Eski Çin’de idam mahkûmlarının son gecelerini hep birlikte neşe içinde geçirmelerine izin verilirmiş. Mahkûmlar, cellât da aralarında olmak üzere, hep birlikte sabaha kadar şarkılar söyler, en sevdikleri yemekleri yer ve pirinç rakısı kadehlerini peş peşe yuvarlayıp mutlu olurlarmış. Kural gün doğmadan mahkumların öldürülmeleri, fakat mutlu ölmeleri imiş.

Yine böyle bir infaz ayininde mahkûmlar, sabahın ilk ışıklarına kadar pek güzel eğlenmişler, şarkılar söyleyerek yiyip içmişler. Derken güneşin ilk ışıkları dağların arasından görünmüş.

Mahkûmlardan biri, cellâda sormuş: “Bizi neden öldürmedin, gün doğuyor?” 

Cellât; Öldürdüm demiş. 

Mahkum; Fakat kellelerimiz yerli yerinde duruyor” demiş.

Cellat; Size öyle geliyor, demiş ve palasına bulaşan kanı göstererek devam etmiş. Sizin başınızı öyle ince bir kılıçla öyle hızlı kestim ki öldüğünüzden haberiniz yok. Ayağa kalktığın anda kellen kucağına düşecek demiş. 

Ve ayağa kalkan her mahkumun kellesi düşmüş. 

Kelleniz çoktan gitmiş olabilir ve siz bunu henüz fark etmemiş olabilirsiniz. Bir şey olmuş, ama siz olan şeyi henüz idrak edemediğiniz için olmamış gibi davranıyor olabilirsiniz. Ve kellenizin hâlâ yerinde olduğunu sanıyor olabilirsiniz.
Gerçeği anlamanız için ayağa kalkmanız gerekiyor...

Gramsci’den ilhamla söyleyecek olursak, devrimci dönüşümler için iradenin iyimserliği elbette en önemli etkendir, ama buna aklın kötümserliği eşlik etmezse yaşanacak şey, hayal kırıklığı olacaktır.

Kabul etmek gerekiyor ki “kötünün iyisini seçmek” dışında pek bir anlamı olmayan demokrasicilik oyununa katılma davetini (elimizden daha fazlası gelmediği için mecburiyetten) kabul ettik ve oyun muhafazakâr milliyetçi partiler dışında herkes için hezimetle bitti. Özellikle milletvekili seçimlerinde…

Burada muhafazakâr milliyetçi partiler derken seçmenleri katmıyorum, çünkü seçim sonucunun uzun vadede onlar için de hezimet anlamına geldiğini düşünüyorum. İkinci turda da milliyetçi muhafazakârlığın zaferinin ekonomik sonuçları başta olmak üzere siyasi, kültürel ve sosyal sonuçlarının bir bütün olarak Türkiye’yi nasıl bir krize sürükleyeceğini görmek için fazla beklemeye gerek kalmayacak.

Yaşanan sonuca hezimet dememin nedeni aslında ilk yarattığı psikolojik etkiyle ilgili. Yani aslında iktidarın oy kaybettiği seçim sonuçlarından çok, yüksek beklentinin karşılanmamasının yarattığı etki hezimet olarak değerlendirilmeli.

Aşırı iyimserlik nedeniyle beklenti çok yüksek tutulduğu için seçimler duygusal açıdan hezimetle sonuçlanmış olabilir, ama geriye dönük teleolojik yaklaşımla, seçim çalışmalarının başarısı inkâr edilmemeli.

Hükümetin kan kaybıyla sonuçlanmasına rağmen ilk anda muhalefetin yenilgisi olarak okunan seçim sonuçlarının soğukkanlı değerlendirmesini sonraki yazıya bırakarak kısaca şunu söylemek isterim: Yukarıda sayılan ve sayılamayan nedenlere yirmi yıldır iktidarda olmanın yorgunluğu vb. dezavantajları eklenince iktidarın yüzde kırkın üstünde oy alması bile muhalefet için başarısızlık sayılabilir. Bunda siyasette hakim olan sığ popülist söyleme ve siyaset yöntemine teslim olmak kadar, iktidarın tam da buna uygun olarak son anda verdiği seçim rüşvetleri de etkili oldu. Bir zamanların kömür vb. yardımların “onurlu halkımız” üzerinde etkili olmayacağı yönündeki naif değerlendirmelerinin hiç değişmemiş olması şaşırtıcı doğrusu.

Diğer yandan, devlet olanaklarının sonuna kadar kullanılması bağlamında eşitsiz koşullarda seçime gidildiği herkes tarafından görüldüğü halde, belki de Türkiye tarihinde neredeyse tüm seçimlerde farklı oranlarda bu adaletsizliğin söz konusu olduğu bilindiği için, herkes oturup adil bir maç izler gibi tahminlerde bulunabiliyor ve hatta adaletsizliğin mağduru olan muhalefeti destekleyen yazarlar buna rağmen kazanacaklarına inanarak (olumlu kampanya havasının coşkusuna kapılarak) bu meseleyi gündeme getirmekten bile imtina ediyorlardı.

Seçimle ilgili yazarken bunun altını çizmemenin, bunu belirtmeden sanki “normal” bir maç oynanıyormuş gibi maç öncesi ve sonrası değerlendirmeler yapmanın etik olmadığını düşünüyorum.

Eğer her geçen gün “zayıflayan” ülkemize, uzun vadeli bir iyilik yapılmak isteniyorsa, benim de hissettiğim “elim Kılıçdaroğlu’na oy vermeye gitmiyor” duygusundan kurtulmak gerekiyor.

Yani Kemal Kılıçdaroğlu‘nu seçmek hem caiz hem de ihtiyaca binaen zarurettir.

Şehir Efsaneleri:

2019 İstanbul seçiminde ben dahil, oy verenlerin çoğu İmamoğlu’nun adını bile duymamıştı. Türkiye’de oy, Erdoğan hariç şahsa verilmez, bugün İstanbul’da mesela Sarıgül’ü aday gösterin daha çok oy alır.

Ne Yavaş’ın, ne İmamoğlu’nun kişisel oyu filan yok. Karadeniz’i gördünüz. Ne oldu? İmamoğlu etkisi diye bir şey var mıymış? Ankara’da Yavaş’a oy verenler kaşına gözüne mi oy veriyor sanıyorsunuz? Geçin bunları.

Bir de CHP tabanını hiç tanımayan, hayatında CHP’nin bir tane toplantısına, mitingine gitmemiş insanlar o olsaydı, bu olsaydı diye fikir yürütmesin. Mahallenin bu tarafında reis, lider, şef, önder, başbuğ, büyük adam diye bir şey yoktur. Talepler önemlidir, kişiler değil.

Son söz: Bana boş boş oturup duvar izlettiren herkese kırgınım!
Oğuz Atay

Sitem: Ömrümüz paraya ve makama dönüşmeyen, tahvil ettirilmeyen başarılarla dolu. Kaderimiz hep başkalarına çalışmak, başkalarını zengin yapmak, başkalarını bir yerlere taşımakmış.

Not 1: Bizim köylünün başına tokmakla vururlar, komşu köyde davul çalınıyor zanneder..

Not 2: Mevcut ekonomi politikası çok küçük bir azınlığın servetine servet katıyor, milyonlarca insanı ise daha derin bir yoksulluğun içine sürüklüyor. Açlık sınırının asgari ücretin çok üstüne çıktığı bir zeminde, toplumun çok büyük kısmı açlık – yoksulluk girdabının mahkûmu haline geliyor.

Not 3: Seçimin kaybedildiği anlaşılınca moraller sıfırın altına düştü. Çözüm aranıyordu. Tablo ortadaydı. Sonuçlar tahlil ediliyordu. İşte o noktada İKİ BAŞKAN Mansur Bey ile Ekrem Bey öne çıktı. Kılıçdaroğlu ile görüştüler. Durumu anlattılar. MİLLİYETÇİ tavır rüzgara dönmüş, sandıkları patlatmıştı. İKİ BAŞKAN net bir tavırla Kemal Bey'e dönerek "Sinan Oğan lehine çekilin..." teklifinde bulundular...

Not 4: “Umut kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır.”

Nietzsche Ağladığında, Irvin D. Yalom

Not 5: Hasarsız zafer isteyen, zafersiz hasar yaratır.

 Not 6: Sayın cumhurbaşkanımız Erdoğan'ın son iki yılda yaptığı en vahim hata “faizi indirerek enflasyonu düşürmeyi” denemesidir. Böyle bir nebat doğada zor bulunur.  Ama “cari açığı kapatarak, ekonomiyi istikrara kavuşturma” diye bir strateji vardır. Bu stratejinin hedefe ulaşması için ülkenin yutması gereken “acı ilaç” da “düşük faiz-yüksek kur” dur. Yurdum iktisatçıların enflasyon düşürmek için ülkeye yutturdukları “yüksek faiz-düşük kur” sanıldığı gibi ilaç değil, zehirdir. Acısı sonra çıkan çok tatlı bir zehirdir. Bu, bünyeyi zayıflatan ve bağımlılık yaratan kokain gibi bir “keyif verici” maddedir. Ülkedeki ekonomik istikrarsızlığın “kök sebebi” bu zehrin inatla ve ısrarla ilaç diye hastaya verilmesidir. Ümidim, Erdoğan'ın “sıcak para” ve “yüksek faiz-düşük kur” tuzağına bir daha düşmemesidir.  Tahmin ederim, döviz yokluğundan biraz yalpalasa da “cari fazla” hedefine giden hattı müstakimden ayrılmayacaktır. Endişem  2024’te gerçekleşecek yerel seçimlerden dolayı oy kaybı yaşanmaması için Erdoğan ve çevresinin bunu gerçekleştirmeye yetecek kadar nefislerine hakim olamamalarıdır.

Not 7: Mesuliyet kayıtsız şartsız milletindir..

Not 8: Sen her şeyi küçük görüyorsun, dünyadaki her şeyi... Ama en çok da kendini küçük görüyorsun. ( THOMAS BERNHARD / Beton )

Not 9: Sosyal psikoloji alanındaki "hayal kırıklığı" üzerine araştırmalar sonuçları iki ana yola ayırıyor...
Birincisi...
Pişmanlık. ( Kötü tercihin vurgulanışı, suçu birkaç sosyal figürün üzerine atma ve hızla krizi fırsata çevirme çabası. ) İkincisi...
Ağır depresyon. ( Güçsüzlük, sosyal bitkinlik, "kahrolma" hali ve dışa kapanma.) Bakalım hangisi daha belirgin olacak?
Lakin şu nokta açık...Bu ruh halinin politik etkileri sarsıcı olacak.

Not 10: Simone Weil, ‘Yerçekimi ve İnayet’te hep yaptığı gibi yine içimize serinlikler vadeden şeyler söylüyor: “Umut, içimizde taşıdığımız kötülüğün sonlu olduğunun, ruhun iyiliğe doğru en küçük yöneliminin, bir an bile sürse, kötülüğü biraz yok ettiğinin ve manevi alanda her iyiliğin kesin olarak iyilik ürettiğinin bilgisidir.”

Not 11: İyiliği hissetmeye devam edebiliyorsak içimizde, kendimizden umudu kesmemiz için bir sebep yoktur. Çünkü umut da sevgiyle aynı topraktan filizlenir, oradan beslenir, orada gümrahlaşır, boy atar, çiçek açar. Umut, içimizdeki derin nefestir, güzel niyettir, insanca hayaldir. Umut olduğu müddetçe bir ışığımız olur, karanlığa kalmayız bütün bütün. Yaşadığımız kargaşanın, kapıldığımız girdapların içinden bizi çekip çıkaracak ‹şey›e inancımızdır. Umudumuz olduğu sürece köklerimiz topraktadır, savrulup can toprağımızdan ırağa sürüklenmeyiz. Umut hakikatle bağımızdır, irtibatımızdır, ulaşamadığımız kemale ulaşma ihtimalimizdir. Bizi diri tutar, yaşatır, nefesimiz olur. Umuda tutunarak tırmanabiliriz yukarılara, düştüğümüz derin kuyulardan.

Not 12: Ekonomide her fiyat bir gelirdir. Artan fiyatlar herkesin giderini artırır. Ama fiyat zamları sayesinde “geliri, giderinden fazla artan” milyonlarca aile vardır.

Not 13: Hasarsız zafer isteyen, zafersiz hasar yaratır.

Not 14: Milli gelir azalmamışsa, hayat herkes için pahalanmamıştır.

Not 15: Keskin iktisat, siyasete zarardır.

Not 16; Herkes kendi kafasını beğenir. Milletvekili, milletin kafa dengidir. Seçmen başka kafaya değil, kendi kafasına oy verir.

Not 17: Yalanların korkunç sonucu gerçeklerle karıştırılmaları değil, artık neyin doğru neyin yalan olduğunun bir öneminin kalmaması.

Not 18: Politikacı ile devlet adamını karıştırmak yanıltıcı ve tehlikelidir.

Not 19: Biz Emevi Camii'nde namaz kılacaktık. Öngördüğümüz "stratejik derinlik" oraya ulaşmadı. Fethedemedik Haleb'i, Şam'ı. Şimdi Suriyeliler TR seçimlerinde oy kullanıp bizim kaderimizi tayin ediyorlar. Tuhaf değil mi? Bu filme ne ad verilir? "Kaderin İntikamı" mı? Siz ne derdiniz?

Not 20: SOL, Türkiye'de neden güçlenenemiştir? 1- Marxist doktrinden uzak durduğu ve onun yeni katkılarla zenginleşen birikiminden yararlanmamıştır.
2- SOL, işçi sınıfı ile yaşar ve yaşatılır. Ne sayısal gücü ne örgütlülüğü ile onu siyasete taşıyacak ve orada tutacak bir sınıf olmuştur.

Milliyetçiliğin iki ana hedefi vardır: 1- Siyaset ve hukuk yoluyla oluşturulan millete bir vatan kazandırmak. 2- Milli ekonomiyi kurmak, işbölümü/birliği yoluyla tüm toplumu organize etmek; servet üretmek ve bölüşmek. Zenginleştiren bir milli ekonomi olmadan yığınlar,millet olmaz.

Not 21: Köy Enstitülerini büyülü bir çare olarak görenlere: Enstitüler müthiş bir atılımdı. Geri köylerin Hasan oğlanları ve Fadik kızları eğitilecek ve onların katkısıyla ülke kalkınacaktı. Üretim tarzı değişmeden bunun olması mümkün değildi. Geri tarım ekonomisi varlığını sürdürdükçe İyi yetişmiş işgücünü istihdam edecek alanlar olamazdı,olmadı. Yetişen çocuklar, bireysel değerler olarak kaldılar. Japonya ise büyük bir eğitim hamlesini,kurduğu sanayii besleyecek biçimde örgütledi ve Osmanlı ile aynı zamanda başladığı kalkınma sürecini bugünkü seviyeye getirdi.

Not 22: Haziran sonrasında otomobilde ÖTV indirimi değil tam tersi artışı bekliyorum. Bu artış hangi matrahlar için gelir göreceğiz. 1.6 litre altındaki %80'lik dilimin artması pekala mümkün. D segmentindeki lüks arabaların tamamı orada.

Not 23: 15 yıl önce 1 $=1.2 TL iken CHP oyu %25 idi. Şu anda 1 $ =20 TL, CHP oyu küsürat partileri düşünce %24. Yani CHP oyu artmayı bırakın azalmış. Buradan iddia ediyorum 1 $=50 TL olsun, CHP oyu yine %25'i geçmez. CHP oyu ekonomik parametrelerden bağımsız.  Sosyolojik sebepleri var.

Not 24: Bakanlar devlet memuru değildir. KPSS'ye girmeyen birisi devlet memuru olamaz. Artı, bakanların görev süresi CB'nin görev süresi ile sınırlı. Devlet memurlarının görev süresi 65 yaş haddine kadar sınırsızdır. Amirinin görev süresi ile sınırlı değildir. Ve fakat bakanlar devlet memuru olmasa da kamu görevlisidirler, aynı belediye başkanları ve belediye meclis üyeleri gibi. Dolaysıyla seçimde milletvekili Adayı olduklarında istifa etmeleri gerekirdi hukuken. Ama etmediler.

Not 25; Ekonomik krizin, fukaralığın, hukuksuzluğun zirve yaptığı bir ülkede hangi hükümet olursa olsun millet nezdinde itibar kaybeder, sonra da iktidarını kaybeder. Oysa AK Parti 2015 Kasım seçiminden bu yana yüzde 15 oranında oy kaybetmiş olmasına rağmen iktidarını kaybetmemiş durumda. Şu an partinin aldığı oy yüzde 35’ler civarında, yani 2002’deki oy oranına geri dönmüş bulunuyor.

İşte millet nezdindeki bu itibar kaybını çok iyi gören AK Parti, bu seçimlerde bütün ahlaki ve dini hassasiyetlerini rafa kaldırarak tamamen muhaliflerini iftira ve yalanla sindirme kampanyası yürütüyor.
Hatırlayalım, ilk tur öncesi Kemal Kılıçdaroğlu’nun kampanya filmine montajla Kandil baronu Murat Karayılan’ın görüntüsü eklenerek AK Parti’nin İstanbul mitinginde gösterilmişti. Bu kara kampanya her gün genişleyerek devam etti ve zerrece Allah’a imanı olan kimsenin yapamayacağı yalanlar üretildi. Bir anda baktık ki piyasaya “Millet İttifakı iktidara gelirse Öcalan’ı serbest bırakacak, oğlun erkek arkadaşıyla evlenebilecek” benzeri afişler servis edilerek insanların temiz zihinleri zehirlendi.
Bu kadar acımasız bir kampanya doğal olarak toplumu ürküttü ve insanlar yaşadıkları ekonomik sıkıntılara, fukaralığa göre değil, “Biz gidersek PKK gelir” korkusuna göre sandıkta tavırlarını belirlediler.
Öyle anlaşılıyor ki ikinci turda da yine aynı zehirli siyaset dili kampanyada etkili olacak. Nitekim ilk turda başlayan muhalefet aleyhine sahte afiş örneklerinin adresi bu defa Nevşehir’de görüldü. Gazeteci Murat Ağırel, sosyal medya hesabından Nevşehir’de panolara asılan görüntüleri paylaştı. Ağırel’in paylaştığı görsellerde, “Selahattin Demirtaş serbest kalacak” ifadelerinin yer aldığı görüldü.
Bu afişleri gerçekten AK Parti mi hazırlamıştır, doğrusu bilemiyoruz ama ilk turda yapılanlara bakınca bu iddiaların Cumhur İttifakı’na yakışmadığını söylemek de mümkün değil.

Rahmet dini olan İslam’a inanan insanların sırf üç-beş oy uğruna ‘yalana şahitlik’ ederek bu hallere düşmesi o kadar acı ki… Kur’an’ın bu konudaki öğüdü son derece açık: “O has kullar, yalancı şâhitlik etmezler. Boş bir söz ve davranışa rastladıklarında ise yüz çevirip vakar içinde oradan geçip giderler.” (Furkan/72)
Daha önce de bu köşede farklı zamanlarda belirtmiştim, tekrar ifade ediyorum; bütün iktidarlar, dünyanın bütün nimetleri sizin olsun ve isterse ebediyyen iktidar olun ama lütfen dini bu kadar yormaktan vaz geçin…
Hatta ikinci turda cumhurbaşkanlığını kazanamama gibi bir endişeniz varsa, bu turun iptali için bir KHK çıkarın ve her şey sizin olsun.
Ama bilin ki biz bu işten çok yorulduk…

Not 26: Kaybeden tarafı henüz bilmediğimizi varsaysak bile kazanan tarafı bekleyen iktisadi zorluklar değişmez.
Nedir seçimden sonraki iktisadi zorluklar?
Piyasa bozuk. Gergin ve şaşkın. İktidar krizi seçime kadar dondurdu. Dövizi iğneyle uyuttu sanki. Piyasayı da ister para basarak deyin ister Katar’dan, BAE’den, Suudi Arabistan’dan, Rusya’dan temin edilen swaplarla... İyi kötü ayakta tuttu.
Rusya’yla da bir anlaşma yaparak doğalgaz borçlarını erteletti.
Bunlar idari başarı sayılır.
Niye böyle yaptı, diyemezsin. Yapabildi ve yaptı. Senin gibi o da seçimi kazanmak istiyordu. Kaybetmesi kendisi için kâbus olurdu. Buldu buluşturdu seçime kadar bizi idare etti.
Yapısal çözümlerle, ekonomiyi imar edici tedbirlerle değil, pansuman, ağrı kesici kabilinden müdahalelerle.
Vadesi gelecek mi o borçların?
Bir gün ödenecek mi?
Eğer hibe değilse elin oğlu alacağını ister.
Neyle ödenecek?
Nakit olarak mı, taviz, imtiyaz, satış gibi farklı ödeme yöntemleriyle mi?
Ya da birkaç yerde daha petrol, doğalgaz bulacağız.
Döviz seçimden sonra yeniden uyanırsa, zincirinden boşanırsa onu kim zapt edecek?
Dolar, Euro eğer zapt edilemezse, (iyimser tahminlere göre) 25 lira civarına çıkarsa (30 diyen bile var) bu defa enflasyonu kim zapt edecek?
İktisat diye bir ilim var. Doğru yöntemlere müracaat edilirse böyle ağır buhranların aşılması, az hasarla atlatılması mümkün.
Gerçi iktidar reçeteyi bulduğunu düşünüyor. Faiz sebep enflasyon sonuç.
İhracata, istihdama, cari fazlaya dayalı ekonomi.
İyi de ithalat daha hızlı artıyor, cari fazla yok, boşluğa mı dayanıyor bu ekonomi?
O reçete doğru olsaydı şimdiye kurtulmuştuk.
Muhalefetin iktisat ilminin gereklerine uyma ihtimali daha fazlaydı. Fakat meramlarını anlatamadılar. Ya da anlattılar, vatandaş dinlemedi.
Bir ümit, eğer iktidar reçetenin fayda etmediğini, hastalığın kötü seyrettiğini anlarsa gidip bir başka hekime muayene olur, doğru reçeteyi yaptırır.
Doğru reçete ne?
Doğru reçete acı reçete.
Teşhisi ne kadar geciktirirsen o kadar daha acı reçete.
Seçimin havasını bozmamak için iktidar da muhalefet de ‘acı reçete’ bahsine hiç girmedi.
Seçim kampanyasında bize oy verir- seniz, ücretleri baskılayacağız, piyasayı daraltacağız, vergileri arttıracağız der mi kimse?
Veya IMF’den düşük faizle borç alacağız, der mi?
Demediler.
Yazının başında kazanan tarafı zor günler bekliyor demiştim değil mi?
Kazanan taraf yükün altına girmemenin bir yolunu bulur.
Değiştiriyorum.
Vatandaşı bekliyor zor günler.
Acı reçete idarenin yanlışlarını, idarenin ettiği borçları vatandaşa ödetmek demek.
Ödeyeceğiz.

Not 27: Ha havaya konuşmuşsun ha toprağa
Ha rüzgâra vurmuşsun ha ateşle yanmışsın
Ha yağmura karışmışsın ha fırtınaya kafa tutmuşsun..

Not 28: Hele bir de sarmış dört yanı yalan dolan
Şimdi bu hak mı?
Nerede hakikat?
Gel de vicdanın boynuna sarılma
Gel de şu feleği yerden yere vurma
Gel de yeri göğü birbiriyle çarpıştırma
Gel de kırmızıya kara çalma
Gel de kötülerin köküne vurma
Gel de şu özü çamura bulama
Gel de güneşi ayla karartma
Gel de ağıtlarla güzelim Anadolu’yu inletme
Ah, güzelim köyler, akarsular
Yemlik otları, kar sümbülleri
Söyleyin Cendere Köprüsü, çiğdemler, nere atam şu paslı yürekleri?
Bilemedim, bilemedim…

Not 30: Yakında büyük ekonomik krizler yeniden başlayacak. Bu mutlak ve kesin olarak kapımızda bizi bekliyor. Herkes buna hazırlık yapsın. Hatta ben “Erdoğan ve AK Parti’de ülke sevdası yüksekse gönüllü olarak iktidarı bazı güvenlikçi şartlarla muhalefete devretmeli» bile dedim.
Bu kadar ağır maliyet, bu kadar içine kapanık bir siyasetle sürdürülemez. Yakında kemerler sıkılacak ama hem de nasıl... Bunu herkes biliyor aslında. Ve maliyet ancak demokrasi, şeffaflık, liyakat ile yabancı sermaye desteği sağlanarak azaltılabilir. Başka yolu kesinkes yok...
Bu sefer ekonomik kriz öyle 94 ve 2001 gibi olmayacak. Aynı zamanda başka acı ve yaptırımcı unsurlar da getirecek. Mesela rahmetli Özal ile kazandığımız onca imkanları kaybedeceğiz. Yurtdışıymış, dövizmiş vs yakında yasakları herkes görecektir.
Türkiye Arjantin olmuştu ve şimdi de Venezuela olmaya ilk adımını attı. Herkes önlemini şimdiden alsın....

Not 31: Nasıl olsa gönlüm yalnızlığı seçti
Hasret cana yetince gel..

Hüseyin Altun’un şarkısından bir replik..

(Bu ülke beş para etmeyen yüzlerce binlerce şarkıcı türkücüyü baş tacı ettide, böyle bir adam gariban geldi gariban gitti. Rahmet olsun. Bazı insanlar garip geliyor garip gidiyor kimseye de garip gelmiyor..)

Not 32: Ömrümüz paraya ve makama dönüşmeyen, tahvil ettirilmeyen başarılarla dolu. Kaderimiz hep başkalarına çalışmak, başkalarını zengin yapmak, başkalarını bir yerlere taşımakmış.Bize bu dünyada düşen gönül zenginliği ve şerefli bir duruşmuş. Haysiyetimizi haysiyetsizlere ezdirmeyen, bu zamana kadar muhafaza etmemizi sağlayan evrenin sahibine hamd ve sena olsun; gördüğümüzden geri koymasın Rabbim.

Not 33: Üzerinde düşünmeden gözü yumuk atladığımız bir kavramdı dava. “Dava Delisi Kerim” ile Mustafa Kutlu’nun “Ya Tahammül Ya Sefer” hikâye kitabında karşılaştığımda henüz lise öğrencisi idim. O tarihten sonra her köşe başında hüsran hikâyeleri anlatan Kerim’lere rastladım. Yunus Emre Divanı’nı kaç kez okuduğum halde Bizim Yunus’un uyarısına hiç dikkat kesilmediğimi sonradan anladım. 

Not 34: Şöyle söylüyordu: “Ben gelmedim davi (dava) için / Benim işim sevi işi / Dostun evi gönüllerdir / Gönüller yapmaya geldim.” Dava meğer içerisinde bir kavgayı ve de kargaşayı barındırıyormuş da biz onu başka yerde arıyormuşuz. Dava diye bir şey varsa o öz evimizdir, gerisi dışarısıdır. Öz evimiz ait olduğumuz kalbimiz, kafamız, ruhumuz ve benliğimizle üzerinde bulunduğumuz sırat-ı müstakimdir. Gerisi bir cangıl!

Not 35: Başarmayı fazlaca ciddiye alanlar, “Hanginiz daha iyi iş yapacak, onu denemek ve sınamak için ölümü ve hayatı yarattık.” (Mülk Suresi-2) ayeti karşısında derin uykuya dalanlardır. Yersiz sevincimiz ve gereksiz üzüntümüz bu hakikati ıskalamaktan kaynaklanıyor. Dünyada kazandığın ahirette kaybın olabilir!

Sevincini, üzüntüsünü, öfkesini ve sabrını uhrevileştirenlere selam olsun!

Not 36: "...tarih onu öyle bir yere alıp getirdi ki... artık Kılıçdaroğlu bir insan değil"

Çok eleştirdik ama son düzlükte seni yalnız bırakmayacağız…
Yolun açık olsun Kemal bey .

Not 37: Seçimlerin ötesini de düşünelim!
Türkiye'nin kaderi, 29 Mayıs'ta ve "uzun ince yolda" tayin edilecektir.
Moralleri diri tutalım.
Bir zamanlar dünyayı titreten Moğolların şimdiki halini görüyoruz.
Onlar gibi olmak istemiyorsak, kendimize gelelim ve Cumhuriyeti yeniden inşa edelim.

Not 38: Mısır yaşadığı krizden kurtulmak için daha önce Körfez ülkeleri tarafından taahhüt edilen yatırımlarla ve kamu şirketlerinde satışlar yaparak finansman elde etmeye çalışırken yatırımcılar ülke para biriminde daha fazla devalüasyon olacağı beklentisiyle isteksiz davranıyor. Ülkede ithalatçıların belirli malları getirmek için akreditif alma zorunluluğunun Aralık ayında iptal edilmesine rağmen, bazı işletmeler hala bankalardan döviz temin etmede zorlanıyor.

Not 39: Faizlerin düşük tutulması yüzünden mevduatta kalmayı tercih etmeyen vatandaş bulduğu her ilave kaynakla (konumuz olan düşük faizli uzun vadeli tüketici kredisi ile döviz, altın ve hisse senedi almak) spekülatif araçlara yöneldi. Yetmedi konut ve otomobil de spekülatif yatırım araçları haline dönüştü. Acil ihtiyaçlar için devreye alınan ve geçim derdindeki vatandaşın bütçesini döndürmesini sağlayan nakit avans birilerinin ucuz ve kolay finans kaynağı oldu. 

Orta halli ve küçük işletmelerin öteden beri şikayet ettiği ağırlıklı olarak mevduat bankacılığı ile fonlanan finansal sistemi dönüştürelim derken, enflasyona kıyasla uygun faizli kredi ile fonlanan bir spekülatif piyasayı elimizde bulduk. Elbette bu durum bizim de öteden beri vurguladığımız üzere, piyasada bir regülatör işlevi gören, faizin yani paranın fiyatının yanlış belirlenmesinden kaynaklandı. Paranın fiyatı yanlış belirlenince para ile değer biçilen şeylerin fiyatı kontrol edilemez hale geldi.