Belli bir yaştan sonra özellikle kırktan sonra gönül perdesi genel anlamda kapanıyor. Aşk fırtınası sadece okyanus ötelerinde, Pasifik kıyılarında esiyor. Aşkın ve romantizmin sıcak duyguları ve verdiği tatları unutuyor. Elde kalan tek şey hedonizm oluyor. Bedensel zevkler istila ediyor insanın yaşamını.

Bir kadının gülümsemesinden yayılan enerji, gülünce ortaya çıkan gamze çukurundan etrafa saçılan sevgi hüzmeleri anılarda bile yer bulamıyor. İşte bazı şanslı insanların başına bu duygular rüyada geliyor ve unuttuğu bu aşk dolu gönlü latif eden duyguların tadının ne kadar güzel olduğunu gülümseyerek uyandığında hissediyor.

Dün gece benim başıma gelenler de oydu. Kırkbeşlere doğru yuvarlanmakta olan ömrüm aşk denizinden bir damla su alamıyor artık. Zaten aşkın ömrü kelebeğin ömrü gibi değil mi! Ayrıca delilik hali ne kadar sürebilir. Uzun süren evliliklerden geriye kalan küskün değilseniz ve kafanı iyiyse haftada en fazla ayda en çok üç kere seks oluyor. Aldığınız tat da tamamen maddesel gömle ve kalbe hitab eden tarafı yok.

İşte dün gece bir okul çıkışında buldum kendimi rüyamda. Bir kaç genç kadın öğretmen tarafından çevrenlenmiş buldum kendimi. Bir kaç derken aslında üç kadın. Güzeller mi tam kestiremedim birisi sağ koluma diğer ikisi sol tarafıma geçip biri koluma girince. Güzeller mi tam kestiremedim dediğime bakmayın, rüyamın bulanıklığına ve uzun süreden beri böyle içimi ısıtan rüya görmememin şaşkınlığına verin. Aşk rüyalarda bile terkediyor kalp nasırlandıkça. Yoksa güzel olmasına güzellerdi. Perçemlerinden alınlarına düşmüş, ceylan gibi sekerek yürüyen boyu uzun beli ince neşe saçan insanın gönlünü açık denizler gibi dalgalandıran kadınlardandı. Yüreğim ısındı, kalp atışlarım tam hızlanmıştı ki; işte o an uyanıverdim. 

Rüyası bile gönlümü pır pır etmeye yetmiş aşk yelleri ve arzulu bakışlar ruhuma nakış nakış işlenmişti. Yüzüm hala gülümsüyordu. Kafamı açık gökyüzüne çevirdiğimde nazlı yar olup gülümseyen ayın dolunay hali bana göz kırpıyor, güzel ve yalnız şehrimin tüm sokaklarını aydınlatıyordu. Dünyanın boşuna edalı işveli sevgilisi olmamıştı ay. Bunu öğle vakti yaklaşmasına rağmen yüzümden bir türlü silinmeyen sevinçli ifadeden hissediyorum ve çocuklar gibi şendim. Umarım rüyalarda bile olsa yaşadığımızı ve hayatta olduğumuzu hissettiren böylesi aşk dolu halleri deneyimleyemeye devam ederim. Dünyanın en değerli hazinesi aşkmış meğer. Gönlümün yükünü kaldıracak rüyaların özlemiyle, hoşçabakın zatınıza.

Son söz: Marcel Proust, sevgiye hangi açıyla bakmamız gerektiğine dair ufuk genişletici bir parantez açmış şöyle diyerek: “Sevdiğimiz zaman, aşk o kadar büyüktür ki bir bütün olarak içimize sığmaz; sevdiğimiz insana doğru yayılır, onda kendisini durduran, başlangıç noktasına geri dönmeye zorlayan bir yüzey bulur; işte karşımızdakinin hisleri dediğimiz şey, kendi sevgimizin çarpıp geri dönüşüdür; bizi gidişten daha fazla etkilemesinin, büyülemesinin sebebiyse, kendimizden çıktığını fark etmeyişimizdir.”

Not 1: Uçmayı öğrenmeden göçmeye mecbur kalmış bir kuş gibi kalbimiz.

Cahit Zarifoğlu

Not 2: Kameraya bakıp kalabalık şeyler söylemek
ve gülümsemekle meşgulüz şu an
Sonra oturup düşüneceğiz bütün bu olanları
Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar..
Artık her şey tüccarların elinde..
Mevlana İdris 

Not 3: İnsan onurunu savunacağız ama nasıl? Üstümüz başımız plastik kokarken, her şey tüccarlara kalmışken, turizm kültürü kurutmuşken…

Nesneleşmeyeceğiz ama nasıl? Her anımız seyredilirken, her yanımız sarılmışken, her acımız satılmışken…

Not 4: Maaşlara zam yaparak ve faiz artırarak ekonominin düzeleceğini sananlar büyük yanılgı içindeler. İhracat ithalatı geçmeden yani cari açık kapanmadan refah seviyesi düşmeye devam edecek.

Not 5: Türkiye belli bir rota takip edilerek, bile isteye çaresizliğe sürüklenmiştir. Ülkenin bütün ileri gelenleri ve ülkede söz sahibi konumunda görülen şahıslardan herhangi biri muhtemel felâket senaryoları karşısında çözüm üretemiyorsa tesadüfen böyle olduğuna inanmak mümkün değil.

Not 6: Bol bol okuyun ve okumayı terk etmeyin. Derdi olan insan okur, derdi olmayan da okuyarak dert sahibi olur. Asıl mesele bir derdimizin olmasıdır.
Rasim Özdenören

Not 7: Artan faizler maliyetlere yansıyacaktır. İktisatta piyasa ekonomisini seçtiysek ve artı demokrasi, bu ikisinin içinde yaşıyorsak, reel faiz mutlaka pozitif olmalıdır. Enflasyon yüzde 60 ise faiz oranı yüzde 65 olmalıdır ki millet tasarruf etsin ve faize parasını yatırsın.

Not 8: rengarenk dünyada bir adam gezer;
ne zengin ne fakir, ne mümin ne zındık.
hiçbir gerçeğe dalkavukluk etmez! hiç bir yasayı tanımaz!
cesur ve üzgün, bu alacalı dünya da kimdir bu adam?

Ömer Hayyam

Not 9; Önce yol mu biter, ömür mü biter, bilemeyiz. Ancak yaşadıkça eksilen çok şey var. Gittikçe bizi yalnızlaştırıyor dünya. Ve insanı yüzünden okumak, onun içine yabancı kalmak ne zordur. Can Yücel çok güzel demişti: “başucumda bir sen varsın bir de evren/saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi/yalnızlığım benim çoğul türkülerim/ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi”

Not 10: Zaman geçtikçe anlaşıyor bazı şeyler. Sabır ağacının dalından tutup, gün gelince düşeceğimizi bilerek yaşamak. Ancak ne olursa olsun her zaman bir hak daha tanıyarak veya talep ederek dünyayı güzelleştirebiliriz. Çünkü birbirimize ihtiyacımız var. Varlığımız sevdiklerimizle anlamlı. “Eskitiyorum eskitiyorum kalıyor ne kadar güzel olduğun.” diyordu şair. Çünkü var isen hayat var, yok isen kimse yok!

Not 11: Bütün mekanizmalar etkisiyle insanların düşünce ve davranışları giderek sınırlı, standartlaşmış bir şekilde sistemin işleyişine bağımlı hale gelen bir toplumsal yapı var. Her şeye uyumlu, kabullenici bir kimliğe sahip kitleler ne özgünlük ne de özgürlükten bahsedebilirler. Çünkü sorgulamayı, düşünmeyi, özgünlüklerini korumayı, kimliklerini güçlendirmeyi bırakmış kimselerden boyut beklemek gaflet olur. Haliyle böylesi bir iklimde ‘var olma’ mücadelesi yerine uyma/uyumlu olmayı seçme makul bir yol oluyor. Haliyle söylemler, ezber eylemler yeni hale uygun oluyor. Haliyle oluşan paradoks ise mizahtan öteye varmıyor. 

Not 12: Eş seçiminde en önemli kriterler nedir şeklinde boş muhabbetler dönüyor. Büyüğünüz olarak benden tavsiye anasına bakın, kızını alın. Hiç şaşmaz. Anası neyse o da 20-25 sene sonra aynı öyle olacak. Hoşunuza gitti mi? Ne ala. Yoksa başka kapıya. Bir de ailenin tek çocuğu ve biraz mal mülk varsa iyi olur.

Not 13: İbrahim Tatlıses›in de okuduğu bir türkü vardı. «Tabip, sen elleme benim yaramı/ beni bu derde salanı getir» diye başlıyordu. Sonra da «hatırını, gönülünü yıkmadan/ saçlarını yol getir» diye devam ediyordu
Nasıl olacaksa o! Hem hatrını, gönlünü kırmayacaksın hem de saçlarını yolarak getireceksin...

Not 14: Sebepleri yok sayarak sonuçla mücadeleye soyununca da ‘ele verir talkını, kendi yutar salkımı’ tutarsızlıklarına düşmek kaçınılmaz.

Not 15; Muhalefetin hâlihazırdaki dağınık halinin devam etmesiyle birlikte bir önceki seçimde olduğu gibi AK Parti’den kopabilecek oylar MHP’ye gidebilir. Biraz da Yeniden Refah Partisi’ne gidebilir. Sahada Erbakan’ın ekonomiyle ilgili eleştirilerinin dikkatle izlendiğini söyleyebilirim. Dolayısıyla şu anki tabloya göre AK Parti’nin en önemli rakibinin MHP olduğu belirtilebilir. Ayrıca seçime kadar hâlihazırdaki koşulların devam etmesi halinde Cumhur İttifakı’nın uyumlu görüntüsünde bozulmalarda dikkat çekici bir şekilde gün yüzüne çıkabilir.
Açıkçası Cumhur İttifakı’ndaki bu bozulma muhalefet partilerine de bir fırsat kapısı açabilir. Muhalefet kendi iç sesinden dışarıyı fark edebilirse doğrusu… Bir de yeni rekabet ortamında partiler arası beklenmedik, sürpriz işbirlikleri de olabilir.

Not 16; Pandeminin sonlarına doğru başlayan konut krizi, bugün içinden çıkılamayacak ve sosyal patlamalara sebep olacak noktaya gelmiş durumda. Sadece büyükşehirlerde yaşanan bir arz sorunu olsa, bir oranda anlaşılabilir. Dersiniz ki, “Konut talebi çok fazla, konut arzı ise çok yetersiz. Bu sebeple gerek satış fiyatları çok yüksek gerekse kiralar...” Ama öyle değil! Emeklilerin büyük çoğunluğunun maaşlarının 7.500 ila 10.000 TL arasında, asgari ücretin 11.402 TL ve ortalama ücretlerin de 17.000-20.000 TL arasında seyrettiği bir ülkede, şehir merkezine uzak ilçelerdeki kalitesiz evlerin kiralarının bile 20.000 TL olması hiçbir mantığa sığacak gibi değil. Suçu, mültecilere, uzun süreli konaklayan yabancı turistlere falan atmak da o kadar mantıksız. Bu bir hedef şaşırtma, hepsi bu! Zira bu küresel bir sorun değil, Türkiye’deki bir önceki hükümetin ekonomi yönetiminin hatalarının bir sonucu. 

Küresel Konut Fiyat Endeksi raporuna göre, 56 ülkenin yer aldığı listede Türkiye konut fiyat artışında zirvede... Küresel Konut Fiyat Endeksi raporunda 56 ülkede yıllık ortalama fiyat artışı, bir önceki çeyrekte yüzde 5.7’ken, 2023’ün ilk çeyreğine kadar olan 12 aylık dönemde yüzde 3.6’ya geriledi. 2023’ün ilk çeyreğinde ise 56 piyasadan 23’ünde fiyatlar düştü, bunların sekizinde yüzde 5’ten fazla düşüş oldu. 

Ev satın almak mı? Diyelim ki en ucuzundan bir ev almayı kafanıza koydunuz? Biraz birikmişiniz var, biraz da eş-dosttan borç aldınız 1 milyon TL toparladınız. 4 milyon TL’ye ucuzundan bir ev almak için bankaya gittiniz, diyelim ki banka da kredi verdi. 3 milyon TL ev kredisiyle bir eviniz oldu. O ev sizin için artık bir cehennem olacak! Zira 3 milyon TL’lik ev kredisine ödeyeceğiniz aylık taksit yaklaşık 90.000 TL!.. Var mı böyle bir babayiğit?..

Şimdi hayatı böyle tanımaya başlayan o iki çocuğunuz sizce asgari ücretle bir işe girmeyi hiç düşünür mü? Sonuçta onların da bir hesap kitap yapma yeteneği var ve akılları da yerinde... Sabah 09.00 akşam 18.00 bedenlerini ve zihinlerini bir işe kiralarlar mı? İnsan bedeninin amortisman giderlerini karşılamayacak bir çalışma düzeninde emeklerini sömürtürler mi? Bunun cevabını da, “Gençler iş beğenmiyor?” diyen Anadolu aslanları cevaplasın bakalım! Ne demişler, ne kadar ekmek o kadar köfte! Ekmek yoksa köfte de yok... Bu da kazıkçı KOBİ patronuna, Suriyeli göçmen emeğini hunharca sömüren iş dünyasının tüyü dökük aslanlarına gelsin!

Not 17: Şahsi olarak, bu çağa, Orta Okul sıralarından beri çok yönlü hazırlandığım halde, ben de zorluk çekiyorum.

10 parmağımda 10 marifet.

Ama para kazanmak halen zor.

Türkiye ekonomisi kötü.

SERMAYE sahibi olmadan para kazanmanız artık iyice zorlaştı.

Not 18; Maalesef, ÇAKMA PANDEMİ zamanı yasaklara direnmeyip, KOYUN olmanız, bu dönemde ülkeye her türlü kaçağın dolmasına, üretim zincirinin çökmesine sebep oldu.

Üstüne bir de deprem vurdu.

Sonuçlar böyle taksit taksit gelir.

Varlığı olan zenginleşecek, olmayan fakirleşecek

Not 19: Eğer makro ekonomi daha da cortlamasın istiyorsanız, insanlara BARINMA ve GIDA güvenliği sağlamak şarttık.

Haa, beton değil, prefabrik olur, ama sağlanır.

Et değil, makarna olur, ama sağlanır.

Bir minimumun garanti edilmesi gerekir.

Elbette, ÇALIŞMAK şartıyla.

Not 20: bin doğru adım bir yanlış adımı düzeltemez.

Not 21: Borcun kaygı üretme enerjisinden söz edebiliriz. Borçlunun biri, gece boyu yatakta dönüp durmakta ve derin kaygısından dolayı uyuyamamaktadır. Karısı sorar; “neden uyuyamıyorsun?” Adam cevap verir; “borcumun vadesi geldi ve ödeyemeyeceğimden…” Karısı öneri getirir; “git ve alacaklına söyle bunu şimdi…” Adam yataktan doğrulur, alacaklısının kapısına dayanır, onu uyandırır ve “borcumu ödeyemeyeceğim” der ve döner, mışıl mışıl uyur. Ancak kaygıdan uyumama sırası şimdi alacaklıya geçmiştir ve yatakta dönüp duran o olmuştur.

Not 22: Hintli filozof Beydeba; Kelile ve Dimne adlı kitabında, iki çakal üzerinden borçlulara öğüt vermektedir; “ateşi, borcu, hastalığı ve düşmanı asla küçümseme.” Ne kadar küçük olsalar bile… Şimdilerde şirketler borçlanma yarışında.

Not 23: sabahın 5’inde sıcak yatağından kalkıp fabrikaya çalışmaya giden bir Alman, sabahın 5’ine dek tavernada eğlenip sıcak yatağında uyumaya gelen bir Yunanlıya neden borç versin?

Almanya Şansölyesi Merkel

Not 24: Üretilen değeri; iş dünyasına kâr ancak halka (emekli, memur, işçi) külfet olarak yıkabilme gücü olan siyaseti düzeltmeden daha nice heterodoks musibetleriyle yüzleşmek zorunda kalacağız. Bildiğim şudur; bizler (vatandaş) halimizi düzeltmeden elinde “heterodoks” ile çıkıp gelen birilerinin tuzağına düşmeyi sürdürürüz. Konfor tuzağına düşüren de zaten siyasetin ürettiği sahte refaha kanmaktır.

Not 25: Zaman içinde Dolar kurundaki artışın M2 artışına eşitlenmesini beklerim.

Ağustos ayında USDTRY yüzde 11,7 oranında artmış olsa adil değerinde olurdu.

Not 26: 12 aylık dış ticaret açığı 110 milyar dolara dayandı. Tekrar edeyim. Dış ticaret açığı bu şekilde devam ettiği müddetçe ne ülkede refah seviyesi artar ne de kur düşer. İhracat ithalatı geçmediği sürece boşa kürek çekiliyor.

Not 27: Emekliye verilen maaş, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın 4 milyon kişiye verdiği yardımlar niteliğinde değil. Emekli maaşı, çalışılmış yılların kesintilerinin birikimi. İşçiden ve işverenden yıllarca sigorta primi kesilmiş, bunların değerlendirileceği ve gelecekte insanlar çalışamaz hale geldiğinde onların huzur içinde yaşamalarına imkân verecek bir maaş sunulacağı planlanmış.
Ama yapılmamış. Belki politik atraksiyonlar sonucu emeklilik yaşı sorunu da sağlıklı halledilmemiş.
Toplumda normalin ötesinde bir çalışan – emekli yekunu oluşmuş. (Aktüeryal denge bozulmuş) Sonunda da bütün gönül okşayıcı sözlere rağmen sanki emeklinin yük gibi algılandığı bir noktaya gelinmiş.
1000 lira vermenin bütçeye getireceği yükü konuşmak tam da bu psikolojiyi yansıtıyor. 7 bin 500 lirayı ne yaparsanız paranın pul olduğu bu dönemde emeklinin yarın kaygısını giderebilirsiniz ki? Emekliye vereceğinizi, yine, emekli dahil bir yerlerden çıkaracak iseniz – ki öyle olacak- bu devri daim ya da fasit daire nasıl düze çıkar ki?
Emekli sokaklarda… Bu ileri yaşlarında sesini yükseltirken “Ağlamayana meme yok” özdeyişini yaşıyor gibi… Dedeleri – nineleri bile sokağa çıkardık ya… Ekonomi politikalarımız üzerine diyecek tek kelime yok…

Not 28: şems bir soruydu / bir cevaptı mevlana / benziyorlardı bir arada / kişinin kendisiyle yaptığı bir konuşmaya / muhyiddinin ibni rüşde dediği gibi / bir evet bir hayır demedi mevlana / hep evet dedi şemse bu konuşmada..

Not 29: Sanayi devrimi sonrasında icat edilen ve günümüze kadar form değiştire değiştire ilerleyen modern “okul” kavramı, gide gide bir söğüde dayanmış bulunmaktadır. Eğitim ve öğretim dengesinde ağırlığı “eğitim”e vermesi gereken ama bu dengeyi çoktandır “öğretim”e kaptırmış bulunan “okul”, artık “insan” değil “bir çeşit android” yetiştirmektedir.

Esasen insanlığın hemen tamamının “eğitim”e, pek azınınsa “öğretim”e ihtiyacı vardır bana kalırsa ancak günümüzde “öğretim” dediğimiz şey öyle putlaştırılmış, öylesine önemi haiz bulunur olmuştur ki “öğrenilebilir şeylerin belirlediği bir dünya”ya açmışızdır gözümüzü.

Peygamberliği dışarıda tutarsak hiçbir meslek “kutsal” değildir. Evet, öğretmenlik ve doktorluk da dâhil. Oysa “öğretim çıpası”nın hiyerarşi oluşturduğu mesleklere aynı zamanda kutsallık benzeri önemler atfetme gücü de vardır.

Temelde şunu söylemek istiyorum aslında. “Vatana millete hayırlı bir evlat olsun da ne olursa olsun” duası, hele bizimki gibi ülkeler için çoktan tarihin tozlu sayfalarındaki yerini almış bir duadır. “Mesleğini eline alsın da ne olursa olsun” fikri galebe çalmaktadır.
Başka bir yerden ilerleyeyim.
İşini çok kötü yapan bir doktoru işini çok iyi yapan bir çobandan “üstün” yapan şey nedir? Öğretimin çıpa haline getirilmesi. Başka bir cevabımız yok bu soruya.

Dünyanın yaşayan en büyük şairi İsmet Özel “şiirimi bir marangozla konuşup tartışabilirim ancak marangozun iyi bir marangoz olması şart” derken bence çok önemli bir işaret fişeği yakıyor zihnimizde. Bugün Türkiye’de de, dünyada da saatlerimizi tamir edecek, tesisatımızı yenileyecek, elektrik sorunlarımızı çözecek, duvarımızı örecek “usta” kalmadıysa bunun suçlusu çocuklarımızdan “statü”yü yanlış yerde aramalarını isteyen “okul” tabanlı öğretim modelidir.

Not 30: AK partili Asuman Erdoğan’ın eşi Fatih Erdoğan’ın şirketi İstanbul’daki 6 ofis dairesini dudak uçuklatan bir rakama sattı. 6 ofisin satış bedeli 889 milyon TL oldu. Her biri 148 milyona gelen ofisleri alan şirketin ortakları ise Bilal Erdoğan’a yakın isimler.

Not 31: Derler ki;
Dünyâda hangi dağları aşmış olursan ol,
aklın takılıp düştüğün taşta kalıyor..

Cahit Zarifoğlu

Not 32: Zarifoğlu’nun “Müsaitsen şayet, seninle biraz
kavuşmaya ihtiyacım var.” dediği yerdeyim..

Not 32: İçinde bulunduğumuz çağın tanımları var: “Uzay çağı”, “Çalkantılar çağı” vs.
Benim önerim farklı: “Cehalet çağı”
“Cehalet” tanımının özü şu: Bulunduğumuz konuma göre bilmemiz gerekenleri bilmeme hali.
Müslümanlara göre İslamiyet bilgisinden yoksun dönemin “cahiliye dönemi” olması gibi.
Ulusal kalkınma modeline geçtiğimizde okuma-yazma bilenlerin, bilmeyenleri tanımlamasıdır, cahil.
Bilginin kafamızdan aşağı boca edildiği (dikkat beynimizden demedim) dönemi, “cehalet çağı” olarak tanımlamama gelince.
Nereden başlasam ki…
Sennett’in “Karakter Aşınması” kitabından başlayayım.
Minvali şu: Günümüzde insanlar iş yaşamında sürüklenme halindedir, bu da endişeye neden olur.
Gündelik rutin, insan zihnini çürütür ama yapılan iş tanımlıdır, ne yapılacağı bellidir ancak günümüzde rutin dışılık yaygınlaşmaktadır.
Kitap sert gerçekleri beynimize vuruyor. “Okunaksız” başlıklı bölümü çarpıcı.
Kaba özetle, insan belirli bir parçaya yoğunlaştığı zaman genelden kopar ve olup biteni okuyamaz hale gelir.
Günümüzde yaşanan tam budur.
“Güldür Güldür Show”da eleştirisi vardı, bir evde çekmecede solcu kepiyle muhafazakâr tarağının yan yana durmasını yorumlayamayan misafir.
Ekonomi eleştirisiyle konuşmaya başlayan ev sahibini tam “muhalif” sanmışken, ev sahibinin cümleyi “ama küresel kriz her ülkeyi vurdu” şeklinde tamamlamasıyla “iktidar yanlısı”na geçen kafa karışıklığı.
Çalışanları aşağılayan, yayın sırasında kovan, işten çıkarma tehditi savuran, “mavi tıklı hesapların en kısa sürede dolarla satılacağını” söyleyen, “denetim konseyi” oluşturan kapitalist despot patron Musk’ın sahip olduğu Twitter’ın “özgürlük”, “eşitlik”, “insan onuru” için mücadele alanı olarak kullanılmasındaki tezat. Okunaksız.
Muhafazakâr kimliği ağır basarak 7’li masaya doğru giden “muhalif masa”da CHP’nin oturmaya devam etmesi.
Okunaksız.
İlkokul terkle sayısız üniversite bitiren aynı şekilde olup biteni okumakta zorlanıyorsa, cehalet kitlesel bir hâl almış demektir.
Sennett’in kitabın sonundaki imasıyla bitirelim: Bu bataktan ancak, sadece kendileri için değil birbirleri için kaygılanan insanların sayısı artarak çıkılabilir.

Not 33: Önümüzdeki yıl yerel yönetim seçimleri var. Belediye başkanı ister büyükşehir ister şehir ister ilçe belediye başkanı olsun, netice itibarıyla, halk tarafından doğrudan seçilen “çok yetkili” bir yönetici olmalıdır. Bugünkü sistemde başkan gücünü çeşitli siyasi partinin temsilcilerinden oluşan ve seçmenin yüzde yüzünü temsil eden Belediye Meclisi'nin çoğunluğundan almamaktadır. Dolayısıyla en azından “seçmenin çoğunluğu” tarafından yetkilendirilmiş olması gerekir. Öyle olmalıdır ki, aldığı kararları (meclis istemese de) güçlü bir şekilde yürürlüğe koyabilsin. Bunu da “çoğunluğun iradesini temsil ettiğini” kanıtlayarak söyleyebilsin. Başkanı bu şekilde yetkilendirmenin tek yolu, aynen Cumhurbaşkanlığı seçiminde olduğu gibi birinci turda adaylardan biri, en az %50+1 oy almamışsa en çok oy alan iki adayı “ikinci turda” yarıştırıp bunlardan birinin en az %50+1 oyu almasını sağlamaktır. Tek turda en çok oyu (mesela yüzde 27) alan adayın başkan olması antidemokratiktir. Esasen demokrasilerde “halkın hakimiyeti” denen şey, önce en beğendiğini iktidara getirmek, bu olamıyorsa en beğenmediğinin iktidara gelmesine engel olmaktan oluşan “iki katmanlı” bir yurttaşlık hakkıdır.

Not 34: Mesele kütüphane açmak değil, kütüphaneleri hafta sonu dahil 24 saat açık tutabilmek. 

Not 35; BOMBALI HESAPLAŞMA dönemi yeni başlıyor olabilir.

TERÖR dönemine giriyor olabiliriz tekrardan.

Zaten, KAÇAKLAR yüzünden, terörün insan kaynağı bulması zor olmaz.