İktisatta işin temeli politik iktisat
Elinde tesbihi dalmış uzaklara Şimdi hangi şarkının ezgisi yüreğinde ve hangi şehrin özlemi gözlerinde... Çocukluğu sokaktan geçiyor gibi bakıyor dışarı Ağır...
Elinde tesbihi dalmış uzaklara
Şimdi hangi şarkının ezgisi yüreğinde ve hangi şehrin özlemi
gözlerinde...
Çocukluğu sokaktan geçiyor gibi bakıyor dışarı
Ağır yaralı gençliği tedaviye muhtaç ve elinde sigarası
Hazanın en demlisi yudumladığı çay...
Özlemi yare
Her ne kadar tavşan kanından başka eşlik eden olmasa da
Tenhalara düşmüş yalnızlığına
Ramak kalmış kötülüğe meyletmesine
İnsanlığın kalmadığı tiksinti çağında
“Tanrı kaldıramayacağı bir taşı yaratabilir mi?” sorusu çınlarken
kulaklarında
Bu dünyâda hiçbir şey görülmez aslında..
Çağdaş Türk şairinin son yazdığı ve ekranhaber.com izleyicilerinin ilk okuması için gönderdiği şiiri paylaştım. Kalemine ve yüreğine sağlık şairimizin.
Son söz: Güneşini kaybetmiş mahzun bir ağaç gibiyim
Hazan vurmuş dallarima hasta düşmüşüm;ama herşeye rağmen gönül
uzaklarin yeşiline hasret...
Not 1: İktisatta işin temeli politik iktisat, Adam Smith'in
yazdıklarına bakın.
Politik iktisadı alın, iktisatta (ekonomide) bir nane kalmaz.
"Benin işim hukukla alakalı değil, sadece Merkez Bankası kararına
zarta zurta bakarım" diyenler iktisatta bir nane
öğrenememiştir.
Not 2: BARINMA, günümüz teknolojisinde, düşünüldüğü kadar pahalı bir şey değil.
Barınmayı pahalı hale getirenler, insanları homojen dağıtmayıp, KÖLELİĞE mahkum edenler.
Arsa dediğin, yer gök arsa. BALON yaratnaya ne gerek var?
Not 3: Mart ayından sonra, TÜRKİYE VERGİ YÜZYILI başlar.
İhtiyaçlarınızı TL borçlanarak alın.
Özellikle ithal elektronik.
Öyle 500$'a lap top alma devri bitebilir.
Mehmet Şimşek nereden para bulacak?
Not 4: İsrail’in sahip olmadığı tek üstünlük dünyada giderek zayıflayan imajıdır. Beraberinde ABD’nin imajını de eritmekte ve insanlık nazarında ikisi birden sevimsizleşmektedir. İnsanlık vicdanından ayakta kalan ne varsa kendisini göstermekten geri durmuyor. Bazı Avrupa ülkelerinde gösteri yasaklarına rağmen yüzbinler sokaklardadır. Hem de bir kez üç kez değil, tepkilerin sıklığı giderek artıyor. Kendi hükümetlerinin yanlış politikalarına karşı bir vicdan Filistin’e dayanışmaya ve İsrail’i protesto etmeye devam ediyor. Gelin görün ki Avrupa ve ABD’’de eylemler artarken İslam dünyası sokakları sessizliğini sürdürüyor. Özellikle Türkiye… İki siyasi “siyasi” miting hariç bugüne kadar tek bir büyük “sivil” gösteri, yürüyüş veya miting yapılamadı. Çok ama çok hazin bir hal… Görünürde herkeste büyük bir hassasiyet var ama insanlar sokağa çıkamayacak ve dayanışmasını gösteremeyecek kadar mecalsiz… İstanbul, Ankara ve İzmir gibi metropoller Londra, Washington, Berlin, Paris, Dublin, Madrid, Melbourne, Brüksel’le aynı listeye giremeyecek kadar sessiz… Zaten o listeye girmek gibi bir niyet de yok. İsrail’e yanlış yolda olduğunu anlatan, çocuk, kadın ve sivil ölümlerine tepkiyi haykıran ve uluslararası medyayı itham eden seslerin yükseldiği sokaklar ve meydanlar -birkaç cılız yürüyüş hariç- bizim şehirlerimizde değil.
Sivil toplum kapasitesindeki utandırıcı zayıflık, İsrail’e karşı
elde kalan tek etkili yöntemin kullanılmasında Türkiye dahil İslam
Dünyası’nı denklemin dışına itiyor. Geriye, her zaman olduğu gibi
boş laf ve hamaset kalıyor ki ona da kulak asan yoktur.
İslam dünyası sadece hükümetleri yetersiz olduğu için değil
sokakları sessiz olduğu için de tarih önünde sınavı kaybediyor.
Not 5: Bilindiği gibi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, önce Yargıtay’ın girişimine destek verdi, bir gün sonra da “Biz bu tartışmada taraf değil hakem konumundayız. Yetki tartışmasının çözüm yeri anayasadır” diyerek yeni anayasa işaret etti. Oysa bizim anayasamıza göre, cumhurbaşkanının yargıda ‘hakem’ olmak gibi yetkisi yok, çünkü hukuki açıdan tek hakem olma yetkisi Anayasa Mahkemesi’ne aittir. Sonra anlaşıldı ki mesele Yargıtay değilmiş, nitekim Cumhurbaşkanının ardından Adalet Bakanı Yılmaz Tunç daha net bir ifadeyle “Yargı krizi yeni anayasa ile çözülür” diyerek bu yargısal krizin esas hedefinin yeni anayasa olduğunu açıkça ilan etmiş oldu.
Demek ki mesele başkaymış, Anayasa Mahkemesini hizaya sokmak
için yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğunu kanıtlamakmış…
Maalesef, ‘hukukun üstünlüğü’nü vaat ederek yola çıkan AK Parti
iktidarı, şimdilerde yargı dahil bütün kurumların tek elde
toplandığı ‘alaturka sistemin üstünlüğü’nü eksiksiz hayata geçirmek
için büyük bir mücadele veriyor.
Esas endişe verici olan şu ki son beş yılda büyük yara alan “hukuk
devleti” anlayışını tümden kaybedersek, ütopik bir “Başyücelik
devleti” hayaliyle baş başa kalabiliriz.
Necip Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü eserinde “Devlet ve İdare
Mefkûremiz” bölümünde sunduğu sistemde, Yüceler Kurultayı, Başyüce
ve Başyücelik hükümeti vardır. Başyüce, Yüceler Kurultayı içinden
seçilir. Başyücelik hükümeti ise meclis dışından seçilir ve
doğrudan Başyüce’ye bağlıdır. Başyüce, yürütme ve yargının da
başıdır.
Diyebilirsiniz ki “Türkiye bunca demokrasi tecrübesinden sonra
böylesi Nazizm saçmalıklarına itibar edecek değil herhalde…” Bana
göre de sadece Türkiye’de değil, dünyanın hiçbir aklı selim sahibi
ülkesinde tamamen ütopik hayallerle örülü ‘başyücelik’ gibi deli
saçması bir sisteme itibar edilmez. Eğer bir insanın aklından zoru
yoksa, bırakın böyle ütopik hayaller kurmayı aklından bile
geçirmeyecektir.
Ama unutmayalım ki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin de
demokrasiyi tercih etmiş hiçbir ülkede eşi ve benzeri
bulunmamaktadır. Ve şu andaki gidişata bakarak söylemek gerekirse,
günün birinde yolumuz Necip Fazıl’ın “Başyücelik devleti”ne düşerse
doğrusu hiç şaşırmam
Not 6: İslam’ın altın çağını yeniden tesis etmek için bir mucize gibi ortaya çıkacak veli ve aziz bir liderin idare edeceği ütopik toplum hayalinden vaz geçilmelidir. Ütopik hayallerimizi varolan veya yeni ortaya çıkacak İslami hareketlere yaslamayalım ve onların iktidara gelmeleriyle ilahi adaletin ve faziletli yönetimin otomatikman geleceğini vehmetmeyelim. Zaten İslamın altın çağı hiç olmadı.
Not 7: 5 milyar $ ile Dünya sebze meyve ihracatı yapan ülkeler arasında (8.sırada) baş aktörlerden biriyiz
Ama gıda enflasyonunda rekorlar kırıyoruz
Uzun vadeli sonuç odaklı tarım politikaları hazırlayarak çözüm üretmeliyiz
Gıda Enflasyonu
Türkiye % 75,1
OECD ort % 8,1
AB Ort % 9,4
Not 8: Belediyeler sokakta yaşayan /yaşamak zorunda kalan insanlara temizlik ihtiyaçlarını gidermek için banyo yapabilecekleri hamamlar veya ortamlar hazırlamalıdır. Ayrıca sokakta yaşayan, bekar ve öğrenci vatandaşlar için uygun bedelle çamaşırhaneler geliştirilmelidir.
Not 9: Hukukun erozyona uğradığı gelişmekte olan ülkelerde, kamu
şirketlerinin gelişmiş ülkelerden mega satın alma anlaşmaları
yapmaları tıkanan çarkları döndüren yağ gibidir.
Ancak çarkları döndürmek için sürekli yağ gerekir.
Not 10: Koç Holding'in Ford ve LG ile birlikte Ankara'da ortak kuracağı batarya fabrikası yatırımı iptal oldu. Gerekçe olarak mevcut elektrikli araç penetrasyonundaki gelişmeler gösterilse de bence uzun zamandır planlanan bu yatırımın iptalinde başka riskler de etkili oldu.
Not 11: Biz halimizi düzeltmedikçe daha beter olacağımız kesin. Bu yüzden; mademki seçimden önce enflasyonla kapsamlı mücadele edilemeyecek, o halde hiç değilse fiyatları daha da çıldırtmayalım. Dövizi enflasyon paralelinde artıralım, aciller dışında diğer masraf kalemlerini daraltalım. Bir de kamu kesiminin doymak bilmez harcamalarına biraz gem vuralım. Olmayan itibarlarından tasarruf edelim, oluk oluk gösteriş harcamalarını kısalım, halk perişan iken araba, bina saltanatı sürmeyelim.
Not 12: Olacak şey mi? Sen tut yüksek yargı, güç çatışmasına gir
ve dünyanın gözü önünde kavgaya tutuş. Peki, sebep? Efendim Anayasa
Mahkemesi’nin üyeleri suç işliyor… Eee? Tüm üyeleri hakkında suç
duyurusunda bulunalım. İyi de sen kimsin? Yunan Venizelos’un
kuvvetleri mi? Hayır, yerli milli Yargıtay. Üst yargının parçası…
Kuvvetler ayrılığında olması gerekirken hükümeti destekleyen… Peki,
derdin ne? Efendim Anayasa Mahkemesi benim hoşuma giden kararlar
vermiyor. Önerin nedir? Anayasa mahkemesi kararlarını hiçe sayalım,
uygulamayalım. Hatta kapatalım gitsin…
İyi de onun verdiği kararlar benim de hoşuma gitmiyor ama ben ona
uymak zorunda kalıyorum zira Anayasa’nın 153’üncü maddesi öyle
diyor. “MTM’yi duble ödedim, sansür yasasına tabiyim” gibi…
Bu durumda Anayasa’yı da rafa kaldıralım gitsin. O zaman neden yeni
anayasa talebin var senin? CB; “kavganın tarafı olacak halimiz yok,
hakemlik görevimiz” diyor. Hakemlik ise kimi tutacağı belli…
Muhalefet sıkça gitmesin diye Anayasa Mahkemesi’ni kapatmak mesela.
Peki ya demokrasi? Boş ver.
Not 13; Türkiye’de Cumhuriyetin ilânından günümüze kadar hiçbir şey kalıcı olmak kaydıyla yapılmadı; her şey muvakkaten yapıldı. “Şimdilik idare eder, şimdilik kabul edilebilir, şimdilik işimizi görür...” dendi.
İsmet Özel
Not 14: Kapalı durmakta ısrar eden pencereleri duvardan saymak gerekir.
Not 15: Beni hiç anlamayacaktı. Olsun, varsın anlamasın. Anlasa beğenmezdi zaten, kim anladığına bir kıymet vermiş ki, anlamak küçümsemektir biraz da. Buna da talip değilim. Üstelik daha açığı şu ki hem anlamayacak hem küçümseyecek, küçümseyebilmesi anlayabildiği zehabını ona verecek (...) Sadullah Efendi'nin izansızlığıyla, her şeyin aynı kalışıyla şöyle bir gevşeyecek ve diyecek ki "Oh, dünya varmış." Dünya olmasın, ne kaybederiz ki? ( ŞULE GÜRBÜZ / Coşkuyla Ölmek )
Not 16: Kötüyü değil, iyiyi düşünün…
Biliyoruz ki aralıksız damlayan su, taşı deler.
Not 17: evliliğin gerçek amacıyla günümüzdeki amacı birbirinden
farklı şeylerdir.
şimdiki evlilikler “mutlu olunacağı” üzerine kurulur, halbuki
evliliğin ya da aile kurmanın gerçek amacı gelecek nesile mal ve
hak aktarımının hukuki yollardan sağlanması ile ilgilidir.
hal böyleyken ve evlilikte ya da sonrasında bir taraf sürekli
kaybediyorken evlilik müessesesinin kötülenmesi ve bundan
kaçınılıyor oluşu gayet doğaldır.
bir erkek olarak bu konuda yaşadıklarımdan yola çıkarak şunu
söyleyebilirim; evlilik ve ona götüren her adım, küçük mutluluklar
için büyük kayıplar verilecek ve sonunda kesinlikle kaybedeceğiniz
bir savaştır.
aptallık derecesinde naif ya da cesur değilseniz veya kaybedecek
bir şeyiniz yoksa deneyin.
evliliğin herhangi bir kişi tarafından kötülenmesine gerek yok. devletin istatistik kurmunun verdiği güncel rakamlara bakıldığında, her 3 evlilikten birinin ilk 5 yıl içinde sonlandığı gözüküyor zaten.
bu insanlar nasıl olsa boşanacağız diye evlenmedi. bu insanlar birbirini sevmemesine rağmen zorla evlenmedi. ama belli ki artık yolunda gitmeyen, evlilik denen bu kurumun sürdürülmesine engel olan ve değişmesi gereken durumlar var. boşanmak isteyen ama buna cesareti olmayan, çocuklarını düşünen kadın ve erkekleri saymıyorum bile. onlar da boşansa oran nerelere gider kim bilir.
yani bütün bunlar göz önündeyken romantik bir bakış açısıyla bize bir şey olmaz, biz farklıyız demek çok anlamsız ve bile bile lades demek olur.
Not 18: Hükûmet, önlem almak yerine, siyaha beyaz diyerek, halkı
ters köşe ediyor.
Son bir haftaya bakmak yeterlidir;
Sayın Cumhurbaşkanı “Enflasyonun belini kırdık, etkisini de
sileceğiz” diyor. Yaşamakta zorluk çeken bir toplum bu söze nasıl
inanır? Halk inansa da sermaye inanır mı?
Dünkü medyada yer aldı; Dünyada kırmızı bültenle aranan Comenchero
adlı uyuşturucu kaçakçısı çeteye, Türkiye vatandaşlık vermiş. Bu
şartlarda hükûmete güven oluşur mu?
Anayasa’nın “AYM ile diğer mahkemeler arasında uyuşmazlık olursa
AYM kararları geçerlidir” demesine rağmen, hükûmet ve ortağı MHP
Anayasayı değiştirmek için yüksek mahkemeleri birbirine düşürdü. Bu
durumda yabancı sermayeye mülkiyet güvencesi nasıl veririz?
Türkiye elbette Gazze’de insanların öldürülmesine göz yumamaz. Ama
Hamas’ı kutsamak, İsrail’e baskın sırasında ölenleri görmezden
gelmektir.
Sonuç olarak; siyasi iktidarın bugünkü anlayışı içinde yabancı
yatırım sermayesi gelmez. Bundan sonra istikrar beklemekte
safdillik olur.
Not 19: Çoğunlukla insanın yanılgısı eline bir şey geçirdiğinde sonsuza kadar onun üzerinde hüküm süreceğini sanmasıdır. Herşey benim olsun ve yegane haklı benim demektir bu. Orta Asya steplerinden kopup gelen Cengiz de öyle sanmıştı. Adını hukukla özdeşleştiren Roma bile sonuçta adaletsizlikle yıkılmıştı. Osmanlı’nın çöküşünün kökünde de aynı sebep vardır ve 46 yıl iktidar sürmüş ve lakabında kanun olan bir padişah öz oğluna uygulamıştır en büyük adaletsizliği. Eskiler ‘ çalış adlile doldur kainatı’ demekle, hem insanın dünya işlerine bakış yönünü hem sonucunu adaletle özdeştirmişlerdi. Bu sebepten, hakiki kültür toplumları gücün karşısında adaletle dururlar. Ellerine bir emanet geçtiğinde onu ebediyyen kendilerinin sanmanın gafletine kapılıp görünür görünmez zulumlere girişmezler. Kendilerini korumanın yolunun başkasının hukukundan geçtiğini ve herkesin kendilik ilkesiyle hayatta kalacağına hep inanırlar. Dünyadaki fiziki sınırlar kısalalı beri daha iç içe bir hayat yaşıyoruz ve kimsenin soluğu tek başına havaya karışmıyor. Neredeyse herkes birbirinin ne yaptığını değil neye niyetlendiğini de biliyor. Böyle bir dünyada devekuşu benzeri başını kuma gömmek sadece kendini kandırmaktır. Dönüp dolanıp elinde tuttuğunun doğası üzerine eleştirel düşünemeyen fertler, kurumlar, toplumlar ve devletler onları kaybetmekten kurtulamazlar. Ancak mutlak adalet ülküsüne inananlar uzun erekte umut olabilirler. Evet dünya hiçbir zaman adaletin hüküm sürdüğü bir yer olmadı. Kısa süreli ferahlık dönemleri devede kulak bile değil. Fakat yeryüzünde zulüm arttıkça insanın geleceği de kalmayacaktır. Daha doğrusu insan denilen bir tür olacaktır belki ama köleler ve efendiler çağı geri gelecektir. Efendi ile köle arasında adalet söz konusu bile olamaz.
Nerede yaşarsak yaşayalım, güçlünün, devletin duvarından söktüğü
taşla birbirinin başını ezmeye hazırlandığı onca hevesli baş
uzatılıyor her köşeden. Oysa devlet toplum katmanlarının hukuk ve
adalet idealiyle çattığı ortak bir site değil midir? Yine
atalarımız ‘sakın imdi bu mülke olma mağrur/ adalet it olasın ta ki
mansur ( kazanan)’ derken boşuna mı konuşmuştular?
İnsan sonunda ilk fırsatta tabiatın en vahşi varlığı olma noktasına
geri dönecekse geçmişte yaşanılan onca acının gerekçesi neydi?
Toplumun akıl sahibi insanları, okumuş yazmışları ve en çok da
entelektüelleri bir kez daha düşünmek zorundalar. Kişilerin ve
sosyal grupların ellerindekini ebediyen kendilerinin sanıp
başkalarının canına okumaya yeltenmesiyle sonunda varacağımız yer
neresidir? İnsan taşa ve baltaya sarılacaksa kültür niçin? Kültür
yoksa insan ve insanlık niye var?
Not 20: ABD, Çin’in gelişmişlik seviyesini, her bakımdan ABD’nin
gerisinde tutmak istiyor ve bunu başarmak için Asya’da mevcut
Japonya, Güney Kore, Avustralya’ya ilaveten Hindistan, Endonezya,
Malezya, Filipinler, Vietnam vs. gibi yeni müttefikler de bulmak
istiyor.
Hindistan, özde Rusya’yla müttefiklik derecesinde iyi ilişkilere
sahiptir ve bu ilişkilerinden memnundur. Anglosaksonlar, bu bağı
kırıp Hindistan’ı kendi saflarına çekmek istiyor fakat henüz
başarılı olamadılar ve kanaatimce olamayacaklar. Çünkü
Hindistanlılar, “ABD, fil yavrusunu henüz büyümeden prangalarla
kendisine bağlamak istiyor” duygusunu taşıyorlar.
“İbrahimi Anlaşmalar” yoluyla Ortadoğu’yu “tabi devletler
topluluğu”na dönüştürüp, yönetilmelerini de “vekil devlet” İsrail’e
devretme aşamasındayken; Filistin’in Gazze kolu olan örgütler
HAMAS, İslami Cihat ve diğerleri, Amerika ve İsrail’in bu stratejik
hedeflerine saldırıp paramparça ettiler.
Bu saldırı ABD’yi, uzun vadeli stratejik hedeflerine ulaşmaktan, 6
Ekim 2023 tarihine göre, bundan sonra her şey yolunda gitse bile en
az on yıl uzaklaştırmıştır.
Kim ne derse desin 7 Ekim’den itibaren ABD’nin Rusya ve Çin
dosyaları, Arap-İsrail sorununun gerisine düşmüştür.
Stratejik öncelikler ve planlamalar bakımında, “ABD’nin düşmanı”
olan bütün ülkeler, derin bir soluk almışlardır. Çünkü ABD’yle
aralarındaki güç açığını kapatmak için zaman kazanmışlardır.
ABD’nin Çin’e saldıracağı G Günü en az beş yıl ertelenmiştir.
Asya’daki yeni potansiyel müttefiklerin, ABD’ye şüpheyle
yaklaşacakları kesinleşmiştir, vs.
ABD, stratejik hedeflerinin yerle bir olduğunu bildiği halde, konu İsrail olduğu için uzunca bir süre “kaçınılmaz bir çözümsüzlük” girdabında debeleneceğini de biliyor.
Not 21: Marx’ın çok kıymetli bulduğum diğer tespiti ise üretici güçlerde-kabaca teknoloji- yaşanan değişimlerin târihi değiştirme kapasitesine işâret etmesiydi. bunun 1950’lerde başlayan Chip devrimi ve Blockchain günümüze en başat boyutunu ortaya koyuyor. Çok âşikâr ki bildiğimiz dünyâ, yâni sanayi dünyâsı çöküyor. Kimileri bilgi toplumu ve ekonomisi diyor; ama bana göre düpedüz tekno kapitalizm yükseliyor. Gerek enerji gerek finans sıkletli merkezler bu işin doğrudan içinde. Ve artık kendi aralarında çatışmaya da başladılar. Birileri zâten bitap düşmüş sanayi kapitalizminin aşılmasını hızlandırmak ve bir an evvel yeni üretim -mübâdele ve tüketim tarzına geçmek istiyor. Birileri de bu süreci mümkün mertebe geciktirmenin derdinde. Birileri yeni teknolojik imkânları eskinin yaşatılması için; diğerleri ise bambaşka bir dünyânın inşâsı için seferber etmek derdinde. Dünyâmızın yaşadığı jeopolitik hareketlilikler bu iki dayatma arasında şekilleniyor. Savaşların jeopolitik anlatımının kifâyetsizliği tam da burası. İki jeopolitik güç çarpışmıyor aslında. Veri bir jeopolitiğin nasıl şekillendirileceğine dâir finans sıklet merkezli sermâye ile enerji merkezli dünyâ çarpışıyor..Her yerde… Devletlerin arasında, devletlerin içinde…Ama her yerde…
Not 22: Dengeli ve değer üreten, disiplinli bir ekonomide parasal varlıkların hacmi de kontrol altına alınır. Ama şu veyâ bu sebepten dolayı üretim ekonominin teklediği durumlarda finansal sermâye dengeyi bozar ve tümörleşir. Bu tekmil ekonomiyi de bozar.
Not 23: Onlar hayattan değil şartlardan iğreniyorlardı. Ben bütün şartları sıyırdığımda arta kalandan iğreniyordum. Tabakta kalandan değil ya da önüme konandan değil, tabağın kendisinden... ( ŞULE GÜRBÜZ / Coşkuyla Ölmek )
Not 24: TCMB geçen hafta piyasada dolaşan serseri likiditeyi emip yeniden fonlamaya geçti. Bu mevduat faizlerinin sürekli olarak yükseleceği anlamına gelir. Halen TCMB politika faizi ve ortalama 1 ay vadeli mevduat arasındaki makas 10 puan civarında. Bu makasın 12-15 puana yükselmesi halinde, aylık mevduat yapanların yıllık bileşik faiz getirisi net %55’e denk gelir ki, TL’nin reel olarak değer kazandığı o gelecekte önemli miktarda tasarrufu TL’de tutmaya yeter. Unutmayın, döviz mevduat faizinden daha az prim yaptığı sürece, satın alma gücü olarak değeri düşse de, TL’de kalmak zararı asgariye indirir.
Tabii, Padişahın her gün fikir değiştirdiği, her gün yeni savaşların patlak verdiği, Fed’in bir sıcak, bir soğuk hava üflediği bu Kavanoz Dipli Dünyada evdeki hesap Kapalıçarşı’ya uymayabilir.
Kötü senaryonun temel öğelerini şöyle sıralayayım size:
* Orta Doğu veya Ukrayna savaşının enerji piyasalarına “bulaşması”
sonucu, Brent petrol $100/varil veya üstüne çıkar, doğal gaz
fiyatlarını da yukarı sürükler. Brent en az 6 ay bu seviyelerde
seyreder. Batarız.
* Fed’in 2024 yılı boyunca faiz indirmeyeceğinin anlaşılması, Çin
ekonomisinin tökezlemesi ya da yukarda bu şoklara ek olarak ABD-Çin
gerginliğinin tırmanması riskli varlıklarda deprem yaratır. Türkiye
gibi düşük kredi notlu GOÜ’in global kredi piyasasına erişimi
güçleşir, batarız.
* Ekrem İmamoğlu’na siyaset yasağı gelir, ya da yerleşiklerin dahi
göz ardı edemeyeceği boyutta bir siyasal sarsıntı yaşarız. Döviz ve
yastık altına kaçışın önü alınamaz, batarız.
Not 25: Geçen hafta ‘Financial Times’ bir finansal analiz
yayınladı. Endonezya’nın hızla yükselen grafiğinden söz ediyordu.
Bir askeri faşist cunta döneminde, 2 milyon kadar muhalifi öldüren
bir ülkeydi Endonezya. Rejim milisleri yolda mesela komünist
olduklarını düşündükleri birisini çevirip, kelimeyi şahadet
getirmesini istiyorlar, sonra getirse de getirmese de
öldürüyorlardı. Eğer ölen komünist değilse ve yanlışlıkla
öldürülmüş ise, nasıl olsa cennete gidecek, olduğundan, çok sorun
olmuyordu.
İşte bu cuntanın ve ondan sonra, bu cunta demokrasisine sıkı sıkıya
bağlı olanların, finansal başarısını gösteren bir analiz yazısıydı
‘Financial Times’ ta çıkan ve sevinçli bir endişe haliyle, kaleme
alınmıştı yazı. Acaba bunu sürdürebilecek miydi Endonezya ?
Not 26: Her aklama faaliyetinin öncesinde mutlaka bir yasadışı
faaliyet söz konusudur. Bu bazen uyuşturucu ticareti, bazen silah
kaçakçılığı, bazen fuhuş ticareti ve bazen de yasadışı olarak
karşımıza çıkmaktadır. Bu ve buna benzer yasadışı faaliyetlerden
elde edilen para, mal ve değerler olarak tanımlanan suç
gelirlerinin, aklama faaliyetleri ile doğrudan bir ilişkisi vardır.
Bir ülkede suç gelirleri ne kadar büyükse aklama faaliyetleri de o
kadar yoğundur.
Dolayısıyla suç gelirleri ile mücadelede sergilenebilecek
zafiyetler aklama faaliyetlerinin yoğun olarak gerçekleşmesine
neden olacak ve çeşitli aklama yöntemleri ile aklanan paralar suç
şebekelerine daha fazla suç için güç ve nüfus kazandıracaktır.
Polat ailesinin Cumhuriyet savcılığı tarafından tutuklanma talebi
ile mahkemeye sevk yazısında temel olarak 3 iddia vardır.
Paravan ve/veya mali gücü yeterli olmayan şirketler arasında gerçek
bir ticari işlem varmış gibi düzenlenen fatura ve belgeler
karşılığında sisteme sokulan suç gelirleri, ticari kazanç gibi
gösterilip, aklanmakta. Daha sonra da gayrimenkul, otomobil veya
başka alanlara yatırım yapılarak süreç devam ettirilmekte. Polatlar
olayında da böyle olmuş.
Daha çok işsiz, emekli öğrenci gibi paraya ihtiyacı olan
kesimlere ulaşan suç şebekeleri, belirli bir para karşılığında, bu
kişilerin bankalarda açılmış bulunan hesaplarının kullanım hakkını
ele geçirmekte ve özellikle şatafatlı vaatler ve büyük kazanç
hayalleri ile gençleri yasadışı oynamaya yönlendirerek bu hesaplara
para yatırılmasını sağlar.
Binlerce oyuncunun dahil olduğu bu sistemde, alt hesaplarda
toplanan bu paralar çeşitli yazılımlar ve algoritmalar sayesinde
dakikalar hatta saniyeler içinde şebeke üyelerinin hesaplarına
aktarılır ve piramidin en tepesine ulaştığında oluşan büyük servet
çoğunlukla kripto para ve elektronik paraya dönüştürülerek
kaynağından daha da uzaklaştırılır veya çeşitli yöntemlerle
aklanmaya çalışılır. Bu paraların uyuşturucu ticaretinde ve
terörizmin finansmanında kullanılmasına da çok sık rastlanır.