Kendimden çekilmiş bir şehir gibiyim
Ve ortasında yalnızlık girdabının
Yapayalnız biriyim
Başına karlar yağmış dumanlı dağlar gibiyim
Kimsesi kalmamış çocuklar gibiyim
Hasreti özlemi gel bana sor
Ne yalan söyleyeyim iyi değilim..
Şair yazar Mustafa Akgülün kaleminden damlayan beyitlerine köşemizi açtık. Kalemine ve yüreğine sağlık diyoruz.
Sonbaharı kucaklarken bu dörtlükler ruhumuzdaki hüzne eşlik etti karşılıksızca ve umarsızca. Yaprak dökümü döngüsü bir kez daha devrede.
Sonbaharla konuşurken farklı bir karaktere büründüğünüzü fark edersiniz. Daha dikkatlisinizdir ona karşı. Önünde ceketin düğmelerini ilikleyip, şöyle bir toparlanır, rehavetten çıkar, kendinize gelirsiniz; yoksa hiç dinlemez çarpar sizi. Şakası yoktur onun.
Sonbahar, aslında oldukça renkli, konuşkan bir mevsimdir. Ayrılık, hüzün, değişim, renklerin ahengi gibi çok şey anlatır size. Çok yönlü rızıklanırsınız. Size özel konuşur o.
Sonbaharla birlikte renk çeşitliliği ayrı bir nimet. Gözün bayramı âdeta. Koca dağlarda, bağlarda sonbaharın renk cümbüşü.
Sarının, yeşilin birbirinden harika tonlarıyla yapılmış muhteşem görüntüler. Aynı ağaçta sarı, yeşil onlarca farklı tonlarıyla gözlerinize, ruhunuza dokunuyor. Hayranlığınız, imanınızın oranında tefekkür rızkınız oluyor. Hayret duygusunun neden verildiğini, elhamdülillahın derin manasını, zikir, fikir ve şükrün konsantre hâlini dilde, gözde, bedende hissediyor, bir de bunun için ‘Elhamdülillah’ diyerek, sonbaharı yaşıyorsunuz.
Bizi bir sonbahara eriştiren Rabbimize hamdü sena eylerken; dört temmuzda toprağa verdiğim güzel ve yalnız anamın yerin altındaki ilk sonbaharının kalbime yaşattığı yaprak dökümünün verdiği ızdıraba şifa vermesi dileğiyle alemlerin yaratıcısına niyaz ederim. Hoşçabakın zatınıza..
Son söz: Vedalar ancak güzel yürekleri acıtır..
Aforizma: İnsanın içindeki beklentiyi bitirmesi de bir vedadır.
Ustalara vefa: “Ayrılıklar da sevdaya dahil!” diyor Atilla İlhan ve cevap veriyor Cahit Zarifoğlu: “Oturup konuşsaydık geçerdi belki her şey. Başını alıp gitmek sevdaya dahil değil..”
Tadımlık: Karanlık ile aydınlık arasında ne tamamıyla kararmış veya ne de tamamıyla ağardığına karar verebileceğimiz bir boz bölge yoktur.
İsmet Özel
Kulağa küpe: Sizin olanı çalıyorlar ve ceza görmüyorlar.
Fark edilseler de edilmeseler de korkmadan yağmalıyorlar, yakalanacak olduklarında da kendilerini parayla ve nüfuzlarını kullanarak kurtarıyorlar.
Jakob Burckhardt
Not 1: Öyle bir zalımla ortaklık ettik,
Dolu ona düştü, boş bana düştü.
Bir ulu defterde hesaplar tuttum,
Beşbin ona düştü beş bana düştü.
Bir deryaya girdik, daldık, dolaştık,
Ulu bir mecliste güldük, gülüştük,
Vücudumu parça parça bölüştük,
Gözüm ona düştü, yaş bana düştü.
Mahzuni denizle açtık arayı,
Arayı arayı buldum karayı,
Beraber çalıştık, yaptık sarayı,
Saray ona düştü, iş bana düştü...
Aşık Mahzuni Şerif
Not 2: Metin Külünk ve yakınındakiler, ne yaptı ne ettilerse parti içinde eski güçlerine kavuşamadılar.
Erdoğan’ın tercihi onlardan yana olmadı; bir nevi partiden hem de Erdoğan’ın eliyle dışlandılar.
Külünk, “Erdoğan zirvede bırakmalı" demeye başladı.
Kapıya konan aydınlanıyor!
Not 3: Ne dersek diyelim şu yaşadığımız pahalılık çok farklı bir durum. Yani enflasyon ötesi bir fiyat dengesizliği yaşıyoruz.
Mesela sene başında maaşınız normal alım gücüne ulaşıyor ama sene ortası zam yapılıncaya kadar artan fiyatlar bize pahalılık olarak yansıyor. Ve maaşlara yeniden zam zamanı gelince alım gücü yine eski seviyesine ulaşıyordu.
Diyelim ki dolar/tl kuru bundan 10 kat azken fiyatlar neymiş?
Mesela 2016 yılı sonlarında dolar/tl 3,0 lira civarlarında. Ve o günlerde et 35 lirayken şimdi 600 liraya dayanmış durumda. Beyaz peynir 20 lira ortalama iken şimdi 300 lira.
Kabaca fiyatlara bir sıfır eklenmiş durumda. Ama burada kimi fiyatlar 5-6 kat artarken kimi fiyatlar 10-15 kat artış gösterdi.
Kısa sürede yaşanan bu sert ve reel fiyat artışları hepimizin ve herkesin dengesini öyle bozdu ki; hala adapte olamadık. Ama en büyük etkinin emlak üzerinden gelişi ve servet etkisi toplumda bütün dengeleri de alt-üst etti.
Biz hep gelirden kazananları ekonomide dikkate alıyoruz ama sanırım bu dönemde bizim asıl dikkat etmemiz gereken servetten kazananlarolmalıydı.
İşte orayı feci kaçırdık ve bu dengesizliğin ana nedeni de sanırım bu servet etkisi oldu.
Acaba diyoruz Nass.. politikası ile emlak fiyatları aşırı artış gösterdi. Bu emlak artışı beraberinde kira artışı ile zincirleme bir fiyat dalgası mı oluşturdu?
Bir lokanta veya bir bakkal elbette kira maliyetini de hesaba katacaktır. Hizmetler sektöründeki fiyat artışı yoksa emlak-kira artışından mı geliyor?
Not: Emlak fiyatları reel bazda yüzde 100’ün üzerinde artış gösterdi. Bazı yerlerde bu artış yüzde 200’lere kadar ulaştı. Mesela 200 bin dolarlık yer artık 600 bin dolara kadar yükselmiş oldu.
Not 4: Byung Chul-Han, “Ötekini Kovmak” (Çev. Mustafa Özdemir, Ketebe Yay., 2024) adlı eserine “Ötekinin var olduğu zamanlar sona erdi.” diye başlar. Kitap boyunca tekrarlanan hüzünlü bir mırıldanıştır bu! Neoliberalizm, küreselleşme ve dijital düzenin insanı sürükleyip bıraktığı yer, ‘aynılığın cehennemi’dir. İletişim değildir kurulan artık, bağlantıdır.
Aynılık nedir? Aynılık, o büyük dijital gürültüde ve peş peşe akan görüntüler ırmağında insanı farklı kılan, diğerine göre ‘öteki’ yapan özge sesinin ve bakışının kaybolmasıdır. Bu aynılık cehennemine düşen insan, artık durmaksızın kitlenin -koronun mu demeli- söylediklerini ve yaptıklarını tekrar eder. Oysa tekrar, otomatik ve şuursuzca bir tepkidir, sürüleşme işaretidir. En önemlisi bilme’ye ilişkin değildir. Çünkü bilme, şahsi bir tecrübe ve idrakle bilgiyi ‘kendi mülkü’ yapma -kemal- sürecidir, bundan dolayı zor ve yavaştır. Aynıların tekrarı sadece slogandır… Örneğin cemaatler, aynılaştırır, insanın kendi/ öteki olmasına izin vermez. Narsist bir tavırla sadece kendine bakar ya da bakılmasını ister, ötekine karşı sağır ve dilsizdir. Oysa şahsiyet/ kendi olmanın biricik yolu, öteki dediğimiz varlığın aynasına bakmakla mümkündür. Aslında öteki bizim varlığımızın teminatı ve kanıtıdır. Tüm varlıklar zıttıyla kaimdir, her ‘şey’ kendini öteki sayesinde bilir ve tanımlar. Kıyas, kendimizi bilmenin, görmenin ve tartmanın yoludur. Ama kıyas için mutlaka öteki’ne ihtiyaç vardır.
Not 5: “Bugün dünya bakış fakiridir” diyor Chul-Han. Dijital ekran ‘bakış’ı olmayan bir penceredir. Günümüzde bakış yok, gözetleme vardır, bir tür panaptikon tahakkümü. Büyük, dijital bir gözetleme kulesi, orada büyük bir göz, hücrelerindeki insanları gözetler, gözetlenen göreni görmez. Tıpkı George Orwell’ın 1984’ündeki gibi; her yerde her duvarda bir poster, posterde kocaman bir yüz, altında şu yazı: “Büyük Biraderin Gözü Üstünüzde”!.. Görülen herkes aynının cehenemindedir işte! Şimdi daha da gelişti durum: İnsanlar özgürlükleri kısıtlanmaksızın, gönüllü olarak dijital panoptikonun önünde her şeylerini -gözetleniyormuş gibi hissetmeden- gözler önüne seriveriyorlar.
Bakış gibi ses de kaybolmuştur bu dijital gürültü içinde. Oysa ses de ruha değer ve etkiler. Ama çoğalmış/ aynılaşmış ses, öteki sesi de bastırıyor. Öyle diyor Chul-Han; “Artık aynının dijital gürültüsünde ötekinin sesini duyamayız.”, sadece birtakım hayaletlerle iletişim/ bağlantı kurmaktayız.
Dikkat ediyor musunuz, aynılaşma sanata da sirayet ediyor, aynılaştıkça özge temaşa, özge ses, özge dil de kayboluyor, edebiyat siliniyor. Aynı kümeler bir de aralarında adeta top çeviriyorlar. Oysa her edebi metin, birinden ötekine ‘kendince’ ulaşma çabasıdır, bu nedenle öteki’ne muhtaçtır, “Şiir ötekiyle sohbeti arar”. Ama niçin, elbette kendi boşluğundaki acıyı veya neşeyi ötekinin boşluğuna bırakmak için. Ses, bir kulağı bulsun diye çıkarılır. Dinlemek, -hatta okumak- ötekinin sesini kulağımızda -ruhumuzda- misafir etmektir, hatta misafirperver bir sessizliktir.
Not 6: Bir de like toplumundan bahsedeyim. Hani şu sosyal medyada çoğumuza sirayet eden beğenilme hastalığından. Like kültürü kendini odağa koyan narsist bir tavırdır, yaralanmayı değil övülmeyi bekler. Like toplumunda sadece kendinizle ve benzerlerinizle karşılaşırsınız. Oysa yara “ötekinin içeri girdiği aralıktır”.
Son olarak, yeni insan sadece performans öznesidir, ürettiğiyle değer bulur. İşte bu nedenle zaman sadece kendine aittir, çünkü neoliberal anlayış ötekine ayrılan zamanı bir verim, üretim kaybı olarak görür. Behçet Necatigil, bunu yıllar önce fark etmiş ve “Sevgilerde” şiirinde Byung Chul-Han’a selam göndermiştir:
“Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya
her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.”
Bu dizelerde Elias Canetti’nin deyişiyle “evleri mesken tutan”, sadece kendine dönük bir adam akan zamana bakıp kalmıştır…
Not 7: Nasıl ki tohumun toprakta çürümesi yeni bir fidan hayatıdır, insan da ölümle ebedi hayata mazhar olur.
Evet, mevt yalnız tahrip ve sönmek değildir ki sebeplere verilsin, tabiata havale edilsin. Belki, nasıl bir tohum zahiren ölüp çürüyor; fakat batıni olarak bir sümbülün hayatına ve yoğurmasına, yani cüz’i tohumluk hayatından, küllî sümbül hayatına geçiyor. Ölüm de zahiren bir çürüme, yok oluş gibi göründüğü halde, hakikatte, insan için sonsuz hayata başlangıç oluyor.
Ey insan! Yokluğa, hiçliğe, çürümeye, dağılmaya gittiğinizi zannetmeyin. Siz yokluğa değil, bekaya, ölümsüzlüğe sevk olunuyorsunuz. Hakiki Malik’e gidiyorsunuz.
Ölüm mukadder ise de insanın dünyaya gelmesinin amacı ölmek değil yaşamaktır. Allah, ruhundan üfleyip yarattığı ve şuurla bezediği Adem’in nesline aslında ebedî hayat vermiştir. Ancak hayat iki devreye ayrılmış olup ilk devre bir tür eğitim ve sınav, ikincisi ilk devrede elde edilen sonuçların şekillendireceği ebediyet sürecidir. Ölüm hayatın bu iki dönemini birbirine bağlayan ve insanı ebedîleştiren bir araçtır:
Şairler sultanı olarak bilinen Baki’nin de ifade ettiği gibi, “bu alemde baki kalan hoş bir seda” bırakmaktır.
Bu vesile ile annemin vefatı sebebiyle acımızı paylaşan tüm dostlara selamlarımı, sevgilerimi ve saygılarımı sunuyorum.
Herkes ölümü tadacaktır; yaptıklarınızın karşılığı size eksiksiz olarak ancak kıyamet gününde verilecektir (Ali İmran, 185).
Doğrusu biz Allah’a aitiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz (Bakara, 156).
Not 8: Ecnebiler moral of the story, diyor, bizdeki karşılığı ile kıssadan hisse: Yapay zeka yazılım geliştirme araçları zaman ve üretkenlik açısından büyük avantajlar sunuyor. Fakat bu araçları kullanabilmek, anlamlı çıktılar üretebilmek için bir yazılımın yaşam döngüsünü, yapay zekadan ne isteyeceğinizi bilecek kadar bir kod okuryazarlığı -bence- şart.
Not 9: Geçtiğimiz günlerde bir yakınımın aralıksız aylardır benden istediği web tabanlı taşıt yönetimi yazılımını birkaç saat içerisinde, GPT4.0’ın yardımı ile hazırlayıp, teslim ettim.
Muhtemelen bu yazılımın hazırlanması 3-4 saatimi almıştır. Bana bu yazılımı geliştirmenin maliyeti ise takriben 18 doları buldu. Helali hoş olsun.
Fakat bu süreçte gördüm ki yapay zeka kullanarak yazılım geliştirmek, gerçek anlamda bir pratiklik ve kolaylık sunsa da, yazılım altyapısı olmayan biri için pek de öyle sihirli bir çözüm olmayabilir.
İlk elden şunu söylemeliyim, doğal dil ile talimatları verebiliyor olsanız bile, gerçekten ne istediğinizi biliyor olmanız gerekiyor. Bu da kanaatimce hiç değilse bir dilde yazılım geliştirme tecrübesine sahip olmayı gerekli kılıyor. Aksi takdirde yapay zekanın “şak” diye yazdığı kodları çalıştırmak, hele ki kodda bulunması muhtemel hatalar nedeniyle saçınızı başınızı yoldurabilir. Demedi demeyin!
Dolayısıyla yapay zekanın sunduğu bu önemli avantajdan faydalanmak isteyenlere temel düzeyde de olsa yazılım geliştirme süreçlerini anlatan kurslardan istifade etmelerini nacizane tavsiye ediyorum.
Not 10: 3.Dünya Savaşı, öyle bildiğiniz teknolojiler ile olmayacak.
Şu anda Türkiye'nin geliştirdiği silahların teknolojisi 75 yıl eski.
Anca Yunanistan gibi dandik devletlere havamız söker onlarla.
Maalesef, HAYAL DÜNYASI içerisinde yaşıyoruz.
Not 11: %2.97 çok yüksek geldi.
SABİT KUR var.
Neden %3 enflasyon oluyor?
ASGARİ ÜCRET zamları sürdükçe, enflasyon düşmez.
Ekonomi bu zamları kaldırmıyor. Eriyor işte.
Eriyorsa, zam yapmamak daha iyidir.
Not 12: Türkiye;
-Bölgedeki tüm dağları içine alacak,
-PETROL BÖLGELERİNİ tümüyle dışarıda bırakacak şekilde oluşmuş.
Düzlük petrol bölgesi Musul ve Kerkük’ün, sınırlarımızın hemen dışında kalması mesela..
“İngilizleri ülkemizden kovduk,” ama bir zamanlar birer eyaletimiz olan Irak ve Ortadoğu’daki petrol havzalarının (yeşil renkle taralı bölge) bütünüyle sınırlarımızın dışında ve İngiliz mandasının kontrolünde kalmasına engel olamadık.
Musul ve Kerkük ile 12 Ada’nın sınırlarımızın içinde kalmasını sağlayamayan Lozan Anlaşması, nasıl bir başarı sayılabilir?
Hayıflanmamak elde değil!…