Unuttum kendi dertlerimi
Yanıyorum Gazze’ye
Acımasızca bombalanan haftalarca
Hunharca öldürülen bebekler geliyor gözümün önüne
Daracık alana kıstırılmış halka
Soykırım uygulanıyor
Boş laftan öteye geçmiyor medeniyetin ettiği sözler
Ölmeye devam ediyor Filistinliler
Eski günahların gölgesi uzundur bilirim de
Acının fazlası da insanı bozar
Gidişat gidişat değil
Uygarlık nasıl oluştu bilemem ama
Çöktüğü noktanın başlangıcındayız uygarlığın
Empatisini kaybeden insanın medeniyeti olmaz çünkü.

Alemde Kudüs şairi olarak tanınır birçok Müslüman şair
Kudüs güzel yer
Serenat yakmak çok kolay 
Yeryüzünün en güzel toprak parçasına
Yetiyorsa gücünüz çilekeş Gazze’ye yazın şiirlerinizi
Sazınız telleri yeterliyse Gazzeli Filistinlilere yakın türkülerinizi aşıklar

Ne kadar da talihsizmiş Filistinliler
Hep gelegeldiler müstağrip olarak
Ne Arap kabul edildiler ne de insan 
Sadece her ulusun çıkarına meze
Tanrıdan başkasının unuttuğu
Kaderiyle başbaşa bir coğrafya
En güzel zeytinlerin yetiştiği memleket
Şimdi ölümlere gebe..

Gurur duyun eserinizle Muhammedin ümmeti
Habeşliler kadar yüreğiniz yok
Olamadınız bir Habeş kralı Necaşi
Ey caka satan liderleri bölgenin
Duadan başka işlevi kalmayan yeşil sarıklı hocalar
Takke düştü kel göründü
Şairler bundan sonra yazmasın Kudüsü
Kimse anılmasın Kudüs şairi diye
Eğer söylenecek söz kalmışsa
Ait olmamalı Gazze’den başkasına
Meğer ne acıymış
Tav olmaları en düşük uzlaşmalara
Olmayacak duaya amin demeleri 
Ram olmaları hiçbir şey vaat etmeyen anlaşmalara
Yüksek ideallere sahip olmakla övünenlerin 
Ödenecek bedelle yüzleştiklerinde..

Şair Mustafa anılsın bundan sonra
Gazze şairi olarak
Onurdur benim için durmak onursuzluğun karşısızlığında
Yer almak gururdur
Durmak mazlumların yanında
Beraber ölmek isterdim aslında
Dünyanın en mücadeleci insanların yanında
Gömülmek isterdim
Daha kırkını çıkarmamış Filistinli bebeklerin mezarları yakınına 
Beraber çığlıklar atardık örselenmiş ruhlarımızla
Gayretullaha dokunur
Ebabil kuşları yetişir umuduyla
İğrenç zamanların ıssızlığında
Hiçlik çölünün tam ortasında..
(Mustafa Akgül)

Bugün köşemizi çağdaş Türk şairi Mustafa Akgülün Gazze’ye ağıt adlı şiirine ayırdık. Yaşanan insanlık dramına yürek dağlayıcı şekilde ışık tutmuş. Kalemine ve gönlüne sağlık şairimizin.

Son söz: Sene 2023, şimdi de Gazzeli çocukların asaleti ve şehadeti var. Ülkesine doyamayan, annesine doyamayan çocukların isyanı. İçimizdeki öd acısı bundandır.

Not 1: Bütün Gazze’de iki hafta içinde beş bin insan.
Bu daha başlangıç. Öldürmeye devam edecekler.
“Dünyanın kılı kıpırdamıyor.”
Ne kadar boş laf!
“İslam dünyasının da kılı kıpırdamıyor.”
O da boş laf.
Hiç yoktan iyidir yine, toplanıyorlar, dağılıyorlar, kınıyorlar, tenkit ediyorlar.
Durun diyorlar, kan dökmeyin diyorlar.
Galiba en çok bunları demeye mezunlar.
İsrail’le harp etmeleri mi gerekiyor?
Ona hem çok uzaklar hem de bunu onlardan istemek çok tutarlı olmayabilir.
Ama hiç olmazsa iktisadi etkisi olacak şok edici adımlar atamazlar mı?
Atamazlar.
Rahmetli Kral Faysal denemişti vaktiyle.
“Kardeşlerim! Neden bekliyoruz? Dünyanın vicdana gelmesini mi bekliyoruz? Nerededir ki dünyanın vicdanı? Mukaddes Kuds’ü Şerif sizi çağırıyor. Kendisini kurtarmanızı bekliyor. Neden korkuyoruz? Ölümden mi korkuyoruz?” demişti 1969’da Rabat’ta topladığı İslam Zirvesi’nde.
İslam Konferansı Örgütü de o zirvede kurulmuştu.
Faysal, petrolü o günlerde ekonomik silah olarak kullanmayı denedi.
Sonuç da aldı. Petrolün varili 2,5-3 dolardan 9-10 dolara çıktı.
(Bunun etkisini sonraları tersinden gördük. Dolarlar çoğalınca Arap alemi yumuşadı.)
O günlerde Kissinger petrol kuyularının bombalanabileceğini söyledi.
Faysal sağlam cevap verdi.
“Tabii ki petrol kuyularımızı bombalayabilirsiniz. Fakat unutmayınız ki, biz ve atalarımız hurma ve deve sütüyle yaşıyorduk, yine öyle yaşayabiliriz; ancak artık siz petrolsüz yaşayamazsınız.”
Faysal’ın icabına baktılar.
1975 yılında yeğenlerinden biri, Faysal Bin Musaid, bir törende, Melik Faysal’ın yanına yaklaştı ve tabancayla ateş ederek öldürdü.
Sonraları işler yoluna girdi.
Faysal “Siz petrolsüz yaşayamazsınız” demişti ama zamanla Arap rejimleri dolarsız yaşayamaz hale geldiler.
Bir ara Saddam can havliyle İsrail’e bir iki tesirsiz füze attı. Kaddafi de ara sıra ters laflar ediyordu.
İzale edildiler. Şu anda Kaddafi de yok Saddam da.
İran çok söylüyor devrimden beri, “Merg ber İsrail.”
Başka bir şey yapıyor mu?
Akıllıdır İranlılar. Yürüyecekleri ve duracakları yeri bilirler.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “One minute”ü önemli bir çıkıştı. Dünyada şok etkisi yaptı.
Sonra yavaş yavaş biz de indik o çıkıştan. Şimdi yerdeyiz.
Yani, “Nerede bu İslam alemi, nerede bu Arap alemi” diye sormanın bir karşılığı yok.
Bizi benzettiler.

Not 2; Almanya başbakanı Angela Merkel’in uzlaşmaya hakkında sarf ettiği şu sözü hatırlamak işe yarayabilir. “Bütün taraflar eşit derecede mutsuz olursa bu bir uzlaşmadır. Uzlaşmalar mutluluk duygusu içermez’’
Yüzyıllar içinde oluşmuş ve sürmüş bir sorun elbette bir anda çözülemez. Ancak çözüm için ilk adımlar atılabilir. Bunu çözümsüzlükten başka bir işe yaramayan düşünce kalıplarını terk edip iki tarafın halklarına empati gösterebilecek liderler yapabilir.

Not 3: PRINGLES Türkiye'den çekilmiş.

Aşama aşama VENEZUELA.

Not 4: Gazze sorununun bu saatten sonra diplomasi ile çözülme ihtimali sıfır çünkü Israil savaş ilan ettiğini açıkça ilan etti. Savaş ilan edene diplomasi demek acziyettir. Herkes hangi dilden anlıyorsa o şekilde cevap verilir. Savaş ilan edene diplomasi ile cevap verilmez.

Not 5: Uzun vadeli faizler ve altının eşzamanlı yükselişiyle piyasa ABDye devasa bütçe açıkları ve borçlanmanın üstüne iki savaşı da borçla finanse etmeye kalkarsan faiz artsa bile borçlanmakta zorlanabilirsin uyarısı yapıyor sanki..

Not 6: Bir an önce her ilde miting yapıp protesto etmek lazım İsrail’i. Başka türlü bu zülüm engellenemez. İsrail mitingler arttıkça aklını başına alacaktır. Yaptığım ironi. Mitinglerle katliam önlenmez.

Not 7: Malum, ilk insanların ortaya çıktığı Paleolitik dönemlerde bacağını kıran bir insan için hayat büyük ölçüde sona ermiş demekti. Zira o haliyle avlanıp bir şeyler yiyemez, su içmek için bir nehir kıyısına gidemez, doğada kendisini bekleyen tehlikelerden kaçamazdı. Uyluk kemiği, yani bacağı kırılan hiçbir insan kemiğin iyileşmesine yetecek kadar uzun süre hayatını idame ettiremeyecekti.
Kalçasını dizine bağlayan uyluk kemiğini kıran bir insanın “işi bitmiş” sayılırdı. Zira memelilerin vücutlarındaki en uzun, en hacimli ve en güçlü kemik olan uyluk kemiğinin iyileşmesi bugün bile en iyi durumda en az altı haftalık bir zaman gerektiriyor. Ayrıca uyluk kasları kırıkları birbiri üzerine binecek şekilde zorladığından kemiğin yanlış kaynamasına da sebep olabiliyor. Bunu önlemek için kırık parçalar düzgünce aynı hizaya getirilebilmeli ve kişi uzunca bir dönem bakım görmeli. O dönemlerin yalnız sayılabilecek insanları için böyle bir ihtimal yoktu.

Dolayısıyla Paleolitik çağda birinin kırılan uyluk kemiği iyileşmişse, öncelikle birisinin ya da birilerinin kazara bir yerden düşen ya da yara alan o kişinin sıkıntısıyla empati kuracak bir farkındalık geliştirmiş olması gerekiyordu. Sonra da yaralı kişinin yanında kalmak üzere zaman ayırması, muhtemelen yarayı düzgünce sarması, ardından da kişiyi güvenli bir yere taşıması icap ediyordu. Son olarak, iyileşme döneminde sürekli bakım ve destek sunarak ona yardım etmesi elzemdi. Oysa insan yeryüzündeki ilk dönemlerinde bir başkası için çok aşamalı böyle bir sürecin tamamına kendini adayacak empati ve yetkinliğe sahip değildi. Birinin uyluk kemiği kırılıyorsa, o kişi muhtemelen kaderine terk ediliyordu.
Mead, işte tarihte bir dönüm noktası olduğunu ve bir başkasına karşılaştığı bu en büyük zorluk karşısında yardım etmenin ve iyileşmesini sağlamanın medeniyetin başladığı yer olduğunu söyleyen bilim insanı. Uygarlığın yalnızca maddi ilerleme veya teknolojik ilerlemeler tarafından belirlendiği fikrine meydan okuyan Mead’e göre, uygarlık bir topluluğun ihtiyacı olana gösterdiği kolektif ilgi ve empatide gizli.
Peki, 15 bin yıl önce kırılıp iyileşen bir uyluk kemiği uygarlığın ilk temel işareti sayılabiliyorsa, yarın öbür gün bilim insanları bu kez de uygarlığın çökmeye başladığının ilk temel işaretini aramaya kalksalar bunu nerede bulurlar dersiniz? Bundan mesela 15 bin yıl sonra, bilim insanları arkeolojik buluntular arasında ne gördüklerinde böyle bir sonuca varırlar, sizce?
Doğrusu, bu soruyu zamanından (!) önce yanıtlamak pek mümkün değil, sanıyorum. Yene de prematüre bir cevap olarak görülse de yaşadığımız yüzyılın tarihi biraz hızlıca ileri sarmaya başlayan şu son döneminde yaşadıklarımızdan hareketle, bu soruya bugünden verilebilecek bir cevabımız olabilir sanki.

Not 8: İşlemci konuşuyor: Allah'ın, Rabbin, Tanrı'nın izniyle bölgeyi temizledik, bütün yabancı varlıkları cehennemin dibine gönderdik. İşlemci konuşuyor. Her yerde başka dillerde çocuklar düşüyor yere. Çocuklar melektir demişti öğretmen, ölünce cennete gidecekler. Hiçbirinize toprak vaat edilmedi. Hepiniz bıçağı Rab, bombayı Tanrı, silahı Allah sandınız. Hiçbirinize toprak vaat edilmedi. Melekleri öldürüp, şeytana sığındınız. Komşusuna bir avuç mezarlık toprağı esirgeyenler, uzaktakini kahraman yakındakini düşman belleyenler, zulmün şefkat getireceğine inananlar, siz, yeryüzünde sadece bir fazlalıksınız.
Sığdıramadığınız komşularınızın ölüleri nereye gider ve o ölüler toprağın altında değilse nerededir şimdi? Asıl onlardan korkmalısınız. Eski günahların gölgeleri uzun olur. Şimdi Rabbin adıyla konuşmayın. Bütün melekler öldü, yas, defnedilmeyen ölülerin tabutlarında çürüdü.
İşlemci konuşuyor: Sayısal eğrilerin değişimi başladı, güneye daha güneye kaydıralım ortadaki rakamları. Yas mı?