Hızla artan boşanmalar…
Boşanma olunca ne oluyor?
Bir ev, iki ev oluyor!..
Kız ayrı, erkek ayrı evde.
Boşanmalar arttıkça konut ihtiyacı da artıyor.

Bir aile biliyorum…
Anne boşanmış, iki yaşlı ayrı evlerde yaşıyor.
Bir oğulları var, o da boşanmış.
Eşi tek evlâdıyla birlikte bir evde, kendisi başka evde.
Bir bakışta dört ev!
Gel de yetiş bu büyük konut talebine!..
Kiralar hızla artıyorsa, sebeplerinden biri de bu…
İnsanlar bireysel takılınca, konut ihtiyacı artıyor.

Tüm bunlardan daha önemlisi boşanmış ailelerin çocukları psikolojik olarak o kadar sıkıntılı oluyorlarki genel olarak, toplumun geleceğini dinamitlemek demek bu. Ya anadan ya babadan ayrı, bazen ikisinden ayrı ya nenede ya yetimhanede. Düşünün bu çocuklar büyüyecek ve aile kuracak. Zincirleme trafik kazası. 

Cebrail:

Cebrail’i (a.s.) dört büyük melekten biri olarak biliriz. Vahiy meleği olduğu için de O’nun diğerlerinden daha üst bir makamda olduğuna inanırız.

Cebrâil’in (a.s.), farklı sıfatları vardır: “Rûh-ül kuds” veya “Nomos” (yâni nâmus, kanun) gibi.
“Cebrâil” kelimesinin etimolojik olarak anlamı ise “cebr” aynı kökten geliyor. Yâni güç, kuvvet, iktidar anlamında. “İl” ise “ilâh” yâni “Allah”a karşılık geliyor. Kısacası Allah’ın gücünün ve kuvvetinin bir melekte tecelli etmesi demektir.

Cebrâil’i (a.s.) “vahiy getiren melek” olarak aldığımızda “Allah’ın âyetlerini peygamberlere getiren melek” olarak anlıyoruz. Ama “âyet” kelimesi sâdece kutsal kitaplardaki Allah’ın kelâmı demek değildir. “Âyet” kelimesi aynı zamanda “alâmet”, “işâret” gibi anlamlara gelir. Kâinattaki her şeyin istisnâsız Allah’a işâret ettiğini ve O’nun alâmeti olduğuna da îman ederiz. Demek ki, etrafımızdaki canlı cansız her şey Allâh’ın birer âyetidir. Dolayısıyla Kur’ân-ı Kerim’deki 6236 adet (6666 değil) âyet-i kerim veya diğer hak dinlerin – tahrif edilmiş olsalar da – kutsal kitaplarındaki âyetler gibi, bir resule gönderilmeseler de, etrafımızdaki her şey, bir “işâret” hükmündedir.

Kur’ân-ı Kerim’deki âyetler Cebrâil (a.s) tarafından Peygamberimiz Aleyhisselâm’a getirilmiş ve gerektiğinde açıklanmıştır. Bundan doğan uygulamalar da farz ve sünnet olarak İslâm medeniyetinin mihenk noktaları olmuştur. Yâni Cebrâil (a.s.) gerektiğinde Peygamberimiz Aleyhisselâm’a modellik yapmış, alâmet ve işâretleri ve de onların anlamlarını göstermiştir. Bu sürecin “Ben okuma bilmem” ifâdesiyle başladığını hepimiz biliyoruz.

Cebrâil (a.s.) Peygamberimiz’e getirdiği vahiy ile O’na göklerin kapısını açarcasına hayâtı anlamlandırma ve bu anlamı ümmetine aktarma kabiliyeti vermiştir.

Rabbim tüm halis müslümanlara Cebrail as gibi dostlar nasip etsin.

Etobur diyeti modası:

İnsanoğlu malumunuz hem etçil hem otçul yani omnivor (hepçil). Kıymanın kilosu ortalama 300 TL olunca ne kadar etçil olunur o ayrı bir mevzu...

Biz et fiyatlarını konuşurken sosyal medyada çılgınca yayılan bir trend varmış da benim haberim yokmuş; carnivore diyeti. Sadece etten oluşan bu diyeti savunanlar insanların yalnızca hayvansal protein yemek üzere evrimleştiğini iddia ediyor.

Vejetaryenlerin, veganların sayısı hızla artarken aklıevvel sosyal medya fenomenlerinin viral yaptığı bu akımda meyve yok, sebze yok, tahıl yok, karbonhidrat yok; sadece et! Bu etobur diyeti yapanlar daha iyi kilo verdiklerini iddia ediyor. Elbette bunun bilimsel hiçbir dayanağı yok. Ancak özellikle iki-üç kilo fazlalığı bile ‘dayanılmaz’ kabul eden gençler arasında hızla yayılıyor carnivore diyeti. On binlerce kez paylaşılan sosyal medya postlarında bu diyetin inflamasyonu azalttığı, enerji seviyesini artırdığı söyleniyor.
Etobur olmak popülerleştikçe bu işi ranta çevirenlerin de meydanları doldurması kaçınılmaz. Sadece et yemek ne kadar da sağlıklı konsepti içinde çıkan kitapların sayısı da azımsanmayacak kadar fazla. İddialara göre bitkilerdeki toksinler, pestisitler sağlığa zarar veriyor. Kilo kontrolü ve metabolik sağlık için tüm bitkisel gıdaları ortadan kaldırmak gerektiğini savunuyorlar.
Bu kitapları yazanlar onlarca yıllık beslenme bilimi araştırmalarının hatalı beslenme önerileriyle dolu olduğunu söylüyor. Homo Sapiens’in et ve balık avlamak için evrimleştiğini, bitkileri sadece diğer bazı türlerin tüketmesi gerektiği gibi hiç de mantıklı olmayan önerileriyle kafa karıştırıyorlar.

Üstelik biyolojik antropologlar beynin, dişlerin, bağırsakların anatomisinin, beslenme ihtiyacını hem hayvansal gıdalardan hem de bitkilerden karşılamak için ortama uyum sağladığını, esnek omnivorlar olarak evrimleştiğini söylüyor.
Et tüketiminin iklim değişikliğine etkisi uzun yıllardır tartışılırken ‘etobur’ bir diyeti savunmak etik olarak büyük tartışmalara yol açtı. Ama biz bencilce davranacak bir toplum değiliz. Yarım kilo kıymayla beş çeşit yemek de yaparız, öyle gel geç trendlerin hevesine kapılıp sağlığımızı, gezegenimizi yedirtmeyiz...

HER APARTMANA BİR GES:

İşte size sosyal-yeşil dönüşümün bir anahtarı! Kamu desteğiyle her apartman kendi elektriğini güneşten elde edebilir hale getirildiğinde, hem yurttaşlar elektrik faturası ödemekten kurtulur, hem pek çok ağaç kesilmekten kurtulur, hem yüzbinlerce ton karbon emisyonu engellenmiş olur, hem de özel şirketlere ait “güneş paneli tarlalarının” tarım arazilerini işgal etmesi engellenir. Elektrik elde etmek için yakılan doğalgazdan büyük oranda tasarruf sağlanır. Bu yöntemle yurttaşlar ekonomik krize karşı korunmuş, elektrik bir sosyal hak haline getirilmiş olur. Ormanlar ağaç kesiminden, atmosfer karbon salınımından, tarım arazileri güneş paneli istilasından korunur.

Eğer her çatıya bir GES ile elektrik yurttaşların sosyal bir hakkı haline getirilirse, o zaman özel elektrik şirketleri nereden para kazanacaklar? Dahası, YEKDEM programı altında, dövize endeksli hazine garantileriyle üretim yapan güneş-rüzgar-su enerjisi şirketleri nasıl para kazanacaklar?

Ayrıca BİM AŞ dört deposuna GES ruhsatı alarak elektrik tüketimini yeşillendirmiştir. Özel şirketlere sağlanan; ki doğru bir yöntem; vatandaş tabanına da yaygınlaştırılmalıdır.

İnsan yaşamı için temel önemdeki pek çok işlevin elektriğe bağlı olduğu 21. Yüzyılda, elektrik, hane halkı için temel bir insan hakkı sayılmalı ve bedelsiz sağlanmalıdır. Sadece elektrik kesme işkencesi değil, elektrik faturaları da tarihe karışmalıdır. AK parti  iktidarının BİM AŞ’ye sağladığı, elektrik faturasından kurtularak GES’le kendi elektriğini üretme imtiyazı, özel kapitalist şirketlerin ayrıcalığı olmaktan çıkartılarak, tüm yurttaşların sosyal hakkına dönüştürülmelidir. Kendi elektriğini güneşten elde etme hakkı, emekçi yoksul halkın, sosyal-yeşil dönüşümü de teşvik edecek bir mücadele talebidir. Her apartmanda yurttaşlar birleşerek, BİM’e sağlanan bu imtiyazı bir hak olarak talep edebilirler. Milyonların bu talebi yükseltmesi halinde yasaklar bir biçimde aşılacaktır.

Ölüm gerçeği:

Ölüm ne kadar gerçek olursa olsun, onun soğuk yüzü, nefislerimize hep onu unutturarak hiç ölmeyecekmişiz gibi bizleri dünya için çalıştırır.
Hubbu dünya öyle bir şey ki, sadece ölümü unutturmaz aynı zamanda insana, deniz suyu içittirerek çatlatır patlatır hatta ölçü kaçmaya devam ederse rezil rüsva bile eder.
Değerli okurlarım ölüm gerçekliğinden ibret alanlardan olalım.

Hadisi şerifin ikinci cümlesini unutmadan ölçülü yaşamaya çalışalım.
Peygamber efendimiz (SAV) hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışın, yarın ölecekmiş gibi ukba için çalışın diyerek evrensel gerçekliğin manifestosunu aslında veriyor.
Zenginlik için kanaati, sevgi saygı için muhabbeti referans alıp haddini hududunu bilen mütevazı insanlar olarak yaşamaya çalışalım.

Alt beynimizin ilkel ve hayvani dürtülerini, üst beynimizin irfani ve rahmani düsturları ile dengeleyerek adam gibi adamdı dedirtecek bir yaşamı ve yaşlanmayı tercih edelim.
Uzun yâda kısa olan ömürlerimizin içine bırakacağımız iyi örneklerimiz olursa, ruhlar âleminde pişmanlıklarımız az olur.
Uzunca yaşadığı halde insanlığa bir zerre faydası olmamışlardan olmak yerine kısa ömrüne kürreler yerleştirenlerden olmanın yollarından gitmeye çalışalım.

Menzil:

Türkiye’deki pek çok dini yapılanma gibi Nakşibendiliğin bir kolu olan Menzil, klasik bir cemaatten çok daha fazlası. Devletle iş tutan, kayırılan, kamuda kadrolaşan, toplumsal zeminde dokunulmaz kılınan ve ekonomik imtiyazlarla palazlandırılan bu yapı, bir cemaatin nasıl ayrı bir düzen kurabilecek kadar büyüyebildiğini göstermesi açısından önemli bir örnek.

Cemaatin merkezi, Adıyaman’ın Kahta ilçesindeki Menzil köyü. Yanlış anlaşılmasın, Menzil bu köyün bir yerinde örgütlenmiyor, köy tamamıyla Menzil’in kontrolünde. Her işletmeyi Menzil işletiyor, her köşeyi Menzilciler tutuyor. Köydeki işletmelerin adı bile Menzil. Bu köy, bir nevi tövbe merkezi. Tövbe, Cemaate katılmada bir giriş aşaması. Tövbe alıp Menzil’e bağlanmak isteyenler Türkiye’nin pek çok kentinden buraya akın ediyor. Menzil’de vakit namazları sonrası ‘tövbe alma’ ritüeli düzenleniyor. Caminin ön bölümüne gelenler, kendilerine görevliler tarafından uzatılan ipi tutarak, gavs (şeyh) ile temas kuruyorlar ve böylece tövbe ediyorlar. Tövbeler ilk başlarda sadece şeyh tarafından yaptırılıyormuş ama zaman ilerleyip kitle çoğalınca, bunu şeyh adına vekiller de yapmaya başlamış.

Kendi içinde özel bir nizamı olan Menzil köyü, Kahta ilçesindeki diğer köylere göre oldukça ayrıcalıklı. Yukarıda alıntı yaptığım makale, Menzil köyü ile çevre köyler arasındaki farkı ortaya koyuyor. Köylerin birçoğunda sağlık kuruluşu, ortaokul, kanalizasyon şebekesi, sosyal tesis, asfalt yollar, kitapevi, PTT, ATM, berber, kasap yokken, Menzil’de bu imkanların tümü mevcut. Araştırmacılar ayrıca Menzil’in ekonomik bakımdan diğer köylerden hayli gelişmiş olduğunu belirtirken, buna örnek olarak köydeki evlerin çoğunda klima olmasını gösteriyor.

Bu köy sadece bir merkez üssü. Tüm bunların ötesinde Menzil Cemaati, sağlıktan turizme, medyadan eğitime, ticaretten dernekçiliğe kadar pek çok alanda faaliyet gösteren çok boyutlu ve büyük bir yapılanma. Cemaatin hastaneleri, turizm şirketleri, otelleri, medya organları, okulları ve dernekleri var. Menzil’in doğrudan sahip olduğu şirketlerin yanında, bir de mensubu olan esnaflar üzerinden ticarette bir ağırlığı bulunuyor. Büyük olanları kamu ihaleleriyle ihya ediliyor.

Gazeteci Alican Uludağ’ın haberine göre “Menzil tarikatı lideri Abdülbaki Erol ölmeden önce ‘tövbe yetkisi’ni üç oğluna verdi, bugüne kadar yapılan tövbeler geçersiz sayıldı ve bu sebeple tövbelerin yenilenmesi gerektiği bildirildi!” Yeni tövbeler Erol’un üç oğlundan herhangi birine yaptırılabilecekmiş!
Herkes bilir ki İslam’da ruhbanlık yoktur, dolayısıyla kimsenin tövbeyi kabul etmek veya geçersiz saymak diye bir yetkisi de yoktur.

Diğer taraftan “Gavs”lık iddiası, eski Yunan ve veya Mısır’daki gibi insanlara Tanrılık atfetmeye benziyor... Zeus gibi...
Çünkü “Gavs”a inananlar, onu “Allah ile her daim istişare eden, Allah'a akıl veren, Allah'a itiraz eden, Allah'ın hükmüne ortak olabilen, Allah'la yarışa tutuşabilen, Allah'ın vekili olduğunu söyleyerek O'nun adına tövbeleri kabul eden zat!” diye görüyor. (Twitter’da Ramazan Yaman’ın yorumudur.)

Dücane Cündioğlu bir programda uzun bir süre ortalıkta gözükmeme nedenini, “Kendimi okumaya verdim; çünkü çocukluğumdan bu yana bana öğretilenlerin doğruluğunu kontrol etmem gerekiyordu” şeklinde açıklamıştı. Türkiye’deki bütün tarikatların iktidar ve para ile tanıştıklarında dönüştüğü yeni duruma insan hayret bile edemiyor artık. Ömrü muhafazakar çevrede geçmiş biri olarak bir hayal ile kandırılmış, aldatılmış hatta kullanılmış hissediyorum.

Cat Stevens (Yusuf İslam)’ın Father and Son şarkısında bir baba ile oğlu arasında geçen konuşmaları anlatır. Baba sürekli olarak çocuğuna nasihatte bulunur ve ona bir nevi “ayar” vermeye çalışır. Fakat şarkının finali oğlunun sözleri ile biter. Ben de yazımı bununla bitirmek istedim:
“Bildiğim şeyleri içimde tutmak zor. Fakat onları görmezden gelmek daha da zor.
Eğer doğru olsalardı kabul ederdim. Ama biliyorsun; onlar ben değil.
Şimdi bir yol var ve gitmek zorunda olduğumu biliyorum.
Biliyorum; ve gitmek zorundayım.”

Aşırı rasyonel ahmak:

Zizek, Kubrick’in bir filmi hakkında konuşurken şöyle söylemişti: “Fantezi sizi yutmakla tehdit eden bir cazibe uçurumu değil, tam tersidir: Fantezi en üst düzeyde faydasız ve sonuçsuzdur.” 

Yaz TV dizileri, faydasız ve sonuçsuz olarak, hem hareketli hem dingin bir seyirlik imkânı sunar, zamanı en acısız şekilde öldürme hali. O birbirine benzeyen dizilerdeki fantezilerin ortak özelliği gerçeklikten tamamen kopmuş olmaları. Çünkü insanlar, rasyonel davranma ve yaşamayla ilgili öyle bir baskı altında ki. Şu marketten mi, bu marketten mi alışveriş yapmalıyım, kredi kartı borcunu öteleyip şu takside mi girmeliyim, şu detarjanı mı bu detarjanı mı almalıyım, şöyle değil böyle mi hissetmeliyim, metroyla değil otobüsle mi eve dönmeliyim… O yüzden yapay zekâ kullanımı gittikçe yaygınlaşacak, çünkü kapitalizmde hayatta kalmanın yolu, Eve Illouz’un ‘Soğuk Yakınlıklar’da yazdığı gibi “aşırı rasyonel ahmak” olmaktan geçiyor. 

Sanayi kapitalizminden çağdaş üretim kapitalizmine geçtiğimizden beri rasyonel tercih yapma baskısı fena halde artmış gözüküyor. Bu yüzden hızlı düşünmek ve hızlı karar vermek zorundayız, ama hızlı karar vermek çoğu zaman hataya neden oluyor. Ya her konuda bilgi sahibi olacağız, gıdaların içeriği, kişisel gelişim vs, ya da bizim adımıza düşünüp karar verecek uzmanlara başvuracağız, yoksa sürekli yanlış tercihlerimizin kurbanı olacağız. Nasıl anne ya da baba olacağımızdan ne yiyip içeceğimize her şeyi danışacağımız birilerine duyduğumuz ihtiyaç, benliğimizi bölüp parçalara ayırıyor. 

Çok bilmiş, yaşından büyük konuşan çocuklarla bile gurur duyuluyor olması, neye prim verildiğini göstermiyor mu? Çocukken çocukluğunu yaşamayan biri, iç dünyasında bir şeylere takılı kalacak, gerçekte büyümeyecek, hep büyümüş taklidi yapmak zorunda kalacak. Büyümek, akılla gerçekleşmez çünkü, duygusal olgunlaşmayla yavaş yavaş yerleşir. Baskı: Kim duygularıyla hareket ederse kaybeden olacak, kim aklını kullanırsa başarılı… Bu yüzden yaz TV dizilerinin karşısında aklı bir kenara bırakıp faydasız ve sonuçsuz bir fantezi dünyasıyla zamanı en acısız şekliyle öldürmek tercih edilebiliyor ya da bilgisayar oyunu, sosyal medyayla…

Son söz: Hazret-i Peygamber’in (S.A.V.) hadisini gördüm: “Bir kadınla dört özelliğinden dolayı evlenilir. Zenginliği için, asaleti için, güzelliği için ve dindarlığı için. Eli toprak olasıca, sen dindar olanı tercih et!”
Nasip oldu, eş seçiminde bu Hadis-i Şerif’e göre hareket ettim.
Saliha bir Hanımefendi ile izdivaç yaptım.
Çok mesut oldum.
Allah kendisinden razı olsun.

Ölümünün anısına Kundera’dan tadımlık: "Gerçek insan iyiliği ancak karşısındaki güçsüz bir yaratıksa bütün saflığıyla, özgürce ortaya çıkabilir. İnsan soyunun gerçek ahlaki sınavı, temel sınavı onun merhametine bırakılmışlara davranışında gizlidir, hayvanlara... Ve işte bu açıdan insan soyu temel bir yenilgi yaşamıştır, o kadar temel bir yenilgi ki, bütün öteki yenilgiler kaynağını bundan almaktadır". Bugün (14 Temmuz 2023) 94'ünde vefat eden Milan Kundera böyle demişti. Bu yenilgiye ağaçları da dahil etmek lazımdır. 

Not 1: “Yeniyi kurabilmek için eskiyi topyekün terk etmek” lazım demiştik ya! Peki, muhalefet vekilleri, Meclis’teki hiçbir işi yapmasa? Yani konuşma yapmasa, komisyonlara katılmasa, soru sormasa, önerge vermese, v.s. v.s. Ne olur? Sadece ve sadece bu vekiller “yeni iş” aramaya başlarlar.
Suç duyurusu yapılmasa, dava açılmasa, yürütmenin durdurulması talep edilmese? “Mağdurlar, “davacılar” yapılan haksızlığı, hukuksuzluğu kabul mu ederler yoksa kendilerine yeni meşru hukuk kanalları mı ararlar?
Kısacası; sistemin muhalefete giydirdiği gömlek çıkarılsa bu ülkede  fakirliğe, liyakatsizliğe ve sakat zihinsel süreçlere karşı mücadele etmek sonlanır mı? Yoksa….

Not 2: Muhalefet kendine yanlış soruyu soruyor. 
Yanlış soru; “Neden kaybettik?” 
Doğru soru; “Neden kazandı?” 
“Neden kaybettik” sorusu çaycıya kadar iniyor ve sonuçlanmıyorsa bir kere de doğru soru konuşulsa…

Not 3: Koşulların iyiye doğru değişmesi, yolların mesafeleri kapatması, teknolojinin özlemleri azaltması, ilişkileri iyiye doğru götürmedi.
Kavuşmaları bilmez, sarılmaları hissetmez olduk sanallaşmaktan.
Sanal zincirlerle tutuklu kaldığımızı bilmeden sanal özgürlüklere inandık.
İnsan sıcağını yitirdik.
Birbirimize gösterdiğimiz özeni, birbirimize verdiğimiz önemi unuttuk.
Küresel ısındıkça kürenin insan yanı soğuklaştı.
İnsanlığın yeni kahramanları, küresel ısınmayı azaltacak, insan sıcağını çoğaltacak çözümleri önerenler her kimse, onlar olacak.

Not 4: Üniversitedeki bir sohbet sırasında genç hanım talebelerden biri, “Bu devirde çalışmak istemeyen kız evde kalır!” demişti.
Evlere çift maaş girmesi lâzım ki tekerlek dönsün!..
Birininki kiraya gidecek, diğerininki masraflara.
Çalışmak istemeyen, bütün dikkat ve enerjisini evine, çocuklarının yetişmesine, ilme vermek isteyen bir hanımefendinin “evde kalacak” olması!..
Ne acı!

Not 5: Âl-i Osman ülkesinde Sultan Mecit Han merhumdan bu yana gelenek haline gelmiş bir uygulama vardır: Hükümetler kendi harcamalarını disiplin altına almak istemezler, israfa varan kamu harcamalarına devam etmek isterler. Bu açıkların ancak bir kısmı ahalinin ümüğünü sıkarak karşılanabilir. Daha kolay ve kısa vadede daha az acıtıcı bir yol vardır: dış borç. Yani kefere ülkelerinden gelecek borç parayla gösteriş harcamalarına devam etmek. Ancak dış borçlar birikince ve ödeme vakti gelince, bu dış borcu ödemek için ya milletin ümüğüne tam çökersiniz ya da devletin ve milletin hazinesinin yönetimini keferelere bırakırsınız. Bu dün Düyun-u Umumiyye idi, bugünse IMF. Bir üçüncü yol dış politikada taviz vererek, belki ittifak değiştirerek ekstra dış borç elde etmektir. Bugün Zât-ı Devletleri Sayın Cumhurbaşkanı, savaş süresince Türkiye’de kalması üzerine anlaşılan ve Neo-Nazi ideolojisinde olan Ukraynalı Azov Taburu komutanlarını Ukrayna’nın kukla Cumhurbaşkanı Zelensky’e verdi. Bu aslında Rusya ile adı konmamış askeri ve jeo-politik ittifaktan ufak ufak ayrılacağımızın göstergesi olabilir. Sırada İsveç’in ve ardından Ukrayna’nın NATO’ya alınması kararları var. Hükümet ricali bir adım atmıştır ve beklemektedirler. Eğer ABD tarafında bir yumuşama gözlemlenir ve ciddi miktarda dolar akışına müsaade edilirse, yeniden sıkı bir NATO müttefiki olma yoluna girebiliriz. Yok, karşı tarafta bir tavır değişimi olmazsa, bir kaç bakanın görevden affı kabul edilir ve Putin’le yola devam denilir. Bu süreç 2024 yılı yerel seçimlerinden sonra IMF ile kapsamlı bir anlaşma ile sonuçlanır.

Not 6: Rus arşivlerinden çıkan belgeler, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından çok zaman önce Boğazların ve İstanbul’un işgal planları yapıldığını gösteriyor. Savaşın başladığı gün Rusya’nın İstanbul’u ve Boğazları işgale girişeceği muhakkaktı. Zaten Karadeniz’de askeri güç dengesi çoktan Rusya lehine bozulmuş durumdaydı.
Kemal Tahir ve benzeri Hamidistlerin kalemlerine doladıkları “Yavuz ve Midilli olayı”na öncelikle bu zaviyeden bakılması gerekir. Kurt Kanunu yazarının gayet iyi bildiği gibi, “Yavuz ve Midilli olayı”nın aslında Abdülaziz devrinde büyük yatırımlarla güçlendirilmiş olan donanmamızın Sultan Hamid devrinde gücünü kaybetmesine kadar giden bir arka planı vardır.
Amcası Abdülaziz’i tahttan indiren hükümet darbesinde Bahriye’nin de -Dolmabahçe Sarayı’nı denizden ablukaya alarak- önemli bir rol oynadığını gören padişahın darbe paranoyası Osmanlı donanmasını Haliç’e hapsedip çürütmesine yol açmıştır kimi tarihçilere göre. Hamid taraftarlarına göre ise Abdülaziz’in hesapsızca aldığı gemilerin bakım masraflarının yüksekliği Osmanlı ekonomisine kaldırılması zor bir yük oluşturduğu için böyle istenmeyen bir tablo ortaya çıkmıştır.
İşin gerçeği bu ikisinin arasında bir yerde olmalı. Çünkü Sultan Hamid’in saltanatının son yıllarında -artan Rus tehdidi karşısında giderek daha çok hissedilen askeri savunma ihtiyaçları dolayısıyla- donanmanın güçlendirilmesi yolunda girişimler tekrar başlatılmıştı.
Mamafih gerçek sebep ne olursa olsun mezkûr dönemde Osmanlı donanmasının büyük ölçüde ihmal edildiği ve gücünü kaybettiği ortadadır. Bunun sonucu olarak özellikle 1897 Osmanlı-Yunan savaşında ve 1912 Balkan Savaşı’nda donanmamız neredeyse hiç varlık gösterememiştir.
Osmanlı deniz gücünü etkili bir savaş aracı olarak yeniden canlandırmak için 1909’dan itibaren İttihatçılar harekete geçmişler; Almanya’dan, Fransa’dan son teknolojilerle inşa edilmiş savaş gemileri alma girişimlerine hız vermişlerdir. Bu çerçevede 1911’de İngiltere’deki bir tersaneye yüksek muharebe gücüne sahip iki kruvazör sipariş edilmişti. Bunun için ödenen para da “donanmaya yardım” kampanyasıyla halktan toplanan bağışlarla sağlanmıştı. Ne var ki 1914’te teslim edilmesi gereken gemilere İngiliz hükümeti “savaş tehdidi gerekçesiyle” el koydu.
İngilizler parası ödenmiş savaş gemilerimize el koyduğunda daha ortada ne savaş ilanı vardı ne de “Yavuz ve Midilli olayı”. Demek ki kurt kuzuyu yemeye karar vermişti.
Buna karşılık, döneminin en güçlü ve en hızlı gemilerinden Goeben dretnotu ile Braslau kruvazörünün Osmanlı donanmasına katılması Karadeniz’deki güç dengesini yeniden değiştirdi, Rusların İstanbul’u ve Boğazları işgal planını da suya düşürdü. Böylece bizim için savaşın daha başlamadan bitmesi demek olan en kötü senaryoyu engellemiş oldu.

Not 7: Hükümet BİM marketlerine, depolarının üzerine Güneş Enerjisi Santrali (GES) kurma ruhsatı vermeye devam ediyor. (Hürriyet, 07.07.2023). Oysa aynı hakkı apartman çatısına GES kurmak isteyecek yurttaşlara yasaklıyor. BİM, depolarında kullandığı elektriği böylece doğrudan kendisi üreterek elektrik faturası ödemekten kurtuluyor. Oysa yurttaşlar için elektrik ödemek kaçınılamaz bir zorunluluk! Yoksa yandaş enerji şirketleri nereden para kazanacak?

Not 8: Bir ülkede PAKET teslimatını, restoran sahipleri kendileri yapmaya başlamışsa, o ülkede ASGARİ ÜCRET gereğinden yüksektir.

Not 9: Bu aralar hiç bir kiralık evden çıkılmaz.

Neden?

Önümüzdeki yaz çok sayıda TOKİ teslim edilmeye başlanacak.

Haliyle, kiralar hızla düşmeye başlayacak.

Şimdi çıkıp, yüksek kiralı bir yere geçerseniz, seneye tekrar daha düşük kira için ev taşıyacaksınız.

Not 10: Hayatınızın kalitesini iki şey belirler: Okuduğunuz kitaplar ve görüştüğünüz insanlar.

Not 11: Önümüzdeki yılların, geleneksel tıp eğitimi modelinin köklü değişiklikler geçireceğine tanıklık edeceğimiz yıllar olacağını tahmin etmek zor olmamakla beraber, bu değişime hazır olan tıp fakülteleri ve mezunlarının başarı sağlamalarının kaçınılmaz olacağı da açıktır. Geleceğin tıp fakültelerinde bazı derslerin sanal ortamlar üzerinden verilmesi gerçeğinden yola çıkması gereken tıp fakültelerinin altyapılarını buna göre hazırlamaları gerekecektir. Tıp eğitimindeki dijital dönüşümlerin tamamı, mevcut sistemin çok büyük kısmını dönüştürecek ve öğrencilerin kişiselleştirilmiş bir öğrenme deneyimi elde etmelerine, bilgi düzeylerinin daha adil sınav sistemleri ile değerlendirilmesine yol açacaktır. 

Sanayi Devrimi sonrası ortaya çıkan değişim, yaşamın olağan akışına paralel iken dijital devrim sonrası ortaya çıkan dönüşüm tam anlamıyla bir yaratıcı yıkım örneğini oluşturacaktır. Bu durum, aslında son yıllarda sağlık sisteminde dijital dönüşüm anlamında e-nabız başta olmak üzere birçok uygulamayı başarıyla hayata geçiren ülkemiz sağlık sistemi için çok ciddi bir fırsat oluşturmaktadır. Sağlık sistemimizde olduğu gibi yüksek öğretim sistemimizde de dijital uygulamaları yaşama geçirecek adımları ivedilikle atıp bunları ülke genelinde tüm tıp fakültelerinde standart hale getirmek, ülkemizi tıp alanında çok daha iyi yerlere taşıyacaktır.

Not 12: Türkiye’de halkın gündeminde fakirlikle mücadele ve emeklilerin aldığı düşük maaşlar var. Geçen hafta emeklilerin et, süt ve peynir alamadığını yazmamız, köşe yazılarımız içinde en fazla etkileşim alan makale oldu. Toplumun her kesiminden insanlar bu konuda Hükümeti göreve çağırıyor.
MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin milletin sesine tercüman olarak memurlara verilen 8 bin liralık seyyanen artışın emeklilere de yansıtılması yönündeki çağrısı takdire şayandı. Basın emekçileri bile geçinememekten dert yanarak maaşlarının ihtiyaçlarını karşılayacak seviyeye çıkarılmasını talep etti. Onca eleştiriden sonra bende oluşan kanaat ise emeklilerin gerçekten çok mağdur oldukları yönünde. Hükümet, ne yapıp edip emeklilerin durumunu yeniden masaya yatırmalı ve kök maaşlarını insan gibi yaşanacak bir seviyeye çıkarmalıdır.

Not 13: Şimdi size bir soru:
Erdoğan Toprak 7 dönem
Engin Altay 7 dönem
Faik Öztrak 6 dönem
Yaşar Tüzün 6 dönem
Veli Ağbaba 5 dönem
Uğur Bayraktutan 5 dönem
Mahmut Tanal 5 dönem…
Yazmaktan yoruldum, liste uzayıp gidiyor…
Yıllardır Meclis’te olan bu siyasetçiler sorunları anlatmaktan başka ne iş yaptılar?

ANA MUHALEFETİN ESAS GÖREVİ: İKTİDARI ALMAK VE HALKIN SORUNLARINI ÇÖZECEK YÜRÜTME ORGANI OLMAKTIR!
Bunun haricinde bozuk plak gibi sorunları anlatmak, tweet atmak, cenazelerde, evliliklerde boy göstermek ağır sorunları olan Türkiye’de çözüm yolu değildir. Ya da muhalefetten beklenti bu değildir!
3 dönemden fazla vekillik yapanlar bu işi meslek haline getirmiştir.

Not 14: İnsan geçmişini unutabilir. Ama bu, geçmişinizin etkisinden kurtulabileceğiniz anlamına gelmez... (F. BEIGBEDER / Bir Fransız Romanı)

Not 15: Gözyaşları, iftiralar, şantajlar, duygusal saldırganlık, öfke nöbetleri, mektuplar, dedikoducular... Geride bıraktığımız hayatın, karanlıktan çıkıp gelmek gibi ve bizden şikâyet etmek, bizi yargılamak gibi kötü bir huyu vardır. (MILAN KUNDERA / Bilmemek)

Not 16: Bizim argümanımız şöyledir: O kadar da kötü değiller... Ancak bu kötü olmayışları küçücük kalmışlıklarından kaynaklanır. Erdemleri sandığımız şey beceriksizlikleridir, yani sıfırdır. (GÜNTHER ANDERS / İnsanın Eskimişliği)

Not 17: Düşen enflasyon ve artan cari açık dönemini geride bırakıp artan enflasyon ve düşen cari açık dönemine girmiş bulunuyoruz.
İstikrar programlarının kalıcı başarı getirmesi için enflasyon ve cari açığı aynı anda çözmek gerekiyor. 
Bunun da yolu verimlilik artışından geçiyor.

Not 18: Despot bir dünyanın çocukları olduk. Şefkatsiz bir dünyanın çocukları...
Şefkate, asalete, yağmura ihtiyacımız var.
“Yağmur yağıyor, ıslanıyor etraf / ağlasak kimse anlamaz değil mi?”

Şimdi tüm yaralar müstahaktır bana; yalnızlık, yorgunluk, susuzluk... Ama sen yine de yağmurlu havalarda yokla beni!

Not 19: Ben seni kaç istasyonda kaybettim. Ben seni kaç dervişe danıştım. Kaç dergâha girdim unutmak için varlığını. Sonunda varlığımı unuttum. Unutunca hatırladım seni, unutunca anladım seni. Eriştim sesi kısık bir hududa. İlkin senin yokluğun sandım, sonra yandım. Yalvardım, küle döndüm. Çöle düştüm, savruldum. Sevdim. Gerçekten seven, neyi kaybeder ki!

Not 20: İçine düşmediğin derdin hamalı olmak dile kolaydır. Beni affet sevdiğim, beni affet hakikatim, beni affet yolum, sonum, dünüm, ölümüm... Bu hayatta çok şeyin, belki de her şeyin, peşinden koşmuşum. Çok kez düşmüşüm. Bir kez görmemişim burnumda sızlayan hasretini, bir kez idrakin lezzetini ve bir kez seni!..

Not 21: Bu dünyadaki varlık amacı kişinin kendi refahına indirgenmiş durumda. Böylesi bir düzlemde iyiyi, güzeli, faydalıyı, adil olanı aramak aşırılık olarak görülüyor ve algılanıyor. Herkesin elinde tuttuğu sert ideolojik kalıplarla birbirini bastırmaya, sindirmeye çalıştığı bir süreçte hakikatten yana, uzlaşıdan, toplumsal barıştan yana olmak çok marjinal bir yaklaşım olarak algılanabiliyor. Nihayetinde hudutları olan ve bu hudutları aşmadan daha iyiyi, güzeli bulmak için yol yürümek zor bir imtihan olarak bugünün insanının önünde duruyor. İmtihan basit ya var olacak ya da uyum sağlayıp, onaylayıp kalabalıklar içinde kaybolacak birtakım tercihleri insanın önüne getiriyor. Herkes yürüyüşünü bu tercihlerine göre şekillendiriyor. Bir var olma meselesi bu yürüyüş ve herkes yürüyüşünden kendini belli ediyor. Yolda kalmak zor bir mesele… Hoşça bakın zatınıza…

Not 22: Seçimlerden, 2024 Belediye seçimleri, sonra IMF ye gidersek şaşırmayın..
Benden söylemesi , yerel seçimlerden sonra ekonomi yönetimini IMF ‘ye yönlendirebilirler , seçimlerden sonra önlerinde 4-5 senelik, seçimsiz rahat bir dönem var.