Yan gelip yatıyorlar böyle de yatılmaz dedirtircesine

Davet ediyorlar günaha

Kamçılıyorlar hayvani arzuları

Ceylan derili kırbaçlarıyla

Dalgalandırıyorlar nefsi emmareye ait ne varsa..

Düşünen hiç yok

Nasıl dizginleneceğini ruhun kıvrımlarında dans eden haylazlıkları

Yatacak yeri var mıdır bilmem

Nazarımızı istifleyenlerin üzerlerinde

Yaz yasaklanmalı diyorum içimden

Yoksa boğulacağız haram dehlizlerinde..

Çağdaş Türk şairi Mustafa Akgül’ün yaz sıcağında sahilde yazdığı son şiirlerden. Kalemine ve yüreğine sağlık..

Son söz: EYT meselesi yoruyor. Yormaya da devam edecek. Ekonominin damarlarını her geçen gün tıkayacak. Mehmet Şimşek konuya değinmiş. Politika bu. Muhalefet aleni olarak ülke menfaatine aykırı olan bir uygulamayı oy devşirmek için kanırtınca, iktidarı yönetenler de politikacı ve onların da amacı seçim kazanmak; sen yapabilirsen ben de yaparım dedi. Eğri oturup doğru konuşalım iktidar 20 yıl EYT’yi çıkartmadı; çünkü oyu güçlüydü. Muhalefet zayıf anında iktidarın, EYT kartını sürünce mecburen iktidar çıkartmak zorunda kaldı.

Siyaset böyle bir şey. Muhalefet için acı olan kısa vadede kendi hanelerine yazmasını bekledikleri hamle iktidara yaradı ve Mayıs 2023 seçimlerini kopardı iktidar. Orta uzun vadede sürdürebilir olmayan bu hamle Mart 2024 de yurtdışı oylar da denklemde olmayınca inkitaya uğradı. Artık bu saatten sonra tüm iktidarların belası olacak bu erken emekli olanlar. Hiçbir ülke vatandaşlarını 40 yaşında emekli edip iflah olmaz.

Tadımlık: Borç, şimdi tüketmekte olduklarımız için geleceğimizin bir kısmını devretmektir (...) Borçlananlar dünyanın yakında batacağını biliyorlarsa, yahut başkalarının geleceğini önemsemiyorlarsa, ne oluyor peki? (FRANCO BERARDI / Gelecekten Sonra)

Hakikat: Üretelim, çalışalım tamam. Katılmamak elde değil. Ama göçebe milletle bir yere kadar. Olmuyor. Türk milletiyle üretim yapmak ve medeniyet kurmak maalesef imkânsız. Tatil dönüşü tatil yörelerinin haline bakın yeter. İğfal edilmiş beldeler göreceksiniz. Bağrından çıktığımız millet bu, çok üzgünüm.

Yapay zekâ: Yapay zekaya kapitalist karşıtları karşı çıkıyor ve insan gücünü yok edeceğini de savunuyor bundan ben de korkuyorum. İnsan gücünün yapay zekanın kontrolüne geçmesi istihdamda sorunlar yaratabilir ki dünyayı cehenneme çevirir. Ama bence en büyük sorun yapay zekayı yönetenlerin oligarşik sistemlere bağlı büyük şirketlerin olması. Eğer gelecekte öyle olursa -ki öyle olacak gibi- yani yapay zekayı oligark şirketler kontrol etmeye başlar ve bunu istihdama karşı kullanırsa o zaman işler sakat olabilir. Ama şunu da söylemek isterim ki insanoğlu da çok şımardı. Birer tüketim manyağı olan bu insanların tasarruf etmek gibi bir niyeti de yok. Entelektüellik yerini şımarık eğlencelere bıraktı bu trend daha da artacak. İnsanlar eğlence dışında hiçbir şey düşünmez hale geldi bu da onları daha da tembelleştiriyor. Daha az çalışıp daha çok kazanmak ve daha da çok tükenmek isteyen insanların belki de hesabını yapay zekâ kesecek gelecekte.

Not 1: 1960’larda, en zengin 400 Amerikalı gelirlerinin yarısından fazlasını vergi olarak ödüyordu. Bugün, süper zenginler Amerika’nın servetinin Gilded Age dönemindeki Carnegie ve Rockefeller’ların sahip olduğu dönemden daha büyük bir kısmını kontrol ediyorlar ve yine de ABD milyarderleri kişisel gelir vergilerinde (sermaye kazançları dahil) gelirlerinin sadece %8’i civarında, tahmini servetlerinin yaklaşık %0,5’i kadar vergi ödüyorlar. Amerika Birleşik Devletleri tarihinde ilk kez, milyarderlerin fiili vergi oranı (effective tax rate) Amerikan işçi sınıfına göre daha düşüktür.

Bu kısmen, zenginlere yönelik vergilerin zamanla azaltılmasından kaynaklanmaktadır. Önceleri, kurumsal karlar üzerindeki yüksek vergiler zenginleri etkiliyordu, çünkü bu onların gelirinin ana kaynağıydı. Ve miras bıraktıkları servet, veraset vergisine tabiydi. Ancak her iki vergi de son on yıllarda büyük ölçüde azaldı. 2018’de Amerika Birleşik Devletleri’ndeki maksimum kurumlar vergisi oranı %35’ten %21’e düştü. Veraset vergisi neredeyse ortadan kalktı. 1970’den bugüne vergi gelirleri inanılmaz azaldı. (Örnek vermek gerekirse 100 birimden 25 birime düştü)

Not 2: “Giyinme ve sınırları” tartışması yüzyıllar içerisinde sürekli “hâkim kültür ve moda endüstrisi” lehine sonuçlanan bir seyir göstermiş. Kadınlar her seferinde “istediğimi giyerim” demiş ve her seferinde kazanmışlar bu mücadeleyi. Dünyadaki seyrine paralel olarak Türkiye’de de böyle olmuş bu süreç.

Bu söylediğime bir dünya itiraz yükselecektir elbette ama şöyle düşünüyorum ben. Moda ve kültür endüstrisi, kadına sürekli “kendini hem karşı cinse hem hemcinslerine beğendir, herkesle kıyasıya bir rekabet halinde ol ve bir arzu nesnesi haline gel” demiş. Gelinen noktada bir kadının en önemli harcama kalemleri giyim-kuşam, makyaj malzemesi ve estetik harcamalar durumunda. “Bunu devasa bir kârlılığa çeviren kimdir?” sorusu ise cevaplanması elzem bir soru.

Not 3: Türkiye’de “giyinme ve sınırları” tartışmasının güncel formu en çok “kadınlar istediğini giyecek, erkekler de kendilerini eğiterek onları rahatsız etmeyecek” noktasında ilerliyor. Tabii ki ve elbette. Kadınlar sokakta çırılçıplak dolaşsa dahi bir erkeğe düşen onlara bakmamak, onları rahatsız etmemektir. Bunu ister dini bir referans olan “Müslüman erkeklere de söyle, gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar” zaviyesinden ele alalım; ister seküler ahlak zaviyesinden ele alalım, böyledir.

Fakat burada mesaj birdenbire bulanıklaşmaya da başlar. “İstediğimi giyeyim, bedenimin istediğim yerini göstereyim ama hiçbir erkek bana bakmasın” pozisyonu kadın açısından da erkek açısından da imkânsız bir pozisyondur zira. Beğenilmek, arzu edilmek hissi olmaksızın salt bir “endüstrinin istediği şekilde giyinme” imkânsız pozisyondur çünkü. O halde şu. “İstediğimi giyerim, kimse de bana bakmasın” diyen aslında “benim bakmasına onay-izin verdiklerim hariç” de diyordur aynı zamanda. Ama işte, bu mekanizma her zaman kadının ya da erkeğin istediği gibi ilerlemeyebilir. Avrupa’da da Türkiye’de de, Amerika’da da ne yazık ki durum budur. Geçenlerde New York sokaklarında yürüyen bir Türk kızının maruz kaldığı sözlü tacizleri kaydettiği bir video izleyip insanlığımdan utandım mesela.

Not 4: Seküler-muhafazakâr hemen tüm erkeklerin itirazını yükselttiği yer de tam burası bu tartışmada. “Bana eğitim öneriyorsun ama kadının çıplaklığa varacak denli giyimine bir çekidüzen vermesini asla önermiyorsun. Benim doğamı kısıtlıyor, kadın doğasına ise sonsuz bir özgürlük alanı sağlıyorsun. Bu böyle olmaz” diyorlar. Haklılar mı? Modern dünyanın kaybeden tarafı olarak elbette “eksikli” olarak haklılar.

Not 5: Giyinmeyi özgürlük ile ilişkilendirmek ve giyinirken asla özgür iradesiyle karar alamamak kadının cehennemi haline gelirken, bütün kimliği elinden alınmaya çalışılan erkekler için de “kadın”ın bizatihi kendisi bir cehenneme dönüşüyor. İnsanın fıtratının bu denli zorlandığı ve baskı altına alındığı bir başka dönem var mıydı, bilemedim. Bildiğim şey şudur. Delikanlıların hemen hiçbiri bir “yuva” kurmak istemiyorlar zira bu toprak kaymasıyla yaşamak öyle zor ki üzerine ev inşa edecekleri bir zeminleri kaldığına inanmıyorlar.ki

Not 6: Arda Güler artık korunması gereken bir genç yetenek değil, oyunu üzerine inşa edebileceğiniz yetişkin bir yıldız. Rakip takımların özel önlem almasını gerektirecek, bir hareketiyle oyunun gidişatını değiştirebilecek bir yetenek.

Not 7: Zenginlerin oluşturduğu fiyat düzeyinden en fazla fakirler çekiyor. Ve ekonomi programımızın temeli de o zenginler yerine fakirleri daha da fakirleştirmek üzerine dayanıyor.

Sizce bu toplum bu yükü 2025-2026’da kaldırabilir mi?

Sizce Türkiye 2027’yi çıkartabilir mi?

Çok ama çok zor olacağını şimdiden belirteyim. 2027’ye kalmadan erken seçim olmazsa başka şeyler olur; bunu da not düşeyim.

Not 8: Kim özgür olacaksa kendini özgür kılmalıdır. Özgürlük bir adamın kucağına düşecek bir peri hediyesi değildir.

Max Stirner

Not 9: Bana uzak durma bütün kemiklerim ağrıyor

Arada adımı an yeter, gerisiyle ben ilgilenirim.

Not 10: Yirmi yıl önce dünyayı değiştirebileceğimi zannederdim. On yıl önce dünyanın buna değmeyeceğine, çevremi ve kendimi değiştirmemin yeterli olacağına inandım. Birkaç yıl önce de iyice hedef küçültüp, sadece kendimi değiştirebilmek için harcamaya başladım bütün enerjimi.
Şimdi ise çoraplarımı değiştirmeye bile üşeniyorum.
...

Tesirsiz Parçalar  - S.:221

Not 11: Her gelmenin gelmek demek olmadığını, haliyle de her gitmenin aslında gitmekten sayılmayacağını çok küçük yaşta öğrendim.

Z Raporu - S.:61

Not 12: bana empati yapma

ben küçükken çok kuş vurdum iyi adam değilim.

geliştirdiğim duyarlılıkların alayını toplasan

kanadını kanattığım tek bir serçe yavrusunu iyi etmiyor.

A.L.

Not 13: ben seni severim aslında da düzenim bozulur diye korkuyorum

durduk yere başımıza saçma sapan bir aşk çıkar

sinemaya gitmeye ele ele tutuşmaya falan kalkarız

işin yoksa çiçek al, saç tara, parfüm sık.

küsmesi,barışması,ayılması,bayılması

hatta eninde sonunda kaçınılmaz ayrılması

meyhanede tanıdığım gerzek bir filozof vardı!

güzel kadınlar insanın ömrünü uzatır derdi.

bir sürü güzel kadın girdi hayatıma

hepsi ağzıma sıçtı..

ben seni severim belki de rabbim buna hazır değil.

her şeyin güzelini sever o ideal birliktelikler ister

seninle benim yan yana oturacağımız çekyata

ne ilahi adalet sığar ne de diyalektik..

içime çöreklenmiş sığ bir sığır var benim.

ben seni severim sevmesine de

iş çıkarmasana şimdi ne gerek var güzelim..

A.L.

Not 14: Bir insan nasıl sevilir hatırlamıyorum. Öğret bana. Tut elimden, gözlerimin içine bak, okula başlamış çocuğa alfabeyi öğretir gibi, kırk yıllık Budist’e namaz kılmayı öğretir gibi, sabırla öğret bana seni sevmeyi. Merhameti ve şefkati elden bırakma. Öyle bir bak ki bana, hırçınlığım gözlerinin buğusundan utanıp kendi kendini yok etsin..

Not 15: gidelim buradan... ilaçlarını yanına alma. Kitaplarımı almayayım ben de. Biraz da onlar çıldırtmıyor mu bizi? havası ilaç, denizi kitap bir yerlere gidelim.

Not 16: Aptallar cennetinde mutlu olmayı beceremediğim için mi kınanacağım? benden uzak olsun böylesi mutluluk!

Not 17: Allah’tan kitap'tan, vatandan milletten dem vuran adamın ne dediğine değil ne yediğine bak, çünkü dediği iddia, yediği ispattır.

Not 18: EMEKLİ MAAŞLARININ şu anki halini ödeyecek vergi bile toplanamıyor.

İster istemez, ÖTV gelecek otomobile.

Cep telefonlarına daha fazla köklemeleri lazım.

Tüketim düşmek zorunda. Yoksa, DEVALÜASYON olur.

Mehmet Şimşek de, doğal olarak basıyor vergiyi.

Not 19: EYT'yi destekleyenler, 3000 TL yurtdışı çıkış harcına niye ağlıyorlar ki?

Bak, lideriniz ÖÖ, emekliyi sokağa döküyor maaşları artsın diye.

Bu maaşlar, göklerden ödenmiyor.

Elbette VERGİ alıp ödeyecekler.

Ve bu vergiler daha başlangıç...

Bütçe Açığının yanında çıtır çerez...

Not 20: OVP'deki 2024 sonu %33 hedefinin tutmayacağını anlamış, daha yüksek çıkacak enflasyonun yolunu yapmaya çalışıyor. Program çöktü.

Bakan Şimşek, enflasyon için yeni rakam verdi!

"Enflasyon bu yıl düşük 40'lı ya da yüksek 30'lu seviyelere inebilir."

Not 21: Bence Sayın Şimşek kaynak arıyorsa gürültüyü engellemeyi düşünmeli. Birçok işletme "ne yapalım gürültüyü turist istiyor" yalanına sığınarak desibel sınırını geçip gürültü kirliliği yaratıyor ve yaptıkları da yanlarına kâr kalıyor. Bunlara göz yumulmasın, ceza kesilsin.

Nasıl olsa bunlar gürültü yapmaktan vazgeçmezler. Denetim saatleri de farklı olursa aynı işletmeye birkaç defa ceza kesilebilir ve kaynak yaratılır. Gürültü kesilirse de etrafta yaşayanların yaşam kalitesi artar. Yani kalkınma olur.

Kazan kazan hükumet için. Yeter ki gürültüyle mücadele edilsin.

Not 22: Renkler solarken beni unutma

ışıklar söndüğünde bu sadece boş bir sahne.

Tamam

evet, kötü bir çocuktum

mavi gökyüzünden daha yükseklerdeydim

ama gerçek şu ki, Sıradan bir adam olarak ölmek istemiyorum

annemi ağlattım

neden hala hayattayım bilmiyorum.

Evet, Gerçek bu, Sıradan bir adam olarak ölmek istemiyorum.

Ozzy Osbourne

Not 23: Savaştan sonra yapılan yeni Japon Anayasası’na şöyle bir madde koyuluyor:

“Japon halkı ulusun egemen bir hakkı olarak savaştan ve uluslararası anlaşmazlıkları çözmek için güç kullanma tehdidinden veya kullanımından daimî şekilde feragat etmektedir.”

Sonrasını biliyorsunuz. Silah üretmeyen, ordu beslemeyen, savunma harcamaları asgari düzeyde kalan ama teknolojik olarak kalkınmış bir Japonya.

Maalouf, Japon iktisatçı Shigeto Tsuru’nun “Yaratıcı bozgun” diye adlandırdığı çöküşten sonra Japonya’nın bu defa silahsız, işgalsiz ikinci bir mucize gerçekleştirdiğini yazıyor.

Bugünlerde yeni bir gerilimin içindeyiz.

Dünyanın asabı bozuk. Sade asabı değil, kafası da bozuk.

Çin Tayvan’ın etrafında fazla dolaşmaya başladı.

Kuzey Kore denize doğru daha sık füze fırlatıyor.

Rusya Ukrayna’yı işgal ediyor.

İsrail bütün dünyayı zehirledi. Daha kötü ne olabilir?

Yeni ittifaklar, yeni dengeler oluşuyor.

ABD’nin ne yapacağı belli değil. Önündeki iki seçenek da sevimsiz.

Koca memleket iki tane ayarsız ihtiyar arasında seçim yapmak zorunda.

Vekalet savaşları daha büyük bir savaşın -bu kez asaleten savaş- peşrevi gibi.

3. Dünya savaşının çıkabileceğine dair kehanetler her zamankinden daha yaygın.