Artık isteseler de düzeltemezler. Girdikleri akıl mantık dışı yoldan geri dönüp milletin yararına bir iş yapmaları, mutabakat sağlamaları bu saatten sonra mümkün olmaz. Edindikleri yönetim tecrübesinin niteliği, çevrelerine topladıkları açgözlü liyakatsiz kadroların karakteri ve iş yapma tarzı, alayının ideolojik zihniyeti bundan sonra atacakları her adımda ayaklarına dolanacak ve isteseler de ülkeyi enkazın altından çıkarmalarına engel olacak, halkı çok daha büyük felaketlere sürükleyebilecek.

Deprem felaketinin boy aynasında kendilerini gerçek boyutlarıyla ve onları bugüne getiren yolları geniş bir perspektif içinde gördüler. Sadece onlar değil, kendi seçmenleri dâhil herkes gördü. Şikâyet edenlere en ceberrut tavırlarla hakaret etmelerinin sebebi budur.

Şimdilik diktatörlük kurma imkân ve kabiliyetlerini küçük adımlarla test etmeye çalışıyorlar. Bir iki adım sonra diktatörlük kuramayacaklarını, böyle bir kabiliyete de sahip olmadıklarını anlayacaklar.

Diktatörlük kurmak ciddî bir iştir; devlet kurumlarını, yüksek düzeyde örgütlenme kapasitesini, ortak hedeflerde birleşmiş kadroları ve ne yaptığını bilen baskı aygıtlarını gerektirir. Bunların hiçbirine sahip olmayan bir iktidar; Meclis’in yerine geçmiş dağınık bir siyasi parti; siyasî partinin yerine geçmiş bir saray danışmanları ve ofis memurları topluluğu ve onların başında duran her şeye yetkili tek bir adamdan yapısal olarak diktatörlük çıkmaz. Çıksa da tutunamaz, altı boş.

Neoliberal iktisat politikalarını abartarak yağmacılığa dönüştürmüş, her şeyi akışına bırakırken kadrolarını sadece zenginleşme imkânıyla güdülemiş, kaderin planına boyun eğerek göklerden gelecek kararı bekleyen bir iktidara bu ülkenin ve halkın daha fazla katlanma ve boyun eğme mecburiyeti yoktur.
Bu yüzden istifa etmeleri gerekir.

Devlet be, “Bu büyük felaket mucizelerle anlam kılınmış, içinde sır olan bir olay gibi geliyor bana” sözüne katılmamak elde değil. Siyasi iktidarın gerçek niteliğiyle ilgili kitlesel bilinç patlaması bu büyük felaketin mucizesi olacak ve Saray rejiminin bütün sırları ortalığa dökülecektir. Cesaret korkudan daha bulaşıcıdır, öfkenin rüzgârını arkasına aldığında orman yangını yayılır.

YOK OLAN DPT KÜLTÜRÜ

Kuruluş mantığı olarak baktığımızda tam da Türkiye’nin ihtiyacı olan yapılar. Çünkü merkezden bakış açısıyla yereldeki insanların yaşamına dokunamazsınız. Her gün sahada olanlar en doğru planlamayı yapar ve yaşamların içerisine girerek ihtiyaç ve beklentileri karşılarlar.

Devlet Planlama Teşkilatına sonradan entegre edilmiş bu yapılar aynı zamanda planlama kültürünü yerele indirgeyen ve kamunun yatırım önceliklerini belirleme noktasında önemli roller üstleniyorlardı. Maalesef Devlet Planlama Teşkilatı’nın kapanması yerine Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın kurulmasıyla birlikte DPT kültürü ortadan kayboldu. DPT insanların liyakate olan inancıyken, inancın yerini emek vermeden kurum dışından atamalar aldı. Devletin yetiştirdiği isimlerin yerini alanlar kurumsal kültürü de yok ettiler.

Bugün 26 Kalkınma Ajansı ve 4 Bölge Kalkınma İdaresi en ilgisiz oldukları Bakanlıklardan birine Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na bağlı bir şekilde çalışıyor. Planlama ve yerinden kalkınma anlayışını geliştirmek, kamunun kaynaklarının kullanımındaki verimliliği arttırmak ve en önemlisi bölgeye ulusal ve uluslararası arenadan daha fazla kaynak getirilmesi için var olan bu yapılar kendilerine ayrılan bütçeleri ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına aktarmaktan sorumlu aracı yapılara dönüşmüş durumda.

Bir örnek vermek gerekirse; kitap okumak ve kütüphane kurmak önemli bir iştir. Fakat bu yapıların kütüphane kurmak yerine model geliştirmek ve bu modelin yaygınlaşmasına öncülük etmeleri gerekirken kütüphaneler kurmakla uğraşmaları, onların etkinlik derecesini inanılmaz ölçüde düşürmektedir... İnsanlar açken ve gelirleri yokken memleketin her tarafını kütüphane yapmanın bir anlamı olmaz. Bu yapıların insanların kitap okuyabilmesi için istihdamı arttırarak refah düzeyini yükseltme süreçlerine katkı sunmaları gerekirken maalesef bundan çok uzaklar.

Devlet Planlama Teşkilatı liyakati kendi içinde koruduğu gibi bağlı kurumlarında da koruyan bir yapıya sahipken, maalesef Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na bağlandıktan sonra, bir ilçeye belediye başkan adayı yapılan şahsın hiçbir devlet memurluğu tecrübesi yokken bir anda bölge kalkınma idaresine başkan olabilmesi akıllara durgunluk veren bir gelişmeydi. Ya da belediyeye istisnai kadrodan özel kalem müdürü yapılmış bölge kalkınma idaresine veri kontrol hazırlama elemanı olarak geçmiş biri bölgesel kalkınma alanında tecrübesi yokken kurum başkanı olabilmişti...

Örnekleri çoğaltmak mümkün…
Son günlerde sosyal medyada gördüğümüz gaza niyetine ok atan AFAD Daire Başkanı’nın da aynı Sanayi Bakanlığı’nda Genel Müdür Yardımcısı olarak atanmış olması da aslında liyakatin geldiği noktayı görmemizi bir kez daha sağladı.

Bugün AFAD’ın başında çekirdekten yetişme biri olmamasını kamuoyu derinden eleştiriyor. Zaten AFAD’ın başında çekirdekten yetişme, kurumsal kültürü bilen ve sahadan gelen biri olsaydı deprem sonrasındaki yaşanan birçok sorunu yaşamayıp belki de bir kişiyi fazladan hayatta tutabilecektik.

Bölgesel kalkınmadaki durum tam da böyle…

Çekirdekten yetişen, bölgesel kalkınma coğrafyasına ve süreçlere hakim olmayanlar yönetici olarak atandıkları için bir yönüyle ENAG ile TÜİK’in verileri örtüşmüyor.

NEDİR/NE DEĞİLDİR BÖLGESEL KALKINMA?

Bölgesel kalkınma deneme yanılma yöntemiyle şekillendirilebilecek bir süreç değildir. Onun yapısal bir sistemi vardır ve yönetim mekanizması sistemi koruduğu müddetçe elde edilen başarı artar. Siyasi basamaklardan hızla yükselmişlerin bu yönetim kadrolarına atanması ve her seferinde yeni gelenin taa baştan her şeyi şekillendirmek istemesi hem kurumsal etkinliği azaltmış hem de çalışanların enerjisini tüketmiştir.

Koltukta oturmak sorumluluktur. Depremin üzerinden neredeyse 20 gün geçti. Bölgesel Gelişme alanında sorumluluk sahibi olan kurumlar ve kişiler neler yaptılar?
Sahaya indiler mi?
Hangi bölgede/bölgeye göçün nasıl olması gerektiğine dair çözüm önerileri ortaya koydular mı?
Yanıtlar koca bir HAYIR!
Bugün kurumların asli görevlerinden uzaklaşmasının acısını bütün toplum olarak yaşıyoruz. Bir günde on binlerce insanını kaybetmiş bir coğrafyanın insanları olarak artık biraz daha şu anlamsız kavgaları bırakarak gerçek manada halk olarak dayanışmayı sağlama zamanımız gelmedi mi?

Gelmedi diyorsanız daha yaşayacak çok acımız var demektir!
Bu acı hepimize bir ömür yeter!
Çocuklarımıza acının olmadığı bir coğrafya bırakmak dileğiyle.

RANT SİYASETİ

Davutoğlu hükümeti yolsuzlukla mücadele yasaları hazırlamaya kalktığında Erdoğan’ın sözlerini hatırlıyor musunuz?

“İnşaat sektörü çok önemli. Ekonominin lokomotifi inşaat sektörüdür. Sert kararlar alırsanız, ekonomiyi olumsuz etkiler. Mal bildiriminde de çok dikkatli olunmalı. Böyle giderse görev alacak il ve ilçe başkanı bulamazsınız…” (18 Ocak 2015)
Kamu İhale Kanunu’nda iki yüze yakın değişiklik yapılarak “Davet usülü” ihalelerin kural haline getirilmesi “Bizden” işadamlarına ihale vermenin kapısını sonuna kadar açtı.

“İmar afları” sadece imara aykırı yapıları meşrulaştırmadı, denetimsizliği teşvik etti.
Başta İstanbul olmak üzere gökdelenler, AK Parti zamanında göklerimize tırmandı.
Hangi parti iktidara geçse, tabanı bunları isteyecektir!
Sorun da yapısaldır: Hukukun değil siyaset üstün olması, bağımsız kurumların ve denetim organlarını zayıflığı, kamuoyu denetiminin cılızlığı…

Türkiye sandıktan bir ‘fedai iktidar’ çıkarmak zorunda: Oy kaybetme pahasına hukukun üstünlüğüne, kuralların ve kurumlardın güçlenmesine kendini adamış bir iktidar… En büyük vatanseverliktir bu.

KİRALAR:

Biz asıl mevzuya dönelim, ekonomik kriz ile tavan yapan ve yaşadığımız deprem ile daha da büyük soruna dönüşen kira fiyatlarını dengeleyecek bir politika nasıl üretebiliriz onun üzerine düşünmek gerekiyor. Pek çok ilde kiralar 10 bin ile 35-40 bin arasında salınıyor. İnsanlar nasıl ev tutacak? 25-30 bin kira verebilen insanların kazancı da muhtemelen ona göredir. Ancak, buradaki sorun çalışan nüfusumuzun %50’sinden fazlasının asgari ücrete talim etmesi.

Karı koca çalışsa 20 bin bandını mesai ile zor geçecek insanlar 10 bin ve üzeri kiraları nasıl ÖDEYECEK?
Bunun çözümü için birkaç yol var. Ve belki de deprem felaketi bize bu yolda fikirler verebilir. Öyle kiralara sınır koymakla çözüm olmaz.

Önce en kolaydan başlayacağım. Deprem bölgelerinde başlatılacak olan konut projelerinde, sosyal devlet anlayışı çerçevesinde yeni bir politika izlemesi gerektiği fikrindeyim. Evleri yıkılan depremzedelere ev yapmak dışında kiracıları da düşünecek bir ara yol bulunmalı. Liberal değerleri savunan biri olmama rağmen Türkiye şartlarında sosyal demokrat bir orta yol bulmamız gerekiyor. Hemen her şehirde devlet eli ile yapılacak konut projeleri içinde mülkiyeti devlette olacak konut havuzları ( geçmişteki lojmanlar benzeri) oluşturulmalı ve bu konutlar şehirlere dışarıdan gelecek kamu personeli başta olmak üzere, belli kriterlere uyan kimselere uygun fiyatlarla kiralanmalıdır.

Bugün İstanbul gibi pek çok büyük şehirde karı-koca memur-öğretmen ya da yüksek seviyede geliri olmayan insanların evleri yoksa kazandıkları ile rahat geçinebilmeleri mümkün değil. Büyük küçük fark etmeksizin pek çok şehrimizde de kiralardaki fahiş artışlara tayin yolu ile gelen öğretmen, polis, asker ve memurlar sebep olmaktadır.

Kamu çalışanlarına ayrıcalık gibi görünecek lojmanlar aslında genelin daha uygun şartlarda hem kiralık konut bulmalarını sağlayacak hem de konut fiyatlarını makul bir seviyeye çekerek ev sahibi olmayı da kolaylaştıracaktır. Lojmanları beğenmeyenler ve daha lüks konutlarda oturmak isteyenler de bütçelerine göre istedikleri yerlerde daha rahat oturabileceklerdir.

İkinci ve can alıcı nokta ise, ülkenin geleceğine talip olan partilerin Türkiye’nin geleceği için çok acil ve hızlı bir şekilde Marmara bölgesine yığılan sanayi alt yapımızı Anadolu’nun kurak, çorak ve dağlık ama ulaşım alt yapısı olan yerlere ekolojik düzeni bozmayacak şekilde parça parça taşıyacak bir plan-proje hazırlamaları. Beklenen Marmara depreminin yaratacağı yıkımın altından kalkabilmek ve milyonlarca insanımızı depremin olası sonuçlarından korumanın tek yolu bu gözüküyor.

Beraberinde de geçmişte iptal ettirilerek büyük hata yapılan bölgesel asgari ücret uygulamasına geçilmesi gerekiyor. Asgari ücret kiraların çok düşük olduğu, işe yürüyerek dahi gidilebilen yerlerle kiraların maaşlarla yarıştığı, işe gidebilmek için saatler önce yola çıkılmak zorunda kalınan büyük şehirlerle aynı olmamalı.

Hal böyle iken takdir Allah’tan, tedbir bizden diyerek önlem almak zorundayız. Kader diyerek yola devam etmek bile bile aynı çukura tekrar düşmek anlamına gelecektir.

Hoşçabakın zatınıza.

Son söz: Betonarme yapıların ömrü kabaca 70-80 yıldır. Yaşlı yapıları dönüşüme sokunuz. Her şeyin körpesi, genci güzel, güvenlidir.
Yapınız düzde, sulak tarım alanında ise, o yapınızı terk ediniz. Hatay’ı, Kahramanmaraş’ı unutmayınız. Kayalık dağ yamaçlarında yerleşiniz.

Milyonlarca insan evsiz, milyonlarca insan ailesiz, yüzbinlerce yeni engelli ve kronik hasta… Bunlara yüreği yanarak uzaktan çaresizce izleyenleri de ekleyin... Onyıllar boyunca felaketin travmasını yaşayacağız. Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. Bir devir kapandı. Kendimizi hakikatin acımasızlığına hazırlamamız ve aktif sabrı cemille dayanmamız ve direnmemiz gerekiyor. En etkili gelişmeler travmatik deneyimlerden sonra oluşur...

Not 1: Ve sen yine denendiğinde ve yine kalbin daraldığında ve yine bütün kapılar yüzüne kapandığında ve yine ne yapman gerektiğini bilemediğinde uzun uzun düşün ve hatırla yaratanını...

''Allah kuluna kâfi değil mi?'' 
(Zümer/36)

Not 2: Devletin kolonlarını kestiler.

-- Kemal Kılıçdaroğlu

Not 3: Olmayacak bir fantezi ama şu soruyu bir düşünün: Yarın sabah Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan çıkıp, “Sorumlu benim” dese ve istifa edip ülkeyi 45 günde seçime götürse, hiç böyle bir şey demeden gideceği 14 Mayıs seçimine göre daha mı çok oy alır, daha mı az?
Tayyip Erdoğan ve iktidarı burunlarından kıl aldırmayan bu kafayla 14 Mayıs’a giderse, seçmenden çok büyük bir tokat yiyecekler.

Not 3: Ne kamu maliyesi düzgün, ne de döviz varlığı... Ne dış borç belli ne de iç borç... Ülkenin yardımlaşma kurumu olarak göreceğimiz Kızılay bile bir şirket konumunda çalışmaya başlamış.
Doğudan vasıfsız göç alıp Batı’ya vasıflı göç veriyoruz. Sadece bu durum bile bizim yapısal çöküşümüze bir nedendir.
Eğitim sistemi çökmüş, kasiyerlik ve moto-kuryelik için üniversite okuyan bir ülke haline gelmişiz... Kısaca her alanda çöken bir ülke durumundayız... Burada saymakla bitmez.
Ama en önemlisi şu olmalı: Hızla yaşlanıyoruz ve fakiriz...
80’lerde temeli atılan değişim süreci 90’larda kesilmiş ve hâlâ keseden yiyoruz. Yaşlı ve fakir bir ülke olacağız.
Çok acil ama çok acil büyük değişimler gerekiyor. Tekrar edeyim, bize reform yetmez devrimler lazım...

Not 4: DEPREM sebebiyle alım gücünüz daha da düşecek.

Memur maaşları falan iyice çöpe dönecek.

Henüz görmediniz.

Not 5: Kızılay Eski Başkanı Tekin Küçükali:

“Kızılay'ı holdinge dönüştürdüler. Benim zamanımda 11 yönetici vardı, şimdi 82 yönetici var. Her biri en az 3 asgari ücret maaş alıyor. Kızılay’da geçen yıl sadece yöneticilere ödenen para 25 milyon ₺’den fazla.”

Not 6: Hz. Âişe"den rivayet edildiğine göre, Resûlullah'a (s.a.v.), 
“Allah katında amellerin en sevimlisi hangisidir?” 
diye soruldu.
Resûlullah, “Az da olsa devamlı olanıdır.” buyurdu.

(Müslim, Müsâfirîn, 216)

Not 7: Bu dünyada en çok neyi istiyorsanız veya en çok neden korkuyorsanız hiç şüphesiz sizin imtihanınız odur.

Not 8: Asgari ücret, dahası ücretler eridi.

Ne yapacaksınız?

Not 9: Düşünün bir kere…

Örneğin bir savaş durumu var ve devleti yönetmeye çalışanlar “kar-kış, yollar bozuktu ulaşamadık buraya” deyip helallik istese sizden, yanıtınız ne olurdu?

(Hayatta kaldığınız varsayımı ile...)

Not 10: Neyzen Tevfik  ne güzel demiş :"Ekmek herkese yetecekti aslında 
Tarlaya karga dadandı,
Ambara fare, fırına hırsız, memlekete harami..."

Not 11: Dicle’nin kenarında bir kuzu kaybolmuş. Fırat kıyılarında da arıyorlar ama yok…

Not 12: Kerem Kınık’ın ‘yetenekli’ çocukları: Kızı da Yeşilay'da uzman yardımcısı çıktı.

Seçmenlerinin de önemli bir kısmı kızım referansla memur atansın; oğlum torpille asker, polis, bekçi olsun diye oy veriyor.
Hatta sırf bu nedenle AK Parti’ye üye olanlar var.

İşe yarıyor mu? Evet biraz geç de olsa çocuklarını bir yere sokuyorlar.

Ülkemiz için haber değeri yok yani. Yarışmayan bir insanı yenemezsiniz..

Not 13: Meyve suyu ve gazozdan %10, koladan %35 özel tüketim vergisi (ÖTV) alan devletimiz ithal edilen telefonlardan alacağı vergi fiyat sınırını 350$’a çıkarmış.
Karar 30. gün yürürlükte.

Ülkede insanların gazoz içmesi bile lüks görülüyor ama iktidara sorsan “Türkiye Yüzyılı” olacak.

Başlangıçta baz yoktu
Sonra 100usd baz dediler
Sonra 200
Şimdi 350
Gelecekte ne olur siz karar verin.
100 dolarlık çöp telefonların vergisi 350usd üzerinden alınacak.

Not 14: Kılıçdaroğlu ile Akşener arasındaki görüşme sona erdi.

İyi Parti`nin Kemal Kılıçdaroğlu'nun adaylığına karşı çıkması halinde, CHP'nin önereceği Millet İttifakı CB adayının İlhan Kesici olması bekleniyor. Kesici, Meral Akşener'in de sıcak baktığı isimler arasında.

Sanırım muhalefet Cumhurbaşkanlığı Seçimi’ni kaybetmek için and içmiş.

Not 15: Ücretlilerin ekonomiden aldığı pay rekor düşük seviyeye indi. Dördüncü çeyrekler itibariyle işgücü ödemelerinin gayrisafi katma değer içerisindeki payı % 25  e düştü. 

Ekonomi büyüse de ücretlilerin ekonomiden aldığı pay son 3 yıldır azalıyor.

Bu durum vatandaşın büyümeyi hissetmemesine neden oluyor.

Düğün Dernek’teki sahne gibi.
Sivas büyüyor da sana mı büyüyor?

Not 16: Depremin yaralarının sarılması için düzenlenen ortak yayında havada uçuşan paralar çok açık bir şekilde toplumdaki gelir dağılımının uçuruma dönüştüğünü ve orta sınıfın yok olduğunu hepimize gösterdi. Acun Ilıcalı’nın “Rakamı yuvarlayalım”dan kastının rakamla 50.000.000, yazı ile elli milyon olduğu bir dünyanın yanında kumbarasında zar zor biriktirdiği 150-200 TL’sini bağışlayan çocuklar ve 50 TL’lik mesaj atabilen yurdum insanı vardı karşımızda.

Not 17: Yunanistan'da tren kazasında 40 kişi hayatını kaybetti, ulaştırma bakanı istifa etti.

Türkiye'de bir depremde 45+++ bin kişi hayatını kaybetti, bir tek kişi istifa etmedi!

Onur, sadece bir erkek ismi değildir!

Not 18: Samsun'dan ev bakıyoruz, emlakçıları arıyoruz, depremzede olduğumuzu duyanlar, “Ev sahipleri normal ailelere ev vermek istiyor” diyorlar. Biz depremzedelerde normal aileyiz, biz dilenci değiliz kimseden bedava bir şey istemiyoruz. Allah belanızı versin.

Not 19: Bir gün "Devlet benim" diyen bir devlet başkanının (16.Louis) başı kesilmişti. Hiç bir devlet başkanı devletten büyük değildir. 

Not 20: Ülkede ikinci, üçüncü konutlara daha yüksek emlak vergisi uygulanarak, kiraya verilmesini teşvik etmek gereklidir.

Bu yapılırsa, hem ev fiyatları hem kira fiyatları düşer, hem de devlet ek gelir kaynağı oluşturmuş olur.

Not 21: İnsanı yaşlandıran şeyler;

- Uykusuzluk
- Sigara
- Alkol
- Stres
- Yetersiz Beslenme

İnsanı gençleştiren şey;

- SEKS

Not 22: Bu kafa, marketlere POŞET VERGİSİ getirir, ama kolonlarını kontrol etmez.

TÜRKİYE YÜZYILI olacakmış.

Not 23: Maraş Depremi'nde 61.000 bina yıkılmış, 45.000 kişi ölmüş.

Datalar böyle.

Not 24: “Nasıl tahammül edilir hayata, bir dost olmasa?”

Böyle Buyurdu Zerdüşt, Nietzsche

Not 25: “Mutlu olmak bir alçaklıktır! Çok fazla sefalet var!”

Ahlakın Soykütüğü Üstüne, Nietzsche

Not 26: Ucuz olan ne kaldı ki? Her şey ateş pahası. Ucuz olan tek şey dünyanın kahrı; dünyanın kahrını çekmek bedava!

Sefiller. Viktor Hugo

Not 27: Masanın ayaklarının üstünde yükselmedik ki düşelim. 

Elli bin insanımızı enkaz altında bırakan, ülkenin kolonlarını kesmiş iktidar çökecek. 

K A Z A N A C A Ğ I Z

Not 28: Gençler ve aydınlar. Lütfen sakin olun. 
Siyaset çözüm üretme yeridir. Moralinizi bozmayın. Kimseye kötü söz söylemeyin, suçlamayın. 
En kötü ihtimalle seçim 2. tura kalır. 
Herkes şapkasını önüne koyar, ona göre hareket eder.
Olanda hayır vardır.