısını yaşayıp sonrada unutup en azından yaşama sekte vuracak kalıcı ket yaşamadan hayatı idame ettirmek zorunda olan bir canlı. Sürekli mazinin kuyularında gezinmek ve her an bir kaybın elemini hissetmek bitirir. Meskenim kederim, yoktur mekanım, der durur ondan sonra. Bir kara sevda hali, delirme ile sonuçlanabilir zayıf ruhlar için.

Not 13: Meskenim kederim, yoktur mekanım
Alaca bir at koşar içimde 
Zamansız mekansız nefese doğru..

Not 14: "Yoksa insan her istediğini elde edeceğini mi sanır." 

Necm Suresi 24

Not 15: Başka ölümler çeker bizi ve bazen başkaları ölümü çeker bizim için.

İsmet Özel

Not 16; Türkiye'nin başında bulunabilmek için gâvuru tepelemiş olmak -bu ister "Edirne Fatihi" olarak olsun, isterse Sakarya Meydan Muharebesi devam ederken başkumandanlık mevkiini işgal etmek gibi bir şey olsun- şarttı.

İsmet Özel

Not 17: Değişmese de hiçbir şey
Bin yıl daha değişmeyecek de olsa
Sırf safımızın belli olması için
Ben oradaydım diyecektik..

Not 18: Arizona Iced Tea'nin kurucusu, Arizona'nın 0,99 dolarlık fiyatını neden asla artırmayacağını açıklıyor:

"Başarılıyız. Borçsuzuz. Her şeye sahibiz. Neden kirasını ödemekte zorlanan insanlar içecekleri için daha fazla ödemek zorunda kalsın?

Not 19: 1. Transferler
2. Referanduma gitme yeter sayısına ulaşma
3. Referanduma giderken faizi indirip emekliye vb para dağıtma, asgari ücrete okkalı zam, kredi musluklarını açma
4. Referandumda hezimet
5. Hiperenflasyona giden süreç
6. İttifakın dağılması
7. Erken seçim
8. Yüze vurur ifadesi, artık muhalefet oldunuz bir tanesi.
9. Hard reset

Not 20: Dijitalleşme ve nakitsiz toplum… Yani hedefte artık herkesin tüm hayatı var.
Geçenlerde bir market şöyle bir açıklama yayınladı; “Sevgili müşterilerimiz 08.07.2024 tarihinden itibaren bu mağazamızda yapılan alışverişlerde daha pratik, hızlı ve hijyenik bir alışveriş deneyimi yaşamanız amacıyla sadece kredi/banka kartları ile ödemeye geçilecektir.”
Pratik, hijyenik ve hızlı alışveriş deneyimi kısmı elbette yalan…
Bunu biraz açalım;
Uluslararası Ödemeler Bankası (BIS) tarafından yapılan bir araştırmaya göre, 2030 yılına kadar dolaşımda 24 kadar merkez bankası dijital para birimi(CDBC) olacak.
Dijital paralar, bir bilgisayar veya akıllı telefondaki dijital bir cüzdanda saklanan sanal banknotlar veya "madeni paralar" olarak bulunacak.
İlaveten bir merkez bankası dijital para birimi, tıpkı geleneksel fiyat para birimleri gibi hükümet tarafından desteklenmesi ve kontrol edilmesi düşünülüyor.
Nakitin kaldırılması, hükümetlere tüketici harcamalarını izleme ve kontrol etme yetkisi de verecek.
Sonrasında evrensel temel gelir, dijital kimliğinize bağlanacak ve bu da sosyal kredi puanınıza bağlanacaktır. 
Sivil özgürlükleriniz ve haklarınız sosyal puanınızla bağlantılı olacaktır. Hükümeti eleştirirseniz, dijital para birimi şeklinde verilen evrensel temel geliri alamazsınız. 
Kanada hükümetinin kamyonculara yaptığı gibi banka hesabınız bir düğmeyle kapatılabilir. 
Diyelim ki şehrin 15 dakikalık bölgesinin dışına çıkmaya cesaret ettiniz o zaman dijital paranız çalışmayacak. Nasıl ama?
Size bilim kurgu film senaryosu gibi geliyor değil mi? Oysa hemen her gün adım adım bu sona doğru yaklaşıyoruz. Yani korkunç bir dijital kölelik sistemine…
Örnek davranışlar sergileyen yani itaatkar vatandaşların "beyaz listeye" alındığı, aykırı tiplerin ise dışlandığı ve yeni oluşan sosyal kredi sistemiyle hayatlarının zindan edileceği bir döneme doğru sürükleniyoruz.
Bugünlerde hepimize, dünyaya karşı bir sorumluluğumuz olduğu gerekçesiyle yaşam standardımızı feda etmemiz gerektiği söylenmiyor mu?
Dijital para, dijital kimlik, iklimle mücadele ve karbon vergisi… Sonra da televizyon karşısına çıkıp “artık hepimiz dünya vatandaşı olduk” diyecekler.
O yüzdendir ki önce doğruyu ve yanlışı ayırt etme yetimizi köreltiyorlar.

Not 21: Emtia piyasalarında ters rüzgâr esiyor!
Önceki zamanlarda da çokça gündeme getirdim…
Dünya, Fed’in para politikasına göbekten bağlanmış vaziyette. Burada belirsizlik devam ettirildikçe yatırımcı kaybetmeye devam ediyor.
Yatırımcı kaybediyor, tamam! Peki tüketici ne durumda? Tüketici de kaybediyor. Örneğin, soya fasulyesinin kile başına fiyatı, 11,1325 dolarla Kasım 2020'den bu yana en düşük seviyeyi gördü. Gördü görmesine de bu düşüşü tüketicinin cebi bir türlü görmedi!
Neyse…
Mevsim geçişleri ve bu geçiş sürecinde yaşanan değişimler gıda ve tarımın geleceğine direkt etki ediyor. Yağış vb. koşulların iyi seyretmesi tarımsal üretimi olumlu etkilediği için fiyatlar genel olarak aşağı yönlü seyretti.
Chicago Ticaret Borsası’nda kile başına fiyatlar, buğdayda yüzde 8,4, mısırda yüzde 3,6, soya fasulyesinde yüzde 2,6 azalırken sadece pirinçte yüzde 0,1 arttı.
ABD'de devam eden buğday hasadının üretime yönelik endişeleri azaltmasıyla buğday fiyatları sert düştü. Kuzey Amerika ve Avustralya'da mevsimsel koşullar iyileşmeye devam ediyor.
Rusya ve Ukrayna'nın kurak bölgelerinde yağışların başlaması da buğday ve mısır fiyatlarını aşağı yönlü etkiledi.
Brezilya ve Vietnam'daki kurak hava koşulları kahve fiyatlarının yükselmesine neden olurken Brezilya'da üretimin artmasıyla şeker fiyatları düştü.
Üretimde fiyatlar aşağı yönlü seyrederken tüketici fiyatları yüksek kalmaya devam ediyor. Hem dünyada hem de Türkiye’de gıda fiyatları yüksek seyrediyor.

Peki bunun nedeni nedir? Bu durumdan kimler kazanıyor; ya kaybedenler?
Nedeni ortada!
Fed üzerinden dünyaya “güçlü dolar” mesajı vermek isteyenlerin tekelci yaklaşımları… Tüketici fiyatları işte bu yüzden hep artış eğiliminde. Kazanan küresel baronlar; kasa her zaman kazanıyor anlayacağınız. Bu durumda doğal olarak insanlar kaybediyor.

Not 22: Hâlâ her şey genç kızları, servet ve mutluluk kazanmak için kendi başlarına zorlu ve belirsiz bir çabaya girişmek yerine, bunları "kurtarıcı prens"ten beklemeye özendiriyor.

Külkedisi hikayesi üzerine, Simone de Beauvoir

Not 23: “Yol bitmez. İnsan ölür, o yolun bir yerinde kalır.” 

Oruç Aruoba, Yürüme

Not 24: Devlet hem küçülmeli, hem güçlenmeli.

Bu da VERİMLİLİK ile olur.

MEMUR ve Kamu Personeli DEPOSU  DEVLET, güçlü olabilemez.

Not 25: Sağlık sistemindeki sorunların kaynağında taban ek ödeme olduğunu düşünüyorum. Hiçbir performans kriterine bağlı olmadan bütün doktorlara yapılan aylık seyyanen ödeme. Neden çok hasta baksın? Neden randevuları doldursun ki? Bu yanlıştan geri adım atılmalı..

Not 26: Borçtan korkan biri yolda başkasına ait bir senet bulur. Bankaya gidip öder. Birkaç gün sonra yolda bir senet daha bulur. Bu kez parası yoktur, korkudan yurtdışına kaçar. Son 6 yılda TL’ye olan güvenin yok edilip döviz ve gayrimenkulde yaratılan korkunç artışın faturasını varlığı olmayanlar ve gençler ödüyor. onlar da çareyi yurtdışına gitmekte buluyor.

Not 27: Televizyonu açtığımda, bir talk show çıkıyor kanallardan birisinde. Bir bar ortamı ve orta yaşlarında bir kadın, kendi ölüm deneyimini anlatıyor kahkahalar eşliğinde. ABD’deki talk show’ların belli başlı konularından ölüm. İnsanlar barda oturmuş, içkilerini yudumlarken ölümle ilgili şakalara gülümseyerek günün yorgunluğunu atıyorlar. Roma döneminde gladyatörlerin birbirlerini öldürmesini sevinçle izleyen kalabalığı çağrıştırıyor bu halleri. Ölümü umursamadıkları için değil, bilakis sürekli ölümü düşündükleri için belki de böylesine coşkulular

Not 27: Ölüm, devredilemeyen bir deneyimdir, bu yüzden Heidegger’e göre bütünüyle bireyseldir ve insanı sonsuz bir yalnızlıkla karşı karşıya getirir. Ölümden korkuluyor olması, bu sonsuz yalnızlıkla ilgilidir daha çok. Ama varoluşçuların sıklıkla dile getirdiği gibi, bireyselleşmenin yolu da ölümle ilişkiden geçer, içinde bulunduğumuz duruma varolmadığımız noktadan bakmayı öğrenmek son derece önemlidir.

Not 28: İvan İlyiç, “onlar”dan biri olmak için, gençken kendisine tiksinç gelen şeyleri yapar. Fark eder ki, o çok itibarlı kimseler, hiç de vicdan azabı duymamaktadır böyle şeyler yaparken, demek ki hayatın bir kuralıdır böyle yaşamak. Politikacıların, bürokratların, iş insanlarının dün söylediklerini bugün inkâr etmekten, yalakalık ve ihanetten rahatsızlık duymamaları böyle bir şeydir. Toplumun gözünde itibarlarını kolay kolay kaybetmezler, “onlar”dan oldukları sürece. Bireyleşmenin önemsenmediği toplumlarda “onlar” güçlüdür her zaman.

Not 29: Can Yayınları’ndan çıkan Costica Bradatan’ın “Fikirler İçin Ölmek” kitabında Heidegger üzerinden Tolstoy’un “İvan İlyiç’in Ölümü” eserinin okunduğu bir bölüm var. Mahkeme üyesi İvan İlyiç’in ölümü, sevilen ve saygı duyulan biri olsa dahi, pek bir üzüntüye yol açmaz. Romanın daha ilk sayfalarında, bu ölüm haberinden sonra ilk düşünülen şeyin tayin ve terfiler olduğu gösterilir. Başka hiç mi bir anlamı yoktur İvan İlyiç’in ölümünün? Tolstoy, İvan İlyiç’in de en yakın arkadaşının ölümüne verdiği tepkinin benzer olduğunu gösterir, yani kendisinin yaptığı ya da yapacağı gibi davranıyordur arkadaşları.

Not 30: “İnsan sürekli bir eksikliktir, sonsuz bir yoksunluktur” diye yazmıştı John Fowles. Bu eksiklik, insanın hem zayıflığı, hem de zenginliği… Eksik olmasa, sonsuza kadar sürecek bu arayışını devam ettirir miydi? Sanat ya da bilim yapma ihtiyacı duyar mıydı? Belki de günümüzde insan bu eksikliğini reddettiği ya da bu eksikliğin giderileceğine dair inancını yitirdiği için böyle. Belki de Rein Raud’un dediği gibi, insan bu eksikliğini internet ve teknoloji sayesinde unutma eğiliminde. Vaat edilmiş toprakları sanal âlemde aradıkları için suçlanabilirler mi? Raud, “Benlik Pratikleri” adlı kitapta, oğluyla gittiği ufak ve depresif bir kasabadaki günlerini anlatıyordu. Kasabada geçirdikleri birkaç günden sonra oğlu şöyle demiş Raud’a: “Buradan dışarı çıkmanın üç yolu varmış gibi görünüyor: Kiliseye gitmek, kendini içkiye vermek ya da internete girmek.” Raud, “Bu üçünü düşününce, aralarında en zararsızı internet olabilir” diye yazmış.

Not 31: John Fowles, “Aristos” adlı kitabında, yaşadığımız çağın önemli sorunlarından birinin de “eğitim açlığı” olduğunu yazmıştı. Eğitim deyince, sadece meslek edinmeyi ve uygarlaşmayı kast etmiyordu, boş zamanını nasıl geçireceğini bilmekti eğitim. İletişim araçlarının çoğalması daha fazla eşitlik ihtiyacı yaratıyordu, daha fazla eşitlikse daha fazla eğitim…

Not 32: İnsanın kendisini küçük bir tanecik olarak görmesinin neden rahatlatıcı bir yanı vardır? Sistemin şartladığı açgözlülükten kurtardığı için mi? Açgözlülük denilince akla yemek, para, seks gibi şeyler gelir önce. Doymayan, doymamayı arzulayan bir açlık… Salman Akhtar, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan “Acının Kaynakları” adlı kitabında, açgözlülüğün ikincil dışavurumları olarak, aceleciliği ve nankörlüğü gösteriyor. Acelecilik, açlığa tahammül edememe ve bekleyememe, nankörlükse başkalarından alınan şeylere karşı minnet duymama, o şeylere sahip olmanın kendisinin doğal hakkı olduğuna inanma anlamına geliyor. Açgözlülüğün kışkırtıldığı bir toplumda, başkalarıyla acımasız rekabet, kendisi dışındakilerin ihtiyaçlarını görmeyi engelleyen kayıtsızlık ve empati yitimi yaygınlaşır. Açgözlü birisinin hayal kırıklıklarına tahammül etmesi de güçtür. Akhtar, açgözlülüğün temellerini Freud’a dönerek açıklıyor. Freud, “Emen bebeğin her nesneye sahip olmak isteyen (ki ağzına sokabilsin) ilkel açgözlülüğü, medeniyet ve yetiştirme tarzıyla tamamen aşılabilmiş değil” diye yazmış. Aşılabilir, ama medeniyet ve yetiştirme tarzı henüz o seviyede değil. Hatta medeniyet, kapitalizmle birlikte tersine bir seyirle açgözlülüğü kullanır ve çoğaltır hale gelmiş.

Not 33: Açgözlülük de çoğu zaman hayal kırıklığıyla sonuçlanır. Ian Craib’in “Hayal Kırıklığı” kitabı, bu açıdan ufuk açıcı bilgilerle dolu. Craib, “umut” ve “arzu”yu birbirinden ayırıyor örneğin. Umut etmek, umudun gerçekleşmeyebileceğinin kabulünü de içeriyor. Arzuda ise benliğimizin çocuksu kısmı devrededir. Umut, bir düşünsel etkinlikle oluşurken, arzuda temel güçler tarafından yönlendiriliriz. Ama ikisinde de aşırıya kaçıldığında, hayal kırıklığı kaçınılmaz. Arzudan doğan hayal kırıklıklarıyla baş etmek nispeten daha kolayken, umutsuzluğa neden olan hayal kırıklıkları pes etmeyle sonuçlanabiliyor.

Not 34: Craib, eski devrimcilerle çağımızın politik kişilerini karşılaştırıyor. Eskiden diyor Craib, kendi arzu ve taleplerimizi yüksek ideallerimiz, yani kendimizi adadığımız dava uğruna kısıtlar, başarısız olduğumuzda ise toplumu değil, kendimizi suçlardık. Şimdinin ahlakında ise, ideallerimizle kendi kişisel ihtiyaç ve taleplerimiz eşit düzeyde önemde, eskiden utanarak gizlenen kişisel ihtiyaçları bugün “hakkımız” olarak nitelendiriyoruz. İstediğimiz gibi bir yaşam sürdüremediğimizde ise kendimizi değil, toplumu ve diğer insanları suçlama eğiliminde oluyoruz. Günümüzde, kendisini Adam Strand gibi evrendeki küçük bir tanecik gibi görenler pek az sanki. Evren yeni keşiflerle sürekli genişlerken, iç dünyamız sürekli bir daralma içinde. Craib’in altını çizdiği gibi, bebekliğe özgü tümgüçlülük hissinden kurtulamadığımız sürece, “bizim istediğimiz gibi olmayan” bu dünyaya, sadece öfke duyabiliriz. Açgözlülük ve hayal kırıklığı temel sorunumuz olmaya devam eder, benliğimiz devrildi devrilecek bir Jenga kulesi gibi titreyip durur.

Not 35: Geçen sene 250 TL olan 20 GB Turkcell paketim bu sene 450 TL olmuş. Yani %80 enflasyon. Sıfır otomobil piyasası da hala çok canlı. Memur ve emekliye de temmuzda %20 zam yapılırsa yılsonu enflasyonu bence %70 civarı gelebilir. TCMB faiz indirmeyi bırakın artırmalı.

Not 36: İki kişi var.
Birisi şirkette çalışıyor, diğeri evden sadece hisse alıp satarak para kazanıyor.
Brütte kazandıkları aynı olduğunda şirkette çalışanın maaşı yaklaşık %35 vergi ile düşürülürken, borsacı sıfır vergi veriyor.
Bu düzen sürdürülemez.

Not 37: Bir dost sohbetinde geçti.
İst Ü. Devlet Konservatuarı sertifika programından yıllık 12.800 tl alırken birden ücreti 36 bin tl yapmış! 
%181 zam! 
Nasıl bir maliyet artışı yaşandı ki?
Eğitimcilere ayrıca ücret de ödenmezken bu fahiş artış ne? Hem de devlet kurumunda oluyor bu!

Not 38: Yeni Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu'nun il sağlık müdürüyken memurlardan "edep, adap ve inanca uygun şekilde" giyinilmesini istediği ve Menzil Tarikatı ile bağlantılı bir şirkete peş peşe milyonluk ihaleler vererek zengin ettiği ortaya çıktı. (Birgün)

Not 39: öğretmenler, doktorlar dilinizden asla düşmüyor çünkü olacak kadar kabiliyetli değilsiniz. bir öğretmenin 1 haftasını yaşayacak kadar dahi ne sabrınız ne beceriniz var. 2 çocuğuna toplu taşımada, avmde orda burda sahip çıkamayan susturamayan laf dinletemeyen, bağıran çağıran sizler, senin çocuğun gibi (illa çocuğun olmak zorunda değil senin çocukluğun gibi de olur) 40 çocuğu sınıfta zaptetmek susturmak bir yana üstüne ders anlatıp başarı kazanan öğretmene çamur, iftira, karalama, maaş hesabı yapıyorsunuz.

Not 40: Yarım kalmışlık yaşamın özüdür, telafi edilemez.

Not 41: ORTA SINIF, global olarak, yerini YAPAY ZEKA ve ROBOTLARA bırakıyor.

İş kuracaksanız, hedefiniz ya ZENGİN, ya da FAKİR olmalı.

Orta sınıfısı hedeflerseniz, güzelce batarsınız.

Not 42: TRUMP çok büyük savaş çıkaracak olmalı.

Ve de Ukrayna'yı dağıtacak.

Bunu önlemek için, KURŞUN atacak duruma gelmişler.

İRAN galiba harbi gidici.

Rusya ise, nehire kadar işgal edecek.

ABD’deki analistler, güvenlik uzmanları, politika alanında doktora yapanlar, ABD’deki derin yapılar üzerinde yıllarca araştırma ve çalışma yapanlar ne olup bittiğini anlamaya çalışırken, bizim ekran müdavimleri çoktan büyük resmî görmüşler bu arada!

Kimse Biden’a suikast teşebbüsünde bulunmaz; o çoktan ölmüş!

Boşluğa bakıyor, boşluğa el sallıyor, boşluğa konuşuyor, hatta boşlukla el bile sıkışıyor.

Not 43: sakın olduğun gibi görünme, göründüğün gibi olma, yoksa incitirler seni.