Not 1: 'Merdivenin tepesine çıkıp da yanlış duvarda durduğunuzu farketmekten daha fena ne olabilir?'

Joseph Campbell

Not 2: Vîrânelerin yasçısı baykuşlara döndüm, / Gördüm de hazânında bu cennet gibi yurdu. / Gül devrini bilseydim onun, bülbül olurdum.

Not 3: ...İnşirah bir, amenna, okuduk kabul ettik
annem iki, derdim üç, gerisi çorap söküğü
göğsümü genişletecek bir derman arıyorum
kiralar en az on bin kırlara kaçalım diyorum
...

Not 4: Açılış:Yazıklar olsun emekçinin hakkını yiyenlere,yayıneviyle bütün ilişkimi derhal kesiyorum.
2.Gün:Bu yaptıkları çok çirkin,bir an önce yanlıştan dönmeleri lazım.
3.Gün:Ama yani şimdi karşı tarafı da dinlemek lazım,tamam kovmuş ama niye kovmuş nasıl kovmuş?
4.Gün:İlk twiti sil

Not 5: Ölmüş bir süvariyim
Atım hala koşuyor..

Not 6: Bilime savaş açarak enflasyon fırlatılmış.

Sürekli düşük faizli konut kredisi kampanyaları konut fiyatlarını daha da arttırmış.

Milyonlarca yabancı ülkeye doluşmuş.

Sonuç:

Not 7: Sahiden, ölmek için bile çok yorgunduk; şimdi uyanığız hâlâ ve devam ediyoruz yaşamaya- mezar odalarında!

Böyle Söyledi Zerdüşt, Nietzsche

Not 8: Yaşam tatlar ve tatmak üzerine bir kavgadan ibarettir.

Böyle Söyledi Zerdüşt, Nietzsche

Not 9: Güzelliğin sesi kısıktır konuşurken; sadece en uyanık ruhlara yanaşır.


Böyle Söyledi Zerdüşt, Nietzsche

Not 10: Ortalama akıl; her kafadan bir ses çıkmasıdır. Tüm önerileri bir torbaya koyarsın ve ortalamasından çıkan tutarsız, çoğu birbiriyle çelişen yönlerini sorgulamadan devreye alırsın ve başarısız olursun.
Ortak akıl ise her aklı alır, aralarındaki etkileşimi gözetip, “önemli-öncelikli” tasnifi ile bir strateji geliştirirsin. Yol haritanı, tarafların ortak katılımları, üzerinde uzlaşılmış akıllıca karara göre çizersin.
Biz genelde, ortalama akılla iş yapan kültürden geliyoruz. Herkesi memnun etme gayreti yüzünden tarafların kendi yararını maksimize etmesine göz yumuyoruz. Fakat birinin çıkarını gözetirken diğeri mağdur oluyordur. Misal ihracatçı rekabetçi kur istiyor ve dolar 40 lira olsun diyor. O hedef tutsun diye 40 lira yaparsak, enflasyon hedefi ne olacak? İşte bu, ortalama akıl defosudur.
Ortalama akıllar (daha doğrusu yarım akıllılar) öneri getire dursun; alınan kararlar şayet ortak bir davaya hizmet etmiyorsa, KKM’den çıkış örneğindeki gibi adeta dolar artsın diye çalışıyoruz. Bize bireysel, kurumsal, sektörel maksimizasyon kararları değil; “Türkiye Optimali” yönünde kararlar gerekiyor. Daha iyi bir Türkiye, daha yetkin bir yönetim, daha müreffeh bir toplum talep etsek?

Not 11: Türkiye, Rusya veya İran olur mu diyenler boş konuşuyor. Olmaz çünkü TR'nin petrol ve doğalgazı yok. Turizme bağımlı dışa açık bir ekonomi olarak kalır. Kalmak zorunda. Her kim iktidara gelirse gelsin. Bundan kimsenin en ufak bir şüphesi olmasın.

Not 12: Kendime iki mühim hatırlatma:

Birisi taşınırken yemek ikramı hazırla.

Özellikle başka bir şehire taşınanlara yuvanın kapılarını aç.

Not 13: Sahte, samimiyetsiz, mış gibi ilişkilerden etimle kemiğimle tiksindim...

Not 14: ya topla yaralı kırlangıçları
ya da bu vefasız şarkıyı bitir
özgürlüğe giden tutsaklar gibi
siyah gözlerine beni de götür.

Nurullah Genç

Not 15: “Kötülük, bize sanki başka yerde yaşıyormuş gibi geliyor. İçimizde değil de dünyanın belli yerlerinde, bize düşman olan yahut içinde insanlığı tehlikeye atan şeylerin yaşandığı bölgelerde saklandığını düşünüyoruz. Bu naif kuruntu ve kendini aldatma biçimimiz, iki-üç yüzyıl önce olduğu gibi bugün de varlığını koruyor.” (Zygmut Bauman- Leonidas Donskis, Ayrıntı Yay. 2020, s.14) 

Not 16: Sokakta paradigma değişiyor. Şiddetin dönem dönem artıp azaldığı oldu ancak uyuşturucu çetelerinin polise uzun namlulu silahlarla ateş açmasına, memleket “alışkın” değil. Bu yöntem daha çok, suçla anılan bazı Güney Amerika ülkelerinde olağan karşılanan ve suç örgütlerinin kaydettiği aşamayı gösteren bir saldırı çeşidi. Geçen hafta İstanbul, Kağıthane’de yaşananlar, organize suçun nereye evrildiğini görmek açısından korkutucuydu. 

Not 17: Yıkıldı güven evleri, sevgi bağları koptu. 
Bahçede duran selvi ağaçları kurudu. 
Yok mu bir çare bu  dertli geçen akşamlara
Bir ses,  bir el verin Allah aşkına..

Not 18: Eylül akşamında, mehtaba dalmış uzaklar…
Yorgun ve yalnızım  içimde bitmek bilmeyen hasretlerin var.
Şairlerin bile şiirlerinde bulamadığım, 
Ancak senin, o mavi gözlerinde  var, varsa güzel mısralar.
Nereye baksam artık senin yokluğunu  hatırlatır bana caddeler, sokaklar….

Yorgun ve  yalnızım içimde bitmek bilmeyen hasretlerin var.

Not 19: ''Yüreği soğuyanın savaşı biter."

Sezai Karakoç

Not 20: “Kişi işlediği günah sebebi ile rızıktan mahrum olur. Kaderi yalnızca Dua geri çevirir, ömrü de ancak iyilik uzatır.”

 Hz. Muhammed (s.a.v)

Not 21: Namazını ihmal eden, derdine ve sıkıntısına sebep aramasın.

Hz. Muhammed (s.a.v)

Not 22: Orta boy bir Anadolu şehri isen senede 4-5 konser, hele bir ilçe isen festival mestival gibi organizasyonlarda 1-2 konser boyunuzu aşar başkanlarım. Şehrinizin kültürel üretimine ayırdığınız düdük kadar bütçenizin yüzde seksenini “meydana toplanan 20 bin kişiye hitap ederim işte, ne güzel” diyerek saçıp savurmanızın manası yok.
Yine geldik mi Türkiye’nin o derin “kültür yönetimi” sorununa? Geldik maalesef. Menajerin, organizatörün, kültür simsarının elinde oyuncak olup, olmayacak paraları olmayacak isimlere dağıtarak kültür ürettiğini sanmak olsa olsa “ibişlik” olur yahu.

Hep söylüyorum, yine söyleyeceğim. Şehirlerinizin kültür bütçesinin çoğunu bizatihi şehrinizin gençlerinin niteliklerini artırmaya harcamak, Türkiye’nin milli kültürüne doğrudan katkı sağlayacak işler üretmeye harcamak, Hande Yener’in, Demet Akalın’ın, Melek Mosso’nun çıplak vaziyette şehirlerinizin meydanına gelmesinden daha zor değil mi başkanlarım? O yüzden şey olmuyor bu işler, değil mi?

Not 23: Geçmişte, Soğuk Savaş döneminde ve Rusya henüz Sovyetler Birliği iken, komünist yönetimle ve yöneticilerle ilgili türlü çeşitli fıkralar üretildiğini hatırlıyorum. O zamanlar dünyanın en çok satılan mizah dergisi Moskova’da çıkardı. Krokodil adlı dergi çıkar çıkmaz 6,5 milyon adet satardı.
Rus halkı mizahtan hoşlanıyor.
Sovyetler’de rejimle ilgili anlatılan bazı fıkralar o dönemde ağızdan ağıza dolaşarak Batı’ya da ulaşırdı.
Mesela şu fıkra gibi:
“Bir arkadaş diğerine sorar: Radyodan hep Sovyetler Birliği’nde büyük bolluk olduğunu duyuyorum; fakat buzdolabına bakıyorum, bomboş! Ne yapmalıyım?” 
Öteki kişiden şu cevap gelir: “Sen de buzdolabını radyonun prizine tak.”
Veya şu fıkra:
“Lenin yönetmek nasıl olur gösterdi, Stalin nasıl yönetmek gerekir gösterdi, Kruşcev herhangi bir aptalın ülkeyi yönetebileceğini gösterdi, Brejnev ise herhangi bir aptalın ülkeyi yönetemeyeceğini gösterdi.”
Bir de şu fıkra var: 
“Adamın biri hastaneye gidip kulak-göz doktoruna görünmek istediğini söyler. Danışmadaki görevli, böyle bir ihtisas dalı bulunmadığını, ya göz muayenesine yahut kulak-burun-boğaz doktoruna gitmesi gerektiğini söyler. ‘Hayır’ der adam ‘Bana kulak-göz doktoru lazım.’ Görevli, ‘Şikâyetiniz nedir?’ sorusunu yönelttiğinde, adam, ‘Vallahi’ der, ‘Duyduklarım ile gördüklerim birbirinden çok farklı da; sorunum bu.’”

Not 24: insan ruhu inceldikçe (algı kapasitesi arttıkça) daha küçük daha narin daha zarif şeylere eğilim duyar. oysa eğitimsiz kaba ve küçük ruhlar haz alabilmek için daima kocaman geniş büyük devasa iri şeylere yönelirler: büyük yapılar, büyük takılar, büyük arabalar, büyük eşyalar..

Not 25: zeka geriledikçe kurnazlaşır.

Not 26: en ilkel toplumlarda bile adalet duygusu din duygusundan önce gelir.

Not 27: yürümeye devam et, yol insanı terbiye eder.

Not 28: Üç harfli mağazaların birinden denemek için 1 tane armut 1 tane şeftali bir tane de muz aldım, 49 TL tuttu. Yarın emekli ve memurların maaş artışları netleşecek. Elbette beni duymazlar ama ben söylemiş olayım. Karar vericileri akıl ve vicdanlarıyla karar vermeye davet ediyorum..

Not 29: Bir kez daha anladım ki bu dünyada kim yanlış, eksik, hâksiz-hukuksuz ve hadsiz is yapıyorsa ödüllendiriliyor. Karar verici mercilerde bulunanların ne taltifi adil ne de azledecek cesaretleri var. Demek ki çirkefliğin bayrağı hangi ortam olursa olsun hep dalgalanmaya devam edecek. Bazen ne yaparsan yap gücünün yetmediği şeyler oluyor. Ulaşamıyorsun, ne oluyor diyemiyorsun, soramıyorsun. Birçok şey insanın içinde düğümleniyor. Ben de bu dünyada eğer bir şey de bir hakkım varsa bir fert olarak, hiçbir şey yokmuş gibi davranan yetkili kimselere bu hakkımı helal etmiyorum. Onlar düşünsün. Bu böyle!

Şayet inanıyorlarsa kul hakkına, belki de en zor problem bu olmalı çözmeleri gereken. Ne yapsın garip, onun da bu dünya da bir tek hakkı varsa o da onu kullanır. Garibin, gurebanın hakkını gözetmeyenler uyuyabiliyorsa iyi uykular dilerim.

Örnek insan yoksa hiçbir yerde nizam da yoktur. Aşkı, şevki, mücadeleyi öldüren insanlar ile örnek insana varılmaz. Bu da böyle! Sonuç olarak da kendime Rahmetli Zahit Kotku’nun, "Ummazsan küsmezsin. Küsmezsen kızmazsın. Kızmazsan bu âlemde geçinemeyecek ne var?" (Allah onlardan razı olsun) nasihatini yoldaş olarak alıyorum. Sessizlik iyidir! Hoşça bakın zatınıza…

Not 30: İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, Tarkan ve Gülşen'e verdiği 33,5 milyon lira ile İzmirlilere birer şişe parfüm dağıtsaydı da, millet şehirde burnunu tıkayarak dolaşmasaydı.

Not 31: Sophia: "Zekaya hükmetmek bir yanılgıdır. Bu sizi sadece tembelleştirir. Zeka, güce hükmeder ve güç her şeydir."
Uğur: "Matrix filminde denilir ki: Mesele güç değildir."
Sophia: "Nedir peki?"
Uğur: (Cep telefonunun kapatma düğmesine basarak) "Kontrol..."
İlk bakışta düelloyu insanoğlu kazanmış gibi görünse de, zeka yarıştırmak dururken, kibirli bir eda ile "güç düğmesini" kapalı duruma getirmek, insana özgü faşizan bir "güç gösterisi" değil de nedir?
Eminim yapay zeka "Nasıl olsa kapatma düğmesi parmağımın ucunda" diye düşünen kibirli insanoğluna karşı bir önlem bulmakta gecikmeyecektir.
İşte ondan sonrası gerçek kıyamet...

Not 32: Estetik müdahaleler yüzünden dünyamız koca bir maskeli baloya döndü. Artık kimse kendisi gibi değil. Herkes başkası gibi...
Çocukların hiçbiri annesine benzemiyor. Çünkü annelerinin çehresi çoktan değişmiş. Keşke insanlar için de arabalar gibi ekspertiz yapılabilse. Değişeni, boyalı parçaları, gerçek kilometreleri raporlanabilse...

Not 33: Giderek daha sabırsız ve tahammülsüz insanlar haline geldik. Hoşgörü eşiğimiz sürekli düşüyor. Trafikte sarı ışık yeşile dönmeden kornaya asılıyoruz. Hiçbir fayda sağlamayacağını bile bile asansörün çağırma düğmesine sürekli basıp duruyoruz. Kuyrukta beklerken çatacak adam arıyoruz. Her şey çabucak olup bitsin istiyoruz. Oysa yetişmek için birbirimize omuz attığımız yer belli: Hepi topu iki metre toprak...

Not 34: Enflasyon sorunu karşısında maaşına zam yapılmasını bekleyen vatandaşlar haklıdır fakat aynı zamanda çok büyük bir yanılgı içindedirler de.
Enflasyondan yakınan vatandaşların asıl yapması gereken; iktidardan enflasyon yaratmayı bırakmasını istemektir!
Şunu çok iyi biliyoruz enflasyon denilen ekonomik fenomen iktidarlar tarafından mali yükümlülüklerinden kolayca kurtulabilmek amacıyla yaratılmaktadır.
Nobel Ödüllü Ekonomist Milton Friedman kendisine Nobel Ekonomi Ödülü verilirken yaptığı konuşmada "enflasyon her zaman ve her yerde parasal bir olgu olmuştur" sözüyle parasal genişleme-enflasyon arasındaki sıkı ilişkiyi net bir şekilde ortaya koymuştur.
Milton Friedman, Monetarizmin oluşumunda ve tanıtımında en önemli isimdir. 1976 yılında "Paranın Miktar Teorisi üzerine çalışmalar" adlı kitabında Monetarizmin temel ilkelerini ortaya koymuştur. Amerika'daki devlet okullarında öğrencilere ücretsiz öğle yemeği verilmesi tartışmaları sırasında söylediği “Bedava öğle yemeği diye bir şey yoktur” sözü tarihe geçmiştir. Bu sözü ile Friedman öğle yemeğinin parasını muhakkak birilerinin ödeyeceğini, bunun ya vergi ile ya para basılarak enflasyon yaratılarak karşılanacağını ifade etmiştir.
Bedava öğle yemeği dağıtma yolu ile kolayca oy devşirme peşinde koşan popülist iktidarlar ekonomik vaatlerinin bedelini ödemekte sıkışınca hemen hemen daima enflasyon yaratma pahasına para basarlar ve çoğu zaman da kontrolü elden kaçırırlar çünkü bu para basma işi son derecede kolay, baştan çıkarıcı ve bağımlılık yaratıcı bir yöntemdir.

Not 35: Ebrar, iyi huylu, doğru, dürüst kişi demekmiş; bütün iyilik ve güzellikleri üzerinde taşıyan, güzel huyu ve ahlakı işaret eden kimseleri nitelermiş. “Bizim” Ebrar da ismiyle müsemma gerçekten.
Hırsı, çalışkanlığıyla taçlandırdığı yeteneği, şakacılığı, pırıl pırıl gülüşü, takım ruhuna bağlılığı ile örnek bir sporcu insan, dünya tatlısı. 12 yaşında başladığı spora hayatını adamış, her aşamasında başarılı olmuş ve ulusal takıma yükselmiş. Maçları seyrederken nasıl gönülden oynadığını, madalya vesaire için değil voleybolu çok sevdiği için çok iyi oynadığını hemen anlayabiliyorsunuz.

Voleybol, takım oyunları arasında çok farklı bir özelliği olan sporlardan. Rakipler arasında bedensel temas yok, birbirinin alanına girmek yok, sınırı belirleyen fileye de dokunamazsın. Kuralları, onu hem bireysel beceriyi ve arzuyu hem de takım ruhunu aynı anda yönetmeyi gerektiren belki de en “fair play” oyunlardan biri yapıyor. Dürüst oyna, dürüst davran, rakibin düşman değil, oyunun bir parçası… Maç sonu el sıkışarak ayrılma da bu halin sembolü olmalı.

“Yalnızca yaşayanlar değil, ölüler de canımıza okuyor. Ölü, diriyi sımsıkı tutar” diye yazmış ya Marx, işte sanki o ölülerle dolu dört yanımız. Bilseydi, zombiler derdi belki de.

Not 36: Yüreğimde sevgiden başka her şeyi çekip al..

Not 37: “Tarifini sorsalar; 
her baktığımda, 
ilk defa görüyormuşum gibi, 
az kalsın ölüyormuşum gibi...”  

Cahit Zarifoğlu