Eylül notları..
Not 1: 'Merdivenin tepesine çıkıp da yanlış duvarda durduğunuzu farketmekten daha fena ne olabilir?' Joseph Campbell Not 2: Vîrânelerin yasçısı baykuşlara...
Not 1: 'Merdivenin tepesine çıkıp da yanlış duvarda durduğunuzu farketmekten daha fena ne olabilir?'
Joseph Campbell
Not 2: Vîrânelerin yasçısı baykuşlara döndüm, / Gördüm de hazânında bu cennet gibi yurdu. / Gül devrini bilseydim onun, bülbül olurdum.
Not 3: ...İnşirah bir, amenna, okuduk kabul ettik
annem iki, derdim üç, gerisi çorap söküğü
göğsümü genişletecek bir derman arıyorum
kiralar en az on bin kırlara kaçalım diyorum
...
Not 4: Açılış:Yazıklar olsun emekçinin hakkını
yiyenlere,yayıneviyle bütün ilişkimi derhal kesiyorum.
2.Gün:Bu yaptıkları çok çirkin,bir an önce yanlıştan dönmeleri
lazım.
3.Gün:Ama yani şimdi karşı tarafı da dinlemek lazım,tamam kovmuş
ama niye kovmuş nasıl kovmuş?
4.Gün:İlk twiti sil
Not 5: Ölmüş bir süvariyim
Atım hala koşuyor..
Not 6: Bilime savaş açarak enflasyon fırlatılmış.
Sürekli düşük faizli konut kredisi kampanyaları konut fiyatlarını daha da arttırmış.
Milyonlarca yabancı ülkeye doluşmuş.
Sonuç:
Not 7: Sahiden, ölmek için bile çok yorgunduk; şimdi uyanığız hâlâ ve devam ediyoruz yaşamaya- mezar odalarında!
Böyle Söyledi Zerdüşt, Nietzsche
Not 8: Yaşam tatlar ve tatmak üzerine bir kavgadan ibarettir.
Böyle Söyledi Zerdüşt, Nietzsche
Not 9: Güzelliğin sesi kısıktır konuşurken; sadece en uyanık ruhlara yanaşır.
Böyle Söyledi Zerdüşt, Nietzsche
Not 10: Ortalama akıl; her kafadan bir ses çıkmasıdır. Tüm
önerileri bir torbaya koyarsın ve ortalamasından çıkan tutarsız,
çoğu birbiriyle çelişen yönlerini sorgulamadan devreye alırsın ve
başarısız olursun.
Ortak akıl ise her aklı alır, aralarındaki etkileşimi gözetip,
“önemli-öncelikli” tasnifi ile bir strateji geliştirirsin. Yol
haritanı, tarafların ortak katılımları, üzerinde uzlaşılmış
akıllıca karara göre çizersin.
Biz genelde, ortalama akılla iş yapan kültürden geliyoruz. Herkesi
memnun etme gayreti yüzünden tarafların kendi yararını maksimize
etmesine göz yumuyoruz. Fakat birinin çıkarını gözetirken diğeri
mağdur oluyordur. Misal ihracatçı rekabetçi kur istiyor ve dolar 40
lira olsun diyor. O hedef tutsun diye 40 lira yaparsak, enflasyon
hedefi ne olacak? İşte bu, ortalama akıl defosudur.
Ortalama akıllar (daha doğrusu yarım akıllılar) öneri getire
dursun; alınan kararlar şayet ortak bir davaya hizmet etmiyorsa,
KKM’den çıkış örneğindeki gibi adeta dolar artsın diye çalışıyoruz.
Bize bireysel, kurumsal, sektörel maksimizasyon kararları değil;
“Türkiye Optimali” yönünde kararlar gerekiyor. Daha iyi bir
Türkiye, daha yetkin bir yönetim, daha müreffeh bir toplum talep
etsek?
Not 11: Türkiye, Rusya veya İran olur mu diyenler boş konuşuyor. Olmaz çünkü TR'nin petrol ve doğalgazı yok. Turizme bağımlı dışa açık bir ekonomi olarak kalır. Kalmak zorunda. Her kim iktidara gelirse gelsin. Bundan kimsenin en ufak bir şüphesi olmasın.
Not 12: Kendime iki mühim hatırlatma:
Birisi taşınırken yemek ikramı hazırla.
Özellikle başka bir şehire taşınanlara yuvanın kapılarını aç.
Not 13: Sahte, samimiyetsiz, mış gibi ilişkilerden etimle kemiğimle tiksindim...
Not 14: ya topla yaralı kırlangıçları
ya da bu vefasız şarkıyı bitir
özgürlüğe giden tutsaklar gibi
siyah gözlerine beni de götür.
Nurullah Genç
Not 15: “Kötülük, bize sanki başka yerde yaşıyormuş gibi geliyor. İçimizde değil de dünyanın belli yerlerinde, bize düşman olan yahut içinde insanlığı tehlikeye atan şeylerin yaşandığı bölgelerde saklandığını düşünüyoruz. Bu naif kuruntu ve kendini aldatma biçimimiz, iki-üç yüzyıl önce olduğu gibi bugün de varlığını koruyor.” (Zygmut Bauman- Leonidas Donskis, Ayrıntı Yay. 2020, s.14)
Not 16: Sokakta paradigma değişiyor. Şiddetin dönem dönem artıp azaldığı oldu ancak uyuşturucu çetelerinin polise uzun namlulu silahlarla ateş açmasına, memleket “alışkın” değil. Bu yöntem daha çok, suçla anılan bazı Güney Amerika ülkelerinde olağan karşılanan ve suç örgütlerinin kaydettiği aşamayı gösteren bir saldırı çeşidi. Geçen hafta İstanbul, Kağıthane’de yaşananlar, organize suçun nereye evrildiğini görmek açısından korkutucuydu.
Not 17: Yıkıldı güven evleri, sevgi bağları koptu.
Bahçede duran selvi ağaçları kurudu.
Yok mu bir çare bu dertli geçen akşamlara
Bir ses, bir el verin Allah aşkına..
Not 18: Eylül akşamında, mehtaba dalmış uzaklar…
Yorgun ve yalnızım içimde bitmek bilmeyen hasretlerin var.
Şairlerin bile şiirlerinde bulamadığım,
Ancak senin, o mavi gözlerinde var, varsa güzel mısralar.
Nereye baksam artık senin yokluğunu hatırlatır bana caddeler,
sokaklar….
Yorgun ve yalnızım içimde bitmek bilmeyen hasretlerin var.
Not 19: ''Yüreği soğuyanın savaşı biter."
Sezai Karakoç
Not 20: “Kişi işlediği günah sebebi ile rızıktan mahrum olur. Kaderi yalnızca Dua geri çevirir, ömrü de ancak iyilik uzatır.”
Hz. Muhammed (s.a.v)
Not 21: Namazını ihmal eden, derdine ve sıkıntısına sebep aramasın.
Hz. Muhammed (s.a.v)
Not 22: Orta boy bir Anadolu şehri isen senede 4-5 konser, hele
bir ilçe isen festival mestival gibi organizasyonlarda 1-2 konser
boyunuzu aşar başkanlarım. Şehrinizin kültürel üretimine
ayırdığınız düdük kadar bütçenizin yüzde seksenini “meydana
toplanan 20 bin kişiye hitap ederim işte, ne güzel” diyerek saçıp
savurmanızın manası yok.
Yine geldik mi Türkiye’nin o derin “kültür yönetimi” sorununa?
Geldik maalesef. Menajerin, organizatörün, kültür simsarının elinde
oyuncak olup, olmayacak paraları olmayacak isimlere dağıtarak
kültür ürettiğini sanmak olsa olsa “ibişlik” olur yahu.
Hep söylüyorum, yine söyleyeceğim. Şehirlerinizin kültür bütçesinin çoğunu bizatihi şehrinizin gençlerinin niteliklerini artırmaya harcamak, Türkiye’nin milli kültürüne doğrudan katkı sağlayacak işler üretmeye harcamak, Hande Yener’in, Demet Akalın’ın, Melek Mosso’nun çıplak vaziyette şehirlerinizin meydanına gelmesinden daha zor değil mi başkanlarım? O yüzden şey olmuyor bu işler, değil mi?
Not 23: Geçmişte, Soğuk Savaş döneminde ve Rusya henüz Sovyetler
Birliği iken, komünist yönetimle ve yöneticilerle ilgili türlü
çeşitli fıkralar üretildiğini hatırlıyorum. O zamanlar dünyanın en
çok satılan mizah dergisi Moskova’da çıkardı. Krokodil adlı dergi
çıkar çıkmaz 6,5 milyon adet satardı.
Rus halkı mizahtan hoşlanıyor.
Sovyetler’de rejimle ilgili anlatılan bazı fıkralar o dönemde
ağızdan ağıza dolaşarak Batı’ya da ulaşırdı.
Mesela şu fıkra gibi:
“Bir arkadaş diğerine sorar: Radyodan hep Sovyetler Birliği’nde
büyük bolluk olduğunu duyuyorum; fakat buzdolabına bakıyorum,
bomboş! Ne yapmalıyım?”
Öteki kişiden şu cevap gelir: “Sen de buzdolabını radyonun prizine
tak.”
Veya şu fıkra:
“Lenin yönetmek nasıl olur gösterdi, Stalin nasıl yönetmek gerekir
gösterdi, Kruşcev herhangi bir aptalın ülkeyi yönetebileceğini
gösterdi, Brejnev ise herhangi bir aptalın ülkeyi yönetemeyeceğini
gösterdi.”
Bir de şu fıkra var:
“Adamın biri hastaneye gidip kulak-göz doktoruna görünmek
istediğini söyler. Danışmadaki görevli, böyle bir ihtisas dalı
bulunmadığını, ya göz muayenesine yahut kulak-burun-boğaz doktoruna
gitmesi gerektiğini söyler. ‘Hayır’ der adam ‘Bana kulak-göz
doktoru lazım.’ Görevli, ‘Şikâyetiniz nedir?’ sorusunu
yönelttiğinde, adam, ‘Vallahi’ der, ‘Duyduklarım ile gördüklerim
birbirinden çok farklı da; sorunum bu.’”
Not 24: insan ruhu inceldikçe (algı kapasitesi arttıkça) daha küçük daha narin daha zarif şeylere eğilim duyar. oysa eğitimsiz kaba ve küçük ruhlar haz alabilmek için daima kocaman geniş büyük devasa iri şeylere yönelirler: büyük yapılar, büyük takılar, büyük arabalar, büyük eşyalar..
Not 25: zeka geriledikçe kurnazlaşır.
Not 26: en ilkel toplumlarda bile adalet duygusu din duygusundan önce gelir.
Not 27: yürümeye devam et, yol insanı terbiye eder.
Not 28: Üç harfli mağazaların birinden denemek için 1 tane armut 1 tane şeftali bir tane de muz aldım, 49 TL tuttu. Yarın emekli ve memurların maaş artışları netleşecek. Elbette beni duymazlar ama ben söylemiş olayım. Karar vericileri akıl ve vicdanlarıyla karar vermeye davet ediyorum..
Not 29: Bir kez daha anladım ki bu dünyada kim yanlış, eksik, hâksiz-hukuksuz ve hadsiz is yapıyorsa ödüllendiriliyor. Karar verici mercilerde bulunanların ne taltifi adil ne de azledecek cesaretleri var. Demek ki çirkefliğin bayrağı hangi ortam olursa olsun hep dalgalanmaya devam edecek. Bazen ne yaparsan yap gücünün yetmediği şeyler oluyor. Ulaşamıyorsun, ne oluyor diyemiyorsun, soramıyorsun. Birçok şey insanın içinde düğümleniyor. Ben de bu dünyada eğer bir şey de bir hakkım varsa bir fert olarak, hiçbir şey yokmuş gibi davranan yetkili kimselere bu hakkımı helal etmiyorum. Onlar düşünsün. Bu böyle!
Şayet inanıyorlarsa kul hakkına, belki de en zor problem bu olmalı çözmeleri gereken. Ne yapsın garip, onun da bu dünya da bir tek hakkı varsa o da onu kullanır. Garibin, gurebanın hakkını gözetmeyenler uyuyabiliyorsa iyi uykular dilerim.
Örnek insan yoksa hiçbir yerde nizam da yoktur. Aşkı, şevki, mücadeleyi öldüren insanlar ile örnek insana varılmaz. Bu da böyle! Sonuç olarak da kendime Rahmetli Zahit Kotku’nun, "Ummazsan küsmezsin. Küsmezsen kızmazsın. Kızmazsan bu âlemde geçinemeyecek ne var?" (Allah onlardan razı olsun) nasihatini yoldaş olarak alıyorum. Sessizlik iyidir! Hoşça bakın zatınıza…
Not 30: İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, Tarkan ve Gülşen'e verdiği 33,5 milyon lira ile İzmirlilere birer şişe parfüm dağıtsaydı da, millet şehirde burnunu tıkayarak dolaşmasaydı.
Not 31: Sophia: "Zekaya hükmetmek bir yanılgıdır. Bu sizi sadece
tembelleştirir. Zeka, güce hükmeder ve güç her şeydir."
Uğur: "Matrix filminde denilir ki: Mesele güç değildir."
Sophia: "Nedir peki?"
Uğur: (Cep telefonunun kapatma düğmesine basarak) "Kontrol..."
İlk bakışta düelloyu insanoğlu kazanmış gibi görünse de, zeka
yarıştırmak dururken, kibirli bir eda ile "güç düğmesini" kapalı
duruma getirmek, insana özgü faşizan bir "güç gösterisi" değil de
nedir?
Eminim yapay zeka "Nasıl olsa kapatma düğmesi parmağımın ucunda"
diye düşünen kibirli insanoğluna karşı bir önlem bulmakta
gecikmeyecektir.
İşte ondan sonrası gerçek kıyamet...
Not 32: Estetik müdahaleler yüzünden dünyamız koca bir maskeli
baloya döndü. Artık kimse kendisi gibi değil. Herkes başkası
gibi...
Çocukların hiçbiri annesine benzemiyor. Çünkü annelerinin çehresi
çoktan değişmiş. Keşke insanlar için de arabalar gibi ekspertiz
yapılabilse. Değişeni, boyalı parçaları, gerçek kilometreleri
raporlanabilse...
Not 33: Giderek daha sabırsız ve tahammülsüz insanlar haline geldik. Hoşgörü eşiğimiz sürekli düşüyor. Trafikte sarı ışık yeşile dönmeden kornaya asılıyoruz. Hiçbir fayda sağlamayacağını bile bile asansörün çağırma düğmesine sürekli basıp duruyoruz. Kuyrukta beklerken çatacak adam arıyoruz. Her şey çabucak olup bitsin istiyoruz. Oysa yetişmek için birbirimize omuz attığımız yer belli: Hepi topu iki metre toprak...
Not 34: Enflasyon sorunu karşısında maaşına zam yapılmasını
bekleyen vatandaşlar haklıdır fakat aynı zamanda çok büyük bir
yanılgı içindedirler de.
Enflasyondan yakınan vatandaşların asıl yapması gereken; iktidardan
enflasyon yaratmayı bırakmasını istemektir!
Şunu çok iyi biliyoruz enflasyon denilen ekonomik fenomen
iktidarlar tarafından mali yükümlülüklerinden kolayca kurtulabilmek
amacıyla yaratılmaktadır.
Nobel Ödüllü Ekonomist Milton Friedman kendisine Nobel Ekonomi
Ödülü verilirken yaptığı konuşmada "enflasyon her zaman ve her
yerde parasal bir olgu olmuştur" sözüyle parasal
genişleme-enflasyon arasındaki sıkı ilişkiyi net bir şekilde ortaya
koymuştur.
Milton Friedman, Monetarizmin oluşumunda ve tanıtımında en önemli
isimdir. 1976 yılında "Paranın Miktar Teorisi üzerine çalışmalar"
adlı kitabında Monetarizmin temel ilkelerini ortaya koymuştur.
Amerika'daki devlet okullarında öğrencilere ücretsiz öğle yemeği
verilmesi tartışmaları sırasında söylediği “Bedava öğle yemeği diye
bir şey yoktur” sözü tarihe geçmiştir. Bu sözü ile Friedman öğle
yemeğinin parasını muhakkak birilerinin ödeyeceğini, bunun ya vergi
ile ya para basılarak enflasyon yaratılarak karşılanacağını ifade
etmiştir.
Bedava öğle yemeği dağıtma yolu ile kolayca oy devşirme peşinde
koşan popülist iktidarlar ekonomik vaatlerinin bedelini ödemekte
sıkışınca hemen hemen daima enflasyon yaratma pahasına para
basarlar ve çoğu zaman da kontrolü elden kaçırırlar çünkü bu para
basma işi son derecede kolay, baştan çıkarıcı ve bağımlılık
yaratıcı bir yöntemdir.
Not 35: Ebrar, iyi huylu, doğru, dürüst kişi demekmiş; bütün
iyilik ve güzellikleri üzerinde taşıyan, güzel huyu ve ahlakı
işaret eden kimseleri nitelermiş. “Bizim” Ebrar da ismiyle müsemma
gerçekten.
Hırsı, çalışkanlığıyla taçlandırdığı yeteneği, şakacılığı, pırıl
pırıl gülüşü, takım ruhuna bağlılığı ile örnek bir sporcu insan,
dünya tatlısı. 12 yaşında başladığı spora hayatını adamış, her
aşamasında başarılı olmuş ve ulusal takıma yükselmiş. Maçları
seyrederken nasıl gönülden oynadığını, madalya vesaire için değil
voleybolu çok sevdiği için çok iyi oynadığını hemen
anlayabiliyorsunuz.
Voleybol, takım oyunları arasında çok farklı bir özelliği olan sporlardan. Rakipler arasında bedensel temas yok, birbirinin alanına girmek yok, sınırı belirleyen fileye de dokunamazsın. Kuralları, onu hem bireysel beceriyi ve arzuyu hem de takım ruhunu aynı anda yönetmeyi gerektiren belki de en “fair play” oyunlardan biri yapıyor. Dürüst oyna, dürüst davran, rakibin düşman değil, oyunun bir parçası… Maç sonu el sıkışarak ayrılma da bu halin sembolü olmalı.
“Yalnızca yaşayanlar değil, ölüler de canımıza okuyor. Ölü, diriyi sımsıkı tutar” diye yazmış ya Marx, işte sanki o ölülerle dolu dört yanımız. Bilseydi, zombiler derdi belki de.
Not 36: Yüreğimde sevgiden başka her şeyi çekip al..
Not 37: “Tarifini sorsalar;
her baktığımda,
ilk defa görüyormuşum gibi,
az kalsın ölüyormuşum gibi...”
Cahit Zarifoğlu