84 yaşında Konya’da içme suları vakfı başkanı bir dayı saldırıya uğramış kiracıları tarafından, geçmiş olsun diyoruz, geçmiş olsun diyoruz ama artık belli bir yaştan sonra da hayatın aktif alanlarından çekilip biraz hazırlık yapmak lazım öbür tarafa daha insancıl yaşama ve ince narin zarif detaylara değil mi?

84 yaşında ne işin var dayı başkanlıkta, torunların kafede arkadaşlarıyla senin biriktirdiğin paraları eziyor. Sen neyin peşindesin, git evinde otur hayatın tadını çıkar, güzelce yaşamına anlam katmaya çalış. Bu ne makam koltuk aşkıdır, bu ne dünyevi bir iyileşmedir. Hala neyin peşindesiniz anlamak mümkün değil. Yahu bir ayağınız toprakta. Hiç ölmeyecekmişçesine bu hırs nedir. Tabii ki hastalıktır.

Son söz: Bu arada gri listeden çıkmışız, hayırlı olsun. Doğrudan sermaye dahil ülkeye büyük fonlardan ciddi paralar akacak. Umarım üretken alanlarda kullanırız. Türkiye için inanılmaz pozitif bir çıktı. Güzel gelişme. Hem de çok güzel. Ülke adına çok sevindirici gelişme. Emeği geçen tüm yetkililere yürekten teşekkür..

Benden söylemesi: Sağlık sistemi tam anlamıyla çökmüş durumda. Hiçbir kamu hizmeti devletin halka sunduğu, iddia ediyorum sağlık ve hastane hizmetleri kadar kötü değil. Durmadan her yıl sağlık bakanlığına 80 bin her yıl 80 bin hemşire ve hasta bakıcı alınıyor; buna rağmen durmadan hizmet azalıyor. Doktor dahil sağlık çalışan sayısı artıp hizmet kalitesi nasıl düşer bir kurumun bu kadar!

Hastanelerde çalışan doktorlar dahil sağlık personelinin aldığı para haram.. Hemen hemen hiçbiri çalışmıyor. Diğer hiçbir kamu hizmeti bu kadar rezil değil..

Not 1: Analar ölür

Kök salar hasret yüreklere

"Bir evlat pir olsa da"

O zaman anlar ancak neymiş öksüzlük.

E. Bayazıt

Not 2: Nasıl olur daha dün beraberdik

- Salıncakta İki Kişi’yi izlemiştik daha dün nasıl olur

- Geçen pazar kırlarda dolaşmıştık

"Göçmen kuşlar yerli kuşlardan daha mutlu olmalılar

Hayatı dolu dolu yaşıyorlar" demişti, unutamıyorum.

Erdem B.

Not 3: Sonra bir mezarlıkta

Bir çukurun başında

Bir kapının ağzında

Herkes susar

Konuşur ölüm.

Ve sürer hayat.

E.B.

Not 4: Karım bomboş bulacak dünyayı

- N’olurdu birlikte ölseydik, deyip duracak

Oysa insan yalnız ölür

Ama o olmayacak dualarla teselli arayacak.

E. B.

Not 5: Kızlarımın gırtlaklarında bir düğüm

Bir süre kaçacaklar insanlardan

Boşluğa düşmüş gibi bir duygu içlerinde

Sonunda onlar da kabullenecekler öylesine.

E.B.

Not 6: Biliyorum yaklaşıyoruz her an

Biliyorum oruçlu doğar insan

Ölümün iftar sofrasına!

E.B.

Not 7:  Hayatında güzeldin,

Ölümünde güzelsin

Öldün

Bir daha ölmeyeceksin!

Not 8: Memura 1500$ maaş ödüyorlar, ama yine yetmiyor.

Niye?

Bu defa da DOLAR para etmiyor.

Çünkü, ülkede ÜRETİM az.

Rakamlarla oynayarak olmuyor o işler.

 

Not 9: 10000 TL maaş yetmiyor ama, kaç yaşında EMEKLİ oldun?

Kaç yıl çalıştın, kaç yıldır maaş alıyorsun?

Not 10: Sayın Ekonomi Bakanı’nın:

Harcaması ile ödediği vergi uyumsuz olan kişileri incelemeye alacak olması,

Son derece DOĞRU karar.

Bu karar için Ekonomi Bakanlığını TEBRİK ederim.

Not 11: Ben Yeni bir Vergi Önermeyeceğim sadece kendisine birkaç mesaj iletmek istiyorum:

Kendisinin şunları yapması iyi olur diye düşünüyorum:

1) Büyük Enkaz devraldıysa, O enkazı kimden devraldığını söylemeli.

2) Fakirden vergi almayı bırakmalı.

3) Kamu Bankalarının görev zararlarının peşine düşmeli

4) Nas Ekonomi Modeli denen şeyin Ülkeyi nasıl batırdığını halka açık sözlülük ile anlatmalı.

Not 12: Türkiye:

Garsonların aldığı Bahşişten alınacak vergiye kaldıysa:

Sorumlusu Nas Ekonomi Modeli denilen zamanında inatla indirilen faizlerdir.

Ülkenin köküne Kibrit suyu döküldü. Yapmayın diye yalvardım.

Enflasyon %25 iken NAS diyerek faizi %9'a indirip önce Enflasyonu sonra da Faizin kendisini patlattılar.

Şimdi para kalmadı. Bahşişin Vergisine mi kaldık? :-(

Yazıktır, Günahtır. Bir kişi de çıkıp hatalıydık demedi.

Bahşişlerden Vergi alınması fikri TAMAMEN yanlıştır.

Türkiye bu seviyeye inmemeli. Allah Aşkına Olur mu? Olur mu?

Türkiye'nin alt gelir grubundan değil, hükümetten, siyasetçilerden, itibardan tasarruf etmesi lazım.

Ekonomi Bakanlığına rica ediyorum, garsonların bahşişlerinden vergi alınması fikrinden vazgeçsinler..

Not 13: Küçük nesneler orantısız büyütülürse büyüsünü güzelliğini kaybeder garabete dönüşür!

Mesela bir bebeğin boyutunu üç beş kat büyüterek heykelini yapın hilkat garibesi haline gelir!

Küçük nesneler insan ve hayvan gibi büyütülemez!

Natürmortlara iyi bakın, meyveler çok büyütülmez!

Heykel dediğimiz şey oranların dengesi ve ahengidir!

Bir elmayı bir karpuzu çok büyüttüğünüzde ortaya ucube çıkar!

İnsan ve hayvanın vs. zihnimizdeki imgeleri devasa ölçekte büyütülmeyi kaldırır!

Bakın, Hitit Güneşi küçük ve çok güzeldir ancak Ankara Sıhhiye Meydanı’nda olduğu gibi büyütürseniz büyüsünü bozar ortaya örümcek canavar gibi garip bir şey çıkar!

Bakın, Ankara Yıldız’da Zülfü Livaneli Kültür Merkezi (Zülfü Livaneli kimdir kültür merkezi yapıyorlar, ayrı dert) önünde Nazım Hikmet’in omzuna elini atmış Zülfü Livaneli heykeli!

Sirk cüceleri gibi bir şey! Nazım Hikmet gibi zihinlerde yeri çok büyük olan bir sanat adamını Zülfü Livaneli boyutunda yaparsınız ortaya hilkat garibesi çıkar!

Hareketi ve ifadesi olmayan nesnelerin heykelini yapmak deha düzeyinde ustalık ister!

Sabit bir nesne çay bardağını şehrine simge yapıp büyütüyorsan hareketi akışı olmayan durağan nesnelerin abartılı büyüklükleriyle ortaya utanç verici zevksizlik, cehalet ve rezillik çıkar!

Şehrinize simge arıyorsanız çay içen ihtiyar adam ya da nohut tarlasında çalışan köylü kadını ya da çay toplayan ya da fındık toplayan kadın heykeli gibi yani ancak bir hikayeyle pekâlâ anlatılabilir! Bir nohutta hangi hikâyeyi dondurup hangi hareketi akıtacaksın!

Milyonlarca çirkin binaya milyon dolarlar harcayıp sonra sıra meydanın tam ortasına sanata estetiğe gelince ucuzuna kaçıp şehrinizi ve kendinizi rezil etmenin ve bizleri utandırmanın anlamı nedir, zulümdür?

Hemen her köy ve şehrimizi simgeleyecek çok zengin tarih ve kültür mirası varken bu denli ucuz zevksiz biçimsiz cehaletiyle insanı kusturan heykelleri bir de bilmiş cahil cesaretine bakın şehrin meydanına yapıyorsunuz!

Sanat, edebiyat, müzik, heykel, vs. insan ruhunu yükseltmek için var, utandırmak için değil!

İhale, yağma ve talanla memleketten soydukları milyar dolarların hesapsız hacimleri boyutları bu arkadaşların estetik ‘oranları’nı fena bozmuş!

Memleketimizin dengesini bulabilmesi için kuşkunuz olmasın hepsi yıkılacak!

Cem Yılmaz’ın ünlü esprisidir! Bütün insanlık mahşerde huzurda toplanıyor! Yüz bin yıl öncesinden ilkel kabilelerde orada! Ancak ilkel kabileler çok şaşkın, çünkü neden orada olduklarını ‘konuyu’ bilmiyorlar, konunun farkında değiller!

 

Not 14: Bir Karadenizli için yayla bütün günlük problemlerden kurtulma kaçma yeridir, türküsüdür, nirvanasıdır, ihtiyarlığını son günlerini beklediği yerdir, sonsuzluklara bakıp nihayet nefes aldığını yaşadığını insan olmak var olmak coşkusu ve saygısını tattığı yerdir!

Yaylanın sınır çizgileri yoktur, dağlar dağlar üstüne, gözleriniz alabildiğince yemyeşil ve masmavi ufuklardadır!

Bir Karadenizli hangi uzak gurbet diyarında yaşarsa yaşasın bir gün çekip gideceğim dediği bunalıp buralarda yapamıyorum deyip darlandığında, yaylaya gitmek, bu dünyaya tutunmak için kendini teselli ettiği son çaredir!

Hakikaten yaylada insanın ruh dengesini tedavi eden bir şey var!

Ormanlar içinde ormanlardan ve ormanların önündeki çayırlarda mor çiçekler açan orman gülleri (komar) ve zehirli çiçekleriyle ünlü zifin tarlalarından geçiyoruz, içimize bir hoşluk giriyor, virajlı orman yollarını döndükçe başka bir iklime yükselip başka bir kimliğe giriyoruz!

Yemyeşil ve dimdik ladin ormanlarının içinde mosmor komarlar ve sapsarı zifin tarlalarının muhteşem güzelliğinin seyrine doyulmaz, istisnasız bütün Karadenizliler bu iki çiçeğe aşıktır, gözyaşlarını tutamaz!

Yaylacılar henüz yaylaya çıkmamış, çıkanlar da çok az! Yayla evleri boş! Çocukluğumda bu yaylaların her yamacında arı kovanı gibi binlerce sığır görürdük!

Kemre, bizde hayvan gübresi, tezek demek, çocukluğumuzda yayla yollarında kemreye basmadan yürümek mümkün değildi, şimdi, onlarca kilometre yol alıyoruz bir tek kemreye rastlayamadık!

Nasıl bir hayatın içine düşmüşsek sığırımızın bokuna bile hasret kaldık! Yollarda kemre yok ama her taraf camii dolu! Kemre kokusu olmayan köy mü yayla mı memleket mi olur? Kemre kokusu köylünün parfümü, üniversitesidir, çiçeği çiçek yapan çimeni otu tarlayı besleyen!

Ne yani şampuanlar ve deterjanlar ve kozmetik ülkesi şehirde kemre kokusu olmadan huzur mu bulduk, başımız göklere mi değdi!

Not 15: Doğada çirkin yoktur!

Rahmet ve coşku ve insanlığın kurtuluşu doğadadır!

Biçimsiz çirkin binalarla asfaltta çift yolla memlekete ancak doyumsuz azgın ahlaksız mutsuz ve kendine yetmeyi bilmeyen köle köpek yağmacı talancı beleşçi imhacı katliamcı nesiller yetiştirirsiniz!

Not 16: Ayağınıza taş değse kırk mahkemede dava açarsınız, kendi tarlanızdan yarım metre karşı tarlaya kaysa cinayet işler kan davası yaparsınız; bu dağları kim soyuyor kim deliyor, dereleri gırtlağından kim boğuyor, gıkımızı çıkartıp sahiplenemiyoruz! Bu halsizliğimiz yoksulluğun yetersiz beslenmesiyle demir eksikliği mi, bakırdan demirden dağların ortasında bu demir eksikliği nedir?

Anadolu’nun eşsiz zenginliği, paha biçilmez bu dağlara, değer biçilmez, ormanlar ah çekmekten yorulmuş, kurbanı hep biz mi vereceğiz, çocuklarımız hep gidecek ve hiç dönmeyecek, sinir kızgınlık dağların tepesine çıkmış, gurbete evlat göndermekten yorulmuş, artık toprağı bekleyeni kalmamış, sanki kayasını çatlatıp yuvarlayıp başınıza indirecek!

Hangi tepesine tırmansak Anadolu’nun derinden iniltiler! Hepsi okumuş insanlar zenginlik ortasında yoksulluk ağırlarına gidiyor! Uçurumlar beynimizde yankılanıyor!

En eski şarkımızdır yoksulluk ve uçurum!

Sarıldığımız sevgili, beynimize saplanmış paslı çivi!

Posta koyduğumuz meydan okuduğumuz meydan yeridir uçurum!

Şimdiki zaman, geçmiş zaman, gelecek zaman bütün zamanların bizi çektiği yerdir yoksulluğun ağzında uçurum!

Tecavüze uğrarken iğfal edilirken soyulurken kaçıp sığındığımız yerdir! Annemizin rahmi, dönüş yolumuz, beşiğinde bir ömür sallandığımız uçurum!

İçimizde kurulan istiklal mahkemesi, hak divanı dedikleri yerdir, bu dipsiz uçurumların toprağın sökülüp indiği en ucunda elbet bir gün yakalarına yapışacağız!

Not 17: Dozu ne kadar yüksek olursa olsun, uçurumlar baş dönmesine iyi gelir, baş ağrısını keser! Ey kütüphanesinde tozlanmış insanlık, ne zaman döneceksin tabiatın kutsal yalnızlığına! Ağaçlar ormanlar taşlar coşkun sular çok sabırsız, çok hiddetli, dev insanı yontmak için, bozulmadan daha fazla ruhumuz!

Hiç merak etmez mi insan doğanın bizi uygarlıklara ateşlere atan bozulmamış satılmamış kirletilmemiş ilk halini!

İnsan hiç merak etmez mi kutsal yalnız tepelerin en yüksek sanat eserlerinden daha yüce hazinelerini!

İnsan hiç merak etmez mi gururlu yalçın tepelerin kutsal ıstırabını!

Not 18: İnsan olabilmemiz için önce bir insanın evrende yalnızlığınızı hissetmesi lazım, şöyle, ben bu dünyaya niye geldim demesi lazım, sonra Allah korkusu lazım, yani kimse görmüyorsa da ben görüyorum, bu yüzden sorumluyum diyebilmeli, sonra sonuçları ne olursa olsun öldürülme, suikast, hapis gerçeklerini haykırması lazım!

Allah korkusu olmayan insanlar kullanılır, kullanıldı, çünkü şöhret ve ödül ve makam ve para hırsı, Allah korkusunun önüne geçti!

Yazarları, akademisyenleri, siyasileri Allah korkusunu inşa etmedikçe FETÖ ve benzeri yapılar milyar dolarlarımızı çalmayı sürdürecek!

Liyakatsiz cahil cühelayı devlet kurumlarına dolduracaktır, dini ve Allah’ı kullanıp ahlakı çürütecektir ve sömürgeci şirketler tereyağından kıl çeker gibi hazır savcılar, siyasiler bulup işgali tamamladı!

Allah korkusunun inşası için insanın birazcık kendi yalnızlığında bir hayat geçirmesi lazım, dünyayı evreni kendini sorgulaması için!

Kendi varlığının sorumluluk bilincine varması için! Kendi kimliğinin inşası için! Kendine sunulan verili kavramları cemaatleri ideolojileri sorgulaması için!

Allah korkusu yoksa istisnasız hepsi ortak bir paranoyaya dahil olur ve topluca ihanete sürüklenir!

Allah korkusu taşıyan insanlar yaşadıkları memleketin milli istiklaline saygı duyar, Cumhuriyet nedir bilir, bağımsız mahkemeler dünyaya niçin geldi bilir, hukuk karşısında herkesin eşitliği için çalışır, kimsenin efendi mübarek diye imtiyazlı olamayacağını bilir ve kendini kanundan üstün görenlere karşı itiraz etmenin ve karşı çıkmanın var oluş kavgasını verir!

Kırk uzun yıl ne Allah korkusu, ne Cumhuriyet tanıdınız!

Ne de insanı tanıdınız!

İnsan bir mucizedir, gün gelir en büyük orduları, en büyük sermayeleri, en korkunç diktatörlükleri, o küçücük zayıf bedeniyle ölümünü hiç düşünmeden karşısına alır ve bütün yalanlarınızı ve sahte barış demokrasi iyilik hizmet palavralarınızı faş eder!

AKP’liler bilmiyorum neye güveniyorlar, bu derin suskunluğun ilelebet gideceğine mi inanıyorlar, gün gelir, insana güvenim sonsuzdur, AKP içinden de Ahmet Dönmez ve Ebuselem gibiler mutlak bir gün çıkacaktır!

Korku ve güç değil, insan kazanacaktır!

CIA ve İslamcı tarikatlar ve sömürgeci şirketler değil, insan kazanacaktır!

Yalan, sahte, kripto, manipüle değil sonunda hakikat kazanacaktır, elimizde bir ülke kaldıysa!

Bağımsız yazar ve partileriniz olmadıkça FETÖ’ler gider yeni Menziller yeni kullanışlılar gelir, bin yıl daha!

Kendi kalemine, kendi bileklerine, kendi beynine güvenen tek kişi yoksa, ülkeniz ve bir Cumhuriyet’i hiç hak etmiyorsunuz, kölesiniz!