Not 1: Belediyeler ne iş yapıyormuş, anladık mı?

Afete yardım ve yataklık...

Bana kalırsa, "yerel yönetim" sistemini en baştan elden geçirmenin tam zamanıdır. "Demokratik temsil" ve adil çözümler üretme mekanizmasının doğrudan belediye başkanları, belediye meclisi ve belediye bürokrasisi tarafından sıfırlandığını bilmeyen yoktu, şimdi sonuçlarını acı biçimde görüyoruz. Hiç kızmayın! Gerçek bu...

Suçu sadece müteahhitlere yükleyip dosyayı kapatamayız.

Not 2: Biriktirmek, acınası bir aldanıştır. Her yığınak, stok ve istifte var olanla yetinmemenin ve de ihtiyaçtan fazlasına sahip olmanın doymazlığı vardır. Biriktirme hırsı yaşayanlar kendi cebini ve kasasını doldurduktan sonra, geri çekilmezler. Bu kez evlatları ve torunları için biriktirmeye, yığmaya çalışırlar. Para ve mülkiyet çokluğu onlar için dünyada “müstağni” olmanın insana bahşettiği bütün mevki ve mertebelere ulaşma hedefine kavuşmak demektir. Eksiği olmayan insan olma arzusu, eksiği olana ve yokluk çekene karşı tanrılık taslama hevesinin bir sonucudur. Oysa insan hem nisyan hem de nakisalarla maluldür. Bu fani âlemde insan insanla tamamlanır ve insan insanla sınanır. Onda olmayan sende vardır. Sende olmayan onda mevcuttur. Yarın için elinde tuttuğun, bugün ihtiyacı olan kişinin hakkıdır. Fazla para, fazla mal mülk, fazla kilo gibidir. İkisini de kendinden uzaklaştırmalıdır insan. Fazla kilo sporla, sağlıklı beslenme ve diyetle atılır; fazla para ve mülkiyet ise infakla, tasaddukla ve paylaşmakla normal düzeye çekilir. Fazla eşya insanı boğar, fazla para insanın niyetini bozar. Saate bakmayı unutturur. Bir de bakarsınız ki akşam olmuş!

Not 3: “Eğer insan yalnızca “sahip olduğu” şeylerden ibaretse, onları yitirdiğinde, kendini de yitirecek, kim olduğunu bilmeyecektir. Böylece yaşamı yanlış kurmanın sonucunda ortaya yenilmiş, moralsiz, yıkık ve acınacak bir insan çıkar. “Olmak” kavramında ise sahip olunan şeylerin kaybedileceğinden doğan endişe ve korku yoktur. Olduğum gibiysem ve kişiliğim “olmak” tarafından belirleniyorsa kimse benden bunu alamaz ve kişiliğimin yıkılması tehlikesi de doğmaz.” (Olmak ve Sahip Olmak - Erich Fromm)

Not 4: Sosyal medyayla birlikte nerede bir açılış, düğün, cenaze, şenlik, yas veya felaket varsa oraya koşup selfie çeken, ben buradayım diyen bomboş bir kesim oluştu. Bunların kimsenin acısına, dramına, özeline saygısı yok. Tek dertleri görünmek, izlenmek, tıklanmak. Patolojik bir hal.

Not 5: İşin başından beri yanlış giden şeyler var. Bu yanlışlar konusunda karşılıklı suçlamalar yerine, suçlu, ihmali olan kimse cezalandırılmalı. İnsanımız ilk anda bir şeyler yapmak için kimi yola çıktı, kimi tırlar dolusu yardım toplayıp bölgeye gönderdi. Bu insan kaynaklarını doğru, verimli ve etkin bir şekilde değerlendirilemediği yönünde yaklaşımlarda var. Gönderilen yardımlardan maalesef hedefine ulaşmayanlar olduğu gibi, yağmalanan ve çöp olanlarda göze çarpıyor. Tek başına iyi niyet yetmiyor. Nedense Kızılay’ın bu süreçte adından pek söz edilmedi. AFAD konusu çok fazla öne çıkartıldı. Hiçbir gerçek, hayalin kışkırttığı talebi karşılayamaz. Politikacılar ve basın kendi kampının propagandası için oradaydı sanki. Bir felaketten siyasi rant çıkartmak değil, ders çıkartmak zorundayız. Deprem gibi afetler konusunda, elbette enkaz altında kalan çocuklar, hastalar, yaşlılar da var. Ama öte yandan hem afetin yıkıcılığı, trajedinin büyüklüğü belli ölçüde kişilerin ihmallerinin, yanlışlarının faturası olarak da öne çıkabilir. Bir başka şey daha var: tabi afetler, insanların ahlaksızlıklarının, zulümlerinin sonucu bir gazap olarak da gerçekleşebilir. Bu süreçte büyük bir irtidat da yaşandı. Kaderi istismar edenler de oldu. “Deprem kaderdir” diye, deprem sonucu ortaya çıkan fecaatten sorumlu olanların sorumluluklarını örtemeyiz. Kader, Allah’ın iradesi içinde, onun bilgisi içindedir. Bu anlamda Şeytan'da Allah’ın iradesi içindedir. Hayır ve Şer Allah’ın iradesi içindedir. Mafya da Allah’ın iradesi içindedir. Biz Allah’ın rızasına talibiz.

Bunlar ne Kaderi, ne de Kaderiyeciliği biliyorlar. Kaderi reddetmeyenler de, bütün bu olanları Kader diye geçiştirmek istiyorlar. Bakın iktidar ve muhalefet olmak da kader. Allah kimin iktidar ya da muhalefet olacağını bilmiyor mu? Buna karar veren Allah değil mi? Bu konu da her şey gibi Allah’ın iradesi, bilgisi yaratışına bağlı konular değil mi? Öyle ise seçimin sonuçlarının istediğiniz şekilde olması için niye patırdıyor ve istemediğiniz sonuçlar olunca birbirinizi suçluyorsunuz. Ters giden, yanlış olan, zararla sonuçlanan her şey de kader, yolunda giden de, başarılan da! Ne yani suyu getiren de, testiyi kıran da kaderin içindeydi. Ama Allah’ın rızası şarta bağlı değil mi?

Bu süreçte Kızılay’a yazık edildi. AFAD’a da. Askerimiz, polisimiz, insani yardım örgütleri doğru, verimli, etkin şekilde istihdam edilemedi. Yerel yönetimler de, merkezi hükümette, Media da bu sonuçtan sorumlu. Deprem çok büyüktü. İhmaller de öyle. Yıkımın sonucu ortada. Can kaybı çok büyük. Enkazın kaldırılması, geri dönüşümü son derece önemli. Enkazda ceset de var, para da, altında, hisse senedi de, demirde var, tekstilde, plastik de, hurdaların içinde alüminyum da var. Selüloz de var var cam da. Olmayan yok ki! Silah da var, nüfus cüzdanı, pasaport, resmi evraklar... Bizim şimdi GAP depremini, İstanbul depremini, Ege depremini düşünmemiz gerek. Ve tabi Sina’ya uzanan fay hattı. Bu hat Mescid-i Aksa da, Doğuş ve Kıyamet kilisesi, Ömer Mescidi çevresinde büyük bir yıkıma sebep olabilir.

Bu şehirleşme, inşaat politikasına artık bir son verilmeli. Bu işin akademik eğitim programı yeniden gözden geçirilmeli. Bu iş sadece jeoloji ve inşaat fakültelerinin konusu olamayacağını anlaşılıyor artık. Bunun meteoroloji, elektro manyetik, astronomi ile de ilgisi var. Bu işin teopolitik boyutu da var. Bu konuda daha söylenecek çok şey var. Bu kriz bugünden yarına çözülmeyecek. Hatta bundan sonrası süreci yönetmek daha zor olacak. Bana kalırsa bu konuda iletişim dili, hem iktidar-muhalefet hem de toplumla ilişkiler temelinde hiç sağlıklı değil. İşin dini boyutunda da ciddi sorun var.  Kimse tövbe etmekten söz etmiyor. “Yıkıldı, yeniden yaparız” havasındalar. Tamam yine yaparız da, aynı yanlışı, aynı gazap sebeplerini tekrarlarsak bu afetler de yine tekrarlanır.

Not 6: Celal Şengör: “İddia ediyorum, 68-78 kuşağının lise diploması; AKP kuşağının profesör diplomasından çok daha değerli!”

Kesinlikle doğru!

Not 7: Tuhaf şekilde, deprem bölgelerinden anormal bir GÖÇ de yok.

Demek ki, kurtulan da az.

Normalde buralarda ev kalmaması lazımdı.

Not 8: Cinayet işledikten sonra cezaevine giren kişiye kader mahkûmu denilen bir ülkede kader kavramını anlatmaya çalışmak tamamen beyhude bir çaba...

Not 9: Şüphesiz biz, toprağın; onlardan neleri eksilttiğini bilmekteyiz. Yanımızda (o bilgileri) koruyan bir kitap vardır.  Kaf 4. Ayet

Not 10: Bu nasıl bir kötülüktür?

Gazeteci Fatih Ergin: "İstanbul'dan bir işadamı Hatay Reyhanlı Devlet Hastanesi'ne Ahbap üzerinden tomografi cihazı bağışlamak istedi. Başhekim'in AKP milletvekiline sormasından sonra cihaz kabul edilmedi."

Not 11: McDonalds’ta 40 TL’ye patatesli dürüm menü satılmaya başlanmış.

Bir sonraki aşama ekmek içi ketçap, mayonez.

Bir sonraki aşama ise boş ekmek.

Türkiye gibi fakir ülkelerde karbonhidrat tüketimi yüksek protein tüketimi azdır.

Bu durum çocukluk çağında boy kısalığına, yetişkinlikte pek çok metabolik hastalığa neden olabilir.

Not 12: İktidarı tek kelimeyle anlat deseler en masum haliyle BETON ya da RANT derim.

Not 13: Hoca, bir gün öğrencilere dans dersi verir. Adımları tahtaya çizer. Ders yüz yüzedir. Soru -cevap da vardır. Bir saat dans anlatır; hangi dans ise... İkinci derste sınıfı kapalı spor salonuna götürür ve “Haydi dans edin bakalım!” der. Sonuç bir felakettir. Bunu neden yapar hoca? Bazı işlerin uygulamasız becerilemeyeceğini göstermek için.

Not 14: Depremi fırsat bilip, iyilerin iyiliğini fırsat bilip çadıra, konteynıra, ev kirasına zam yapanlar da var.

Yardımı dolandıranlar, yardım edeni dolandıranlar, kampanya yapıp topladığı parayı çalanlar.

Sayıları iyilerden daha az, ama kokuları çok pis.

Not 15: Yalnız hüznü vardır kalbi olanın…

Not 16: Almanya 1945 senesinde her tarafı bombalarla koca bir enkaz haline gelmiş perişan bir ülkeydi. Kolları sıvayıp işe koyulduktan 10 sene bile geçmeden dünya ekonomi literatürüne ekonomik mucize olarak geçen devasa gelişmeyi gerçekleştirdi. Bunu üretim tesislerinin çoğu bombalanmış, çalışan erkek nüfusunun çoğunu savaşta kaybetmiş bir ülke olarak yaptı. Ekonomistler bu mucize için birçok neden sıralıyor. Ancak en önemli nedenin Alman halkının savaş sonrası refaha ulaşmak için gösterdiği olağanüstü çaba ve gayret olduğunda hemfikirler.

Türkiye Almanya’nın 1945’de sahip olduğu imkanların çok daha fazlasına sahip. Bu deprem felaketi aslında yıllardır belki de yüzyıllardır ihmal ettiğimiz yapısal dönüşüm için bir fırsat olabilir. Felaketi siyasi ikbal vesilesi olarak gören müptezel zihniyeti enkaza gömüp yapıcı ve onarıcı aklı rehber edinebilirsek biz de bir Türk mucizesi gerçekleştirebiliriz. Ne denli bir potansiyele sahip olduğumuzu milyonlarca gönüllü bize bir kez daha hatırlattı. Şimdi bu cevheri işleyecek, harekete geçirecek, yol gösterecek öncülere ihtiyacımız var.

Not 17: “Baktım akşam herkesin kabul ettiği kadar akşamdı

Hiçbir meşru yanı kalmamıştı hayatımın.”

[İsmet Özel]