Kiralardan %25 zam sınırının -ki, bu da yüksekti- kaldırılmasıyla beraber, ev kiralamak da gençlerin takatini aşıyor.

Basından edindiğimiz bilgilere göre, ev sahipleri, kiralama kriterlerini, şartlarını değiştirmiş, yeni ve daha zor şu şartları öne sürer olmuşlar:  

Devlet memuru olmak, maaş bordrosunu ibraz etmek, kefil vermek, bir evde kiracıdan başka -çalışan ya da emekli- bir maaşlı kimsenin bulunması.

Bu ne biçim bir talep!

Şair, gönül dünyasından yola çıkarak, şiirinde;

“Örnek bir yuva kurmaktayız namuslu vakur

Aşk var bu evin temelinde, harçların, şâhı

Gelecek günlerin en güzeli, en ferahı

Kalbi temiz alnı ak sevişenlerin olur”  temennisinde bulunuyor, ama o günler nerede…

Maddî durumu iyi olan, evlâdına iş bulan, eş bulan; yuva kurabilen bir kısım insanları hesaba katmazsak, bu işin altından kalkabilecek ne aile ne de bir genç var.   

Bunun içindir ki hangi gence sorsanız, çözüm bulamadığı işsizlikten; yani, çaresizlikten dolayı başka bir ülkeye gitmeyi, orada yaşamayı düşündüğünü söylüyor. Tabii ki mümkün olursa.

Gençlere bir dokun, bin ah işit.

Toplumdaki gerginliğin, huysuzluğun, huzursuzluğun sebebi bu! Âdeta pimi çekilmiş el bombası, insanlar.

“Toplum nasıl bu hâle geldi” sorusunun en kısa cevabı:

“Güneş çarığı sıkar, çarık da ayağı sıkar” atasözüdür.

Bırakın bir eve iki maaş girmesini, bırakın devletten maaş alıp da bordro ibraz etmeyi; adam işsiz kardeşim, işsiz!

Aç, biilaç.

Altının gümüşün, düğün paketinin; giyim kuşamın fiyatları ortada.

Gençlerin evlenebilmesi, yuva kurabilmesi için bütün bunlar ihtiyaç.

Hâl-li pürmelalimiz, böyle!

Vatan sağ olsun:

Ölüme gülümseyerek koşan bir milletin ahfadıyız. Şehit haberleriyle üzülüyoruz. Geride gözü yaşlı aileler kalıyor. Yüreğimiz dayanmıyor çoğu kez. Sonsuzluğun sahibine şerefle teslim edilen bedenlere ne mutlu! Şehit olamadım diye ağlayan insanlarımız var. Bu psikolojiyi bizden olmayan anlayamaz.

Biricik evladını toprağa veren babalar: "Vatan sağ olsun!" diyor. Ve ardından, ben de hazırım vatan için can vermeye, diyor. Bunu Batı dünyası idrak edemez. İşte bu yüzden biz tek yüreğiz. Her acıyı vücudumuzda hissederiz. Sevincimiz de hüznümüz de ortaktır bizim.

Hangi şehit cenazesine baksak evlerinde hüzünden ziyade şerefli ve haklı bir gurur var. Bizi tarihte var eden ruh da buydu. O ruh hiç ölmedi. Çünkü bedendir ölen. Bizi dirilten en büyük güç millet ve vatan için birlikte can vermektir. Birlikte can verenlerin torunları bugün yine birlikte cephededir. Yüreğimiz öyle büyüktür ki o yüzden vatanın her köşesindeki aynı acıyı hissediyor.

Birlikte çokça öldük. Övündük her ölümle. Şehit olduk, gazi olduk. Şimdi sıra bizde. Onlar bizim için şehit oldu. Biz, peki biz ne yapacağız? Hep birlikte dirileceğiz. Nasıl mı, buyurun o zaman.

Bizim için hayatlarının baharında can verenlerin aziz ruhlarını mutlu edebilmenin yolu onların yolunda fedakârlık yapmaktan geçiyor. Şehit çocuklarını, ailelerini unutmamak gerek. İsimlerini tabelalara yazmak yetmez. Onların inandığı davaları yaşatmak lazımdır. Her ilde şehitlerin hayatlarını anlatan kitaplar hazırlanmalı ve çocuklar okumalı bu kitapları. Şuur sahibi genç nesiller yetiştirilmeli.

Uğurlanan şehitlerin ardında kalan küçük çocukların gözyaşlarını hiçbir zaman unutmamak gerekir. Onların acılarını yüreğimizde hissetmeliyiz. Onlar acı çekerken bizler şen olamayız. Evlatlarını vatana kurban eden anne-babaların vakur duruşlarını anlatmalıyız. Daha çok yayınlar yapılmalı. Görsel ve yazılı medya unsurları bu acıları taze tutmak zorundadır. Bir tarafta vaveyla varken diğer tarafta komedi filmleri olamaz. Her ölümün yasını birlikte çekmeliyiz. Unutulmamalı ki acılar paylaşıldıkça azalır.

Bir dikkat çeken konu da ülke için can verenlerin hep fakir aile çocukları olduğu gözüküyor. Ailelerini geçindirmek uğruna bu meslekleri icra ettikleri düşünülmemelidir. Onlar da iman ve ihlas olmasa idi bu cephe çoktan düşerdi. O yüzden kimse asker ve polis için ölmesi normal, onların mesleği bu diyemez, dememelidir. Vatan sağ olsun, cümlesini herkes söyleyemez.

Vatan sağ olsun ama daha canlarımız, evlatlarımız sağ olsun!

Son söz: Kadınsızlık özlemi bitirir adamı.

Tebrik: TFF’nin yeni başkanı, bazı adaylar gibi para karşılığında çekilmeyen Trabzonspor’un eski başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu oldu. 134 oy aldı.

Not 1: Gazze’yi unutmak bizim için artık nefes almayı unutmak gibi bir şey… Unutursak nefessiz kalırız. Çünkü dünya umursamazlıklara, unutkanlıklara, gevşekliklere müsamaha gösteren o eski dünya değil, zihninde yenilenlerin kendini kölelikten kurtaramayacağı bir dünyadayız artık! Cepheler evlerimizde, masalarımızın üstünde, ceplerimizde açıldı; dikkatsizlik, gaflet, uyurgezerlik ölümcül artık!

Unutkanlıkla mücadele de bir çeşit cihaddır bugün artık dersem, itiraz eden olur mu buna?

Not 2: Dualarını, dileklerini muhasebeci gibi sayıyorlar; yüzden iki eksik kalırsa kaygılar içinde kıvranıyorlar; binlerce yılın hikmet geleneğini günümüzün çerçöpüne çeviren sosyal medya fenomenlerini takip ediyorlar...

Eskiden "temizlik" denince, evi, eşyayı temizleyeceğim diye perişan olurlardı; şimdi "manevi temizlik" diye bir şeyin peşinde çırpınıyorlar; fakat madde ile manayı çorba ederek...

Liste uzar gider.

Ama gidiş fena!

Not 3: Konuşuyorlar...

"Ayy orada tatil yapılır mı, bura da çok varoş değil mi, şurada kalabalık içinde tatil mi olurmuş?"

Böyle konuşup konuşup sonra azıcık bir ara verildi mi, adı tatil yöresine çıkmış yerlere koşturuyorlar...

Şu "varoş" kelimesinin esas anlamının ötesinde bu alanlarda horlayıcı biçimde kullanılmasını da hiç anlamam ya...

Süper yatla tatile çıkmadıysanız, Madagaskar'da derin dalışa gitmediyseniz her tatil varoş...

Not 4: Bayram öncesi ve bayram haftasında öyle bir gündem rüzgârı patlak verdi ki, Gazze'yi unutmaya yüz tuttuk...

Bayramdan sonraya da vergiler gündemi var.

Yakıt zamları falan da eklenir.

Uluslararası gündem deseniz, zaten kaynıyor.

Ama sen...

Gazze'yi unutma!

Not 5: Dilime pelesenk ettiğim pek derme çatma sözler vardır; "Hiçbir şeyin altını çok çizme; üzülürsün" gibisinden...

Çehov'un yaşlı çınar Tolstoy'la dostluğuna göz atarken böyle bir "ilke"nin dramatik ve hüzünlü bir örneğine rastladım.

"Bu neredeyse kusursuz insanın ölümünü görmeyi yaşatma bana" diye dua edermiş Çehov.

Aralarında tam 32 yaş vardı.

Ama Çehov'un sağlığı birdenbire bozuldu ve Tolstoy ziyaretine gelip ona "ölümden sonraki hayat"ı anlattı... Allah istemeden kimse ölmez.

Vadeleri belirleyen O.

Not 6: Biliyorum, giden gelmiyor; ölen dönmüyor. Kadere boyun eğip geçiyoruz dünyadan. Ülkü Tamer, “Bana çiçek gönderme” dese de çiçekleri buluşturmanın ne kötülüğü var? Ancak devamında “Bir kuş ağacı gönder/Dallarında gezinsin/Kül rengi güvercinler” diyordu. O vakit söz ver! Buluşmak üzere bir kuş ağacının dalında.

Not 7: Yaz mevsimi yasaklansın.

Not 8: Ali ne oluyor, gölük geleydi... Anam iyi olsun. Gerisi boş.

Not 9: Anam beni çok sevdiğini söylemiş. Ben de benim gibi bir evladım olsa çok severdim. Her anaya nasip olmaz. Varolsun anam. İyi anadır. Nasipsiz çilekeş. Tek şansı evlatları. Canım annem.

Not 10: “Maymun Adam” Dar der ki.

“Ne güçlü olan tür ayakta kalır, ne de en zeki olan… Değişime en çok adapte olandır hayatta kalan!”

Değişmeyen tek şey değişimdir!..

Hep değişeceksin.

Sabitlerin olmayacak.

Bugün ak dediğine yarın kara, yarın kara dediğine öbürgün pembe diyebilmek “başarının” olmazsa olmazıdır.

Birine, bugün "alçak" diyebilirsin…

Şartlar değiştiğinde “en yakın müttefikin” olur, yine şartlar değiştiğinde düşmanın.

Bu dünyada “güvenmek” yoktur.

“Vefa” yoktur.

“Cefa” çekmenin de anlamı yoktur.

Tek dâvâ, menfaat dâvâsıdır.

Komşun aç yatarken tok yatabilirsin ama hesabını iyi yapmak kaydıyla!

O komşuna işinin düşme ihtimali büyükse, sırf bu ihtimalin hatırına “üç beş kırıntı” atabilirsin!

Kapitalistler, iyi işler de yaparlar böylece.

Mesela, “huzurevi” denilen “evlâtlı yaşlıları toplama merkezleri”ni kapitalistler icat etmiştir.

Niçin icat etmişler?

“Yaşlılar sokakta kalmasın” diye değil elbette.

O vakitler, yaşlılara bakmamak “ayıplı” davranış olarak görülürmüş.

Onun için de, elden ayaktan düşmüş yaşlılara oğulları, kızları, gelinleri bakarmış…

Bu da, kapitalistlerin o dönemlerde çok daha fazla ihtiyaç duyduğu “iş gücü”nün önemli bir bölümünün yaşlılar yüzünden kullanılamaz hale gelmesine sebep olurmuş.

Yaşlıları bakımevlerine atma formülü ile, daha önce onlara bakmak zorunda olan gençler boşa çıkmış…

Üretime katılmış!..

Bizim kültürümüzde, yaşlılar için toplama merkezleri yoktur.

Darülaceze, din, dil, ırk, cinsiyet farkı gözetmeksizin bütün yardıma muhtaç insanlara el uzatan bir hayr evi.

Öyle, hayırsız evlât ol, anne-babanı bir yerlere at!..

O mahallede yaşatmazlarmış evlâdın böylesini!..

Batının huzurevi “icadı”, üretime katılımın artması için.

Gayesi bu!

Yoksa…

Onlar için,

Gebersin gitsin kendilerinden başka yaşlılar!

Bebeklere “kreş”, “bakıcı” meselesi de de böyle…

Anne, bebek büyütmekten kurtarılınca, emek piyasasında yer alıyor…

Kapitalistlerin hizmetinde!

Paranın dini imanı olmaz…

Kapitalizmin, dini de imanı da paradır!

İşte, “boş verilmesi” istenen başarı, kriterleri kapitalistler tarafından belirlenmiş başarı…

-Ne yaparsan yap, kazan!..

-Çal, çırp, tezgâh kur, öldür, soykırım yap!..

-Yeter ki kazan!..

-İnsanları birbirine düşür; “başarı”ya ulaşmak için yesinler, parçalasınlar birbirlerini…

Not 11: Kaldırıp yatağımı /uçursunlar göklere

Kendimi yıldızlarda/ bulayım birdenbire.

Bana çiçek gönderme/bir kuş ağacı gönder

Alnıma dokunanlar/iyileşmiş desinler..

Ülkü Tamer

Not 12: “Ne güçlü olan tür ayakta kalır, ne de en zeki olan…Değişime en çok adapte olandır hayatta kalan.”

Charles R. Dar.

Not 13: Başın olsa da yüksek/ Gözün enginde gerek, /Kibirle yürüyerek /Yolu incitme gönül.

Not 14: Mal varlığını bir sepete sığdıran dervişler biliriz. Mesela vefat eden bir alimin sepetinde bulunanlar şunlardı: dört adet sefer tası, bir adet çinko tencere, bir tane küçük çaydanlık, bir ayaklı bardak, iki tane ayaksız bardak, bir adet eski çarşaf, bir eski Frenk gömlek, bir tane eski iç gömlek, sarık üzerine sarılacak bez, üç tane mendil, bir havlu, bir de pamuklu hırka, bir eski gömlek, bir eski çarşaf ve mendil, bir eski bohça, bir adet havlu, bir adet kırık gözlük, bir adet dua kitabı, eski yazı takvim, iki adet kalem"

Zamanın hengamesinde varlık-yokluk mücadelesi verir gibi dünyayı omuzlayıp yürümeye çalışan bizler nasıl hesap veririz. Biraz Yunus gibi, biraz Tanpınar gibi görünen zamanın dışına, daha doğrusu içe doğru seyrüsefer yapmak gerek. Dünyaya azıcık sırtımızı dönsek, onu omuzlamak yerine.

Bizim de bir sepetimiz olmalı. Terekemiz sığmalı bu sepete. Terk ettiklerimizin hepsi sığmalı. İstenirse bir dünya sığar bir sepete.

Not 15: Hataları yüzünden suda boğulan kavimden daha tehlikeli durumdayız belki de. Tekliğimizi, masumiyetimizi terk ettik. Ne çok tufana maruz kalıyoruz? Gemiler de çoğaldı ama Hz. Nuh nerede? Asırlar öncesinden ibret alamıyoruz mu?

İçimiz tufan, dışımız tufan! Gökdelenler tufan, binlerce araba tufan, trafik tufan, arzularımız tufan, her şey tufan olmuş. Belki de tufan kendimiz olduk! Kendi tufanımızı kendimiz doğuruyoruz. Gemiler yapmalı. Bir değil, binlerce gemiler..

Not 16: Dücane Cündioğlu, "Nuh gemisine almadı beni. Tektim çünkü. Nuh da tekti ama güvendeydi. İnananlarla. Hep seçtikleriyle. Eledikleriyle. Hep tenzih içinde." diyor "Hz. İnsan" kitabında.

Tufanımız çok, Nuh'umuz yok! O zaman duamız çok olsun. Hz. Nuh gibi:

" Rabbim, beni, annemi, babamı ve evime mü'min olarak girenleri ve mü'min kadınları ve mü'min erkekleri mağfiret et. Zalimlere helakından başka bir şeyi artırma." (Nuh-28)

Not 17: Yalnızlık, çile, tecrit ve tefekküre ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. İnsan her yere yetişmemeli. Bir şeyler de sensiz olsun. Bunu bir dene. Görünme. Duymasınlar, görmesinler, özleniyor musun, bunu bekle.

İnsan sosyal varlıkmış. Evet, doğrudur ama insan, önce insandır! Dağların, taşların yüklenmekten kaçtığı yükü omuzlayan insan! Bazen gerçek vazifemizi unutuyor muyuz? Çok oluyoruz, çok! Yeter, diyebilmeliyiz. Saldırdıkça saldırıyoruz dünyanın üzerine. Dünya da muzdarip bu durumdan. Dünya kaçıyor, biz kovalıyoruz. Evet, halimiz hiç iyi görünmüyor.

Not 18: Mevlâna der ki:

"Ey dost, aşıkların hayatı ölmektedir. Gönül vermeyince, sen gönül bulamazsın."

Not 19: Denilmiyor mu, kul hakkıyla gelmeyin, diye. Biz de sesleniyoruz gücü elinde bulunduranlara:

Kul hakkıyla gitmeyin!

Not 20: Yine gönül kayığım kırılıp kıyıya düştü; bu gönül şişedendir, düştüğü yer ise taşlıktır, dayanması ne mümkün.

Not 21: Hz. Peygamber'in şu sözünü unutmayalım: "İman etmediğiniz sürece cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmediğiniz sürece de iman etmiş olmazsınız."

Not 22: Bir kalbe girebilmek için her şeyden geçmek ve onu daima zikretmek gerekir. Onun için her şeyden vazgeçiş, ona varmaktır. Sevgilinin yanında görünmek değil, kalbinde olabilmektir aşk. Vesselam!

Not 23: Çoğu kişi eğitim sistemimizin ezberci olduğunu, işe yaramadığını söylüyor. Eğitim sistemimiz hiç de ezberci olmadı. Keşke ezberci olsa! Öğrencilerimiz keşke divan şiirimizin meşhur şairlerinden birer şiir ezberleyebilse. O inceliği, estetiği, duyguyu, anlamı, mecazı, sanatları hafızalarına almış olsalardı. Bugün öğrencilerimiz mekanik bir sistemle sınavlara hazırlanıyor.

Özellikle fen ve matematik alanının öğrencileri edebiyattan ve tarihten kaçıyor, kaçtıkça da gelenekten kopuyor. Bu dersleri boş, gereksiz ve zaman kaybı olarak görüyorlar. Bu çocuklarımızın çoğu İstiklal Marşı'nı bile ezberlemek istemiyor, ezbere bilmeyenler de var! Yazık değil mi bu gençlere? Kim bu hale getirdi bunları? Yazmaktan ve okumaktan kaçan bir gençlik var. Sosyal medyada akıllı telefonuyla gönderi yazıp paylaşan gençlik kâğıttan ve kalemden kaçıyor. İnternetten kesip kopyalanan cümleler, şiirler, metinler alıntılanıyor, çoğu kez kaynak da verilmiyor. Ezberleme zahmetinden kaçanlar, iki kelamı bir araya getirip hazırlıksız konuşma yapamıyor.

Not 24: Ezberi terk ile aklımızı çalıştırmayı ve saklama gücümüzü zayıflattık. Bilinçli olarak akılda tuttuğumuz ne kaldı? Geçmiş, geçmişte kaldı diyemeyiz. Hafızamızı diri tutmanın yolu şiir ezberlemektir. Evet, şiir ezberlemek hem eğlenceli hem de kişinin hitabetini güçlendirir.

Çağın insanıyız, teknolojinin esiriyiz. Yüksek kapasiteye sahip bellekler hafızamızın yerine geçti. Eskiden eş dost bildiğimiz insanların adresi, telefon numarası ezbere bilinirdi. Şimdi ise çocuklar babalarının telefon numaralarını bile ezbere bilmiyor.

Şair Hüseyin Akın'ın yazılarını, konuşmalarını çok severim. Bir konuşmasında Hüseyin Akın, "Ezberci eğitime karşıyım ama şiir ezberlemeye değil!" demişti. Ne güzel bakış!

Not 25: Bir konuşma anında Yunus'tan bir dörtlük söylesek ne kadar güzel olur. Efkârlı bir anınızda ezberden şarkılar söyleseniz, şiirler okusanız kötü mü olur?

Bizim şiirimiz, masalımız, destanımız, hikayemiz, kültürümüz, sanatımız, tiyatromuz anonim olarak günümüze gelmiştir. Sözlü kültür varlığımızı ezberleyerek bize taşıyan insanlarımız vardı. Köy odalarında, sohbet meclislerinde halk hikayelerini sazlı sözlü aktarmak için güçlü bir ezber gerekiyordu. Geleneksel tiyatromuzun temsilcileri ezberden konuşurdu. Hacivat-Karagöz ezberden oynatılırdı. Matematiğin temeli sayıları ve çarpım tablosunu ezberlemek zorundaydık. Ezbersiz eğitim aklın çalıştırılmadığı, zekanın geliştirilmediği, hafızanın bomboş kaldığı bir durumdur. O nedenle ezber şarttır!

Not 26: Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi

taşınacak suyu göster, kırılacak odunu

kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde

bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin

tütmesi gereken ocak nerde?

 İsmet Özel

Not 27: Önceki gün Moody’s Türkiye’nin derecesini iki basamak artırarak B3’ten, B1’e yükseltti. Şimşek’in Ortodoks (mandacı!!!) politikalarının “Türkiye’nin yüksek dış kırılganlığını önemli ölçüde azalttığını ”belirtiyor.

Bakın, Moody’s Türkiye’nin yüksek dış kırılganlığının önemli ölçüde azalmasını alkışlıyor! Peki, dış kırılganlığımız nasıl tehlikeli surette artmıştı? “Milli ve yerli “etiketli yanlış politikalarla!

Etiketler nasıl da yanıltıcı oluyor ve rasyonel eleştiriler ne kadar değerlidir görüyorsunuz.

Hasar çok büyük olduğu için halk AK Parti’nin ders aldığına inanmıyor.

Evet, yanlışlardan ciddi U-dönüşleri yapılıyor. Fakat vicdani ve zihnî anlamda “ders alma” sorunu başka konulardadır. Kibir, ego, şatafat, kayırmacılık, siyasi elitizm, hukuksuzluk gibi konulardır. Basit bir örnek, “mülakat” partizanlığından vazgeçebiliyorlar mı?

Asıl ders alma göstergesi bu alanlardadır hiçbir adım hatta niyet göstergesi bile yok.