Bugün ülkemiz için en kutlu gün olan cumhuriyetimizin ilanının tam yüzüncü yılı. Acısıyla tatlısıyla bin bir çeşit zorluğu geride bırakarak kurulan ve bugünlere kadar yaşatılan cumhuriyetimiz ilk yüzyılını geride bırakarak, daha sağlam daha güçlü olarak ilelebet devam edecek. Ulu önderimizin dediği gibi;
“Benim naçiz vücudum nasıl olsa bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti
ebediyen yaşayacaktır.”
Yüzüncü yılımızı kutladığımız bugünlerde düşünmemiz gereken en önemli şey büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’e ve bu toprakları bize vatan yapanlara ne kadar layık olduğumuzdur. Onlara olan borçlarımızı ancak ülkemizi gelişmiş medeniyetler seviyesine çıkararak ve Türk halkını dünyada saygın kılarak başarabiliriz. Ne yazık ki günümüzde bu hedeflerden gün geçtikçe uzaklaşmaktayız. Bir tarafta milli şuurunu kaybetmiş grupların kirli hesaplaşmaları diğer tarafta hayattaki tek hedefi kendisini vize kuyruklarına mahkûm eden, en zayıf anında anavatanında kendini tutsak eden yabancı devletlere kaçmak olan gençler ile milli bilincini ve değerlerini kaybeden bir toplum oluşmaktadır.
Ülkemiz için hayati bir konu olan iktisadi kalkınmayı hızlıca ele alacak olursak;
İçinde bulunduğumuz şartları anlamak için öncelikle Osmanlı Devleti’ni ve onun ekonomik durumunu analiz etmemiz gerekmektedir. Osmanlı Devleti en güçlü dönemlerinde yabancı devletlere verdiği kapitülasyonların acı etkisini ne yazık ki zayıfladığı anda en sert şekilde yaşadı. Vermiş olduğu kapitülasyonlar zaman içerisinde ekonomisinde büyük açıklar yarattı.
Vergi gelirleri düşerken, yerli üretim tamamen ortadan kalktı. Osmanlı Devleti’nin son yüzyılında ise 1879 yılında Rüsum-u Sitte adı ile kurulan idareye devletin en önemli gelir kaynağı olan altı dolaylı verginin gelirleri devredildi. Daha sonra ise Kırım Savaşı’nı fonlamak için başlatılan dış borçlanma serüveni devamlı artarak Birinci Dünya Savaşı’na kadar devam etti. Bu süreçte imparatorluk ne yazık ki dış borçlarını ödeyemez hale geldi ve borç veren ülkeler Osmanlı ekonomisine en büyük darbeyi vurarak Duyunu Umumiye adı altında kurdukları idare ile devletin bütün gelirlerini kontrol altına aldılar.
1914 yılında başlayan Birinci Dünya Savaşı’nda ise Osmanlı Devleti Kafkas Cephesi, Irak Cephesi, Filistin-Suriye Cephesi, Çanakkale Cephesi, Avrupa’da ise Galiçya, Makedonya ve Romanya Cephelerinde büyük mücadeleler verdi. Bu savaşlar sonucunda yüzbinlerce vatan evladı adını bile bilmediği topraklarda şehit ya da gazi oldu. Üç kıtayı kanıyla sulayan Türk evladı savaşlar sonrasında ne yazık ki anavatanında işgalle karşılaştı ve bağımsızlığını kaybetme noktasına geldi. Bu süreç ebedi önderimiz Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde birleşen kahraman Türk Halkının kararlı mücadelesi ve korkusuz direnişi ile değişti ve büyük Türk Milleti büyük aşk duyduğu bağımsızlığına kavuştu. Bu mücadele sonunda Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli tarihi başarısı olan Lozan Antlaşması ile bu mücadele taçlandı.
Bu antlaşma ile en büyük ekonomik yükler olan kapitülasyonlar ve Duyunu Umumiye ortadan kalktı. Ekonomik bağımsızlığını kazanan yeni Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu 1923 yılında sadece 550 milyon dolar gayrisafi yurtiçi hasılaya (GSYH) ve kişi başı 48 dolarlık bir gelire sahipti. Ne yazık ki bir sanayisi yoktu ve tamamen tarıma dayalı bir ekonomi modeline sahipti. Ancak tarım da iyi durumda değildi. Tüm bu zorlukların yanında cumhuriyet atasının mirasına iyisiyle kötüsüyle sahip çıktı ve Osmanlı borçlarını üstlendi. Toplamda 105 milyon altın para olan borçların bugünkü değeri 500 milyar doları bulmaktadır. Bu borçların ödenmesi 1954 yılına kadar devam etti. Şahıslara karşı olan borçların tamamlanması ise 2000 yılına kadar sürdü.
Cumhuriyet ilk beş yılını tamamladığında ise özel sektöre ağırlık veren devlet destekli bir ekonomi politikası izlemekteydi. Hem devlet işletmeleri ve devlet destekli özel işletmeler ile ülkenin GSYH 1 milyar dolara, kişi başına düşen geliri ise 70 dolar seviyesine yükseldi. 1931 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) ile parası üzerinde tamegemenlik sağlayan cumhuriyet ilerleyen yıllarda; etkili sanayi planları, Sümerbank’ın kurulması, IMF ve Dünya Bankası üyelikleri ile hızlı bir kalkınma sürecine girdi. Bu sürecinsonunda 3,5 milyar dolar GSYH ile 160 dolar kişi başı gelire ulaştı. 1960 sonrasında yenidengündeme gelen liberal politikalar, genişleyen para arzı, büyük çaplı sanayi yatırımları, alınandış borçlar ve yardımlar ile ekonomi bir atılım göstererek 10 milyar dolarlık GSYH ile kişi başı 360 dolara ulaştı.
Ancak Kıbrıs Adası’nda yaşayan Türk Halkı’nın yaşadığı insanlık dışı muamele ve zulme sessiz kalmayan Türkiye Cumhuriyeti; 1974 yılında başlattığı askerî harekât ile adayı temizleyerek bağımsız Kıbrıs Türk Devleti’nin kurulmasını sağladı. Ancak Türklere yapılan zulme her daim sessiz kalan dünya bu seferde şaşırtmadı ve hem sessiz kalıp hem de insanlarını korumaya çalışan devletimize karşı bir ambargo süreci başlattı. Ambargo ve aynı yıl yaşanan küresel petrol krizi ile Türkiye ekonomisi ağır darbe aldı ve önemli bir ekonomik buhran yaşadı.
2001 yılına geldiğimizde ise ülkemiz küresel krizden nasibini aldı ve büyük bir ekonomik çöküş yaşadı. Bu süreçten sonra hızlı bir toparlanma gösteren ülkemiz bankacılık reformu, mali kontrolün sağlanması, bütçe açıklarının kapatılması, paradan altı sıfır atılması ile para arzının kontrol altına alınması ve enflasyonda tek haneye düşülmesi ile ülkemiz 900 milyar dolarlık GSYH ile kişi başı 10.500 dolarlık bir gelire sahip oldu.
Ancak ilerleyen süreçte yaşanan 2018 kur krizi ve 2020 küresel pandemi krizi ile ülkemiz yeni bir ekonomik buhranın içine girdi. Hızlıca yükselen enflasyon, piyasaya yapılan kontrolsüz müdahaleler, TCMB’nin bağımsız karar mekanizmasının ortadan kalkması, faiz kontrolünün kaybedilmesi, kur artışının durdurulamaması ve kuru baskılamak için harcanan kaynaklar sebebiyle ülkemiz yeni bir ekonomik krizin ortasında kaldı.
Bugüne bakıldığında bir şeylerin yanlış yapıldığı ne yazık ki ortada; acilen ülkemiz genelinde fiyat kontrolünün sağlanması, enflasyonun tek haneye indirilmesi, kurun kontrol altına alınması ve acilen üretim ekonomisine dönülmesi gerekmektedir. Ülkemiz özellikle son beş yılında önemli ekonomik ve çevresel sorunlarla uğraşmaktadır. Ekonomimiz için büyük külfet olan göçmen sorunu ve sınır güvenliği sorunu ortadan kalkmalıdır. En hızlı şekilde bu sorunların çözülmesi ve ülkemizin refah seviyesinin yükselmesi gerekmektedir. Yazımızın son bölümünü ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün bize en temel vasiyeti ile bitirelim;
“Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve
yaşatacak olan sizlersiniz.”