Eylül notlarına devam..
Not 1: Modern olgu şu ki artık bu dünyaya inanmıyoruz. Artık başımıza gelen olaylara bile, aşka, ölüme, sanki bizi kısmen ilgilendiriyorlarmış gibi...
Not 1: Modern olgu şu ki artık bu dünyaya inanmıyoruz. Artık başımıza gelen olaylara bile, aşka, ölüme, sanki bizi kısmen ilgilendiriyorlarmış gibi, inanmıyoruz. Sadece dünyaya inanmak insanı gördüğüne ve duyduğuna yeniden bağlayabilir. İster Budist ister Hristiyan ister Müslüman ister ateist olalım, evrensel şizofrenimizde bu dünyaya inanmak için nedenlere ihtiyacımız var.
Not 2: Toplumsal özgürlük için elzem olan toplumsal dayanışma ve o dayanışmanın ritüelleri, sosyal yaşamın ticarileşmesiyle zayıfladı. Birey ve toplum arasında yaratıcı bir gerilime neden olan cinsellik ve aşk derin anlamlarından ayrıştırılarak rasyonel ve rekabetçi sahte kendiliklerin mücadele alanı haline geldi. Şimdi buna Roger Brubaker’ın ‘Hyperconnectivity’ kitabında dile getirdiği gibi, dijital hiper-bağlantısallık eklendi.
dijitalleşmenin pandeminin de etkisiyle iç dünyamızdaki etkisini daha da artırdığı yönünde; eğilimlerimizi yeniden şekillendirdiği gibi dünyadaki varlığımızın temel ritimlerini de değiştirdi. Çocuğunu parka getirmiş birçok anne baba görüyorum, gözlerini bir an olsun akıllı telefonlarından ayıramıyorlar. Hatta 2-3 yaşlarındaki çocuklar bile tabletle oyun oynar hale geldi. Çoğu kişi sabah gözünü açar açmaz ilk işinin sosyal medyaya bakmak olduğunu söylüyor.
Yapılan çalışmalar, dijitalleşmenin nöro-kimyamızı etkilediğini gösteriyor, adeta beynimiz kablolanmış durumda. Uzay ve zaman algımız, düşünme, hissetme, arzulama ve hatırlamayla birlikte dünyaya katılma şeklimiz tamamen değişti. Bildiğimiz dünyanın sonu, dijitalleşmeyle birlikte hızlandı. Bütün bu değişimin iç dünyamıza ödettiği bir bedel de var. Depresyon ve kaygı bozukluklarındaki artışın kitlesel bir hale gelmesi, buzulların erimesinin neden olduğu çevresel felaketlere benziyor bir bakıma.
Not 3: Bütün karanlığı versem giden geceyi durduramazsınız..
Not 4: Cumhurbaşkanı Erdoğan MHP lideri Bahçeli’yi ziyarette
kusur etmiyor.
Yüzde 35 oyuna rağmen…
Çünkü bir oy bir oy… Çünkü İstanbul kaybedilmiş, Ankara
kaybedilmiş…
“İyi Parti’nin yüzde 35 oyu olsaydı” mesela İstanbul’u almak için
ittifak arayışında olmayacak mıydı?
Ya da şöyle düşünülse: Halen CHP’nin oyu yüzde 25 civarında, o İyi
Parti ile ittifak arıyor, İyi Parti’nin oyu yüzde 25, CHP’ninki
yüzde 10 olsaydı, CHP’nin yüzde 10’luk desteğini istemeyecek
miydi?
Bunlar matematik….O yüzden de kimi İyi Partililer, liderlerini
uyarmaya çalışıyorlar. Belli ki içerde Meral Hanımın can
yanmışlığıyla beslenen “Zinhar” tavrını besleyenler de var.
Öte yanda bir CHP dünyası var ki evlere şenlik… Hani Meral Hanım
“Hadi ittifak yapalım” dese kiminle ittifak yapacak, belli
değil.
Genelde Muhalefetin “Evlere şenlik” manzarası arz ettiği bir
süreçte, “Tencere” bir şey yaparsa yapacak, değilse, 14 – 28 Mayıs,
31 Mart 2024 halinde devam edecek…
Not 5: 2003-2017 döneminde Türkiye kendisi bir değer üreterek o sanal refahı yakalamadı. Yabancı sermaye girişinden kaynaklı bir sanal cennet yaşadık. Hatta o sanal cennet döneminde Türkiye önemli oranda üretim gücünü ama daha da önemlisi değerli üretim gücünü kaybetti.
Kalıcı refah için “değer üretmek” gerekiyor. Bu değer hem somut
mal ve hizmet üretimi olabilir hem de soyut fikir üretimi
olabilir.
Bakın sadece üretim yetmez ve de özellikle değersiz üretim.
Mesela bizler domates-hıyar üretip yurtdışına sattığımızda şu
hesabı yapıyor muyuz?: Bu üretim için girdi maliyetimiz (toprak
dahil) harici ne kazanıyoruz? Hatta daha da önemlisi bu ihracat
yüzünden yurtiçinde artan fiyatlardan bütün toplum nasıl
etkileniyor?
Bizler değerini bulmayan dış satışlara “fakirleştiren ticaret” ve
bu sayede yaşanan büyümeye de “fakirleştiren büyüme” diyoruz.
Türkiye’nin üretim değeri maalesef artmıyor.
Özal dönemi büyümede birim başına 174 milyon dolar açık verirken AK Parti dönemi büyümede birim başına cari açık 4,2 milyar doları aşıyor. Bir ülke değer üretebilecek ki, o değer üzerinden hem dış dengesini sağlayacak hem de ülke insanı kazanabilsin.
Türkiye için demografik yapı da felakete doğru gidiyor. Şu anda
“orta yaş yığılması” olarak tanımlanan fırsat eşiğindeyiz ama
geriden genç nesil gelmiyor. Doğum oranlarımız 1,6’ya kadar
gerilemiş durumda. 10-15 yıl sonra yaşlı ülkeler sınıfına doğru
adım atmış olacağız.
Bu ne anlama geliyor derseniz onu da söyleyeyim: Çalışacak eleman
sıkıntısı çekeceğiz..
Oysa bugün ne yapıyoruz: Yaşlılığa hazırlık değil, tersine ileride
az sayıda olacak olan evlatlarımızın-torunlarımızın birikimini
yiyoruz.
Hatta eğitim açısından da durum benzerdir: Bugün ülkemizi adeta
geçmişten eğitim alanlar ayakta tutuyor. Doktorlar olsun
mühendisler olsun yeni eğitimlerde kalite çok gerilerde...
Not 6: Türkiye için o demografik yapı da felakete doğru gidiyor.
Şu anda “orta yaş yığılması” olarak tanımlanan fırsat eşiğindeyiz
ama geriden genç nesil gelmiyor. Doğum oranlarımız 1,6’ya kadar
gerilemiş durumda. 10-15 yıl sonra yaşlı ülkeler sınıfına doğru
adım atmış olacağız.
Bu ne anlama geliyor derseniz onu da söyleyeyim: Çalışacak eleman
sıkıntısı çekeceğiz..
Oysa bugün ne yapıyoruz: Yaşlılığa hazırlık değil, tersine ileride
az sayıda olacak olan evlatlarımızın-torunlarımızın birikimini
yiyoruz.
Hatta eğitim açısından da durum benzerdir: Bugün ülkemizi adeta
geçmişten eğitim alanlar ayakta tutuyor. Doktorlar olsun
mühendisler olsun yeni eğitimlerde kalite çok gerilerde...
Not 7: Madde 27 – (Değişik: 7/6/1995 - 4110/10 md.) Koruma
süresi eser sahibinin yaşadığı müddetçe ve ölümünden itibaren 70
yıl devam eder (Ek cümle: 21/2/2001 - 4630/16 md.) Bu süre, eser
sahibinin birden fazla olması durumunda, hayatta kalan son eser
sahibinin ölümünden itibaren yetmiş yıl geçmekle son bulur.
Böyle bir kanun maddesi olabilir mi? Fikri mülkiyet ya da telif adı
altında eser sahiplerinin torunlarının torununa haksız servet
transferi sağlayan bir uygulama. Değişmesi lazım.
Not 8: Dünyanın sayılı zenginlerinden J. Paul Getty; “enflasyon,
taşınmanıza gerek kalmadan, daha pahalı bir muhitte oturmanızı
sağlar” der. Fiyatlar her geçen gün artar, lirana sıfırlar eklenir,
alım gücü düşer ve oturduğun ev dahi senin üzerine geliyorsa,
enflasyonun yıkım döngüsü tetiklenmiş demektir.
Döngüye bakalım; 1-Fiyatlar doludizgin artarken ücretler yaya
kaldı. 2-Alım gücü hızla düştü. 3-Talep enflasyonu, maliyet
enflasyonuna dönüyor. 4-Tüketicinin talebi en az düzeyde oluşacak.
5-Geçici yoksunluk, kalıcı yoksulluk üretecek. Bu da kıt kanaat
geçinme çağının başladığını gösterecek.
Not 9: Nedir bu hiperenflasyon yaşam tarzı?
Çok daha azla yetin, ayağını yorganına göre uzat, beklentini düşür,
yaşam kaliteni asgariye indir, aybaşını getirmeye çalış. Zorunlu
giderlerine odaklan, gerisini unut. Bitmedi; bunu haftalarca,
aylarca hatta yıllarca sürdüreceğini göze al. İşte hayatta kalma
güdüsüyle şekillenen yaşam tarzı…
Aybaşını zar zor getiren, taksitlere yetişemeyen, iki ampulden birini söndüren, iki tabaktan birini kaldıran, iki öğünden birini atlayan, az eğlenen, bütçesini çok sıkan bir kariyer dönemi… Kurum sadakati yerine daha fazla ücret vereni araştıran, ek iş arayışına giren, kredi kartı ödemelerinde zorlanan, kredi almışsa onu kapatmak için yeni kredi arayan bir insan…
Not 10: Allah bizi açlıkla terbiye etmesin… Bu, kültürümüzdeki
en yaygın dualardandır. Zira açlık, insani değerleri törpüleyen,
toplum dengesini sarsabilen, kavimleri göç ettiren, çatışmalar,
savaşlar çıkarabilen özelliğe sahiptir.
En büyük kitle imha silahıdır. Hele ki hiperenflasyon sürecinde
giderek yoksullaşan kesimlerin feryadı, son derece dikkate
alınasıdır. Zira en yüksek desibele sahip mesajdır.
Adamın biri karlı bir kış günü, son model arabasıyla giderken
camına yaklaşan bir kız çocuğu görür. Ayakları çıplak kızın soğukla
nasıl baş edebildiğini ve hayatta kalabildiğini merakla, içi
sızlar. Tam da bir şeyler yapacakken, yeşil ışık yanar ve gaza
basar.
Ama vicdanı kırmızı ışıkta kalmıştır; ‘-Allahım; bu yoksullar neden
var ve yoksullara yardım için neden bir şeyler yapmıyorsun? Ve
içine o anda bir ses ilham olur; ‘Seni yarattım ya!’
Hayırseverlerimizi özenle ayrı tutarak diyorum ki; hiperenflasyon
döneminde yoksullarımızı görmezden gelmeyelim, iş ve aş verelim,
önemseyelim; ‘hâlin nicedir?’ diye soralım.
Not 11: Üç sene önce yazılarımda ve konuşmalarımda paranız varsa
gayrimenkule yatırım yapın diyordum. Paranız az ise birkaç kişi
birleşin ortak gayrimenkul alın diyordum. Ama bugün durum değişti.
Bundan sonra gayrimenkul fiyatları artar, ama TÜFE’nin altında
kalır. Elbette ki, banka kredilerinde kısıntı devam ederse, bu
dediğim doğrudur. Yoksa siyasi iktidar seçime doğru tekrar gaza
gelir ve kamu bankaları kredi musluğunu açarsa, Kobi ve esnafa bol
keseden kredi dağıtırsa ve popülizm devam ederse, durum farklı
olur.
Konut fiyatlarının artması, kira ihtilaflarını da artırdı. Söz
gelimi 1 milyonluk konut kirası bin lira idi. İki sene içinde konut
fiyatı 5 milyona çıkınca ev sahibi de doğal olarak kiraların da 5
bin liraya çıkmasını istedi. Ama ücret ve maaşlar TÜFE kadar arttı,
yani konut fiyat artışının çok altında kaldı.
Normal bir devlet bu durumda, sosyal konut yapar tahsis eder veya
yaptığı konutları ucuza kiraya verir. Ama hükûmet bu sorunu ev
sahibinin cebinden çözmeye kalktı ve yüzde 60 üstünde bir enflasyon
varken, konut kira artışını yüzde 25 ile sınırladı. Bu anlayış da
ihtilafları artırdı.
Aslında hükümetin konut kira artışlarını yüzde 25 ile sınırlaması,
mülkiyet hakkına müdahaledir. Çünkü müdahalede kamu yararı yoktur.
Kazananlar ve kaybedenler var. Hem anayasaya aykırıdır. Hem de
piyasa düzenini bozar.
Yabancıya konut satışlarında ise Türkiye yüzünü batıdan doğuya
döndü. En fazla Ruslar ve Araplar konut aldı.
Not 12: Önümüzdeki seçimde İYİ Parti’nin her yerde kendi
adaylarını çıkaracağını genel başkanları söyleyip duruyor. AK Parti
öyle çok parlak aday aramasına gerek bile kalmadan, İstanbul’da
Binali Yıldırım’ı, Ankara’da Mehmet Özhaseki’yi yeniden aday
göstersin, onların bile sandıktan kazanarak çıkması mümkün.
Günahlar çıkartılırken, bunu yapan iki kez ‘mea culpa’ dedikten
sonra üçüncüde o kalıba ‘çok büyük’ anlamına ‘maxima’ sözcüğünü de
eklermiş: “Mea culpa maxima” diyerek…
Üçüncü hata siyasette de işlenirse ona ‘çok büyük hata’
denilecektir.
Hazırlıklı olalım.
Not 13: “Güç” artık en kırılgan şey.
“Güçlü” Fransa’nın Ticaret Bakanı, “zamlardan şikâyet edeceğinize
hazır gıda yerine yemek pişirmeyi öğrenin” fırçası çekti halka.
Çünkü siyaset, çıkış yolu göstermeye yetmiyor.
Bunlar olup biterken bizde CHP, unuttuğu temel değerlerini bir
kenara bırakırsak tam bir bataklığa dönüşmüş durumda.
“Bataklık” metaforu, debelendikçe dibe doğru çekilme hali.
Orada muhalif seçmenin elini tutacak kimse yok.
CHP’deki “Cumhurbaşkanı kim olacak”, “Genel başkan kim olacak”,
“Belediye başkanı kim olacak” silsilesinin acıklı hali, o silsileye
umut bağlayanların halini daha acıklı yapıyor.
Tam bu sırada, New York’ta sıradışı tekno-milyarder Musk, kucağında
tuhaf isimli (XAE A-XII) minik oğluyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı
ziyaret etti.
Onlarca bakıcısı olan bir bebeği neden kucağında getirir? Canı öyle
istediği için mi? Kuşkusuz ki öyle.
Dünyanın geleceği bu çılgın adama mı bağlı?
Elimizden kim tutacak öyleyse?
Hiç kimse.
Neoliberal sistemin amacı bu, çıkış yollarını tıkayarak çaresiz
bireyler üretmek. Önlerine teknolojik aletler ve tüketim nesneleri
koyarak onları ehlileştirmek/ evcilleştirmek.
“Nefret ve şüphe dolu dış dünya” hissi yayıp, sevgi, dayanışma ve
güveni sanal dünyada sunmak.
Suç örgütleri, bireysel silahlanmalar neden artıyor sanıyorsun?
Elini tutacak ve sana çıkış yolu gösterecek birini aramaktan
vazgeç. Zira neoliberalizm, buna asla izin vermez.
Sen sadece “Başka bir dünya mümkün” fikrine sımsıkı sarıl ve sana
benzeyenleri bul.
Not 14: Özgür Özel: Nasıl da yenildik sorusunu havada yakalayıp çöp kutusuna atma başarısı göstererek, yenilgi travmasını “iyi ki kazanamamışlar” iç rahatlığına döndüren şahıs.
Tan Sağtürk: İktidara yönelik “liyakatsiz atamalar” eleştirilerine ilaç gibi cevap olan sempatik kişi.
Not 15: Geçen hafta bir grupla Aksaray’a gittik. Hepimizde aynı
soru, kavruk, buğday sarısı İç Anadolu taşrasında koskoca bir gün
nasıl geçecek?
Bir de gördük ki Aksaray ovaya yayılmış, dümdüz ve yemyeşil bir
şehir. Sanayide Türkiye’nin ilk 20’sinde!
İlgisiz kalmış ama misafirle ilgilenmeyi asla unutmamış, sıcakkanlı
insanlarıyla epeyce hakkı yenmiş bir şehir Aksaray.
Not 16: Bir algı ne zaman kalıcı bir düşünceye dönüşür? Algıyla gerçek uyumlu olduğu zaman. Eğer aralarında uyum yoksa deneyim belirleyicidir.
Not 17: Kayınbaba olacak zamanda damat olduk, damat olunacak zamanda kayınbaba olacağız kesin.
Not 18: İnsanlar yalan olunca dünyanın da çok anlamı kalmıyor. İnsan yalan olunca yaşam da yalan. İnsan insanın sadece kurdu değil aynı zamanda yurdu. Kendine yurt olacak insanlarla çevriliyse etrafın, dünya da sana yurt olur.
Not 19: Ben sadece seni sevmeyi çok iyi bildim
Uykumu sallandırırken darağacında ve
Başrolde bir tüfenk
Sekerek bir yenilgiden diğerine zafer zannedilen
Üstelik uzaklarda yaşlanırken
B. Parlak
Not 20: hayır
kalmadı kurtulma ümidim
üşüyen parmaklarımdan razı değilim
razı değilim
mesela piçlere kalacak bu densiz dünya
hem yakışmıyor bir güzele vapura yetişmek için koşmak
endam kalmıyor
önce boy sonra pos
yaşamak iyi gelmiyor hiçbir sancımıza
söyleyin
sarsıcı bir sırrı öğrenince
övünerek başkalarına anlatan halk bizim neyimiz olur.
B.Parlak
Not 21: Bilezikler sizi dünyaya bağlayan kelepçeleriniz, kurtulun onlardan.
Not 22: Kimseye eyvallahı olmayan bir kırgınlık bendeki
Ne unutulan, ne hatırlanabilen..
B.Parlak
Not 23: Şimdi kim söyleyecek yapraklara sonbaharın geldiğini
Kar üşür, kimse inanmaz elleri olduğuna
Tütünle çömelir yüz yıllık bir dalgınlık Ortadoğu'da..
Coşkuyla gittiğim her yerden
Elimi tel örgülere sürerek geri döndüm
Döndüm ve kalmadığım yerden devam ettim
Herkesin özlediği bir uzak vardır
Ortadoğu'da.
B.P.
Not 24: Bir şeyim yanlıştı, her şeyim yanlış sayıldı
Mahvolmakla ünleniyorum gitgide;
Bu büyük bir cüret
Vuruldum alnımdan kan başkasından aksın
Söyle gece
Benim bu zarif isteğimi kim, neden
Yanlış anlasın..
B.P.
Not 25: beni de çarmıha gerdiler ama kimse isa demiyor bana
gelmiyor elimden yaşamaktan başka bir şey
esmer tenli çocuklar,
uçaklara doğru işerken tarlaların tam ortasında..
B.P.
Not 26: halbuki anne
cinayet
uzun uzun baktığımız kızın masasına gelen erkek
değil midir..
B.Parlak
Not 27: müminler kardeştir
işte bu yüzden öldürürler birbirlerini
işte bu yüzden dağların başına resim olan keklikleri
bekleyip bir ağacın gölgesine yatarak
vururlar ve kan hiçbir şeydir onlar için.
şehirden köylere eskimiş diye gönderilen elbiselerin
kederini de bilmezler..
B.P.
Not 28: savaş günleri olmasa bile ekmek kuyruklarında torpil
ararlar
birkaç adım önde olmak için
park etmiş araba en iyi bahanedir
çağ atlarlar ama bilmezler
acıya dokunmadan düşmenin bir önemi olmadığını.
bütün düşünceleri kazanmak üzerinedir
aşkta kaybetmeyi borsada kaybetmeye tercih ederler.
B.Parlak
Not 29: onlara göre yoksulluk kışla başlar, yazla biter
ama bilmezler
yaşamak varlığın kanıtı değildir..
Not 30: Hayat dizine yatamadıklarımıza
Bir şey anlatmamamız gerektiğini
Ne zaman bana da öğretecek
Çünkü
Kolay zaferlerden başı dönenlerin,
Her şeyi bir anda çok sevenlerin ve
Her şeyi bir anda yok edenlerin arasında
Bir gün birbirimizin yanında olmadan öleceğiz..
B.P.
Not 31: Fakirleştikçe, paramız devalüe edildikçe bizi
haczediyorlar. Yani alıp götürülebilecek neyimiz varsa, bizim
değersiz paramıza karşı onlar, değerli paralarıyla ucuz ucuz satın
alıyorlar. Bu ürettiklerimiz de olabiliyor, vatandaşlığımız da
menkullerimiz de gayrı menkullerimiz de ve yetişmiş, ustalaşmış
insanlarımız da.
Onları da haczediyorlar. “Haczetmek” değerinin altında satın
almaktır. Öyle oluyor. Giderlerse gitsinler diyoruz ya böyle
dememize de gerek yok, zaten gidiyorlar.
Not 32: Demokrasinin temeli, verdiğin verginin nereye gittiğini
sorabilme hakkıdır.
Bir kentte yaşayan insanlar yasalar gereği belediyelerine çevre ve
temizlik vergisi veriyorlar… Bu vergi tüketilen su miktarı
üzerinden alınıyor ve metreküp başına büyükşehir belediyesine 1
lira 50 kuruş, ilçe belediyesine 1 lira 10 kuruş olarak
hesaplanıyor.
Neden veriyoruz bu vergiyi? Temiz, sağlıklı ve dengeli bir çevrede
yaşamak için.
Temiz ve sağlıklı bir ortamda yaşayamıyorsak elbette yakınacağız,
bunun düzeltilmesini isteyeceğiz.
İnsanlık uzaydaki çöp sorununu tartışırken, biz mahalledeki çöp
sorununu tartışmak zorunda kalıyorsak bundan utanacak olan biz
değiliz.
Üstelik bu konudaki şikayetlerimiz üzerine karşılaştığımız tepkiler
toplumsal zaaflarımızın ip uçlarını da içinde barındırıyor.
Örneğin, çöp sorununu “siyasal partiye” göre değerlendirmek…
Belediye benim partimdeyse “görme”, rakip partide ise konuya aban
anlayışını benimsemek…
Ben bir partiyi destekliyorsam, o parti bize daha güzel bir hayat
sağlayacaktır diye inandığımdandır, bir partiyi onun hatasını,
haksızlığını saklamak için desteklemiyorum.
Galiba 28 Mayıs sonrası ortaya çıkan alt üst oluş, bize her şeyi
yeniden düşündürtmeli…
Yerel yönetimleri, belediyelerin ranta dayalı siyaset yapmalarını,
insanı bir yana bırakarak belediyeden sağlanan siyasal bahşişleri
önemseyen partizanlığı daha yakından incelemeliyiz…
Yoksa bu çürüme daha hızlanarak devam edecek…
Toplanmayan çöpler derken, topluca sosyal çöpleşme felaketine
uğrayacağız.
Not 33: ABD, Almanya gibi Hazineler 10 yıl vadeli borcu %2 faizle finanse ediyordu, şimdi bu oran en az %4 olacak diyelim. Senede $2 trilyon ek faiz gideri çıkar karşılımıza, yani dünya çıktısının %2’si kadar. Bu giderleri ödemek için daha fazla vergi salınamaz. Politikacıyı topa koyarlar. O zaman daha fazla borçlanarak borcun faizi ödenecek. Hani diyor ya, OECD bir çok ülkenin maliye politikasında hiç manevra alanı kalmadı diye, işte bu kastediyor. Eğer ABD- Almanya gibi ülkeler kamu borcunun faizini öderken göbekleri çatlayacaksa, global ısınmanın tam sivri ucuna oturacak Türkiye, Orta Doğu ve Küresel Güney ülkeleri mücadele için tek kuruş bulamazlar. Mal mal ülkelerinin çöle dönmesini seyrederler.
Not 34: Ne zor zamanlar geçirdik;
Şimdi her şey biraz daha kötü
Reyonlarda kararsız kaldığı için
Yoksul olduğunu anladığımız
Henüz büyük hileler yapmayı
Bilmeyenlerin
Biraz daha çekingen kalmasına çabalıyorum
Çabalıyorum ki
İnsanlarla anlaşmak alçaklıktır
Sözlerime fazlasıyla düşman kazanmayayım
Çünkü düşmanlarımız artık bizi öldürmek yerine
Sadece yaralıyor
Sağ bırakan bir yara, aşktan sayılmazken üstelik
B.Parlak
Not 35: Sen aklıma düşünce
Üstüme yemek dökecek kadar ihtiyarlıyorum
Ellerim titriyor ellerim
Çor tutmuş bağlar yeşeriyor birdenbire
Kızılderili reis tüylerini yeniden takıyor başına
Oturan boğalar ayaklanıyor bozkırda köylülerle
Sen aklıma düşünce kim gelse aklıma
Unufak oluyorum
B.P.
Not 36: yeni bir çağ,
dostlarımızı bile gözümüzün bir yerlerden ısırmadığı
o sabah başladı
evet
ben hiç terk edilmedim
ben hep yok edildim
bağırdım ağzımı elimle kapatarak
keşke doğru yaptıklarımdan değil,
yanlış yaptıklarımdan pişman olsaydım
B.P.