Devletin tasarrufu ve kötülerin egemenliği
Ekonominin patronu Mehmet Şimşek, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’la birlikte "tasarruf tedbirlerini" kamuoyuna duyurdu. ‘3 yıllık pakette’ araçtan...
Ekonominin patronu Mehmet Şimşek, Cumhurbaşkanı Yardımcısı
Cevdet Yılmaz’la birlikte "tasarruf tedbirlerini" kamuoyuna
duyurdu. ‘3 yıllık pakette’ araçtan, binaya ve enerji tüketimine
kadar kalem kalem anlattılar. "Neden 3 yıl?" diye haklı bir soru
var. Siyaset normal seyrinde giderse 4’üncü yılda halkın önüne
sandık konacak. Türkiye’de her seçim, ‘ekonomisini’ de beraberinde
getiriyor.
2000 yılında Kemal Derviş programının tasarruf tedbirlerine
bakıldığında, o dönem paketin önceliği norm kadro uygulaması,
lojman satışı (Mehmet Şimşek’in programında ekonomiye
kazandırılması deniliyor) ulaşım ve servis giderleri, haberleşme
vs. gibi başlıklar vardı. Açıklanan programda da benzer başlıkları
görmüşsünüzdür.
Bazı başlıklara birlikte bakalım;
Kamuda istihdama sınırlama getirilecek. 3 yıl boyunda emekli
olanlar kadar istihdam sağlanacak. Hizmet içi eğitimler otellerde
değil, kamu tesislerinde yapılacak. (Bugüne kadar neden lüks
otellerde yapılırdı o da ayrı bir konu.)
Kamuda yönetim kurulu ücretlerine sınırlama getirilecek. Yapılacak
düzenlemeyle yönetim kurulu ücretlerine üst sınır getirilecek.
Sınırı aşan kısımlar bütçeye gelir olarak kaydedilecek.
Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın defterdarlıkları ve vergi dairesi
başkanlıkları birleştirilecek. Uluslararası toplantılar ve milli
bayramlar hiç gezi, yemek vb. faaliyetler düzenlenemeyecek.
Başta dediğim gibi hadi uyguladık bu paketi diyelim. "Neden 3 yıl?"
sorusunun tatmin edici bir cevabı yok. Oysa tasarrufun yani
israftan kaçınmanın kalıcı bir devlet politikasına dönüşmesi lazım.
Tasarrufu belli süreyle sınırlı tutarsanız haklı olarak niyetiniz
de hedefiniz de sorgulanır. Ve inandırıcılığınızı yitirirsiniz. Bu
nedenle tasarruf paketine kuşkuyla yaklaşanlar pek haksız sayılmaz.
Ben de şüpheyle yaklaşanlardan biriyim. Neden mi?
Anlatayım…
Bir ara Ankara’da 'devletin küçülmesi’ gerektiğini söyleyen
siyasetçiler vardı. Turgut Özal bunlardan biriydi. Tansu Çiller
Türk Devletini ‘sosyalist devletlere’ benzetmiş devletin yetki ve
sorumluluk alanının daraltılmasını savunmuştu. AK Parti geleneği de
anti-devletçidir. Gücünün sınırlandırılmasını ister. Söz konusu
siyasetçilerin hiçbiri iktidar olduklarında politikalarını
uygulamaya yansıtmadı. Özal’ın devri iktidarında devlet
kurumlarının binaları bile büyüdü. Örnek mi? Bugün gecekondu gibi
kalan Sayıştay binası.
Liberal görünümlü Çiller tam bir devletçi oldu. Güvenlikçi
politikaları onun kadar sert uygulayan siyasetçiye az rastlanır.
Mehmet Ağar’ı, Doğan Güreş’i Meclis’e taşıyan odur. AK Parti’nin
karnesi de iç açıcı değil. Devlete yerleştikçe eski düşüncesinden
uzaklaştı ve günün sonunda ‘devleti kutsadı ve baş tacı’ yaptı.
Devletçilikte AK Parti, MHP’den geri kalmaz. Bir adım önde olduğu
bile söylenebilir.
Devleti küçültmeden tasarruf mümkün mü? Personel politikasını sil
baştan ele almadan israf nasıl önlenir? Lojmanları azaltmadan,
binaları küçültmeden, makam araçlarını eksiltmeden yapılacak
tasarruf sadra şifa olur mu? Örnek o kadar çok ki… İletişim
Başkanlığı binasına bu gözle bakın. Ankara’da yollar irili ufaklı
görkemli siyah renkli, kara camlı makam araçlarından geçilmiyor.
Yılmaz ve Şimşek ‘Eskisi gibi olmayacak, azalacak’ diyor. Hadi
görelim…
Almanya ve İngiltere’de lig maçları gündüz oynanıyor. Neden? Çok
sebebi var ama ilki enerji tasarrufu… Peki Türkiye’de? Süper
Lig’den alt kümelere kadar eğer sahada elektrik donanımı varsa
maçlar güçlü spot ışıkları altında gün battıktan sonra oynanıyor.
Aşırı sıcakların yaşandığı Temmuz ve Ağustos ayları tolere
edilebilir. İki üç ayın dışında mevsimler gündüz maçlarına son
derece elverişli. ‘Stadın tasarrufundan ne olacak?’ denebilir.
Olayın psikolojik yönü ve topluma yansımasına bakın… Herkesin
göreceği yer orası…
Ayrıca tasarruf paketinde eksiklik olarak, varlık fonundan,
yap-işlet-devret modelinden ve büyük şirketlerin, kulüplerin
yararlandığı vergi affından bahsetti. Evet, bunlar yok mesela.
Ayrıca kulüplere neden vergi affı gelir ki?
Örneğin 2024 bütçesi için yap-işlet-devret modelinden sadece
şehir hastaneleri için 88 milyar ödenek ayrılmış.
Aynı durum yol ve köprüler için de geçerli. Bakınız pandemi
döneminde, karantina uygulandığı zamanda yol ve köprü
geçişlerindeki fark hazineden karşılanmıştı.
O gün de sormuştum bugün de soruyorum; peki, bu yüklenici firmalar,
tasarruf tedbirleri kapsamında elini taşın altına koyacak mı? Ya da
bu sözleşmeler tasarruf tedbirleri kapsamında yeniden gözden
geçirilemez mi?
Diğer taraftan varlık fonu malumunuz bütçe fazlası olan örneğin
İsviçre gibi ülkeler için kurulan bir fondur. Oysa bizde bütçe
açığı var ve varlık fonu hala devam ediyor. Bazı firmaların fon
dışına çıkarılması düşünülmüyor mu mesela? Çünkü zarar etmeye
başladılar.
Mehmet Şimşek, kamuda israf olduğunu adeta itiraf ederek tasarruf
yapılmasının şart olduğunu üzerine basa basa anlattı. Fakat asıl
israf edenlere değinmeyerek gariban memurun servis hakkına ve
lojmanına yönelik tasarruf paketi açıkladı. Üst yönetime hemen
hemen hiç dokunmayan bu tasarruf tedbirleri, örneğin fotokopi
kâğıdından tasarruf maksadıyla e-mail atılmasını öngörüyor.
Mehmet Şimşek vatandaşa kemer sıkmayı öğütlerken hükümetin de güya
tasarruf yaptığı algısını oluşturabilmek için dostlar tasarrufta
görsün kabilinden göstermelik bir sunum yaptı.
2023 yılı bütçesinde öngörülen 2,7 trilyon TL'lik açığa karşılık
100 milyar liralık tasarruf tedbiri açıklamak hangi deliği
kapatacak şimdiden merak konusu oldu.
Bütçe açığı hedefi 2.7 trilyon TL olan bir hükümetin en az 2
trilyon TL'lik bir tasarruf paketi açıklanması beklenirdi.
Tasarruf paketi umarım sözde kalmaz, başarılı olur. Hedef kamu
açığını kapamaktan çok uzaksa da tasarruf tasarruftur. Kamuoyunun
gözü yukarıda olacak. Toplum tasarruf önlemlerini Cumhurbaşkanı
Erdoğan’dan bakanlara kadar herkeste görmek ister. ‘Tarifeli uçakla
seyahat’ bizde imkânsız gibi bir şey… Belki konvoylarda gözle
görülür biçimde küçülme olabilir. Eğer yukarılarda değişen bir şey
olmazsa, bürokrasinin alt kademelerinden kimse bir şey
beklemesin.
Hz. Mevlâna "Bir şeyi bulunmadığı yerde aramak onu aramamaktır"
sözü tam olarak Mehmet Şimşek'in tasarruf anlayışını anlatıyor.
Mehmet Şimşek tasarruf yapması gereken israf ehlini değil de garip
guraba, fakir fukara memura ve onların azıcık imkânlarına göz
dikmiştir. Demem o ki eğer bu paket işçi ve memurun üzerinden bir
tasarruf sağlayacak ve yaraya merhem olmayacaksa en önemlisi köklü
yapısal reformlar yapılmayacaksa boşuna umutlanmanın da alemi
yok!
En son kamuda tasarruf çağrısını 2021 yılında Erdoğan yapmıştı.
Sonucunda kamudaki araç sayısı artmıştı. Bakalım bu tasarruf
paketinin sonuçları nasıl olacak, bekleyelim görelim.
Kötü insanlar:
Eğer okumuş yazmış, mürekkep yalamış bir aydın isen iyinin yeri
kıyıda durmak veya kıyıya sürülmektir. Dünyanın kötülüğe
savrulduğunu söyleyen bütün iyi aydınlar bir şekilde bulunduğu yere
raptedilmiş, iradesi dondurulmuş veya hapse atılmış kişilerdir.
Mevkiden, makamdan, paradan uzak tutulmuş bu insanlar,
kendilerinden dolayı olmasa da kötülüğün hükümranlığından dolayı
bir köşeye çekilmiş, dünyanın yangın yerine döndürülmesinin hüzünlü
seyircisidirler. Buna karşın az bir okuması ve çabası olan bütün
kötüler köşeleri kapmış, dünyanın gidişatına yön veren
insanlardır.
Siyasetçiler, bürokratlar, üst düzey karar vericiler, para babaları
hep bu kategorideki kötülerdir ve dünyanın kötülüğün teorisyeni
olmanın çok ötesine geçerek benzini vasatlara döktüren sinsi
suratlarıdır bunlar. Bunlar için bırakın dünyanın dört bir
tarafında hayattan habersiz çocukların gövdesine değen kurşun
vızıltısının baş ağrısı yapmasını, melodi gibi gelir. Olsun derler,
hayat bir şekilde devam ediyor. İş biraz daha aşağılara, orta
sınıfa geldiğinde, kötüler iyileri kıskanır, çekiştirir, onlar ile
hayat arasındaki bağları tek tek kopararak kendi yalnızlığına
gömer. Vasatlar burada da azmettiricilerin tetikçisidir. Burada da
nesneleşmiş kabuk işlevi görürler. Ve buraya ait iyilerin önü her
şekilde kesilerek iyiliğin yukarı taşınmasının olanakları
kapatılmış olur.
Neresinden bakarsak bakalım dünyada kötülük ittifakının yasaları
uygulanıyor ve neresinden bakarsak bakalım yasalar, yasaları
koyanları koruyor. İşte galiba Balzac’ın daha o yıllarda gördüğü
gerçek buydu. Ve o bugünün dünyasını da dikkate alarak şöyle dedi:
Yasaları kötüler koyduğuna göre iyiler için iyiliğin tek yolu
yasaların dışında davranmaktır. Ya ona karşı çıkmak veya ona yüzünü
dönmek… İyiler için başka bir gezegen bulmak dışında hiçbir çare
kalmadığından onlar da kendi iç evrenlerine çekiliyor, hayata
oradan bakıyor. Kötülük de böylece dağa taşa adını yazıyor.
Not 1: Şimdilerde çokça duyarsınız: “Arayıp sormuyorsun.” Kim, kimi
arayıp hâlini hatırını soruyor? Kendi sahamıza çekilip kendimizle
baş başa kalıyoruz. İyi mi, kötü mü bu hâl? Bazen siz arayıp
sormazsanız kimsenin aradığı sorduğu olmaz. Dayanamaz yine arayan
siz olursunuz. Aradığınız arkadaşınız, siz bir şey demeden başlar
içini dökmeye. Susan siz olursunuz. Bakarsınız ki karşıdaki sizden
daha dolu. İyi ama neden açmaz içini, neden siz aramadan aramaz bu
arkadaş? Koyu sohbete dalarsınız. Siteminiz yine içinizde
kalmıştır. Olsun, bu çağda sitem etmek bile güzel! Sitem edilecek
birini bulmuşsanız o da bir şey. Varsın öyle kalsın.
Not 2: Yoruluyoruz, yoruyoruz. Kendimizi ihmal ettiğimiz de oluyor.
Hepimiz yorulduk. Kimimiz ekonomik yönden, kimimiz zihnen, kimimiz
bedenen yorulduk. Ama öyle bir yorgunluk var ki hepsinden farklı.
Evet, her yorgunluk geçer ama gönül yorgunluğu geçer mi? Gönül
yorgunluğuna çare var mıdır? Biraz buna odaklanalım. İnce ince
giren sızı misali içimize yerleşen bu yorgunluktan kurtulmak zor.
Kronikleşen ağrılar gibi günden güne artan bu yorgunluğu hepimiz
yaşıyoruz.
Not 3: Sorgusuz sualsiz adımlar atarak dostluk dağının zirvesine
çıkmak mümkün. Bozkırda tek başına yaşayan ağaç gibi olmak mümkün
mü? İnsanız, bir dokunuşa ihtiyacımız yok mudur? Şimdi her
zamankinden daha fazla sevmeye, konuşmaya, dertleşmeye ihtiyacımız
var. Zor zamanlar sel olup üstümüze geliyor. Ya sele kapılacağız ya
da tutunup birbirimize kurtulacağız.
Not 4: "Varmak dediğimiz hep bir vahadır
Hiç gitmeyenler sonunda herkese yol olurlar."
(Kemal Varol, Bakiye)
Not 5: Durmadığın sürece, ne kadar yavaş gittiğinin bir önemi
yoktur.
Not 6: “Başka bir çaresi yok, birlikte yaşayacağız.
İnsanın insandan başka dayanağı yok.
Yalnızlık bile, başka insanların varlığı bilindikçe bir anlama
kavuşuyor.”
(Edip Cansever)
Not 7: Hacı Bektâş-ı Velî, “Yediğin lokmayı hak et, oturduğun yeri
pak et” der. Selam olsun…
Not 8: “Kaçıp gitmek suç sayılmaz.
Yüreklerin taş kesildiği yerden.”
(William Shakespeare, Macbeth, s. 41)
Not 9: İvan Gonçarov, Oblamov adlı eserinde, “Batı’da hayallerin
gerçekleştirilmek için, Doğu’da ise gerçeklerden kaçmak için
kurulduğunu” söyler. Bu tespit bir bakıma gerçeğin ifadesidir. Bu
yüzden de Doğu’da kaçmak için her şey bir bahanedir. Bugün kendini
ister dindar ister muhafazakâr isterse sağcı, İslamcı tarif
etsinler bu tarifler ile kendini tanımlayanların yaptığı yegâne şey
de bu kaçıştır. Gerçeğin sert ve keskin yüzünden kaçmak için birçok
bahaneye, nedene sahipler ve yokmuş gibi yaşıyorlar. Özellikle
çoğalan sosyal kurumlarını işletirken de aynı mantıkla hareket
ediyorlar. Bu nedenle de katı, karmaşık ve sürekli kendini daraltan
bir döngünün içerisindeler ancak bunun da farkında olduklarını
sanmıyorum.
Not 10: Ya her şeye eyvallah çekip bu akışın içerisinde kaybolmak
ya da bütün zorluklarına rağmen bu kaotik akışın karşısında
durabilmek gerekir. Kimin tercihi akışın karşısında durup kendini
koruyarak gelişme olursa şunu bilmeli ki talip olduğu şey öyle
hamasetin, kuru vaatlerin, beleşçiliğin (emeksizliğin) işlemediği
ve her türlü zorluğu, çileyi göz önüne alarak hareket etmekten
geçiyor. Bu da kendini tanımak ve bilmekten geçiyor. Ortak yaşama
alanlarında var olarak, birlikte var olabilmenin yollarını arayarak
gerçekleşebilir. Onun için kendini bırakamamak gerekiyor. Her şeye
rağmen adım atacak mecali bulmak gerekiyor. Bu da zahmetli ama
yolda olmak yolu bitmiş olmaktan iyidir.
Not 11: Benim içimde, daima var olacağını zannettiğim birçok şey
yok oldu.
Kayıp Zamanın İzinde, Marcel Proust
Not 12: Beni de hastalıklarla imtihan ediyor yüce Allah’ım.
Herkesin imtihanı farklı. Kimisini malla parayla kimisini
yoksullukla kimisini hastalıkla. Vardır bir bildiği.
Not 13: Bu asır empati ve yaratıcılığın en büyük insani özlem
olacağı bir çağ olacak.
Not 14: Hak yemeyeceksin arkadaş. Hak yemeyeceksin. Bunu bilir bunu
söylerim. Anadolu’da şöyle bir söz vardır;” Eniğin dişine kan
değerse arsız ve saldırgan olur”. Anacığım da bize “Komşunun
tarlasından habersiz bir şey alan da arsız ve hırsız olur” derdi.
İnşallah ülkemizde dişine kan değmiş enikler ve komşudan aşıranlar
yoktur!
Not 15: Daha 20 yıl öncesine kadar anne babalar çocuklarını çevrede
gördükleri ”yanlış kişi ve örnekler ” üzerinden ikaz eder, onlardan
uzak durmalarını söyler ve evlatlarını koruma kalkanına alırdı.
Şimdi çocuklarımızın “belalısı” ceplerinde ve sosyal medya da neyle
karşılaşacakları da meçhul!
Not 16: İktidar belediyelerine kat kat düşük faizle krediler
sağlanırken, vergi muafiyeti kıyakları sunulurken, el altından her
türlü destek verilirken, muhalefete mensup belediyelerin kredisini
sağladığı projeler yıllardır Saray’da ve bakanlıkta onaylanmayıp
bekletilirken, hiçbir hukukî ve kanunî mesnedi olmayan genelgelerle
muhalefet belediyelerinin elleri - kolları bağlanırken, hizmet
projeleri engellenirken, “tasarruf paketi” perdesinde gelirleri de
kısılıyor.