Türkiye'de FAKİRLEŞME sürerse, EMLAK sektöründe kamulaşma kaçınılmaz.
Kastım, kamulaştırma değil; kamulaşma.
Yani, inşaatların çoğunu TOKİ yapacak demektir.
Hatta, öyle bir zaman gelebilir ki, devlet kendisi ev yapıp, insanlara kiralayabilir.
Yani bir tür EVRENSEL KONUT.
KARL MARX, sistemin sonunda KOMÜNİZME kayacağını doğru görmüş, ama eksik görmüş.
Karma sistem olacak.
Niteliksize KOMÜNİZM.
Nitelikliye KAPİTALİZM.
Nüfusun yarısı memur ya da emekli, evleri de devletten, kıt kanaat geçinmece.
Diğer yarısı özel sektör, çoğu yine kıt kanaat.
EVRENSEL GELİR dedikleri bu.
İŞSİZLİK %50 olunca, işsizlere bir temel gelir ödemek zorundalar. Buna kalacak yer de dahil.
Sisteme artık bu kadar insan lazım değil.
Haliyle, fazlalıkları KOMÜNİZME transfer edecekler.
TOKİ de bir tür KOMMÜN.
Evin yanı sıra, bir de iş de verildiğini düşünün, al sana BUTİK KOMÜNİZM.
Türkiye hızla bu modele ilerliyor ama, DİN sosuyla.
"Halinize şükredin!"
mottosuyla, komünizm DİNCİLER üstünden geliyor.
Köye dönüş, tiny house...vb... aslında komünizm.
AK Parti'nin iflas eden ekonomiye yaklaşımı, kendi seçmenini güçlendirmek.
ASGARİ ÜCRETİ şişiriyor.
EMEKLİYİ şişiriyor.
Enerjiyi evlere sübvanse ediyor.
TOKİ ile konutu sübvanse ediyor.
Ben bu kadar SOL bir parti görmedim hayatım boyunca.
İSLAM bahane.
Bu, bildiğin SOL.
Sıradaki batıklar:
Mart ayında yaşanan küresel bankacılık sektöründeki şok batışlar, piyasalarda endişeyle izleniyor. Doğal olarak herkes, 2008 krizini hatırlıyor ve büyük bankalara bile güvende ciddi bir erozyon yaşanıyor. Panik havası boşuna değil, zira bir ay içerisinde ABD’de üç, Avrupa’da bir banka iflas etti. Sözünü ettiğimiz bankalar, öyle küçük ölçekli finans kurumları da değil. Hele ki Credit Suisse gibi, bankacılığın kalesi İsviçre’nin bir zamanlar yıldızı olan bir bankanın batması söz konusuysa, mesele salt konjonktürel piyasa dalgalanmalarının ötesine geçiyor ve küresel bankacılık sisteminin kurumsal olarak sorgulanmasını da getiriyor. Ki, bu sorgulama yapıldığında, durumun pek de parlak olmadığı görülüyor.
Biz şimdilik, hikayeyi biraz başa alalım, bu hale nasıl gelindi bir ona bakalım... Adı üstünde, California, Silikon Vadisi merkezli SVB’nin, 21 milyar dolarlık tahvil pozisyonunu yaklaşık 1.8 milyar dolar zararla kapatması ve 2 milyar doların üzerinde sermaye artırımına gideceğini duyurması sonrası hisse fiyatı yüzde 60’ın üzerinde değer kaybetmişti. Bazı girişim sermayesi yatırımcılarının şirketlere paralarını bankadan çekmelerini tavsiye etmesi sonrası bankanın kayıplarının sürmesiyle işlemleri askıya alınmıştı. FDIC, 10 Mart’ta piyasalarda düşüşe neden olan SVB’ye kayyım atandığını açıklamıştı. SVB, böylelikle bu yıl iflasa uğrayan ilk FDIC sigortalı kurum oldu.
SVB’nin iflası, 2008 küresel finansal krizinden bu yana ABD’de kayıtlara geçen en büyük banka iflaslarından biri. 2008’deki kriz sırasında Washington Mutual’ın batışından sonra, ABD bankacılık tarihinde batan en büyük bankalardan biri olarak tarihe geçecek SVB. Bu yazı yazılırken gelen bir açıklama, Kuzey Carolina merkezli First Citizens Bank’ın, SVB’yi satın almaya hazırlandığıydı ki, bu piyasalar için moral veren bir gelişme olarak okunabilir.
Peki ne oldu da BigTech bankası, start-up’ların finans kurumu bu hale geldi?.. Mesele dönüp dolaşıp enflasyonist sarmala ve Fed’in ‘Büyüme mi, enflasyona karşı mücadele mi?’ sorusuna verdiği yanıta dayanıyor. Malum Fed, enflasyona karşı mücadeleyi önceledi ve faiz artırımına gitti. Bugün ABD’de politika faizi yüzde 5’ler civarında... Bunun tüm piyasalara yansıması olacağı aşikardı ve SVB geleceği okuyamamıştı. Yani hikayemiz, pandemi dönemine kadar geri gidiyor. Bazı bankaların tahvil piyasasına yönelik öngörüleri yanlış çıkınca, yaptıkları yatırımlar da ölümcül sonuçlar doğurabiliyor. SVB de, son yıllarda tahvil portföyünü hızla artıran bankalardan biriydi. Tahvile yatırımlarını kısa vadeli mevduatlarıyla fonluyorlardı. Bunun sonucunda ortaya çıkan aktif-pasif uyumsuzluğu, Fed’in faiz artırımı politikasıyla birlikte, fonlama maliyetini de artırdı. Faizlerin yükselmesi, tahvil piyasalarında fiyatların düşmesi anlamına geliyor ve bu hesapla da SVB ciddi bir zarar yazdı. Banka uzun vadeli tahvillere yüklenmiş, faizlerin düşük kalma ihtimali üzerine büyük bir kumar oynamıştı. Ve battı! Daha doğrusu batmadı da, kurtarıldı! Zira SVB de ‘batamayacak kadar büyükler’ kategorisinde yer alıyordu.
ABD’de bunlar yaşanırken, Avrupa’dan gelen haber başka bir soğuk duş etkisi yarattı. Zira söz konusu banka Credit Suisse’ti. Şu bankacılık sektörünün kralı İsviçre’nin anlı şanlı bankalarından Credit Suisse... Aslına bakarsanız, artık ne İsviçre eski İsviçre ne de İsviçre bankacılığı bankacılık sektörünün kralı.
Credit Suisse, tedirgin bir bekleyişin ardından, yine bir İsviçre bankacılık devi olan UBS tarafından satın alındı. Kaça satıldı derseniz, akıl almayacak kadar düşük bir fiyata, sadece 3.3 milyar dolara! Tabii ki mesele bankayı satın almak değil, yazdığı devasa zararı devralmak. Belki birkaç gün daha bekleseydi UBS, 1 dolara bile satın alabilirdi Credit Suisse’i! Eğer ki Credit Suisse’i kurtarmak için İsviçre hükümetinin taahhüt ettiği 108 milyar dolarlık likidite garantisi olmasa, belki bu satın alma, daha doğrusu kurtarma operasyonu da gerçekleşmeyebilirdi.
Çok detaya girmeden söyleyelim, bilanço nakit dışı gelir kalemleri sınıflandırılması sorunluydu. Ve piyasada bankanın nakit akış yapısında ciddi sorunlar olduğuna dair endişeler arttı. Ve İsviçre bankası, ABD bankacılık sektöründe yaşanan krizle birlikte tepetaklak gitti. Hemen belirtelim ki, İsviçre bankaları kara paraya yönelik mücadeleden kaynaklı baskılar yüzünden eskisi gibi rahat değil. Credit Suisse’in bugün tarih olmasının en önemli sebeplerinden biri de bu!
Dikkat edilirse, SVB’yi bitiren tahvil piyasalarında yaşanan kriz, Signature Bank için çoklu etmenler saymak mümkün. Silvergate Capital, ergen kripto para piyasalarının kurbanı ve aynı zamanda celladı da! Credit Suisse ise klasik İsviçre bankacılığında yaşanan sıkıntılardan tutun, pandemi ve küresel ekonomik durgunluğa kadar her gelişmeden olumsuz etkilenen bir dinozor! Peki sadece bu bankalar mı sorunluydu? Tabii ki hayır... Sırada kim olabilir?
Not 1: KAPLICA olan yerde yüksek bina olmaz.
Pendik, İçmeler, Kaynarca, Tuzla... Buralar hep kaplıca dolu.
Hele hele, KAYNARCA adı nasıl verilmiş, bir düşünün? Ne kaynıyormuş acaba orada?
DEPREM unutuldu.
Kimsenin umrunda da değil.
Zaten, İstanbul'un %80'i köylü.
Not 2: Türkiye'de hala VERGİ İNDİRİMİ bekleyenler var.
İktidar değişse de, vergi mergi düşmez.
Siz Kemal Beyin sallamalarına bakmayın. Kendisi hesap bilmez.
Türkiye'de devlet, vergiyi ÖTV, KDV ile topluyor. Otomobilden, cep telefonundan topluyor. Bir de çalışandan tabii.
Not 3: Otomobil ve cep telefonuna yeni vergiler gelirse şaşırmam.
ELEKTRONİK alışverişlerinizi yapın demiştim daha önce. Eğer yapmadıysanız hemen yapın. İvedi cep telefonu, Tv ve bilgisayar edinin kendinize.
5-10 Bin TL'ye TV satıyorlar. Bunlara da yakında ek vergi gelir.
Ucuz kalan ne varsa, vergi gelecek.
Not 4: MARKA takıntısı çok saçma.
Misal, temizlik kovaları, yok fırfırlı, yok bastırınca içi dönüyor falan...
Toptan temizlik mağazasına gittim, NONAME bir kova aldım ve altında TEKERLEK var. Şok oldum.
MARKA ayağına, abuk subuk şeyler satıyorlar.
Halbuki TEKERLEK hakikaten konfor.
Not 5: aptala değerli bir şeyini yitirdiği için değil, yitirdiği değerli şeyleri idrak etmediği için aptal denir.
Not 6: Ebedi bir gurbettedir insanoğlu
İrtibatı koparırsa hakikati anlamaz.
Kalbi Allah’a raptetmenin yolu:
“Alçak ezanla” kılınan yüksek namaz!
Not 7: Sekiz yıl önce Daron Acemoğlu şu uyarıda bulunmuştu:
“Yolsuzlukta büyük artışlar oldu. Yapısal reformlarda geri adımlar atıldı. Yargıda geriye gidiş var. Üretkenlik yerine devlet talebiyle, devlet katkısıyla büyüyen bir ekonomi görüyorsunuz. Böyle bir büyüme zaten çok uzun süreli olarak devam edemez.” (6 Temmuz 2015)
Keşke bu uyarıyı dinleselerdi; düştüğümüz durum meydanda.
Hadi diyelim, güç tutkusu uyarıları ciddiye almayı engelledi.
Fakat mesela Hayrettin Karaman’ın, emsali fıkıh hocalarının İhale Kanununda artık 200’e çıkmış değişiklikler ve yolsuzluklar hakkında uluslararası raporlar üzerine bir şeyler yazmaları beklenmez miydi?
Rüşvet elbette öteden beri yaygın eleştiri konusudur. Benim kastettiğim yolsuzluk, iktidarın ‘tahsis’leriyle yapılan yolsuzluklardır. Bu manada fıkıh dünyasında yolsuzluk kavramının ciddiye alınıp akademik düzeyde irdelendiği bir makale, bir kitap ben görmedim. Varsa öğrenmekten mutlu olurum.
Not 8: Anadolu insanı kararını verdi, artık Erdoğan’la yaşamak istemiyor, geçmiş ola. Erdoğan’ın bu dengeyi değiştirmek için kullanacağı silah da yok. Ekonomik popülizm enflasyon ve kur çalkantısıyla anında erirken, geleneksel toplum kutuplaştırma yöntemleri de tüketildi.
Not 9: Seçim çalma planı videosunun esas tezi şu: Sahte oylarla dolu oy torbaları seçim kurulu yolunda değiştirilecek, YSK’da da sahte tutanaklar hazır. Gülüyorum, herhalde komplo teorisyenleri akıllı telefonun icadını unutmuşlar. Her sandıkta ıslak imzalı tutanak kapıya asıldığı anda, fotoğrafı çekilip, parti merkezindeki veri tabanına indiriliyor. Eğer partilerin oy dağılımı YSK’dan farklı çıkarsa, burası İran’a döner. Seçim çalma girişimlerinin parti farkı gözetmeksizin milletimizde nasıl nefretle karşılanıp geri teptiği tecrübeyle sabit.
Not 10: Erdoğan bir kez daha kazanırsa, geceleri uyuyabilecek misiniz?
Not 11: Dert sahibi insanların dertlerinin kendilerinden ibaret olduğunu göreli, dünyanın bir yere gittiğini söylemenin naiflik olduğunu anladık. Aslında dünya bir yere gitmiyordu. Koca koca adamlar dediğimiz adamların aslında birer gölge olduğunu kavradık. Bütün bu kavrayışlar bizi bir uslanmaz derde düşürdü. Dermanı da derdin içinde, fermanı da!
Not 12: “Yâri ararken yardan ıradım” der, bozkırın tezenesi Neşet Ertaş. Galiba bu mısra biraz bizim hikâyemize benziyor. Hakikati ararken hakikatten ıradık. Bizler uzaklaştık. Kendimizden, düşüncelerimizden, duygularımızdan uzaklaştık. Neyi hedefimize koyduysak ondan uzaklaştık. Son tahlilde o kadar çok değiştik ki başladığımız yerdeki “ben”imize bile yabancı kaldık.
Not 13: “Şimdi kimsecikler varmaz yanıma/Müminden yoksunum tek ve tenhayım/Rüzgârlar silemez gözyaşlarımı/Çöllerde kayıp bir yetim vahayım
Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde/Götür Müslüman’a selam diyordu/ Dayanamıyorum bu ayrılığa/Kucaklasın beni İslâm diyordu” (Mescid-i-Aksa, Mehmet Akif İnan).
Not 14:
“Artık yüzün
Yaşlı bir adamın yaşlanmaya başlamış yüzü,
Uzun süredir yolcuların inmediği
Bir hanı andırıyor gözlerin. “
— Ülkü Tamer
Not 15: Erdem sahibi gibi görünen nice zatın aslında içlerinde birer tüccar acarlığı taşıdığını görmek, bize erdem sahibi olmak ile erdemli olmanın arasında büyük bir uçurum olduğunu öğretti. Her şey bir anda değil zamanla dağıldı. Ya da dağılmanın kabullenilmesi biraz zaman aldı. Bizim öğrenmediğimiz bir takım kalıplar varmış, şimdi onlar moda. Gençler için askıya bu kalıplar çıkartılıyor onlarda hiç sormadan işlerini geleni alıp giyiyorlar. Bu onların suçu değil, çünkü arada büyük bir uçurum var ve bu farkın kapanması hayli zaman alacak gibi görünüyor. Geçer akçeler çoğaldıkça makul olan değil makbul olana yönelmek doğallaşıyor.
Not 16: Herakleitos, Fragmanlarda şöyle diyor: “Boşuna arınmaya çalışıyorlar, zira kanla kirleniyorlar, tıpkı çamura batmış birinin kendisini çamurla arındırmaya çalışması gibi.” Son zamanlarda insanların sürekli uçlarda savrulması ve sonrasında arınma seansları düzenler gibi, günah çıkartma işlerine girişmeleri yukarıdaki örnekle birebir örtüşüyor. Yapılan hataları, kötülükleri izale etmeye çalışırken daha büyük hatalara, kötülüklere vesile olacak şekilde hareket ediliyor.
Artık herkesin bir ağlama duvarı var ve herkesin önceden ödenmiş ve ödenecek günah limitleri var. Kimsenin gerçek bir pişmanlığa ve derin bir sızıya itibarı yok. Yüzlerin kızarmadığı herkesin bir şekilde yasak elma’dan ısırık aldığı bir zaman da belki de en makul çıkış yolu budur. Haksızlıkları iyilik kılıfı ile örtmek de bu seansların en önemli rükünlerinden olsa gerek. Hep çalıyı dolaşmak hiç çepere takılmadan yol almak bu da bu zamanın pusulası olmalı.
Not 17: Her günün iyisi zamanın şartlarına yolun işlevine göre değişiyor. Haliyle kimse yola, onun çilesine değil, herkes sadece o yolun zorluğunun melankolikliğine ve dolayısı ile onun pazarlanmasına talip oluyor. Her şeyin pazarda bir ederinin olduğu ve her ederin de bir alıcısı olduğu gerçeği “dostluk” gibi kıymetli bir şeyi laf seviyesine indiriyor. Kıymeti değil, ederi kazandırıyor. Kazanımlarını kaybetmemek de bir ilişki mühendisliği ve tasarımı istiyor. Onun içindir ki artık bu devir de gerçek dostların yüzü şairin dediği gibi; “Uzun süredir yolcuların inmediği / Bir hanı andırıyor gözlerin.” Hoşça bakın zatınıza…
Not 18: Her ne olursa olsun önümüzde hard landing ya da soft landing bir resesyon var.. Önden ya da arkadan livata gerçekleşecek, tercih kararların neticesinde şekillenecek yani.
Not 19: Ortalama memur maaşları her geçen yıl asgari ücrete yaklaşıyor.
Özel sektör maaşları da benzer şekilde.
Bu gidişle tüm ülke çalışanları asgari ücret civarında bir gelire sahip olacak.
En düşük emekli maaşı da sübvanse edilmiş asgari emekli maaşına eşitlenecek.
Not 20: Böyle bir şeyi hiçbir sosyal güvenlik sistemi kaldırmaz.
%2 aylık bağlama oranı(ABO) ile asgari ücretli birinin emekli maaşının asgari ücret kadar olması için 42,5 sene prim yatırması lazım.
ABO %3 olsa 28 sene çalışmalı.
Emeklilik için güncel asgari prim şartı 20 sene.
Not 21: Tanpınar aşağıdaki satırları 1949'da yazmış...
"Çocuklarımızı muayyen yaşlara kadar okutmayı âdet edindik. Bu çok güzel bir şey! Fakat günün birinde bu mektepler sadece işsiz adam çıkaracak, bir yığın yarı münevver hayatı kaplayacak. O zaman ne olacak? Kriz."
Huzur
Not 22: Onlar, “Lütfen!” den anlamaz; ”ulan!” dan anlar.
Onlar, çiçekten anlamaz, dikenden anlar
Güvercinden, kelebekten değil; doğandan, kartaldan anlar.
Ve onlar, kanattan anlamaz; gagadan anlar, pençeden anlar.
Onlar, yaydan anlamaz; oktan anlar.
Ayrıca dil döküp durduk
Onlar, dilden anlamaz, elden anlar...
Onlar yazışmadan, çizişmeden, buluşmadan, görüşmeden anlamaz; dövüşmeden anlar…
Onlar, önsözden anlamaz; sonsözden anlar!
Arif Nihat Asya
Not 23: Bir kimse diğerinin üzerindeki elbiseyi alacak olsa hırsız denir. Peki; elinde imkanı varken bir fakiri giydirmeyen kimseye ne ad verilir?
Sahip Olmak ya da Olmak,
Erich Fromm
Not 24: Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
Bir gök gürlese bari diyorum bir sağanak patlasa
Bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesem
Oysa ne kadar sakin sokaklar, bu kent ve bütün yeryüzü
İpince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne
Sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz
Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün.
Not 25: Yüreğinizden vurdular sizi, ruhunuzun yarısı uçtu elden.
Othello, William Shakespeare
Not 26: Onun hastalığı ona eşit olan insanlara özlemidir.
Her şeyden habersiz uyuyanlar arasında tek başına gözleri açık olmak korkunçtur.
Mektuplar, Nietzsche