Halbuki korkulacak hiç bir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk

Geyikli geceyi hep bilmelisiniz
Yeşil ve yabani uzak ormanlarda
Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
Hepimizi vakitten kurtaracak

Bir yandan toprağı sürdük
Bir yandan kaybolduk
Gladyatörlerden ve dişlilerden
Ve büyük şehirlerden
Gizleyerek yahut döğüşerek
Geyikli geceyi kurtardık

Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza
Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
Bilir bilmez geyikli gece yüzünden

"Geyikli gecenin arkası ağaç
Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
Çatal boynuzlarında soğuk ayışığı"

İster istemez aşkları hatırlatır
Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
Şimdi de var biliyorum
Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli

Hiçbir şey umurumda değil diyorum
Aşktan ve umuttan başka
Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor

Biliyorum gemiler götüremez
Neonlar ve teoriler ısıtamaz yanını yöresini
Örneğin Manastır'da oturur içerdik iki kişi
Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
Koltukaltlarımız gitgide tatlı gelirdi
Geyikli gecenin karanlığında

Aldatıldığımız önemli değildi yoksa
Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
Gümüş semaverleri ve eski şeyleri
Salt yadsımak için sevmiyorduk
Kötüydük de ondan mı diyeceksiniz
Ne iyiydik ne kötüydük
Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
Başta ve sonda ayrı ayrı olduğumuzdandı

Ama ne varsa geyikli gecede idi
Bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
Büyük otellerin önünde garipsiyorduk
Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
Örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
Yahut bir adam bıçaklasak
Yahut sokaklara tükürsek
Ama en iyisi çeker giderdik
Gider geyikli gecede uyurduk

"Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
İmdat ateşleri gibi ürkek telaşlı
Sultan hançerleri gibi ayışığında
Bir yanında üstüste üstüste kayalar
Öbür yanında ben"
Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
Eskimiş şeylerle avunamıyoruz
Domino taşları ve soğuk ikindiler
Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
Gölgemiz tortop ayakucumuzda
Sevinsek de sonunu biliyoruz
Borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum
İkramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
İyice kurulamıyorum saçlarını
Bir bardak şarabı kendim için içiyorum

"Halbuki geyikli gece ormanda
Keskin mavi ve hışırtılı
Geyikli geceye geçiyorum"
Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.

Turgut Uyar’ın en sevdiğim şiiri olan geyikli geceyi paylaştım sizlerle kıymetli okuyucularım. Selam ve rahmet olsun şairimize. Gözümüzün pasını sildi umarım.

Not 1: dudaklarımda çürükler vardı dağ çiçeklerinden ötürü..

İsmet Özel

Not 2: Gönül gurbet ele çıkma 
Ya gelinir ya gelinmez 
Her dilbere meyil verme 
Ya sevilir ya sevilmez. 
Erzurumlu Emrah

Not 3: Gençtim ya,ne farkeder deyip geçerdim
nehrin uğultusu da olur,dalların hışırtısı da
gözyaşı,çiğ tanesi,gizli dert veya verem
ne fark eder demişim
bilmeden farkı istemişim.

İsmet Özel

Not 4: Gelin görün ki hem bir ekonomi programının işe yaraması için hem de genel olarak Türkiye’nin sancılarının dinmesi için bir metin yetmiyor. Hukuk olmadan ekonomi olmayacağı gibi konu Türkiye olduğunda ve Türkiye’nin finansman/yatırım ihtiyacı büyük ölçüde Batı’ya bağlı olduğunda geniş bir demokratik vizyon şarttır. Sadece Merkez Bankası ya da ekonomi kurumları değil, yargı de öngörülebilir ve şeffaf olmalıdır. Yargının üzerinde adeta kural haline gelen siyasi baskı kalkmalıdır.
Yetmez, başta ihaleler olmak üzere bütün kamu harcamaları etkili bir denetime kavuşturulmalıdır.

Yetmez, kamu bankalarının çalışma prensipleri kurallı ve yine denetlenebilir hale getirilmelidir.
Yetmez, fikir özgürlüğü yani basın hürriyeti olmalıdır.
Yetmez, yargı veya siyaset veyahut da siyasal güç kullananlar marifetiyle toplumda oluşan gerilim bitirilmelidir.
Yetmez, bilhassa kamuda liyakat ve ehliyet bükün kurumlarda birinci kural olmalıdır.
Yetmez de yetmez…
Bu yetmezler ekonomide zaten zor olan durumu daha da umutsuz bir daireye hapsetmesin. Gerçeğimiz budur. Yıllardır art arda yapılan yanlışlar ve deneme tahtasına çevrilen ekonomi ve beraberinde kamu idaresinin ürettiği hasarı kaldırmanın ilk adımı o gerçekle yüzleşmektir.

Ekonomi kötü giderken başka sektörlerin -yargı, eğitim, medya, akademi- sanayii- konut vs.- de en az ekonomi kadar kötü seyretmesi tesadüf değildir. Hepsi bileşik kapların ayrılmaz üniteleridir. Maharet, ünitelerin tamamını aynı anda bir hedefe doğru ortak bir vizyonla harekete geçirebilmektedir. Kurallı, şeffaf, öngörebilir ve hukuk otoritesi nezaretinde; yani demokratik zeminde bir vizyon olmazsa olmaz öneme sahiptir.

Not 5: “Nihâyet (insan) olgunluk çağına gelip, kırk yaşına varınca şöyle der: “Rabbim, beni, bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmeye, senin razı olacağın sâlih ameller işlemeye yönelt ve zürriyetimden gelenleri de sâlih kimselerden kıl. (Ey Rabbim!) Şüphesiz ben (bütün günahlarımdan) sana tövbe ettim.”
Ahkaf Suresi 15’inci ayet

Not 6: Sorumluluktan kaçınma- temaruz hastalığı
“Kabahat samur kürk olsa giyen olmaz” atasözü İnsanoğlunun sorumluluktan kaçınma eğilimine işaret ediyor.
Psikiyatristler, sorumluktan kaçınma davranışını “temaruz” olarak tanımlıyor.
Temaruz, biyolojik bir rahatsızlık değil, zihinsel bir süreçtir. İradi sorumluluğun görmezden gelinmesidir.
Geçmişte yaşadıkları travmatik olaylardan etkilenen bazı kişiler, suç işlemiş de olsalar, geçmişteki olayların etkisinde kaldıklarından masum ve mağdur olduklarını iddia ederler.

Not 7: “Doğrusu Biz, sorumluluğu (emaneti) göklere, yere, dağlara sunmuşuzdur da onlar bunu yüklenmekten çekinmişler ve ondan korkup titremişlerdir; onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim ve çok cahildir. (Kabulüne rağmen emanete hıyanet etmektedir)” (Ahzab, 72)

Not 8: Nesini söyleyim canım efendim / Gayri düzen tutmaz telimiz bizim / Arzuhal eylesem deftere sığmaz / Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim.
Aşık Serdari

Not 9: Şairim, zifiri karanlıkta gelse şiirin hası / Ayak seslerinden tanırım / Nerede bir köy türküsü duysam, şairliğimden utanırım..

Bedri Rahmi Eyüpoğlu 

Not 10: Bozulan ekonomiyi kim gelse onaramaz kanaati giderek zihinlere yerleşiyor. Faiz, döviz, kur, enflasyon, cari açık, bütçe açığı ve diğer tüm belirsizlikler… Üretmeden tüketen, kazanmadan harcayan, konfor tuzağında debelenen anlayışı, tükettiğinden fazla üreten, harcadığından fazla kazanan yapıya dönüştürmekten söz etmek ve hareket geçmek; “yeniden dizayn etmek şart oldu.”

Not 11: Krizlerin yıktığı, adeta deprem enkazını andıran ekonomiyi beyhude gayretle; restore etmeye, onarmaya, düze çıkarmaya çalışıyoruz. Oysa sorun artık çok derinde… Tutturabildiğine ekonomisi söz konusu… Hükümet enflasyonla mücadele etmiyor, başta kamu olmak üzere “enflasyon telafisi” uğraşında… Dış kaynakla büyüme saplantısından kurtulacak yeni paradigmaya ihtiyaç var ve siyasetin dilinde böyle bir kavram yok. Olan; kök sorunları irdelemek yerine bu sorunları halı altına, seçim sathına süpürmek…

Not 12: Einstein; “bir sorun, zaten bu sorunu var eden düşünce düzleminde çözülemez” der. Doğrudur da… Yakın veya uzak tarihe bakın; çözüm süreçleri tıkanınca devreye paradigma değişimi girer ve değişen değerler dizisi, yeni anlayışları filizlendirir. Nihai çözüm de kullanışsız hale gelmiş ezberleri elemektir.

Not 13: Sanayie bakın: dünya; derin uzay madenciliği, yapay zeka, akıllı robotlar, çip savaşlarını konuşurken biz sanayiciyi daha nasıl vergilendirir, ihracatçının dövizine daha ne kadar el koyacağımızı konuşuyoruz.
Siyasete bakın: dünya; toplum 4.0’ı konuşurken bizler ekranlardaki medya maydanozlarının bitmez tükenmez kısır tartışmaları içinde gelecek umutlarımızı kemiriyoruz. Paradigma değişimi şart…

Not 14: Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen ay ÖTV artışı yetkisinin tümünü kullanmadı.          
Erdoğan benzindeki ÖTV’yi litre başına 14.25 liraya çıkarma yetkisine sahip. Benzindeki ÖTV şimdi 7.52 lira, dolayısıyla benzine 6.73 lira ÖTV zammı gelebilir.          
Cumhurbaşkanı Erdoğan motorindeki ÖTV’yi ise 10.77 liraya çıkarabilir. Motorindeki ÖTV şimdi 7.05 lira olduğuna göre burada da 3.72 liralık bir ÖTV zammı olasılığı var.          
Erdoğan bu yetkisini bu ay mı kullanır, sonraki aylarda mı ya da yıl sonuna kadar hiç kullanmaz mı, bilemeyiz. Ayrıca ÖTV artışı yetkisinin tek seferde tümüyle kullanılması da gerekmez. Bu yetkinin ne zaman ve ne ölçüde kullanılacağını biraz da bütçenin durumu belirleyecek.         
Ancak şu kesin; benzinde 6.73 liralık, motorinde 3.72 liralık ÖTV artışı olasılığı var.         
Dolayısıyla bir de bu zamlar gelirse kim tutar TÜFE’yi!         
Ancak ÖTV kaynaklı zamların iki ay üst üste yapılacağı pek beklenmiyor. Temmuzdaki ÖTV artışı TÜFE’ye rekor kırdırmış ve onun etkisi ağustosta hala devam ediyorken yeniden ÖTV artışına gitmek yaraya tuz basmak olur. ÖTV düzenlemesinin fiyat artışının görece yavaşlayacağı bir dönemde yapılması daha güçlü olasılık gibi görünüyor.

Not 15: Cari denge haziran ayında 674 milyon dolar fazla verdi. Bu 20 aydan sonra verilen ilk fazla olması açısından önemli. Cari denge hesabı en son Ekim 2021’de fazla vermiş, 2021 sonbaharında peş peşe gelen 4 aylık cari fazla ile Merkez Bankası faiz indirimlerine başlamış ve ardından ithalatta sıçrama yaşanmıştı.
Haziran itibarı ile ilk 6 aylık açık 36,8 milyar dolar olurken, yıllıklandırılmış açık 56,5 milyar dolar olarak gerçekleşti. Altın ve enerji cari denge 5.6 milyar dolar fazla verdi.
Önümüzdeki aylarda cari dengedeki bozulmanın son bulduğunu ve açığın daralmaya başladığını göreceğiz.

Not 16: Büyükannem hastanede hasta, kan arıyorum, ben Alaçatı'dayım siz A grubu, ya da  bilmem ne kan grubu, bi zahmet gidin kan verin, teşekkürler.
Kan grubunu, hangi hastane olduğunu okuyan bile yok.
Oldu canım biz kan verelim, sen güneş yağını sürmeye devam et.
Kız 30 kattan aşağıya düşmüş, gece alem yapmışlar, sonra ne olduğu bilinmez sebepten kız düşmüş, ölmüş.
Aaaaa.
Hay Allah sevgilisi mi acaba.
Başka bir kız daha düşmüş. Ayşe, o da 8.kattan düşmüş.
Aralarında evlilik nedeniyle tartışma çıkmış, "kendimi atacağım" diye terasa yönelmiş, kocaman sevgili tutmak isterken tutamamış, düşmüş.
Ay hayatım itmiştir o.

Sosyal medya fenomeni Rus kız ölmüş, 10 yıldır, meyve ve ayçiçeği tohumu ve çiğ bitki bazlı besleniyormuş.
Ay adı kuru oruçmuş, açlıktan ölmüş valla canim.
Hımmmm ölür tabi, yeseymiş napalım canım.
Ay adam, karısını sokakta bayıltana kadar dövmüş.
Ay adam, karısını 32 yerinden bıçaklamış, ablası bıçak darbelerini saymış.

Yine sağlık görevlisini dövmüşler.
Bu defa da, doktor hastasının üzerine yürümüş ve iteklemiş.
Ay bu defa, kedisi öldü diye veterineri dövmüşler.
Daha neler neler var.
Hangisine yandınız.
Ya da hangisi içinizi çok acıttı.
Ne kadar saniye.
Ve.
Ne kadar üzüldünüz.
Kötülüğü baştan çıkaran insanlar var ve bu kötücüller insanları çok yordu.
Ve.
Zorbalık altın devrini yaşıyor.
Haberler zehrini, virüsten daha çok çabuk bulaştırıyor bize 
Valla! 
Yorgunuz biz.
Kalp yorgun.
Merhamet yorgun.
Kimsenin üzülecek takati kalmadı. 
Hadi! Kızlar oğlanlar bi kahve içelim.

Not 17: Instagram,
Oradan inanılmaz paralar kazanan insanlar var.
Hani, sadece hatıra olsun diye fotoğraf paylaşma aplikasyonu idi.
Tamamen ticaret yeri oldu.
Oradan kimse bedava bir şey paylaşmıyor.
Sanki bize faydası olsun diye paylaşılan ama aslında hiç de öyle olmayan iş birlikçileri.
Tabiatı hissedin.
Yok kendinize iyilik edin, kendinizi sevin.
Burçlar, bakalım burcumuz hangi evde.
Makyaj tüyoları ve tabi ki malzemeleri.
Temizlik tüyoları ve tabi ki malzemeleri.
Spor yapalım, tabi ki spor malzemeleri.
Faydalı bilgiler ve hemen sattıkları kekik suları falan.
Bebeklerimiz var ve tabi ki bebek ürünleri.
Yemek tarifleri ve tabi ki malzemeleri.
Röportajlar.
Ben, yazılan hiçbir şeyi okumadan paylaşımın en sonuna bakıyorum.
#işbirliği yazısını, 
Görüyorum.
Ve paylaşılan hiçbir şeyin tek satırı ile ilgilenmiyorum, hiç okumuyorum. 
En başa # işbirliği yaz o zaman değil mi, biz de bilelim.
Bir de, nokta olsa da yorum yapın canlarım yazan, numaracılar var.
Onları zaten hiç takip etmiyorum.

Not 18: İşe girmeye gerek yok.
Bul bir adam, canına oku.
Alacaklı gibi ol.
Yahu, çeyrek asır evli olursun, çocuklar falan vardır, sen evde emek vermişsindir, adam birini bulmuş ayrılmak istiyordur falan anlarım.
Yani istemeyince bir adabı ve edebi olmalı.
Dahası hakkaniyeti olmalı.
Adamlar hep verecek, kadınlar hep alacak.
Şahidim.
Koskoca kadın, 2 gece yattığı adamı, bağırarak zorla eczaneye yolladı ve ses çıkararak pasif tehdit ile ilaçlarını aldırdı.
Dahası adamın güneş yağını aldı ve gitti.
Ey kadınlar.
Bir gün öyle bir adama rastlarsınız ki, tökezlersiniz, yere düşersiniz ve olmayan alnınız taşa çarpar.
Tenezzül ettiğiniz, çakallık yaptığınız her şeyi o adam size yapar.
Adamların malına mülküne, parasına baş koymuş gibi almak için davranırsanız, bir gün birisi sizin yolunuza taş koyar.
Baş ile taş yan yana gelir.
Bakıyorum da.
Ben ne kapatabilirim duygusu, kan dolaşımından daha hızlı akıyor valla.

Not 19: Söz yazarı Günay bey, sosyal medyasından, konu ne alaka bilinmez ama tweet atmış.
Konusu oyuncu Burcu Özberk.
"Dizileri tutmuyor ama her proje Burcu'ya gidiyor, niye acaba? Biri tutmadı bitti, diğeri başladı, eh o da tutmadı yakında da bitiyormuş" falan mealinde yazmış.
Burcu bir söz yazarını neden bu kadar ilgilendiriyor ve çirkin imalı isim vererek yazı yazıyor bilmiyorum.
Duyduğun, ya da bildiğin bir şey var ise açık açık yaz değil mi?

Not 20: Yeni nesil oyuncular,
İlk dizi ile ünlü ol, ikinci dizi ile para kazanmaya başla.
Arabalar, evler falan.
Ve hemen kontrol edilemez, egona yapış.
Oyuncu İlayda Alişan, uçağa 40 dakika kala havalimanına gidiyor 
Doğal olarak uçağa almıyorlar, çünkü check-in kapanmış.
Mutlaka, uçak saatinden 45 dakika evvel orada olmak lazım bu kesin bilgi yayalım. (Ben mutlaka 2 saat önce giderim) 
Kadın, kendisi sosyal medyasında video çekmiş anlatıyor; 
Bu kuralı ilk defa duyuyormuş ve “uçak burada, kalkmadı henüz beni alın” demiş.
Sanırsın, Kadıköy Bostancı minibüsü.
Egoya bak.
Kuralı yıkacak, hatasını kabul etmeyecek ve pişkin pişkin anlatacak ve takipçilerine video çekecek.
Ne kadar yazık değil mi?
Yaşam görgüsü sıfır, her şeyi hiçe saymak hali sıfır.
Yani.
Otur sıfır.

Not 20: ÇAT diye yazışıyorlar, ÇAT diye buluşuyor, ÇAT diye yatağa giriyorlar.
Kadın hiç değer vermediği adamla, geliyor, yiyor, içiyor ve adamla yatıyor.
Erkek gibi olmuş derler ya.
Demeyin öyle.
Erkeklere pabucunu çıkartacak yalancılıkla kadınlar var.
Oyuncu.
Yalancı.
Düzenbaz.
Çok da cesurlar, hani erkekler çok tehlikeli idi, güvenilmezdi.
Hayaaaatım adam yok, palavra cümleleri ile ömrünüzü tükettiğiniz ya güya.
Beş kuruş etmez diye, değer vermediğiniz adamların gözünde, aslında beş kuruş etmediğinizi bilmelisiniz.
Ömrünüz, onun bunun koynunda, sürüklenerek geliyor 
Anlayana.
"Sürüklenerek geçmek, "sürünerek" geçmekten çok daha felakettir.

Not 21: Sevmediklerim çoğalıyor.
Sevmiyorum dediklerim;
Bugün canım canım, canımın içi falan, yarın suratı tas gibi, tuhaf ve ortadan kaybolmaca, sevmiyorum sizi 
Bıraktığın gibi bulamadığım insanları sevmiyorum.
Dengesiz insanları sevmiyorum.
Sizin sitede evler kaç lira, evini kiraya mı verdin, kaç lira kiraya verdin soruları.. 
Özel soru soran insanları sevmiyorum.
Çocuğuna soramadığı, sormaya cesaret edemediği soruları, pişkin pişkin sana sorabilen, cevap alamayınca bozulan insanları sevmiyorum.
Saklayan, saklanan, hep bir eksik, yani samimiyetsiz hissettiğim insanları sevmiyorum. 


Misafir geliyor, eli boş gelen insanlar, sevmiyorum sizi.
Ya da tam tersi, misafir gidiyorsun, kendine göre bir şey almışsın açmıyor, bakmıyor, koyduğun yerde kalıyor, umurunda değil, sizi de sevmiyorum.
Sabahtan akşama kadar ekonomik kriz, şu kaç lira olmuş, bu felaket zamlanmış diye anlatan insanlar, içim şişiyor, sizi sevmiyorum.
Yan komşu, ya da üst kat komşun, sabahtan akşama kadar cart cart koltuk, kanepe, sandalye çeken insanlar, hayırdır evin içinde nakliyat şirketin var sanki, sevmiyorum sizi.
Dünya malı dünyada kalırı, anlatıp duran, ama sabahtan akşama kadar mal mülk kovalayan insanlar, sevmiyorum sizi.
Bağıra bağıra konuşan insanlar, gürültü yapan, kendi çocuğunu herkesin çocuğu sanan insanlar, valla sevmiyorum sizi.
Hiç sorun yok, sıkıntı yok, hallederiz o iş bende diyen insanlar, size selam bile vermek istemiyorum o kadar sevmiyorum yani sizi.

Sözünde durmayan insanlar, geleceğim deyip gelmeyen, bende var sana veririm diyen, şu günü buluşalım deyim, unutan insanlar sevmiyorum sizi. 
Her şeyin, sende daha çok olduğunu düşünen insanlar, ve dahası; sebebi bilinmez ama sendeki paranın kendi cebindekinden daha fazla olduğunu düşünen insanlar, sizi de hiç sevmiyorum.  
Şu havluyu uzatır mısın, şu kül tablasını uzatıversene, çantamı verir misin, kendi yapabileceği işi benden, ya da başkasından isteyen insanlar sizi de hiç sevmiyorum.
Kıskanç insanlar sevmiyorum sizi.
Fesat insanlar sevmiyorum sizi.
Kötü kalpli insanlar sevmiyorum sizi.
Valla sevmiyorum sizi.

Not 22: 1980 ile 2022 arasındaki tüm el nino'lu kışları birleştirdiğimizde, Avrupa'nın normallerden sıcak, Türkiye'nin tamamının normallerinin soğuk olacağı görülüyor. Bu yıl vortex için şartlar uygun… Uzun vade modelleri Kış mevsiminde Balkanlara inmesi muhtemel çok güçlü soğuklar öngörüyor. Elbette vade uzun olduğu için güvenilmez; fakat Kışımızın potansiyelini görmek açısından iyi..Kerem Ökten..

Vortex: girdap, anafor.. Anlaşılan kuş sert ve soğuk geçecek.

Not 23: Belli ki, Türkiye’de adalete güvenin yeniden sağlanabilmesi için atılması gereken çok adım var.
İlk adım, Cem Garipoğlu’nun mezarının açılmasına izin vermek olabilir.
Tabii mezarda yatanın o olduğu konusunda adaletten sorumlu olanlarda da bir şüphe yoksa.
Yok eğer mezardan başkası çıkarsa.
Seyreyle sen gümbürtüyü…

Not 24: Bizim devlet geleneğimiz yok.

Var olduğunu iddia edenler, neden dünyada en fazla devleti yıkılan millet biziz, açıklasınlar.

OSMANLI'yı da örnek vermesinler. 

Hanedanın Türklük ile alakası olmadığı gibi, Türkler'i asker yapıp, devletten uzak tutmuşlardır.

Not 25: Borsa!Birkaç oyuncunun ve şirket patronunun oyun alanı olan borsa. 4 liralık hisseyi 150 liradan almak için borsaya geleceksin diyorlar.
Saçma sapan şirketlerin halka arzına izin vererek halkı borsa kuyruğuna diziyorlar.
Şirket patronu şirketin borcunu halka ödetmek için halka açılıyor. Finansal okuryazarlığı olmayan çaresiz vatandaş sosyal medya fenomenleri ya da apartman kapıcısının önerisiyle 1 ay önce 5 lira olan hisse senedini 165 liradan alıyor.
Sosyal medya fenomenini anladık da kapıcıyı anlamadım diyenlere yanıt vereyim:
Kapıcı, 22 numarada oturan Kazım Bey’den duymuş. Onun da eşinin çalıştığı kurumdaki Mehmet Bey’in kızı bir borsa şirketinde çaycıymış. O da özel seans odasına çay servisi yapan arkadaşından duymuş!
İşte böyle saçma sapan bir haldeyiz…

Dış dünyada rekabet yeteneği olmayan, verimliliği kaybolmuş şirketleri yine halkımız fonlayacak.
Dün enflasyon altındaki krediyi dağıtsın diye kamu bankalarına para nereden geliyordu?
1-Merkez, para basarak kamu bankalarına enjeksiyon yapıyordu. Çünkü sermayeleri eriyip duruyordu.
2-Hazine, topladığı vergilerin bir kısmı ile kamu bankalarına destek atıyordu.
Bu iki kaynak da aslında vatandaşın cebi demek…
Bugün Körfez sermayesi diyoruz ama yukarıda söyledim onun da bir bedeli olacak…
Şirketlerimizin aslında gerçekle yüzleşmesi gerek. İhracatın yarısı taş, toprak, tekstil, ham madde…
Bu ürünlerle rekabet şansınız, satış yapma ve para kazanma şansınız yok…
O nedenle bozuk plak gibi ihracatçıların bir kısmı şimdi de koro halinde kur 30’u aşsın diyor!
Oldu paşam! Sen teknoloji geliştirme, inovasyon yapma, göçmenleri çalıştırıp işçilik maliyetinden yırttığını san, Afrika ya da Güney Doğu Asya’nın ürettiği ürünlerde rekabet etmek için ha bire kur artışı iste!
İş mi bu sizin yaptığınız? Hadi hükümet sizi düşük faize alıştırdı ama patron dediğin kişi de biraz vizyoner olur, geleceği görür, anı okur, farklı bir iş yapmak ister, küresel oyunculuk hayal eder, taşeronluk ve düşük teknolojili üretim genlerimize sinmiş!
Kur 30’u aşacak…
Çünkü bu zihniyet yüzünden dolar, Euro kazanamıyoruz. Dolar kıtlığı kuru 30 üzerine itecek ama bu sefer aynı tayfa hadi kur 35 olsun ihracat yapamıyoruz diyecek.
Kur arttıkça ihracatçı mutlu olacak ama halkın üzerindeki enflasyon baskısı artacak.
Kış üreticiler, özellikle ihracat kesimi için yumuşak geçecek. Ancak artacak enflasyon ve ticaretin fonlanmasının yükünü üstlenecek halkımız için çok ama çok sert bir kış olacak…

Not 26: Orta gelir grubu, “Devlet yardımı almadan ekonomik şartlarla başa çıkabilenler” olarak tanımlanıyor. “Geliri giderine yetebilen, zorunlu ihtiyaçlarını karşılayabilen, kültürel faaliyetlere ve eğlenceye de bütçe ayırabilen nüfus” kastediliyor. İşte bu nüfus, bir milleti millet yapan değerlerin de koruyucusudur.
Çok zenginler, küresel şirketlerle evlenerek varlıklarını sürdürür, açlık sınırındaki fakirler ise siyasetle meşgul olamaz, çünkü kendi derdine düşmüştür, bu sebeplerle ülkenin huzur ve düzenini, orta gelir grubu sağlar...
Şimdi, orta gelir grubu sıralamasında başta gelen doktorlar, mühendisler bile fakirleşmiş olmaktan yakınıyor. Öyle ki milletin imkânları ile yetiştirilen bu kadrolar, ülke dışına adeta kaçıyor. Yerlerine de diploma denkliğini bir kenara bırakın; gerçek bir diploması olup olmadığı bile belli olmayan Suriyeliler alınıyor!
Ülkenin en seçkin kadrolarının dışarıya kaçması, arkalarından da “giderlerse gitsinler” denilmesi, orta gelir grubunun bilinçli olarak yok edildiğinin göstergelerinden sadece biridir.

Not 27: Almanya'da 45 yıl prim, 63 yaş emeklilik var. (18'de başlarsan. 45 yıl prim şart.)

70'e yükseltilmesi isteniyor.

Türkiye'de 25 yıl primle emeklilik.

Sonra MAAŞ yetmiyormuş.

Halk yalakalığı yapmanın anlamı yok. Sosyal güvenlik sistemi bu yükü taşıyamaz. Bir insan 40-45 yaşında emekli edilir mi? Türkiye’de emekli maaşı evrensel gelire dönüşmüştür. 

Not 28: UKRAYNA savaşı biter bitmez, ya İRAN, ya da TAIWAN harekatları ufukta.

Huzurlu uzun bir dönem, zor gözüküyor. Dünya adım adım 3.dünya savaşına gidiyor.

Not 29: Dolar kuru 27.30'a kadar çıkıyor, sonra tekrar 27.
27 kırmızı çizgi.
Kavcıoğlu varken döviz kurunu tutma rasyonel değil,
Erkan varken döviz kurunu tutma rasyonel.
Nedeni Kavcıoğlu'nun sunumu beğenilmedi, Erkan'ın sunumu fevkaladenin fevkindeydi.
Ekonomi ve finans ülkede düdük.

Not 30: TL mevduata süper negatif reel faiz çakıp, döviz kurunu da tutarak borsayı şişirme modeli daha önce de denendi.
Tutmadı, yine tutmaz. Şirket patronlarının şirket borçlarını bedelsiz halka ödetmeleri için altın tepsi içinde sunulmuş imkan bu.

Not 31: TÜFE Ağustos %8,5, kalan 4 ayda %5-4 gelirse yıl sonu %69.7 ile Aralık ayında 2022'nin üzerine çıkılmış olacak.
Enflasyon beklentilerinin enflasyonu beslemesi açısından olabilecek en kötü tablo.

Not 32: İlk buharlı makineler ÇİN'de yapılmış.

ESNAFI korumak için, önünü kesmişler.

İkinci yapan VENEDİK.

Onda da benzer sebeple önü kesilmiş.

İNGİLTERE'de ise, önü kesilmemiş ve ülke süper güç olmuş.

Şimdi, Dünya'nın her tarafı Anglo Sakson ülkelerle dolu.

Korumacılık batırır.

Not 33: İnsanlık tarihinde kavimler göçünün üç nedeni vardı.

Doğa felaketi ve iklimsel değişim
Sömürü
Dini ve siyasi baskılar

Önümüzdeki yüzyılda bu üç sorun akıl yoluyla çözülmezse, tarihsel bir yokoluş süreci başlayacaktır.

Not 34: Türkiye'deki enflasyon da Cemre gibi aynen. Sürekli düştü diyorlar ama nereye düştüğü, kime düştüğü belli değil.

Not 35; O kadar grup var, bir o kadar da başkanları...
Kimse de yükselen ev kiralarıyla alakalı etiket yapayım demiyor.
Hepiniz ev sahibi misiniz yoksa?
Ya da ne bileyim milyonlarca kiracının sıkıntıları ilginizi mi çekmiyor?

Not 36: Bugün sıradan bir cafede 3 bardak çay içtim..93 TL, çay mı beni içti, ben mi çay içtim çözemedim..

Not 37: Nedir başımıza gelen büyük belâ? Tanımsızlıktır. Kendimizi sarahaten kendimize tarif edemiyoruz. Toplum olarak da, birey olarak da, insan öbekleri olarak da “tanımsız” kaldık. Bin yılı aşkın süredir devleti millete, milleti devlete bir tanıştıran çıkmadı.

Not 38: Merhum Mahmud Es'ad Coşan hoca bir eve misafir olmuş. "Hatıra için bir fotoğraf çekebilir miyiz" diye sorulunca cevaben demiş ki: "100 estağfirullah, 100 lâ ilâhe illallah, 100 Allah, 100 salavat, 100 ihlas çek, yeter, bu da benden sana hatıra!" demiş. Nereden nereye?

Not 39: Utan, ey çağ! 
Soylu insan yetiştirmez oldun!

Julius Caesar, William Shakespeare

Not 40: Çok uzun bir fedakârlık kalbi taşlaştırabilir.
-w. b. yeats

Not 41: Bir keşiş,  Zen ustası Joshu'ya  "Benliğim nedir?" diye sorduğunda, usta "Sabah yulaf ezmeni bitirdin mi?" diye cevap vermiş. Keşiş bitirdiğini söylemiş. Joshu "O zaman kâseni yıka" demiş.

Benlik, eylem hakkında düşünürken değil, eylemin kendisinde ortaya çıkar. Yaparken oluruz.

Not 42: Anlamak istemeyenlere maç örneği vererek anlatırsak, 90 dakika boyunca maçı 2-0 önde götürseniz bile eğer uzatmalarda 3 gol yemişseniz bu 90 dakikalık üstünlük sizin maçı kaybettiğiniz gerçeğini değiştirmiyor.
İttihatçıların kavgacılıkları, mücadelecilikleri, vazgeçmeyişleri ne denli övünülecek şeylerse basiretsizlik, plansızlık, hayalperestlikleri ve gerçekçilikten uzaklıkları da o derece ve daha fazla yerilecek konulardır.
 

Biz sevdiklerimiz hakkında güzel hikaye yazmayı nedense çok seviyoruz.
Sarıkamış’ta yaşananlar ortada. Bu korkunç felaketin başkahramanı Enver Paşa olmasına rağmen sanki hiç suçu yokmuş da ona yanlış bilgi veren alt kademelerin suçlanması insanı gerçekten hayrete düşüyor.
Birileri de Paşamızın binlerce askerimiz donarak şehadet mertebesine erdiği sıralarda İstanbul’daki zevcine yazdığı duygusal mektupları okuyarak ne kadar ince bir adam olduğu konusunda fikri mesai yapıyor.

Efendim ama çok vatanseverlerdi!..
Klasik Osmanlı Vakanivüsleri bile bunlar kadar devlet, padişah taraflısı geçmişe bakmıyor halbuki.
Türkmenlerden nefret eden Hoca Saadettin Efendi bile sayfalarca Türkmenleri ve Kızılbaşları yerdikten sonra bir iki paragrafla da olsa devletin içinde bulunduğu rezilliği itiraf ediyordu. Padişah dünyadan el etek çekmiş, kapıkulları halkı soyup soğana çevirmiş, halk aç sefil, timarlar parayla alınıp verilir, kadılar rüşvetle iş görür olmuş vs. vs…
E bunlar dünyanın her yerinde isyan sebebi zaten…
Sen kara kışın ortasında gerekli hazırlıkları yapmadan askeri cepheye sürersen olacaklar da belli… Ve bu çok övülen adamlar koskoca bir halktan bu rezilliği savaş sonuna kadar gizlemeyi de başardılar.
Bu adamlar siyasi ihtirasları yüzünden Balkan Harbinde Edirne’nin düşmesine de sebep olmuşlardı ama gel gör ki hepsi çok kahramanlar. Falih Rıfkı Atay’ın Zeytin Dağı’nda anlattıklarının alt metnini okuduğunuzda Cemal Paşa’nın tavırlarının Arapları bizden nasıl uzaklaştırdığını da anlarsınız.
Üç Paşalar memleketi çok severken diğer herkes hain!..

“Enver Paşa emretsin ölürüz”cülerle dolu etrafımız.
Halbuki tevekkül elden gelenin yapılmasından ve tedbirlerin alınmasından sonra işin Allah’a havale edilmesidir. Bizse kalpten Allah’a yöneliyor ama amel kısmını boş geçiyoruz.
Nedense bu bana muhalefetin son seçim yenilgisini hatırlattı. Her şeyin uygun olduğu bir ortamda yenilmek ancak hayalperestlik, beceriksizlik ve gerçeklerden kopuklukla mümkün olabilirdi değil mi Enver Paşacılar?

Not 43: Hedefine bir yüksek teknoloji ülkesi olmayı koyan Türkiye çip üretimi için 3 ile 4 milyar dolar arasında bir tutar harcayarak büyük bir tesis kurabilir. Gereken kaynak, Türkiye Varlık Fonu’ndan ve kurulacak bir yatırım konsorsiyumuna katılacak büyük sermaye grupları, holdingler ve müteahhitlik şirketleri tarafından karşılanabilir.       

Not 44: Araştırma ve geliştirme harcamalarının yüksek olduğu ilaç, havacılık, bilgisayar ve çip üretimi ile telekom cihazlarının bulunduğu yüksek teknoloji grubunda ihracatın ithalatı karşılama oranlarında bir miktar artış gözlense de oran yüzde 30’un altında bulunuyor. Yüksek teknoloji ürünlerinin ihracat içindeki oranı ise yaklaşık 15 yıldan bu yana yüzde 3 ile yüzde 4 arasından kurtulamadı. Para, kur, faiz ve yatırım politikalarında akılcı uygulamalar ekonomide ancak kısa süreli bir canlanma ortaya çıkarabilir. Ekonominin hızlı ve istikrarlı bir şekilde büyümesi ise devletin bir yeniden sanayileşme programı açıklamasına, teknolojik ilerleme seferberliği başlatmasına ve yeni nesil araştırma enstitüleri kurmasına bağlıdır. Bu konularda adım atılmadıkça ekonomi dış ticaret açığı prangasından kurtulamaz.

Not 45: Varsayalım ki bir nedenden, mesela büyük bir ekonomik ve mali-bütçe krizi sebebiyle Türkiye devleti merkezi ve yerel düzeylerde on sene yatırım yapmama kararı alıyor, olmaz böyle bir şey İnşallah ama adı üzerinde benimki bir varsayım.
Devlet böyle bir karar alırsa bunun Türkçesi devletin hem merkezi hem de yerel düzeylerde on sene kamu ihalesi açmayacağı anlamına gelebilir.
Bugün sayısını bilemediğim aktif siyaset yapan necip vatandaşlarımızın acaba kaç kişisi on sene kamu ihalesi açılamayacak bir ortamda aktif siyaset yapmaya devam edeceklerdir?

Not 46: Kimisinde “kaçıp uzaklaşma isteği uyandıran”, kimisi için ise “büyük ve kalabalık şehirlerden kaçmak istediğinde sığınılan” bir yer Niğde... Kimisine durak, kimine mecburi istikamet... Sizce de isminin Rusçada “hiçbir yerde” anlamına gelmesi bu ili daha da ironik hâle getirmiyor mu?

Not 47: “Servi gibi umutlar döndü birer iğdeye.
Geçti Bor’un pazarı sür eşeği Niğde’ye!
(...)
Dokunuyor üç kadeh şimdi bizim mideye,
Geçti Bor’un pazarı sür eşeği Niğde’ye!”
Namdar Rahmi Karatay

Not 48/ Niğde-Kayseri yolunda, yaklaşık on beş yirmi “bar”ın bir araya toplandığı özerk bir bölgesi var. Patates, elma hasadından kazandığı parayı Niğdeli çiftçiler buralarda har vurup harman savururken Kayseri, Aksaray gibi illerden esnaf ya da köylü de “Aman kimse görmesin” diye Niğde’nin yolunu tutuyormuş. Ben anlatanların yalancısıyım!

Not 49: Hangi şehre giderseniz gidin, hurdacılık yapan birine “Nerelisin?” diye sorun “Niğde” cevabını almanız kuvvetle muhtemel. Mesela Bor’un Karanlıkdere köyündeki apartmanları görenlerin şaşırdığı, hâlbuki köyün hurda zengini olduğu ve herkesin kazandığı parayla bir apartman diktiği söyleniyor.

Not 50/ Karacaoğlan’ın şiirinde “Yörü, behey Bulgar Dağı! Senden yüce dağ olma mı? Sende yaylayan güzelin, Yanakları ağ olma mı?” diye bahsettiği dağ, Niğde, Konya ve Mersin’e yayılmış Bolkar Dağı (3524 m)... Bolkar Kayak Alanı ise yaklaşık 2.000 hektarlık alanı kaplıyor. Bolkar’daki Karagöl’ü muhakkak görmelisiniz.

Not 51: Niğde’de ve ilçelerinde tarihî cami, türbe ve kilise bolluğu var. 1800’lü yılların başlarında yapılan ve çoğu ziyarete kapalı olan kiliselerin bir kısmı camiye dönüştürülmüş. En çok ziyaret edilenler, Konaklı Rum Kilisesi, Eski Saray Mahallesi’ndeki Rum ve Ermeni kiliseleri...
Gümüşler kasabasındaki Gümüşler Manastırı, büyük bir tüf kaya kilisenin içi oyularak yapılmış. 

Not 52: Ülkemizde en büyük kervansaray olarak bilinen Sadrazam Mehmet Paşa Kervansarayı ise Ulukışla’da. Tek kubbeli kareye yakın planlı camisi olan külliye; avlusu, merkezinde sokak görünümünde arastası, arastanın iki yanında yirmi üç dükkânı, hamamı, ahırı bulunan bir menzil külliyesi... 1619’da yapılan külliyenin bir özelliği de Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Han Duvarları” şiirinin esin kaynağı olması...

Not 53: Arabana taş koydum Naciyem al yastığa baş koydum Naciyem
Seni gelecek diye Naciyem sağ yanımı boş koydum Naciyem
Dereye inişelim Naciyem atlara binişelim Naciyem
İki yüzük bir ayna Naciyem bahçada buluşalım Naciyem
Şöyle olur gavur gızı şöyle olur eller sarar yüreğime dert olur
Naciye adlı Niğde türküsünden replikler 

Not 54: ABD'de veriler yine iyi geldi.
RESESYON işi hikaye oldu sanki ha?
Size ilginç bir bilgi vereyim, BÜYÜK BUHRAN sonrası, ABD ekonomisi tam 40 yıl aralıksız büyümüştür.
Belki de ÇAKMA PANDEMİ sayesinde, yine böyle bir döneme girmişlerdir ha?
(40 yıl da sürmez tabii de...)

Not 55: ABD'de ilk defa, yeni neslin eğitim düzeyi, bir önceki nesilden düşükmüş.

Mevcut TEKNOLOJİNİN getirdiği büyümenin sonuna geldik.

Artık ROBOTLAR üretecek, ya da ekonomiler tıkanacak.

Bakmayın, ABD'de toprak çok, insan az.

Bizim gibi ülkelerde insanlar çok fakirleşecek.

Not 56: ben tavsiye ediyorum evlenin hatta bir an önce çoluk çocuğa karışın.

bu güzel duyguları siz de yaşayın arkadaş neden sadece biz yaşıyoruz? siz hiç çocuklarla parka gidip eve gidelim diye rüşvet olarak dondurma aldınız mı? yapmayın etmeyin tatmanız gerekiyor bunları, bunlar tatlı aktiviteler.

Not 57: trafik cezalarında; finlandiya, ingiltere ve isviçre gibi ülkelerde uygulanan sistemin bir benzeri üzerinde çalışılıyormuş, mevcut sistemde hız sınırını ihlal eden aracın 500 bin lira ya da 5 milyon lira olması fark etmiyor, kesilen ceza 915 lira, fakat yeni sistemde ise ceza kişinin geliri veya aracın bedeline göre değişebilecekmiş. Bir sorunumuz bu kalmıştı. Konuyu gündeme alan ve üzerinde çalışan herkesi tebrik ederim. Neticede medeni kanunu da isviçreden aldık vaktinde. Geç kalmışız  ama olsun. Geç olsun güç olmasın.

Not 58: Ekrem İmamoğlu sanırım siyaset hayatının en büyük riskini alıyor yeniden İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkanlığına adaylığını açıklarken. ‘İstanbul’u AK Partiden alan kişi’ olarak ulusal siyasette yükselişe geçen İmamoğlu Mart 2024’te seçimi kaybederse siyasal kariyeri biter. Söylenenin aksine, İstanbul’u kazananın Türkiye’yi de kazanamadığı anlaşıldı mayıs seçimlerinde, ama İstanbul’u kaybedenin Türkiye’yi de kaybedeceği kuşkusuz. ‘Başarı hikayesi’ni kendi elleriyle yırtıp atmış olur İmamoğlu yeniden aday olup seçimi kaybederse.

Yerel seçimlerde oy verme eğiliminin düşük olması muhtemel. Özellikle muhalefet seçmeni umudunu ve motivasyonunu kaybetti. ‘İstanbul’u da kaybetmeyelim’ fikri seçmeni yeniden harekete geçirebilir. İmamoğlu da bunu deneyecek basın toplantısında gösterdiği gibi. Ama, muhalif seçmen yorgun ve kırgın. Genel seçimlerde başarısız olan KIlıçdaroğlu ve Akşener’i cezalandırmak, onlara bu başarısızlığın faturasını kesmek isteyen bir seçmen kitlesi mevcut. İmamoğlu, bu seçimde özellikle Kılıçdaroğlu’nu cezalandırmak isteyen seçmenin kurbanı olabilir.

Paradoksal gibi görünse de İmamoğlu’nun siyasal geleceğini garantileyecek belki de tek yol, yargının hakkındaki siyaset yasağı kararını onaylaması. İktidar ona bu iyiliği yapar mı?

Not 59: Çocukluğundan beri ebeveynleri tarafından ihmal edilip görünmez hisseden kişinin, başkaları tarafından fark edildiğini hissetmeye ihtiyacı olabilir.  Çocukken maruz kaldığı fiziksel veya duygusal şiddetin yarattığı güçsüzlük duygusunu, kendisi de başkalarına fiziksel ya da duygusal şiddet uygulayarak gidermeye çalışabilir. İçindeki boşluğu doldurması zordur. Çocukluğunda giderilmemiş duygusal ihtiyaçları, yürüdüğü yollara gölge düşürdüğü için kim olduğunu bulması kolay değildir.  Kendisiyle bitmek bilmeyen kavgasında kendi hayatına sığmakta güçlük çeker. Öfke, kendi altına gizlediği diğer tüm duygularla kimliğinin bir parçası haline gelir. Ve bu parçanın yansımasından birçok insan da nasibini alabilir.

Not 60: Hemen hepimizin hayatında ayrı ayrı dertleri olduğu göz önünde bulundurulursa kimse kimsenin psikopatolojisinin yansımalarını taşımak zorunda değil. Yani, sosyal medya üzerinden diğer insanlara saldırarak ne çocukluk travmalarımızı iyileştirebilir ne giderilmemiş duygusal ihtiyaçlarımızı giderebilir ne de içinde bulunduğumuz koşulları değiştirebiliriz.
Öfke saldırganlaştıkça hafiflemez, aksine artar.

Not 61: Öfkenin kontrolünde yaşanan bir hayat insana ne güç kazandırır ne de hayatının kontrolünü eline almasını sağlar. Değişmek isteyen herkes değişebilir. Bu bir seçimdir. Evet değişmek zordur ama imkansız değildir. Yani sevgi ve şefkat göstermek öğrenilebilir. Hem kendine hem de başkalarına…

Not 62: Kılıçdaroğlu sanki kendisi İstanbul’u kazanıp ya da herhangi bir seçimi kazanıp genel başkan olmuş gibi “İstanbul’u kazan öyle genel başkanlığa soyun” dedi. Aslında derdi, İmamoğlu’nu İstanbul’da 5 sene daha tutup, 80 yaşına kadar CHP’nin başında kalmak. Çok açık. Çünkü belediye başkanlarının parti yöneticisi olması Anayasa’ya aykırı. (Cumhurbaşkanı parti genel başkanı olurken, belediye başkanının olamamasındaki saçmalık. Bence ikisi de olamamalı)