Gannuşi..
İslam dünyasının yaşayan bilge liderlerinden Raşid el-Gannuşi 61 gündür Tunus zindanlarında keyfi bir şekilde tutsak. Bunu tüm dünyaya duyurabilmek için uzun...
İslam dünyasının yaşayan bilge liderlerinden Raşid el-Gannuşi 61 gündür Tunus zindanlarında keyfi bir şekilde tutsak. Bunu tüm dünyaya duyurabilmek için uzun süreli oruç tutmaya başlamış.
Peki bizler bu zulüm karşısında şu hadis-i şerifin icabını yerine getirebiliyor muyuz?
“Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir.”
Son söz: Bazıları yerel seçimi gözlerinde amma büyütüyorlar. Yerel seçim dediğiniz lokal rantın siyaset esnafı tarafından paylaşılma süreci, hepsi bu. Onu kazanarak sadece zengin siyasetçiler yaratabilirsiniz; sığınmacı, ekonomi, adalet, mafya, eğitim politikaları değişmez! Muhalefetin, her köşeye dağılmış ve acınılacak durumunu hayretle izliyorum.
Tadımlık: "Büyümeden ödün vermeden de dezenflasyon (enflasyonda
düşüş) sağlanabilir"in tıpta karşılığı:
"Akciğeri alınan bir insan solunum faaliyetini makatından
(kıçından) ya da başka enteresan bilmediğimiz herhangi organından
veyahut dışarıdan temin edilen oksijen tüpünden (ihracat artışı,
dış talep artmasın) nefes alarak yaşayabilir". Dışarıdaki talebin
artmayacağını ön görmek için ne Boğaziçi okumaya gerek var ne de
Princetonda doktora yapmaya ihtiyaç. Kurdan medet uman ne Ar-Ge ne
katma değeri yüksek çip gibi teknoloji üretemeyen ihracatçımız var.
Eksenlerini kaydıramdılar bir türlü. Çin bir yılda 10 milyon
elektrikli araç üretmiş biz hala banttan yılda bin araba
çıkaramıyoruz. Düşük faizli kredi ver yaşasınlar. Maliyeti de halka
yık düşük faizin enflasyon yoluyla. Ateş denizini mumdan kayıklarla
geçemezsiniz.
Not 1: Pazaryerinden ve şandan uzakta yer alır büyük olan her şey. Hep pazaryerinden ve şandan uzakta barınmıştır yeni değerler yaratan.
İyinin ve Kötünün Ötesinde, Nietzsche
Not 2: İlk ve son Hristiyan çarmıhta ölmüştür.
İyinin ve Kötünün Ötesinde, Nietzsche
Not 3: “Üstat bir ara dedi ki, insanların ardından koşmazmış, çünkü bir işe yaramazmış bu. Dinlemeleri gerekenler söyleneni anlar, anlamaları gerekmeyenler dinlemezmiş’’.
Bilgelikler Kitabı
Not 4: Zira bilge insan, yalnızca az tüketmeyi değil, daha önemlisi, az şeyle yetinmeyi öğrenmiştir./ Epikuros
Not 5: Toplum ne kadar parasallaşırsa, vatandaşları da o kadar endişeli ve aceleci olur. Dünyanın hala para ekonomisinin biraz dışında kalan, geçimlik tarımın hala var olduğu ve komşuların birbirlerine yardım ettiği bölgelerinde yaşamın hızı daha yavaş, daha az acelecidir. Zaman kıtlığı algısı, hayatı da kısa ve yoksul bir “çorak ülke” olarak deneyimlemeye yol açar. Eliot’ın dizeleriyle, “Oturmuş kıyıda/ Avlanıyordum, ardımda çorak düzlükler/Topraklarımı işleyebilecek miyim hiç olmazsa?”
Not 6: Sağlık için günde 4-5 porsiyon SEBZE-MEYVE tüketmek nedir?
Elimizde SALATALIK ile mi gezelim gün boyu?
Not 7: Kura müdahale devam ediyor
KKM devam ediyor
Negatif reel faizden vazgeçilmiyor
Mevduat faizi ticari kredi faizinden fazla
Aradığınız rasyonel zemine ulaşılamıyor.
Not 8: ... ve sırf bazı insanlar iyi oldukları için
kötü insanların kolay hareket edebildiğini söyleyeceğim."
Tavşanın Randevusu, İsmet Özel
Not 9: Türkiye ne ülke, ne devlet, ne de millet olarak varlığını güvence altına alabilecek bir başarı edinebildi. Başarı varsa kısa ömürlerini Türkiye’de doğan bütün imkânları keyfince kullanmayı, kötüye kullanmayı bilerek geçirenlerin şahsi başarısıdır.
İsmet Özel, Cuma Mektupları-II
Not 10: 14/28 Mayıs, sadece Erdoğan’a bir dönem daha iktidar vermedi, Başkanlık Sistemi tartışmalarını da fiilen bitirdi. Çünkü, başta ekonomi olmak üzere birçok sahada başarısız beş yıl geçiren Erdoğan, 28 Mayıs’ı, kariyerinin en başarılı günlerini aratmayan bir sonuçla -yüzde 52- tamamlamayı başardı. Bu durumda yeni anayasayla bırakın parlamenter sisteme dönmeyi, Cumhurbaşkanı’nın sınırsız yetkilerini dengelemeyi önermek bile zeminsiz kaldı. Böyle söyleyince kulağa iyi gelmiyor ama toplum Cumhurbaşkanı’na -ve bizzat Erdoğan’a- sahip olduğu yetkilerle, o yetkileri kullanma biçimiyle ve icraat karnesini öncelikli kriter saymadan onay verdi. Böyle bir yönetici istediğini sandıktaki tercihiyle tescilledi. Yetkileri ve yetki kullanım yöntemleri onaylanmış bir liderdir. Bu şartlarda, yeni anayasa için masaya oturulduğunda kim Erdoğan’dan yetkilerini azaltmasını isteyebilir ve Erdoğan bu bahsi açmadığında da kim ona haksız olduğunu söyleyebilir.
Sistem üzerinde değişikliğin siyasi dayanağı kalmayınca, sıfırdan yeni anayasa yazmanın anlamı da kalmıyor. Hal böyleyken iktidar, anayasanın rahatsız olduğu maddelerini elbette gündeme getirebilir. Belki bu heyecan yaratır!
Not 11: İnsansı robotlar, haksızlığa gelemeyen insanlar gibi
öfkeden çıldırabilecekse yalnızlık da çekecekler demektir. Belki
yaşları ilerledikçe yalnızlığı tercih de edecek, hemcinslerinden
kaçarak mizantroplaşacaklar.
Fakat o gün Yahya Kemal'in Düşünce şiirindeki seçilmiş yalnızlıkla
baş etmekte onlar da zorlanacak. 'İnsanlar anlaşılacak, cihanın da
sırrı kalmayacak; görüp anlayacaklar yaşamak macerasını' ve şu
dizelerle vedalaşmaya alıştıracaklar kendilerini:
"Ülfet (kaynaşmak) belâlı şey, fakat uzlet (yalnızlık) sıkıntılı/
Bilmem nasıl geçirmeliyim son beş on yılı?"
Yapay zekânın, bilinçte insanı aşma ihtimali mi daha korkutucu?
Yoksa kimi insanların, bazı insanî özellikleri hiç geliştirmeden
ruhsuz gelip ruhsuz gitmesi mi? Tehlike, bir değil.
Not 12: Haydi hayırlı uğurlu olsun; insansı robotlar için ilk
fabrika açılmak üzere; RoboFab. İki bacaklı robot Digit’in
yaratıcısı olan Agility Robotics’in projesi bazıları için göz
korkutucu olabilir.
ABD’de Oregon eyaletinde Salem’de 2023 yılı sonunda açılacak olan
70 bin metrekarelik tesis yılda 10 bin robot üretme kapasitesine
sahip olacak. 2025 yılında bu robotlar hayatımızda olacak.
Fabrika Amazon Depolama Merkezi gibi dev endüstriyel merkezlere
yakınlığıyla stratejik bir konumda bulunuyor. Şirketin CEO’su
Damion Shelton’a göre Salem tesisinin açılması robotik tarihi için
bir dönüm noktası. Bu girişim ticari amaçlı insansı robotların seri
üretiminin başlangıcını simgeliyor ve CEO’ya göre çeşitli
endüstrilerde işle ilgi sorunlara çözüm getirebilecek potansiyele
sahip. Her şey o kadar güzel mi? Acaba!
Fabrika 500 ‘insan işçisini’ istihdam edecekmiş. Robotlar ise
özellikle insanlar için tasarlanmış mekanlarda çalışmak üzere
üretilecek, depo ve dağıtım merkezlerinde yük ve malzemeleri
‘insansız’ bir şekilde taşıyacak.
Agility Robotics, robotlarının yaralanma, tükenmişlik sendromu,
işten ayrılma gibi durumları bertaraf edeceğini iddia ediyor.
Şirket yetkilileri bu robotların insanların işlerini ellerinden
almayacağını aksine, istihdam yaratacağını söylüyor. Açıkçası tam
olarak nasıl olacağını pek anlamadım. Digit’lerin bir çift kol ve
bacağa sahip olma gerekçeleri de ilginç! Ne de olsa insanların
çalışacağı mekanlarda mesai yapacaklar, bir de ortamın değişmesine
gerek yok. Bu elemanların bizim gibi bir çift gözü de var. Bu
gözler etrafa bakmak için kullanılmıyor, gerekçe ‘insana’ daha çok
benzemesi.
Robotlar yaklaşık 12 kilo taşıyabiliyor ve yaklaşık 1,4 metre
yüksekliğe ulaşabiliyor. Aslında daha yükseğe ulaşma potansiyelleri
de var. Kollarını yedi-sekiz metreye ulaştırmaları mümkün ama
depoların tasarımları göz önüne alındığında buna pek ihtiyaçları
yok. İnsanların iki metre yükseklikteki kutuları alması
beklenmiyor, robotlardan da!
Şirket yetkilileri 2014 yılında lojistik ve depolama alanı için 600
bin kişilik bir iş açığı olduğunu sorunun o günden bu güne
arttığını şu anda bir milyondan fazla olduğunu söylüyor. Yani
onlara göre robotlar insanların yapmak istemediği işleri yapacak.
İki yıl sonra digit robotlar geldiğinde işsizlik rakamlarına bir
daha bakmak lazım.
Not 13: Dünyanın tüm gelişmiş şehirlerinde Uber, Bolt, Ecab gibi
büyük şirketler taksi sorununu çözüyorlar. Bu uygulamalar hem
işsizliğe de büyük bir merhem oluyorlar hem de yolcuların güvenli,
hızlı ve ekonomik ulaşım bulmalarına hizmet ediyorlar.
Yollarda Scooter’larını gördüğümüz şirketin yeni uygulaması da
benzer bir yol izlemeye çalışıyor ama devletin desteğini henüz
almış değil. Tam da bu yüzden mafyacılık oynamayı seven bazı
taksiciler bu uygulamadaki şoförleri tehdit ediyor, dövüyor ve
böylece göz korkutarak bu uygulamayı yasaklatmaya çalışıyorlar.
Daha önce Uber’de de aynısı olmuştu.
zeminde korumadığı için yaşanmıştı tüm yaşananlar.
Dün engelli bir alternatif uygulama şöförünü korkutarak video
çektiren eşkıyaların ceza almayacağını bilmek sinirlerimi
zıplatıyor.
Ben burada yasa dışı, korsan taksiciliği övecek değilim. Benim
demek istediğim halk kendiliğinden buna yöneliyorsa burada bir
sorun vardır ve devlet bu sorunu çözmek zorundadır.
Ya sarı taksi sayısını arttırmak gerekir ya da alternatif
uygulamaların önü açılmalıdır.
Aslında bu uygulamalar taksici esnafı için de avantaj
sağlayacaktır. Taksici esnafı da bu uygulamalara kayıt olabilir ve
yolcu taşıyabilir.
Not 14: Telefon faturasından trafik cezasına, çocuklarının
kreşinden tutun da diş implantına varana kadar yaptırdığımız
vekillere 73 bin lira maaş yetmiyormuş.
85 milyon kişi 600 tane vekili bakamadık. Bu ayıp da bize
yeter...
Not 15: Neymiş efendim hepimiz aynı gemideymişiz!
Günlük 750 bin lira harcayıp, kahvesini altın tozuyla içen bir
kadınla, çocuklarını ısıtacak odun bulamadığı için ellerine saç
kurutma makinesini verip yan odada intihar eden kadın aynı gemide
olabilir mi hiç?
Not 16: Şimşek ne yazık ki 20 yılda bozulan gelir dağılımını
düzeltemez. Enflasyonu da kolay kolay 2026’dan önce indiremez. E ne
anladım bu işten diyorsunuz değil mi? Neden Şimşek bize
gerekli?
Söyleyeyim:
Ülke o kadar ağır tahribata uğradı ki,
1-Açıkları kapatmak için basılan para yılbaşına göre %50, geçen
yılın Eylül ayına göre %70 artarak 12,6 trilyon TL olmuş. (M3 para
arzı tanımı, kaynak TCMB EVDS)
Bunun anlamı enflasyon fırtınası dinmeyecek, artacak demek.
2-Bütçe açığı 1 trilyonu geçerek yeni zam ve vergilerin alınmasını
doğuruyor. Mevcut vergi tahsilat oranlarına bakarsak 800 milyarlık
gedik var… Alın size enflasyonun ikinci nedeni…
Bu arada tarımda azalan desteklerle üretimdeki zafiyetin gıda
fiyatlarını yukarı çekeceğini de unutmayalım.
3-Rezervler eksi 60 milyar dolar civarında ve bu açığı dış
ticaretle kapamak da olası değil. Ocak-Ağustos döneminde dış
ticaret açığı %11,9 artarak 73 milyar 535 milyon dolardan, 82
milyar 304 milyon dolara yükseldi.
4-Açıklara yama yapmak için beklenen dış sermaye girişimleri henüz
sonuç vermiş değil. Şimşek’in 3-4 Ekim’de tekrar Londra’ya
gideceğini biliyoruz…
Ancak güzel haberler de var…
En azından not görünümümüz değişmeye başladı. Bu da bir şeydir.
Not 17: Bir ülkede eğer adalet yok ise, o ülkede devlet yok
demektir.
Yeterince yaşarsanız, ne demek istediği anlarsınız.
Ama anladığınız zaman çok geç olduğunu da…
Not 18: İngiltere’nin süper ilgi diyebileceğimiz Premier
League’i önceki yıl son sırada bitiren Southampton’ın o yıl
kasasına giren naklen yayın geliri 159 milyon dolardı. 17. sıradaki
Everton 167, 12. sıradaki Chelsea ise aynı sezon 180 milyon dolar
naklen yayın gelirini kasalarına koymuşlardı. Bu gelirler içinde
Avrupa Kupası maçları yoktu.
Lig sonuncusu olarak küme düşen takımın naklen yayın geliri,
Türkiye Süper Ligi’nin toplam naklen yayın gelirlerinin yüzde 60
daha fazlası idi.
Toplam Türk futbolu, İngiltere’de küme düşen takım etmiyordu.
Hal bu iken Türkiye’de futbol federasyonlarının başarısını
tartışmak abestir. Çim boyayan şirketin işine son vererek futbolu
düzeltemezsiniz.
Ama yine üzülmeyin.
Baktınız duruma çare bulamıyorsunuz, “Bu bayrak inmeyecek, bu
ezan
susmayacak” dersiniz.
Geçer.
Kendinizi başarılı hissedersiniz.
Not 19: Daha yeni, tek örgütte el konan para 6 Milyar TL.
UYUŞTURUCU ile suç örgütlerinin eline geçen para, 100'lerce Milyar TL.
Böyle bir parayla, istediğiniz örgütü kiralarsınız.
Bugün yapılan saldırı, muhtemelen uyuşturucu kaynaklı.
Devlet üstlerine daha sert gitmeli.
Not 20: Okuduğum haber tüyleri diken diken ettirmeye yetip de artan cinstendi. Son 9 ayda Akdeniz’de en az 2 bin 500 kişinin hayatını kaybettiğini ve Akdeniz’in dünyanın en büyük göçmen mezarlığına dönüştüğünü söylüyordu. Daha da tedirgin edici boyutu ise 11 bin 600 refakatçisi olmayan çocuğun İtalya’ya ulaştığı yazıyordu. Bu durum, büyük bir trajedi olarak günümüz insanının önünde duruyor. Mülteci ve göç meselesinin, insan kaçakçılığı ve göçmen krizi diye adlandırılan bu durumların yeryüzündeki eşitsizliği, sömürüyü ve adaletsizliği en yalın şekliyle gözler önüne sarmasına rağmen insanoğlundaki duyarsızlığı anlamlandırabilmek de mümkün değil. Takımlar maçlarını kazanıyor, ekonomi iyi olsun olmasın herkes rutinini muhafaza ediyor hatta o kadar muhafaza ediyor ki muhafazakârlıktan kırılıyor adeta. Her şeyi normalleştiren zihinlerimiz ne zamandan beri bu donukluğa erişti de hiçbir zihinsel, vicdani, insani durumu göremez hale geldi. Artan fanatikliğimizin (her alanda) bizi körelttiği bir gerçek ama vicdanımızı da kuruttuğu başka bir gerçek. İnsanlık bizden geçti mi? Hoşça bakın zatınıza…
Not 21: “Ağlamadan/dillerim dolaşmadan/yumruğum çözülmeden
gecenin karşısında/şafaktan utanmayıp utandırmadan aşkı/üzerime
yüreğimden başka muska takmadan/konuşmak istiyorum”
İsmet Özel
“Eğri oturup doğru konuşalım” sözünün önce ondan duyduğumuz
izahı. Elimde kitap yok. Hatırımda kalanı anlatayım.
Doğru oturduğumuz zaman yani bir statüye sahip olduğumuz zaman
doğru konuşamayız.
Kaybedeceğimiz bir şey, statü, mal, mülk yoksa ancak o zaman doğru
konuşabiliriz.
Günümüzde kimsenin, büyük ve küçük adamların, politikacının,
eşrafın, tacirin doğru konuşmaması o yüzden.
Not 22: Çok kabaca Newton fiziği şu: Eğer bir taneciğin, şu
andaki yerini, kütlesini ve hızını biliyorsanız gelecekteki yerini
ve hızını bulabilirsiniz. Küçük bir düzeltme: Fizikte kütle ve hız
yerine, bunların çarpımı olan momentum kullanılır. O halde
sebep-sonuç şöyle: Bir taneciğin yerini ve momentumunu biliyorsanız
onun geleceğini de geçmişini de tayin edersiniz. Mükemmel bir
determinizm.
Kuantum teorisinin ortalığı karıştırmasının sebebi şu: O evrendeki,
yani çok küçük ve hafif taneciklerin evreninde taneciklerin hem
yerini hem de hızını aynı anda ölçemiyorsunuz. Veya önce yeri,
sonra hızı ölçtüğünüzde aldığınız sonuçlarla; önce hızı, sonra yeri
ölçtüğünüzde aldığınız sonuçlar aynı değil. Aralarında Planck
Sabiti denilen bir sayıyla orantılı bir fark var.
İşte bilim felsefesinin ağır toplarından Friedrich Waismann, bu keşiflerden sonra meşhur sözünü söylemiş: “Determinizmin duvarındaki çatlak kesindir ve bu hâlden kurtulma ümidi yoktur.” (i) Bazı Batılı dindarlara göre, Newton kanunları evrende Tanrı’ya yer bırakmıyordu. Her şey tayin edilmişken, muayyenken, bugün olanlar dünkü sebeplerden, yarın olacaklar bugünkü sebeplerdense Tanrı neredeydi? Tabii bu madalyonun tersi de var. Her şey sebep-sonuca göre işliyorsa bu kâinatta insanın da hür seçimi yoktu. İşte muayyeniyetin, yani determinizmin, yani sebep-sonuç zincirinin duvarında bir çatlak varsa bu Tanrı’ya bir yer açardı. Bu fikrin de hemen eleştirisi geldi: Siz Tanrı’yı çatlaklarda mı arıyorsunuz!
Birincisi:
Bazı ölçmelerin birbirini bozması, sebep-sonuç dünyasının yıkılması
değildir. Bu determinizmin duvarını da çatlatmaz. Kuantum evreninde
birini bozmadan ölçülebilen değişkenler vardır ve bunların
belirlediği bir sistem zaman içinde gayetle belirli bir yol alır ve
her seferinde aynı yolu alır. Şrödinger’in kedisi ve şansa bağlı
görünen olaylar, birbirini bozan ölçmelerden kaynaklanıyor. Telaşa
gerek yok.
İkincisi şu:
“Dövizi ve fiyatları Allah yükseltiyor!” diyen hoca efendilerin bir
sözü daha var ki o, bu birinciden daha vahim. Dövizin ve fiyatların
yükselmesinde başka bir sebep var diyenler, Allah’a şirk
koşuyormuş. Dolayısıyla kâfirlermiş! Eyy ben ekonomistim diyenler.
Ekonomiyi yönettiğini söyleyenler… Dikkatli olun. Sonunuz pek
hayırlı görünmüyor.
Bunların dışında, irade-i külliye- irade-i cüziye en makulü
galiba.
Not 23: Pacta sunt servanda Latince bir kelime ve hukukun,
toplum olarak bir arada yaşamanın, uluslararası sistemin var
olabilmesinin temel ilkelerinden biri. Bizdeki karşılığı “ahde
vefa”, yani verilen sözü tutma. Ticaret yaparken de, siyaset
yaparken de önemli. Ne de olsa güven olmayınca hiç bir şey
olmuyor.
Antlaşmalar, sözleşmeler imzalanırken bu ilke üstünden imzalanıyor,
bir devlet diğerinin sözünü tutmayacağını değil, tutacağını
varsayıyor. Ve bu anlayış 1980’de yürürlüğe giren 1969 tarihli
Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’iyle de geleneksel hukuk normu
olmaktan çıkartılıp bağlayıcı nitelik kazanıyor.
Sözden caymanınsa iki koşulu var. Biri şartların değişmesi (rebus sic stantibus), diğeri sözleşmenin hükümlerinin daha üst bir hukuk kuralıyla, jus cogens’le çelişmesi, diyelim ki mükellefiyetin köleciliği ya da işkenceyi içermesi. Bunun dışında da imzalanan bir akdin yükümlülüklerinin iyi niyetle yerine getirilmesi gerekiyor.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uymuyorum çünkü şartlar değişti ya da ondan daha önemli bir normla çelişiyor, dolaysıyla ben de çekiliyorum diyemezsiniz. Çünkü insanların temel hak ve özgürlüklerinin korunmasından, onların adil yargılanmasından, ifade, vicdan, din ve düşünce özgürlüğünün korunmasından, yaşam hakkının savunulmasından daha üst bir norm yok. Kaldı ki şartların değişmesi durumunda ne yapılacağı da sözleşmenin 15’inci maddesinde belirlenmiş. Savaş ve olağanüstü hallerde bazı hakların askıya alınabileceği ancak bunun suistimal edilemeyeceği söylenmiş. Ayrıca 17’inci maddede de sözleşmedeki hiç bir hüküm bizim burada hep birlikte bu sözleşmeyle kararlaştırdığımızdan daha fazla kısıtlanamaz denmiş.
Not 24: Modern çağın insanı tuhaf bir hayat sürüyor.
Kimsenin görmediğini düşündüğü an her şeyi yapabilir mesela.
Yakalanmadığı sürece her şeyi yapabilir; gaddarlık, barbarlık, hak
hukuk tanımazlık…
Modern çağın insanı tuhaf. Gerçekleştirmeyi düşündüğü hedefler için
her şeyi araçsallaştırabilir. Hedefe ulaşmak için her yol
mübah.
Modern çağın insanı utanmıyor. Utanmanın “arkaik” bir duygu
olduğunu düşünüyor. Eskiden yapıldığında insan içine çıkılamayacak
eylemler şimdi “medeni cesaret” olarak sunuluyor…
Dünya kocaman bir pazar. Her şeyin alınıp satıldığı, en yüksek
fiyatı verenin elinde kaldığı bir pazar… “Utanmak” bu pazarın
handikapı… Utandığın an satış yapamazsın; pazarlayamazsın hiç bir
şeyi. Sadece fizyolojik bir refleks olarak tanımlanıyor bu
utanma/kızarma hali.
“Yer yarılsaydı da yerin dibine girseydim o an” diyen birine rastlıyor musunuz şimdilerde? “Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz” cümlesini en son ne zaman işittik? “Ar damarı çatlamış” diye azarlanmıyor artık kimse. Kimsenin “Başından aşağı kaynar sular dökülmez” gayrı.
Daha çok kazanmaya, daha çok başarılı olmaya, daha çok şan şöhrete ulaşmaya çalışan insanda mahcubiyet duygusunu aramak hayaldir artık.
Şimdilerde mahcup olmamak değil, mağlup olmamak önemli…
Not 25: MoneyWeek Dergisi’nde (22 Eylül 2023) yayımlanan bir
makaleden küçük bir bölüm belirtmek isterim:
Makalede bir zamanlar Almanya'nın en iyi müşterileri olan Çin
endüstrilerinin birdenbire "saldırgan rakipler" haline geldiği ve
Alman modellerinin çok ilerisinde olan Çin elektrikli araçlarının
rekabeti konusunda Berlin'de bir panik havasının yaşandığı
belirtiliyor.
Ve Almanya’nın Avrupa’nın hasta adamı olmayabilir ama ‘yavaş adamı’
haline geldiğinin özellikle altı çiziliyor. Hatta Avrupa’nın güç
merkezi rolünün git gide Fransa’ya doğru kaydığı belirtiliyor.
Bunlar önemli gelişmeler…
Tam da bu noktada, daha önce yazdığım yazılarda araştırma
geliştirmenin, inovasyonun öneminden bahsetmiştim.
Ve “Singularity Üniversitesi'nin kurucu ortağı Peter Diamandis’ın
“Şimdi yıkıcı bir şekilde inovasyon yapmıyorsanız, işiniz
bitebilir.” sözüne dikkat çekmiştim.
Yazıdan şu bölümü de belirtmek isterim:
“Almanya’nın önde gelen 30 şirket değeri toplamı, bir büyük
teknoloji firması etmeyebiliyor.” Aslında bu cümle, teknoloji
alanında yaşanan çarpıcı değişimi de çok açık bir şekilde ortaya
koyuyor.”
Buradan hareketle; Türkiye Yüzyılı vizyonunun belirtilmesi
elbette önemlidir. Ama bir taraftan da bu vizyonun altının hızlı
bir şekilde doldurulması gerekiyor.
Bunun için de katma değerli üretim, sanayi üretimi gibi alanlara
özellikle odaklanılması gerekiyor.
Girişimcilere, yazılımcılara gereken kolaylıkların sağlanması,
önlerinin açılması ve bu süreçte araştırma geliştirmenin ‘hayati’
olduğunun fark edilmesi gerekiyor.
Yurtdışına giden yazılımcılarımızın, mühendislerimizin,
doktorlarımızın vs. geri dönmeleri için gerekli ortamın ivedilikle
tesis edilmesi gerekiyor.
Ve tüm siyasetçilerin (iktidar, muhalefet) önemli bir dönemeçte
olduğumuzu fark etmeleri gerekiyor.
Son olarak, yapay zekâ üzerine çalışan bir arkadaşımın söylediği şu
söz geldi aklıma…
“Biz treni çoktan kaçırdık”
Öyle mi gerçekten?
Bu topraklardan tüm dünyayı şaşırtan bir keşif çıkmadı bundan sonra da çıkması zor. İHA'ları belki herkesten mükemmel yapabiliriz ama ilk biz bulamayız. En performanslı elektrikli otomobili de yapabiliriz ama böyle bir şeyi dünyada ilk defa piyasaya biz süremeyiz. Bunun en büyük sebebi farklı ses ve düşüncelere olan tahammülsüzlüktür.
Not 26: İncecik bir çınar yaprağı düştü üstüme sarsıldı kalbim Toprağa yağmur düşüyordu ah nasıl düşüyordu Bir harf durmadan durmadan üşüyordu Uzaklardan gelir uzaklara giderdim artık yıkıldım Ben bu yıkılışı yağmurlardan öğrendim
Akşamı önüme bırakıp giden adam haklıydı Kentler ayrıntıydı haritalar ayrıntıydı İçinde tükendiğim şu hain hayatta Herkesin yalnızlığı duvarda asılıydı Nasıl söylesem dünya nereye bakıp söylesem Çekinerek yaşadığım yılları her akşam Çekinmeden ateşe attığımı nasıl söylesem Ben sana emanetim bırakma beni Dağıtma yüzümün menekşelerini Bu şarkıyı yalnız bitirmek istemiyorum bunu nasıl söylesem O harf yanlış denizlerde boğulurken Ben doğru bir kelime olamam
M. İdris
Not 27: En son ölüm gelir
Yine de erken deriz
Derinlikler için bir yol vardı
Bilmiyorum her şey bitti mi
Bu
kağıttan gemiyi bırakıyorum
Bu kağıttan denize
Sevgilim
sevgilim
Böyle yalnız mı gidecektim
Cennetteki evimize.
M. İdris
Not 28: Görebildiğim kadarıyla, siyasi hayat içerisinde
bulunsalar hiç kuşkusuz önemli işlevler görebilecek gencimiz az
değil; iyi yetişmiş, ülkeye siyasi hayatta da yararı dokunabilecek
sayısız gencimiz var. Ancak, siyasetin aldığı biçim onları uzakta
durmaya yönlendiriyor. Heves kaçıran bir atmosfer var siyasi
hayatta.
Fırsat bulan kapağı dışarıya atmaya bakıyor; çoğu o fırsatı
yakalıyor da…
Dışarıda bulunan gençler ise güncel karmaşaya girmeyi
düşünmüyor…
Her kafadan ayrı bir ses çıkıyor ve sonrasında hevesler kırılıp
ortalık yine mevcutlara kalıyor…
Kısır döngü…
Not 29: ''Her insanın gitmeye hakkı vardır,
onu kalmak için ikna etmesi gereken ülkesidir.''
Amin Maalouf
Not 30: Sosyolojinin babası kabul edilen İbn Haldun, Mukaddime’de aslında kuşaklara dair çok net bir tespitte bulunur: “Geçmiş geleceğe, suyun suya benzediğinden daha çok benzer.” Dolayısıyla, her giden genç, aslında bir önceki kuşağın eksikliğini, bir önceki kuşağa dair kendi eleştirilerini kapatmak, bir önceki kuşağın gerçekleştiremediği hayallerin peşinden gitmek için de gider.
Not 31: İş başvurusunda bulunurken “forslu” bir tanıdığı olmadığı için ev genci olarak kalan, yeteneklerine göre değerlendirilmenin yani meritokrasinin artık ülkede hiçbir karşılığı olmadığını düşünen gencin yurtdışına gitme sebeplerini, insan kaynağımızı bu denli hoyratça yitirişimizi çözümledik mi yeterince?
Not 32: İnsan yeryüzünün kanseridir.
Doğmuş Olmanın Sakıncası Üstüne, Emil Michel Cioran
Not 33: Yıllar geçtikçe anlaşabileceğimiz kişilerin sayısı da azalıyor.
Not 34: Cehennem insanın anladığı, fazla anladığı yer olacaktır.
Doğmuş Olmanın Sakıncası Üstüne, Emil Michel Cioran
Not 35: Kendimizi başkalarının gözünden görebilseydik, derhal ortadan kaybolurduk.
Not 36: İTO yıllık enflasyonu yüzde 73,18 oldu.
Enflasyonun daha da artması bekleniyor.
O zaman TL mevduat faizi yüzde 70 bile olsa TL mevduat sahipleri bugünlerde moda tabirle "yattığı yerden" reel anlamda para kaybeder.
Not 37: Geldiğimiz noktada çok trajik bir fotoğrafla karşı
karşıya kaldık. CNN gibi uluslararası bir markanın Türkiye
temsilcisi kanal, son derece ciddi programların olması gereken bir
saatte, tartışma programında seçim sonuçlarını astrologlarla
okumaya, aklı başında sandığımız insanlar da bunun üzerine yorum
yapmaya başladı.
Seçimi şu kazanacakmış, bu kazanacakmış, çünkü bilmem hangi
gezegenin bilmem hangi burcuna göre kriter buymuş. Fatih,
İstanbul’u fethederken meleklerin cinsiyetini tartışma aymazlığına
düşen Bizanslılar’a döndük.
RTÜK gereği zararlı maddeleri övmemek gerekirken, kraldan çok
kralcılık yapıp, kuralda olmamasına rağmen kadeh sözcüğünü bile
bipleyen TV kanallarının, falcılıkla siyasi ya da ekonomik analiz
yapmasını hayretle izliyorum. Buna bir ‘dur’ demeyen RTÜK de ayrı
bir başlık tabi.
Not 38; Gençken “neden konuşarak sorunlarını çözmüyorlar ki” derdim. Yaşadıklarımdan anlıyorum ki, bazen karşınızdakiler şiddete başvurmak dışında yol bırakmayabiliyor..
Not 39: Elektrikten sonra doğalgazda da bugünden geçerli sanayi ve işletmelere %20 zam yapıldı. Hayırlı olsun, bu şekilde enflasyonda kalıcı düşüşü çok bekleriz..
Not 40: Aklıma İnebahtı Deniz Savaşı geliyor. İnebahtı Savaşı
yanlış bir taktikle Osmanlı’nın ilk kaybettiği büyük deniz
savaşıdır. Ondan sonra da Osmanlı’nın denizlerde gerilemesi
başlamıştır diye bilinir. İşin gerçeği İnebahtı Savaşı önemli bir
dönüm noktasıdır. Türkiye’de tarihinde olumsuz bir şekilde
bahsedilir.
Bu seçimleri o bakımdan bu savaşa benzetiyorum. Muhalefet açısından
hiç olmayacak bir şey bu. Kazanılabilir veya en azından bazı
bakımlardan kazanılacak veya parlamentoda denge elde edilebilecek
bir seçimi kaybettiler.
Fakat bu seçimlerde de tıpkı İnebahtı Savaşındaki gibi bazı kişiler
ortaya çıktı. İnebahtı Savaşında donanmada saray komutanları yanlış
kararlar verdiler ama buna karşılık deniz korsanlığına gelmiş
Barbarosların geleneğinden gelmiş olan o zaman ki Uluç Ali Paşa tek
başına kendi gemilerini kurtardı. Nispi bir başarı kazandı.
İnebahtında bizim az da olsa yüzümüzü güldürdü.
İşte bu seçimde de tıpkı Uluç Ali Reis gibi Mustafa Sarıgül öne çıktı. Şunu söylemek lazım Sarıgül üç şey yaptı. Birincisi Erzincan’da bir başarı kazandı. Bu bir mucize değil ama önemli bir başarı. İkincisi o başarının kendisiyle çok büyük bir alakası vardı. Sarıgül olması onu başarılı kıldı. Üçüncüsü tıpkı Uluç Ali Paşa gibi kendisi de ayrı bir moral kazandırıcı bir kişilik oldu.
Sarıgül’ü birçok bakımından eleştirebilirsiniz, geçmişinde yaptığı yanlışlar olabilir veya doğrular olabilir ama şu anki bu pozisyonu muhalefetin ihtiyaç duyduğu bir pozisyon.
Not 41: Patlayacak piyasa yakında. Krediler kapalı, mevduat faizleri yüksek olduğu müddetçe araba piyasası çöker. Çetelere de çöküyor devlet. Kayıtdışı para da azalıyor. Kayıtdışı para lüks otomobile ve gayrimenkule gidiyordu. Orası da kuruyor.
Not 42: Para; maddesel ihtiyaçlarımızın karşılanmasında işe
yararken, manevi ihtiyaçlarımızın karşılanmasında pek de bir değeri
olabileceğini sanmıyorum.
Bunu derken, birden aklıma Türk filmlerinde bir replik vardı ya
hani, “Her şeyi satın alabilirsin, ama ruhumu asla!..” şeklinde
söylenirdi.
*
“Yok öyle değil, onlar tarihe karıştı.” diyorsanız eğer, bilelim ki
bizim hayatımızda mutluluk da tarihe karışmıştır da biz bunun
farında değilizdir.
*
Anladım ki paranın, mutluluk hormonlarını besleyen ihtiyaçların
karşılanmasında esamesi okunmaz, ancak tatmin eder.
Eğer öyle olmuş olsaydı, onca zengin insanlar yuvalarında mutluluğu
yaşamak için en kralından mutluluk satın alır ve ömür boyu mutlu
olurlardı.
Not 43: MB enflasyonu;
1.Elektrik, doğal gaz ve petrol fiyatlarının artmasına
bağlıyor.
Elektrik dağıtımını özel sektöre bugünkü hükûmet verdi. Halkın
refahını önemseyen ülkelerde, elektrik ve doğal gaz fiyatları
sübvansiyonludur. Sübvansiyonlu fiyatlarla hem üretim maliyetleri
düşer, hem de fakir fukara karanlıktan ve soğuktan kurtulur?
MB ekonomi yönetiminin bir parçasıdır. Şikâyet etmek yerine,
hükûmeti neden uyarmadı?
Dahası dünyada petrol fiyatları artınca, bütün petrol ithal eden
ülkeler etkilenir. Ama bu ülkelerde enflasyon yoktur. Çin de petrol
ithal ediyor ve fakat enflasyon binde 2’dir.
2.Yine MB Başkanı enflasyonun bir başka nedeni olarak vergi
artışlarını görüyor. Vergi artışlarının enflasyon yarattığı
doğrudur. Ama ekonomi yönetimi bir bütündür. Şikâyet etmek yerine,
eğer hükûmet bütçeden şatafat harcamalarını, popülist harcamaları
kaldırmak yerine vergileri artırırsa ben TL’yi koruyamam
demedi.
Dahası eğer MB Başkanı bu nedenle yasada yazılı olduğu gibi TL’yi
koruyamıyorsa, neden orada duruyor?
3.MB Başkanı kur artışının da enflasyon yarattığını söyledi. Kur
artışını faizleri tek haneye indirerek bizzat MB yarattı. Şimdi de
gösterge faizi ile Eylül enflasyonu arasında 31,53 puan fark var.
Gösterge faizine göre reel faiz oranı eksi 19,5’tir.
MB eksi reel faize devam ederse kurlar da artar. MB kendi yanlışını
açıklamak yerine reel faiz politikasına geçmelidir. Üstelik bugünkü
güven sorunu nedeni ile reel faiz birkaç puan değil, en az beş puan
olmalıdır. Tasarruf sahibi ancak o zaman bu reel faizi TL’ye
yatırım yapmak için riske girmeye değer görecektir.
4.En fazla rahatsız olduğum; MB’nin “ücret artışları enflasyon
yarattı” şeklindeki ezberidir.
Teorik olarak enflasyon arz-talep dengesinin bozulmasıdır. Eğer
ücretlerde enflasyonun üstünde bir reel artış olursa, fiyatlar
genel seviyesi kısa dönemde artar ve fakat reel ücret artışı emek
verimliliğini artırır, üretim artar, arz artar ve arz- talep
dengeye gelir. Fiyat artışı devam etmez.
Merkez Bankası’nın ve ekonomi yönetiminin bu günkü anlayışı ile ekonomide tahribat devam edecektir.
Not 44: Şimdi önümüzde iki bakış açısı var.
1- Ya, “Buna da şükür… Asayişin ve iktisadın eskisi gibi olmasından
iyidir.”
2- Ya da “Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler…”
İkinciyi; yani kaybolan yılların eleştirisine mesai ayırmak haklı
bir tercih ama mevcut siyasi ortamda ve özellikle ekonomik kriz
halinde biraz zayıf kalıyor! Seçmenin cevabından sonra
bilhassa…
Ama eğer birinciden gidersek madem bazı işleri fabrika ayarlarına
dönüyoruz; o zaman eğitimde, üretimde, ehliyette, liyakatte de aynı
yolu izlesek demeden geçemeyiz. Eğitim ki en önemli meselemiz. Ne
asayiş ne de faiz artırmak eksik eğitimin yerini tutamayacağı için
vakit kaybetmeden Türkiye’yi eğitimli ülkeler sınıfına sokmak için
kolları sıvasak fena olmaz. Ya da öncelikli sektörler belirlense de
üretim gücümüz artırmayı denesek. Yahut yüksek potansiyelimiz
olduğu halde bir türlü ayağa kalkamayan tarımı ihya etsek. Ve
vaktimiz var hepsini birden yapsak…
“Olan oldu önümüze bakalım” diyeceksek tam bakalım.
Not 45; Erdoğan, ‘çatlasalar patlasalar bile uzayda da yerimizi
alacağımız’ı haykırmıştı. İlk adımı atmaya az kaldı.
Ev sahipleri, olay çıkarmadan bizi ağırlamayı kabul ettiklerine
göre onlar da kıskançlığı uzatmayacak, demektir.
Fakat uzaydaki yerimizi sağlama alırken dünyadaki yerimizden pek
iyi haberler gelmiyor.
2002’de gerimizde olan Romanya; kişi başı milli gelirde arayı
açarak bizi geçmiş, 15 bin doları aşıp dünya 56.’sı olmuştu.
Türkiye ise 50 yılın en düşük sırasına, 79.’luğa gerilemişti.
Sanayici Adnan Dalgakıran, Dünya Ticaret Örgütünün iki tablosunu
X’te paylaştı.
Meğer 2002’de arkamızdan gelen Vietnam da bilgi-iletişim
teknolojileri, çip ve elektronik ihracatında bizi geçip 5’e
katlamış.
Dünyadaki iddiamızı da korumakta fayda var.
Not 46: Merkez Bankası Başkanı Gaye Erkan TBMM Plan Bütçe
Komisyonu’na bilgi verdi. Burada tek cümle ekonomi dünyasının
dikkatini çekti.
“Büyümeden ödün vermeden dezenflason sağlanabilir”
Ben basit şekilde izah etmeye çalışayım: Enflasyonla mücadelede
faiz artırımları yolu ile ilk amaç kredili tüketimi kısarak talebi
düşürmektir. Bu sayede talep düşüşü fiyatların artmasını
engeller.
İktisatta ilk öğrettikleri şey fiyat oluşumudur. Fiyatlar arz ve
talebin kesiştiği noktada oluştuğuna göre talep düşüşü fiyatları en
azından artış yönünde engeller.
Nitekim OVP’de 2024 iç talep artışı yüzde 20’lerden yüzde 3,6’ya
düşecek şekilde plan yapılmıştır.
Lakin OVP iç talep düşerken büyümenin dış taleple sağlanacağını
düşünmüş... Sanırım dış dünyadan pek haberleri olmamış. Çünkü başta
ABD olmak üzere yükselen faiz hadleri tüm küresel ekonomiyi daha
durağan hale getirmeye başladı bile.
2019 yılını hatırlayın. Daha önce grafiğini de vermiştim: O
kemer sıkma döneminde yaklaşık 1,5 milyon kişi işini
kaybetmişti.
Diyeceksiniz ki ama 2019 yılında az da olsa büyüme oldu... Evet,
Türkiye’de enflasyon verileri ciddi şüpheler uyandırırken buradan
gelen verilerle oluşan büyüme rakamlarında da benzer şüpheler
görülmektedir.
Mesela hem enerji tüketimi azalıyor, hem çalışan sayısı düşüyor
ama bir de bakıyorsunuz ki Türkiye ekonomisi büyümüş... Buna büyüme
deniliyorsa ...
Ama asıl meselemiz bu değil.
OVP 2024 yılında yüzde 4,0 ve 2025 yılında da yüzde 4,5 büyüme
beklediğini yazmış. Aynı OVP’de çalışan sayısının da bu yıl
ortalama 31.654 bin olacağını ve gelecek yıl 32.428 bine çıkacağını
varsaymış. Yani istihdam da artacakmış...
Hem enflasyon düşecek
Hem büyüme olacak
Hem çalışan sayısı artacak ve de
Hem de dış ticaret açığı azalacak...
Böyle bir şeye imkan var mı?
Aslında yok ama yine aslında var.
Şimdi Gaye Erkan’ın sözüne dönelim.
Evet, hem enflasyonla mücadele hem de büyüme olur mu? Olur... ama
güven unsuru çok yüksek, kredibilitesi çok değerli
kadrolarla...
Peki Mehmet Şimşek ve Gaye erkan ve diğer kadrolar bu sorunu
aşabilir mi?
Hemen söyleyeyim: Erdoğan riski bu kadroların bir çok doğrusunu yok
edecektir ve etmektedir. Asıl mesele budur.
İşinsanları, ekonomi bürokratları, yatırımcılar, yabancılar aynı
soruları soruyor: Şimşek ne kadar dayanır? Yine heterodoks
politikalara dönülmeyeceğinin garantisi var mı? “Bu ay faiz
artmasının hatta biraz indirin” talimatı mümkün mü?
Benzer sorular İçişleri’nde de diğer başlıklarda da geçerli.
Bugünkü operasyonların ya da faiz artırımlarının destek bulması
yarın siyasi öncelikler gerekçesi ile aynı bakanlıklarda başka
isimlerin tersi adımlar atmayacağının garantisi değil.
Hukuk ve demokratik bir yönetim hâkim olduğunda elbette siyasi
tercihler değişebilir, iş tutuş tarzına bağlı farklılıklar,
iyi-kötü performanslar yaşanabilir. Ama bir zaman çetelerin
yükseldiği, diğer zaman tasfiye edildiği; bir dönem merkez
bankasının kasasının arka kapılardan kör kuruşuna kadar harcandığı,
bir dönem şeffaf ekonomi yönetimi ile istikrar arayışı
yaşanmaz.
Hukuk devleti inşa edilmedikçe, toplum da sadece kendisine değil
herkese eşit ve adil bir devleti arzulamadıkça kişilere bağlı
salınımlar devam eder.
Not 47: İnsanlar devleti yönetenlerin kabiliyetsizliği yüzünden
değişiyorlar.
Mutsuz bir hayat yaşıyorlar.
Göz göre göre yapılan bariz hataların sorumlusu bakan emeklisi
milyon dolarlık şirketine giderken arabasının yoldan geçerken
sıçrattığı suya isyan eden emekli, aylardır 1 kilo et alamıyor.
Göçmen, mülteci, sığınmacı adına ne denirse densin yabancı
sayısındaki kontrolsüz artış çok ciddi bir beka sorunu olarak
ülkenin karşısında duruyor.
Alım gücü sorunu, barınma sorunu, sığınmacı sorunu, depreme
hazırlıksız şehirler sorunu…
Daha çok sorun var ama ben ilk akla gelenleri yazdım…
Sorunlar bitmiyor ve bunların hiç birine bir çare bulunmuş
değil.
Türkiye tarihinde olmadığı kadar kötü yönetiliyor ve buna
karşılık muhalefet o kadar silik kalıyor ki böyle bir vaziyette
bile kitleleri heyecanlandıramıyor.
Yazık…